Arama

Popüler aramalar

‘’Uygun Skibbe'yi yendi...‘’

Bülent Uygun, Sivas’ta ne yaptıysa, Sami Yen’de de aynısını yaptı. Bir fark vardı, bu kez maç 11’e 11 oynandı. Fakat maçı olmasa da, avantajı Sivasspor kazandı.
Buzlu zemin yoktu, Lincoln yoktu, pozisyon da! İlk şutu 25. dakikada atabilen Galatasaray, net ve tek pozisyonunu Sabri’nin ortasında Meira’nın auta giden kafa şutuyla buldu. İkinci devre Uygun hamlesini yaptı. Skibbe ise çaresizce baktı. Balili’yi oyuna alan Sivasspor, artık rakip yarı sahaya kolayca gidiyor, uyumsuz Meira-Emre ikilisinin zaaflarından faydalanıp, pozisyon da buluyordu. Sabri, Sezer Badur’u terbiye etmeye çalışırken, Yaser’in şutunu Petkoviç kurtardı. Sezer’le dalaştığı için sarı kart gören Sabri’nin pozisyon hatasında, Galatasaray’ın dünyaları teklif ettiği Mehmet Yıldız yerine oyuna giren Kamanan’ın pasında Balili, bir şok daha yaşattı.
Geçen maçta Galatasaray’ın 13 sakat ve cezalısının olduğu söyleniyordu, Sivasspor ise 16-17 kişiyle ligi zirvede sürdürüyor. Bir takımda 13 eksik olması için o takımın ya trafik kazası geçirmesi lazım, ya da zehirlenmesi... Ligin en kaliteli kadrosu bu kadar sakatlık yaşıyor, bu kadar kolay kart görüyor, rakip teknik adamın hamlesine karşı hamle yapamıyorsa sorunun nerede olduğu belli.
Sivasspor oyunun iki yönünü aynı anda oynadığında da büyükleri yenebiliyor. Büyük takım olmanın yolu, tüm mazeretlere rağmen ikinci 45 dakikadaki gibi oynamaktan geçiyor. Mehmet Topal, Ayhan ve Barış gibi üçlüye karşı, iki maçta da oyundan düşmeyen İbrahim Dağaşan başta, Sezer ve Onur’u tebrik etmek gerekiyor, tabii Ayhan’ı da.. Bir adam 3 sene hep aynı form, konstrasyon ve ciddiyette oynuyorsa, bize de alkışlamak düşer.

28 Ocak 2009, Çarşamba 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bir kişinin önemi‘’

Sezertam, Yunus Yıldırım’ı yanına çağırana kadar iki takım önce zemin, sonra birbirleriyle mücadele etti. Ayhan, Mehmet Topal ve Barış’ın orta saha hakimiyeti, Arda’nın liderliğinde oyunun Galatasaray lehine geliştiği düşündürürken, Sedat-Bilica ve Murat, Ümit Karan ile Baros’a top göstermedi. Sivas’ta galibiyetin ya da savunma başarısının aslan payı ise şüphesiz ki Galatasaray’ın orta saha ve hücum oyuncuları arasındaki pas alışverişini kesen, kazandıkları topları da iyi kullanan ön liberolar İbrahim Dağaşan ve Onur’a aitti. Sivas hücuma 3 kişiyle bile gitmezken, golü 40-50 metrelik gelişigüzel uzun toplarda rakip defansın hata yapmasıyla bulmayı bekledi.
Yayıncı kuruluşun kameralarından gördüğümüz o ki, ilk hatayı Erdinç Sezertam yaptı. Ümit Karan’ın yere savurduğu tekme ve çok ayıp sözü üzerine Sezertam, Galatasaray kaptanını attırdı, ibreyi Sivas’a kaydırdı. Başka bir kamera açısından Ümit’in küfrü yakalanmazsa, Sezertam haklılığını zor anlatır. Eğer Ümit küfrettiyse o formayı bir daha zor alır.
Sivaslılar ilk defa kendi aralarında 4 kere paslaştılar, ilk kez Musa ile çizgiye inip orta yaptılar, Hakan’ın uzaklaştıramadığı topta ilk kez hücuma gidip ilk şutunu atan Abdurrahman ile golü buldular. Sonra sıkıntı yaşamadan ikiyi yakaladılar.
Galatasaray mağlubiyeti hakeme bağlarken, hücumdaki kısırlığı, atağa çıkarken atağı nasıl sonuçlandıracağı hakkında bir fikri olmayan futbolcuları gözden kaçırmamalı. Lincoln yokken de, önceden planlanmış, üzerinde çalışılmış en azından bir hücum görmek lazım.

