Arama

Popüler aramalar

‘’Başarıyorum öyleyse vurun!‘’

Ben de yıllar önce bir yazımda, her iki söze atıfta bulunarak “Başarıyorum, öyleyse vurun!” diye yazdığımı hatırlıyorum; başarılı insanlara karşı oluşturulan linç atmosferini anlatmak için...

Şimdi görüyorum ki, bu konuda bir arpa yolu yol kat edememişiz. Voleybol Federasyonu eski Başkanı Erol Ünal Karabıyık’ın başına gelenleri ibretle izledik, bundan yaklaşık bir buçuk ay önce... Görev aldığı 6 yıl boyunca Türk voleyboluna çağ atlattı. Türkiye’yi Dünyanın en ileri voleybol ülkelerinden biri haline getirdi. Federasyonun yapısını idari ve mali olarak çağın ötesine taşıdı. Voleybolu, tesisleriyle, bütçesiyle, para kaynaklarıyla Türkiye’nin en zengin federasyonlarından biri haline getirdi. Gelgelelim, bütün bunları gerçekleştiren Karabıyık, 116 imza toplanarak girdiği seçimi 81 oyda kalarak kaybetti.

Seçim sürecinde neler yaşandığını anlatırken bazen gözleri doldu, bazen öfkelendi, bazan da acı acı güldü. Doğrusunu söylemek gerekirse anlattıkları beni dehşete düşürdü. Ancak çok az bir kısmını yayınlayabildim. Çünkü Erol Bey, bir çok şeyin aramızda kalmasını istedi. Devlet adamlığı terbiyesinin böyle gerektirdiğini söyledi. Ben de saygı duydum. Sadece onun müsade ettiklerini sizlerle paylaştım. Okuduklarınız buzdağının görünen yüzüdür. Bunu bilin yeter.

28 Kasım 2012, Çarşamba 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Mutlu musun Aykut Hoca?‘’

Ben, zaman zaman bu toplumun ölmeye hazırlandığı hissine kapılıyorum. Zira aklını, sağduyusunu, vicdanını, adalet duygusunu yitirmiş bir toplum görüntüsü var ortada. Bütün bu değerleri kaybettiğiniz vakit, ölmeye yüz tutmuşunuz demektir. Ve bu süreç gerçekten de çok ızdırap vericidir. Çağdaş toplumlarda normal karşılanabilecek, hoşgorüyle yaklaşılabilecek hatalar, yanlışlar bizde infial yaratabiliyor. Verilen tepkilerin aşırılığı ve insafsızlığı karşısında delirmiş olduğumuzu düşünüyorum. Sanki hepimiz birer 'Amok Koşucusu'na dönmüşüz. Hazin sonumuza doğru son sürat koşuyoruz.

Fırat Aydınus'un hatalı kararı sonrasında yaşananların akılla, izanla, ferasetle açıklanacak hiç bir tarafı yok. Dünyanın her yerinde futbol oynanıyor ve her yerinde hakemler hatalı kararlar veriyor. Hakemler, bir takımın bir sezonluk emeğini bir düdükle heba edebiliyorlar. Ama bu, hiç bir zaman bir hakemi linç kampanyasına dönüşmüyor. Çünkü hakem hatalarının da bu oyunun doğasında olduğunu biliyorlar. Futbolun asli unsurları bu bilinçle statlara koşuyor. Orada yaşanabilecek her türlü sürprize hazırlıklı oluyorlar. Kendi aleyhlerine yapılabilecek bir hatanın, günün birinde lehlerine de yapılabileceğinin farkındalar. Ve işte bunun için günümüz dünyasının medeniyetini onlar inşa ediyor. Biz ise bir zavallığın pençesinde kıvranıyoruz. Türkiye'nin en iyi iki hakeminden birine reva gördüğümüz muameleden hicap duymak bir yana, arenayı dolduran Romalı gözü dönmüşler gibi başparmağımızı aşağıya çeviriyor ve infaz istiyoruz. Bunun fitilini ateşleyen de ne yazık ki, futbolculuğunda karşı tarafa empati duyduğu için takımından kovulan Aykut Kocaman. Benim son yıllarda tanıyamadığım Aykut Hoca... Bu toplumu dönüştürmesini beklerken, kendisi dönüşüp kalabalıkların içine karışan Aykut Hoca... Fırat Aydınus, ülkesini temsil için giderken, kendi yurdunun havalimanından polis nezaretinde ayrılmış. Dönünce de düdüğünü asması kuvvetle muhtemelmiş. Eşini, çoluğunu, çocuğunu tehdit ediyorlarmış. Zaten ekrandaki zavallılar da onun ailevi meselelerini dillerine dolamışlardı. Yani bu kadar olduk. Şimdi soruyorum Aykut Hoca! Bu olanlardan sonra mutlu musun? Mutluysan yolun açık olsun!