25 Ocak 2009, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Şahane Lincoln‘’

Maç öncesinde Galatasaray’ın bariz üstünlük sağlayacağını düşünmüş olmama rağmen, Skibbe’nin üçlü savunmanın önünde, sağda Barış’ı oynatması oyunu dengeledi. Barış hücuma gittiğinde, Meira kademeye iyi giremedi, öndeki Baros hiç yardıma gelmedi. Oysa 4’lü oynayıp, Sabri’yi sağa koyup, Barış’ı öne atsa fark belki ilk yarıda gelecekti. Denizli de Galatasaray’daki zaafiyeti gördü, ancak oradaki silahı yetersizdi. Seric 4 atakta demarkeydi, son paslarda inanılmaz beceriksizdi.
Beşiktaş’ın en kalitelisi, deneyimlisi Rüştü topu sektirdi, Galatasaray’ın en yüreklisi Servet affetmedi. Beşiktaş, tek kombine organizasyonda Delgado’nun şahane vuruşuyla beraberliği yakaladı. İkram sırası cazaalanında Arda’yı düşüren Holosko’daydı. Penaltıyı Baros iyi kullandı. Beşiktaş defansta bolca ikram yaparken, De Sanctis, Tello’nun şutunu mükemmel kurtardı, Meira, Nobre’nin topunu son anda uzaklaştırdı.
Şu hakemin onurunu kurtarmak için ‘icat edilen’, futbolun ruhuna aykırı, ‘futbolculunun emeğini yok eden’ aptal, ‘şeklen doğru’ ruhen yanlış kart Delgado’yu kızartınca, Kartal’ın sonunu hazırladı. Şahane maç yöneten Cüneyt Çakır, notunu düşürmek pahasına ikinci sarıyı kullanmamalıydı.
Lincoln’ün pasında Baros’un attığı mükemmel gole, Holosko şahane bir cevap verse de, saha ağır, kalan süre uzundu. Lincoln, Uğur İnceman’ı düğümleyince, Baros üçü, ev sahibi farkı buldu. Bütün sahayı boydan boya mekik gibi dokuyan Arda ve dört golün ikisinde direkt, ikisinde dolaylı parmağı olan Lincoln, sahanın yıldızlarıydı. Beşiktaşlı oyuncular çok şahsiyetli, sonuna kadar direndi ama acemiydi. Delgado’nun atılışı, iki penaltının yapılışı nasıl açıklanır ki!

22 Aralık 2008, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Şuursuz Kartal‘’

Şampiyonluğa oynayan bir takım her puan altınken, 1-0 öndeyken, sanki ekstra bir gole ihtiyaç varmış gibi, maalie kornerde gol aramaya gidip, 3’e 2 kontratak yemez. O pozisyonda Gökhan’ın topu direkten dönmese, belki Beşiktaş 2 puan yitirecek, faturayı başkanından hocasına tüm Beşiktaş camiası ödeyecekti. Buradaki hata, tamamında saha içindeki oyunculara...
Nobre öyle samimi öyle candan oynuyorki; bu mücadelenin karşılığını alamamasına yazık. Oysa takım öne geçmişken 33’te seken topu yakaladı, çılgın gibi abandı, kaçırdı. Sanki plase ile değil sert vuruşla atsa, 2 gol sayılacaktı! 35’te, 37’de, 42’de maçı kopartacak golleri yine atamadı. 51’de bacağını açsa, moralsiz Delgado belki gol yapacaktı. Santrfor inanılmaz oynuyor, ekmeğini taştan çıkarıyor, kimi zaman arkadaşlarından dahi pas alıyor, atamıyor. O zaman takım içindeki tedirginlik bitmiyor. Goller kaleden kaleye güvercin uçurmaya ve rakip defansın hatasına kalıyor. Nitekim gol, Rüştü’nün serbest atışında Tolga’nın hatasında, Holosko’nun takipçiliğinden geldi. Defans oyunu başlatamıyor, Gökhan’ın her pası rakiplere kaptırılan top oluyor. Nitekim 9’da bir top kaptırdı; Murat Erdoğan bomboş pozisyonda atamadı! Kritik maçların yakıcısı Zapo, son haftaların yedeği Holosko, vermediği iki kritik pas dışında Cisse, ön liberoda Murat Erdoğan’ı tutan ve özellikle sola iyi paslar veren İbrahim ve joker Ekrem iyiydi. Beşiktaş taraftarının Ekrem Dağ’ı tezahürat ile ödüllendirmesi ne kadar güzelse, elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışan Serdar Özkan’ı yuhalaması o denli çirkindi.
Takdir haklarını genelde Ankaragücü lehine kullanan Yunus Yıldırım, Nobre’ye arkadan sert bir faul yapan Da Silva ve kendisini protesto için topa vuran El Yasa’ya kart göstermeliydi.

14 Aralık 2008, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Taraftarın 'Lincoln'ü‘’

Geçen sezon boyunca arkadaşlarını yapayalnız bırakıp, hazırlık dönemi başladığında da takım çalışırken ona ve menacerine ulaşılamadığında, ‘Lincoln’e bel bağlayanın beli doğrulmaz’ diye düşünmüştüm.
Oysa taraftarlar ter akıtıp, kolunu bacağını sahada bırakan futbolcuları değil, senede 3.5 milyon Euro kazanıp yatan Lincoln’ün bir şeyler yapabilme ihtimalini daha çok seviyordu... Futbola dair yapılabilecek her şeyi yapabiliyor. Beklemeye de değermiş. Dün yine maçın kaderini belirledi.
Galatasaray 3’lüye dönmüş, Ayhan’ın yerine oynayan Mehmet Güven başarılı olsa da, başlangıçta sağda Barış, solda Arda yetersiz kalmış. Galatasaray Baros’la birkaç fırsat kaçırmış, Kerem, Engin, Mehmet Nas, Hakan’lı orta saha oyunu almış, Gençler Burhan’la bir fırsat kaçırıp, bir de gol yakalamıştı. Galatasaraylılar’a ne gam?
Önce pembe pabuçlu siz deyin asistanına, ben diyeyim velinimetine bir gol attırdı. Biliyordu ki verdiği pas kendisine paslar olarak dönecekti. Çok geçmedi, Lincoln Ergün’e çalım atmak isterken topu kaptırdı, faul aradı. Normalde yerde yatardı. Oysa yatmadı dönen topu alıp Baros’u krallığa götürecek gol paslarından birini daha yaptı. Dağılan Gençlerbirliği’ne Galatasaray’ın forveti derslik bir gol daha attı. Baros taç çizgisinde topu Lincoln’e yumuşatarak bıraktı. Lincoln Nonda’ya pasını verip içeri devrilirken, Nonda’nın pası Arda’da, top da filelerdeydi. O Arda; düşüşte diye nitelendirilen Arda da, 15 saniye önce kendi ceza sahasında Burhan’ı takipteydi.
İkinci yarıda direkten dönen topta da, Recep’in çizgiden çıkardığı Barış’ın kafa şutunda da Lincoln vardı. Bu demek değil ki diğer Galatasaraylılar vasattı. Lincoln süslü ve sonuç getiren işleri yapıyor, diğerleri oyun disiplininden bir an kopmuyor.
Galatasaray 2 gol yemediği her maçı kazanacak bir hücum takımı haline dönüyor. Skibbe kalıyor. Takım olabilenler rakiplerine üstünlük sağlarken, hücumdaki yıldızları uyumlu ve usta olanlar daha kolay kazanıyor.