20 Kasım 2012, Salı 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Galatasaray illüzyonu!‘’

Futbolda kazanmanın ilk koşulu, çabuk düşünmek, çabuk oynamak, doğru yerlere doğru zamanda, doğru hamleler yapmaktır. Galatasaray, derbiler dahil tüm maçlarında rakiplerinden daha fazla istatistiki değerlere sahip olmasına karşın aynı oranda üretken olamıyor. Bunun en önemli nedeni, çabuk oynayamıyor, hücuma hızlı çıkamıyor; dolayısıyla rakibin yerleşme düzenini bozacak atak girişimlerinde bulunamıyor. Yine bu sorunlarla alakalı olarak kanatları kullanamıyor, uzaktan etkili şutlar atamıyor. Attığı gollerin büyük çoğunluğu forvet oyuncularının bireysel becerilerinden kaynaklanıyor. Galatasaray'ın futbolu, birinci ve ikinci bölgede al gülüm-ver gülüm tabirinden... Bu da, kendi yarı alanında çoğalan rakipleri karşısında hiç bir şey ifade etmiyor. Elinde Ahmet İlhan, Lualua, İlhan Parlak gibi hızlı, çabuk ve teknik oyuncuları bulunan bir rakiple karşılaşınca da bu geceki gibi bir tablo ortaya çıkıyor. Zira Galatasaray'ın en sorunlu bölgesinin defansı olduğu sezon başından beri bilinen bir gerçek. Hızlı ve çabuk forvetler karşısında Sarı-Kırmızılı takımın defansı tel tel dökülüyor. Bu akşam üç gol bulan Karabükspor'un tarihi bir farkla Arena'dan ayrılması işten bile değildi.

Karabükspor, Galatasaray'ın makyajının nasıl döküleceğini bu gece herkese ispatladı. Galatasaray'ın bu futbolla ligde bu haftaya kadar lider gelebilmesi, sahaya yansıyan gerçeklerin görmezden gelinmesine ve bir illüzyonun yaşanmasına neden oldu. Bu işte bir yanlışlık olduğu ortada. Hiçbir teknik adam takımının böyle oynamasını istemez. Fatih Terim'in oyun planının sahaya yansıtılamadığı açıkça görülüyor. Belli ki Fatih Hoca, sezon başında kafasındaki şablonu sahaya yansıtabilecek oyuncuları transfer edememiş ya da ettiğini düşünmüş!

Ben bu takımın, bu oyunla Şampiyonlar Ligi'nde yoluna devam edebileceğine ihtimal vermiyorum. Ligdeki durumu ise devre arasında yapılacak operasyona bağlı. Ve böyle bir operasyon kaçınılmaz... Çünkü aksayan çok yeri ve oyuncusu mevcut. Rüya takım diyenler Galatasaray'a büyük kötülük yapmış!

16 Kasım 2012, Cuma 21:50
YAZININ DEVAMI

‘’Bu Beşiktaş yenilmez!‘’

Eğer büyükseniz, en şiddetli fırtınada, en ağır buhranda bile ayakta kalırsınız. Ayakta kalmakla yetinmez, yaşanan krizden gerekli dersleri çıkarır, geleceği inşa edecek atılımları da yaparsanız. Tarihinin en ağır kriziyle karşı karşıya olan Beşiktaş'ın bugün verdiği tepki, işte bu büyüklüğünün göstergesidir. Geçmişte benzer süreçleri yaşayan bir çok köklü kulüp tutunamayıp, tarihin karanlık labirentlerinde kaybolup gitti. Beşiktaş'ın sahada ve saha dışında sergilediği onurlu duruş, gösterdiği direnç kulübü nasıl bir geleceğin beklediğinin habercisidir. Ufak tefek hatalar elbette yapılıyor, ama bu alabora olmaya yüz tutmuş bir teknede normaldir. 'Feda' sloganıyla yola çıkıp sezon planlamasını minimal ölçekte yapan, doymuş, pahalı yıldızlar yerine başarıya aç gençlerle yola devam eden Beşiktaş muhakkak sahada maç kaybedecektir. Ama bu, onların gerçekten yenildiği anlamına gelmez. Beşiktaş'ı gerçek anlamda yenebilmeniz için diz çöktürmeniz, pes ettirmeniz gerekecektir. Şu ana kadar yaşananlar gösteriyor ki, böyle bir şey asla mümkün değildir.
Dünyanın en büyük futbol otoritelerini de getirseniz Beşiktaş'ın oynadığı futbolu çözemezler. Taktik, teknik, diziliş; her neyse adını koyamazlar. Tek görebildikleri sahadaki kaostur. Beşiktaş'ın oynadığı da zaten 'Kaos Futbolu'dur. Hırsla, arzuyla, inatla, dirençle, coşkuyla, isyanla harmanladıkları bir düzensizliktir sergiledikleri... Ve unutulmamalı ki, kaos teorisininin temel önermelerinden ikisine göre; düzensizliğin içinde de bir düzen vardır ve düzen düzensizlikten doğar!

13 Kasım 2012, Salı 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Şifo değil, şifa!‘’

"Bir kaç sezondur Süper Lig'de mücadele eden Antalyaspor, ligin renkli takımlarından biri olmasına karşın bir türlü sınıf atlayamıyor. Oysa Türkiye'nin turizm başkenti olan bir kentin takımından beklenen, her sezon şampiyonluğu ve Avrupa kupalarını kovalamasıdır. Ne var ki Güney ekibi, sahip olduğu potansiyele rağmen henüz bu kültürü edinememiş gözüküyor. Tutarlı bir yönetimi, cin gibi bir hocası, coşkulu taraftarı, ekonomik potansiyeli olan bir takımın vizyonu bu olmamalı. Antalyaspor, doğru ve akılcı bir planlamayla ligin büyükleri arasına adını yazdırabilir. Ama bunu önce kendileri istemeli."

Bu satırları ben demiştim demek için yeniden koymadım buraya. Dünün Antalyaspor'u ile bugünün Antalyaspor'u arasındaki farkı daha iyi anlamamız için hatırlatma yapma gereği duydum sadece. O gün işaret ettiğim üzere doğru ve akılcı bir planlamayla neler yapılabileceğinin göstergesidir Antalyaspor'un bugün geldiği nokta. Geçen yılki kadroyu büyük ölçüde yenileyen ve yapılan transferlerde de önemli derecede isabet kaydeden Antalyaspor ligin tozunu atmaya devam ediyor. Başarıda elbette yönetimle teknik adamın uyum içinde çalışmasının büyük payı var. Ancak aslan payı kesinlikle Mehmet Özdilek'indir. Özdilek sessiz sedasız adını büyük hocalar arasına yazdırmaktadır. Yalnız takımına sınıf atlatmakla kalmayıp, kendisi de sınıf atlamaktadır. Bu yıl şampiyon olurlar, olmazlar...

Mesele o değil. Önemli olan takım hüviyetini muhafaza ederek şampiyonluk yarışının içinde bulunmaktır. O kültürü edinmektir. Bunu başardığınız takdirde zaten geresi gelir. Umarım, Antalyaspor yalnız bu sezon değil, her sezon zirveyi sonuna kadar kovalar ve adını '6. Büyük' olarak lig tarihine yazdırır.

07 Kasım 2012, Çarşamba 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Salih Uçan'ı uçurmak!‘’

Bu söz, toplumca muzdarip olduğumuz sığ bakış açısını en iyi anlatan özlü sözlerden biridir aslında... Gerek siyasi, gerek sportif, gerek tarihsel, gerekse sanatsal eleştirilerde sıkça başvurduğumuz bir yöntemdir bu... Yaşanan bir olumsuzluk halinde kişileri hedef alarak arka plandaki gerçek nedenleri ıskalamak, sık sık yaşadığımız durumlardan biridir. Onun içindir ki, bir türlü temele inemeyiz; biriken sorunların daha da kangrenleşmesine neden oluruz.

Son yıllarda internet medyasının da etkisiyle sayısı hızla çoğalan futbol yorumcularının bir türlü kurtulamadığı bir hastalıktır meseleye sığ yaklaşmak. Alınan bir yenilgide ya bir futbolcu hedef alınır, ya da bir teknik direktör. Aslında hepsi bir bütünün parçalarıdır. Kurulan makinenin dişlileridir tümü. Ne bir teknik direktör tek başına başarılı ya da başarısızdır, ne de herhangi bir futbolcu... Ortada yanlış kurulan bir düzen varsa, o mekanizmanın içindeki doğru parçalar bile alternatif üretmekten uzak kalırlar. Bunun son örneğini Fenerbahçe'nin 17 yaşındaki futbolcusu Salih Uçan'da yaşadık. Kaptırdığı bir topun üçüncü gol olarak Fenerbahçe ağlarına gitmesi ve oyunun kopmasına yol açması, genç oyuncuyu bazı eleştirmenlerce hedef haline getirdi. Neden oyuna alındındığından başlayıp, tecrübesinin bu tür maçların atmosferini kaldıramayacağına dair ipe sapa gelmez yorum ve analizler yapıldı. Aynı eleştirmenler, bir kaç hafta sonra Türkiye'de neden genç oyuncu yetişmeyeceğine dair derin analizlerde (!) de bulunacaklardır, merak etmeyin! Oysa sorun, Fenerbahçe'de bu sezon doğru ve akılcı bir planlama yapılıp yapılmadığıyla ilgilidir. Ama o at gözlüğü yok mu işte!

30 Ekim 2012, Salı 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Beşiktaş bir başkaldırıdır‘’

Kimse sana bir yaşam bahşetmez. Kimse senin varolman için çaba sarf etmez. Bilakis insanlar, başkalarının varoluşunu engelleme eğilimindedir genellikle; kendi yaşam alanlarını genişletmek için. O nedenle varolmak için başkaldırmak, savaşmak birinci koşuldur. Ancak kendi kendini var edebilirsin.

İşte Beşiktaş'ın bu sezon yaptığı tam da böyle bir meydan okumadır, içine düşürüldüğü duruma karşı, yazgısına karşı... Sahada sergiledikleri performansı hiç bir taktikle, teknikle izah edemezsiniz. Oynadıkları da zaten futbol değildir; bir isyandır, bir dirençtir, bir silkinmedir, bir onur savaşıdır. Onları, akıttıkları terin karşılığını alamadıkları Trabzonspor maçının sonunda sahanın ortasına sere serpe uzatan da bu ruhtur. O ruh, Beşiktaş ruhudur. Ona iyi bakmak lazım. Ders almak lazım. Başınıza gelenlere karşı tevekkül edip kaderinize razı olmak istemiyorsanız o bir avuç Beşiktaşlı gencin sergilediği sıra dışı mücadeleyi örnek almalısınız. Beşiktaş'ı bu sezon sadece bir futbol takımı olarak izlerseniz, kaçıracağınız çok şey vardır. Bu yılın Beşiktaş'ı, hayatın insana verebileceği en anlamlı derslerder biri olmaya namzettir. Çünkü, muhtaç oldukları kudreti nerede bulacaklarını keşfettiler. Bize bunu gösteriyorlar, her hafta sonu. Kendi 'Kurtuluş Savaşı Destanlarını' kendileri yazıyorlar. Bize düşen ise dikkatle okuyup, verdikleri mesajı iyi anlamak. Ve onları ayakta alkışlamak.

23 Ekim 2012, Salı 18:40
YAZININ DEVAMI

‘’Kaplan ve Gül!‘’

Golf dünyasının dört gün boyunca kalbinin attığı Antalya’daki THY World Cup Final’den söz ediyorum. Dünya golfünün zirvesinde yer alan 8 sporcunun yarıştığı organizasyonda bütün gözler hiç kuşkusuz yaşayan efsane Tiger Woods’un üzerindeydi. Turnuvanın yarı finalinde, şampiyonluğu da kazanan İngiliz Justin Rose’a kaybetmesine karşın, ona yönelik yoğun ilgi Antalya’dan ayrılana kadar sürdü. Zaman zaman etrafını sarmalayan kalabalığın ilgisinden bunaldığını ifade eden tavırlarda bulundu. Bu tarz hareketleri, jest ve mimikleri kimine antipatik gelse de, turnuvayı takip eden çoğunluğa göre bu çaptaki bir sporcu için normal kabul edilebilecek davranışlardı. Ben de öyle düşünenlerdenim. Hele, bizde bir gram şöhreti yakalayan futbolcuların tafralarını göz önüne alacak olursak... Benim Woods adına yadırgadığım tek davranışı, orada yer alan bir kaç çocuğun taleplerine kayıtsız kalmasıydı. Oysa istedikleri sadece ellerindeki bir takım objelere imzaydı. Woods bunu karşılıksız bıraktı, çocukları üzdü.

Turnuvanın şampiyonu Justin Rose ise tam tersine son derece sempatikti. Yanına yaklaşan hiç kimseyi kırmadı. Bazılarına 5 dakika sonra diye söz verdi, sözünü tuttu. Saha içinde olduğu gibi saha dışında da bir şampiyon gibi davrandı; centilmen ve alçak gönüllü...

Aslına bakarsanız, centilmenlik golf sporunun ruhunda var. Müsabakalardan sonra birbirlerini kutlayan sporcular ile yardımcılarının (Caddy) tokalaşmaları sırasında şapkalarını çıkarmaları ise karşılıklı saygıyı ifade eden önemli bir ritüeldi.

Başta Golf Federasyonu Başkanı Ahmet Ağaoğlu olmak üzere bu büyük organizasyonu gerçekleştirenleri kutluyorum. Ulusal ve uluslararası yayın yapan 92 kanalda naklen yayınlanan, yaklaşık 400 milyon insana ulaşan bu önemli organizasyona lütfedip katılma nezaketi göstermeyen Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç, Spor Genel Müdürü Mehmet Aykan ile diğer üst düzey yönetici zevatı (Buna THY’ciler de dahil) kınıyorum. CNN İnternational’ın ana haber kuşağında her gün haber yapılan ve İstanbul’un 2020 adaylığı konusunda yorumlar yapılmasına sebep olan organizasyon için Devlet Tanıtma Fonu’ndan sadece 100 bin lirayı (Taşköprü Sarımsak Festivali’ne de bu kadar para çıkmış) uygun görenleri ise Allah’a havale ediyorum.

14 Ekim 2012, Pazar 12:00
YAZININ DEVAMI