13 Aralık 2008, Cumartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Aragones farkı‘’

Geçen sezon Avrupa’nın en çok puan toplayan 16. takımı olan Fenerbahçe, bu hüsran için yapmadı ki tarihin en pahalı transferlerini. Bu sezon o Fenerbahçe 58’inci. Biraz Aurelio olsun, biraz Alex rolüne soyunsun diye alınan Emre, moral bulduğu Denizli maçından sonra evinde, milli takımda ‘oynamaktan’ keyif aldığını söyleyen Kazım İstanbul’da ise; bu eleniş öyküsü kulübede durup, kendisine zorla takım verilmiş gibi davranan, oyuncusuna duygu transferi yapmayan, gülmeyen, heyecanlanmayan, hep somurtan Aragones’e aittir... Denizlispor’u dahi rahatsız etmeyen, hücum yapısı ile Dinamo Kiev karşısına çıkılır mı?
Yazık oldu, hem de çok yazık... Fenerbahçe’nin iyi oynama ihtimali hep vardı, hep var, oynayamıyor. İstisnalar ve duran toplar dışında 3. bölgede bir türlü çoğalamıyor. Zavallı Güiza ile arkasındaki oyuncular arasındaki mesafe genelde 20 metreden az olmuyor. Deivid’in gelişiyle rahatlayan Gökhan, 15. dakikada nihayet rakip yarı sahaya iniyor, pasında Kiev defansı top Selçuk’a gelmeden kademeye giriyor. Tam herkes ‘takım oynamaya başladı’ diye düşünüyor, ters topta Selçuk adamını yakalayamıyor, Volkan en kötü kararla kalesini boşaltıyor. Ve sanki sezon sonuna kadar sürdürülecek lig ve Fortis Kupası maçları, Saracoğlu’nda yapılacak UEFA Kupası finali hayalinden sonra çok yavan kalıyor.
Geçen seneki takımdan Semih yok, Kezman yok, Aurelio yok ama galiba en önemlisi Zico yok. Dostluk yok, yardımlaşma yok, duygu yok, başarı da yok...
Carlos gitmiyor, Josico gitmiyor, zekasıyla her zaman fark edilse de eski Alex, Kiev’de de aranıyor. Takımın iyilerinden, havadan da rakip için tehdit olabilecek Selçuk sakatlanıp kenara giderken, Maldonado giriyor.
Geçen senenin Şampiyonlar Ligi çeyrek finalisti Fenerbahçe, rahatlıkla ikinci olabileceği grubu Avrupa Şampiyonu sıfatlı bir teknik adamın tek katkı yapamaması yüzünden sonuncu bitiriyor. Yazık...

11 Aralık 2008, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Denizli çorbası‘’

Beşiktaş maçı, Rüştü’nün önünde Ekrem, Toroman ve Üzülmez’le, onların önünde Kurtuluş ve Tello ile bitiriyorsa eğer, bunu yalnızca oyun içindeki gelişmelerle açıklayamayız. Koca 90 dakikada biri gol olan, ikisi penaltı tartışmalarıyla kaynayan (Üzülmezinki kesin penaltı) yalnızca 5 pozisyon var olduysa, burada Ankaraspor’un iyi futbolu kadar, Denizli’nin takımın organizasyonuyla bu denli çok oynamasının etkisi de var. Bobo’yu takıma sokmak için orta saha pamuk helva kıvamına getirilirse olacağı budur. Tello, Delgado ve Uğur’lu orta saha ne denli güçsüzse, rakip orta saha o denli sert ve güçlü, zemin de o denli ağırdı. Çimleri korumak için dökülen kum, oyunu plaj futboluna çevirdi. Maçın sonuna kadar ne yaptığını bilerek oynayan Ankarasporlular içinde zemin aynıydı. Ama onların ezberlenmiş oyun sistemleri ve disiplinleri vardı. İlk yarıda İbrahim Üzülmez’in önündeki Tello hiç defans yapmadığı için sol kanat Özer ve Erhan tarafından işlendi de işlendi. Oyunun iki yanını da oynayan Hürriyet, Adem, Özer ve Neca Beşiktaş orta sahasını bitirdi. Beşiktaş, yalnızca bir duran top organizasyonunda Delgado’nun pasına Tello’nun kötü vuruşu, Tello’nun kafa pasına Ekrem’in auta giden şutu ve Zapo’nun golü ile seyircisini ayağa kaldırırken, Ankaraspor ise Türkiye’nin en iyi kalecesini, yakaladığı fırsatların üçte birinde geçebildi. Rüştü, Bilal’in 3, Hürriyet’in 1 şutunu olağanüstü refleksiyle önledi.
Mustafa Hoca ikinci yarıda doğru müdahale yaptı. Tello’yu Ekrem’in önünden içeri atarken, Serdar Özkan’ı sağ çizgiye gönderdi. Bu kez de Sivok’un Rüştü’yü ve takımı bitiren hamlesi geldi. Üstüne Aykut Kocaman, Neca’yı oyundan alıp Theo’yu orta sahaya soktuğunda Beşiktaş’ın kazanma şansı hiç kalmadı. Beşiktaş’ta yalnızca, 3 gol yiyen Rüştü iyi oynarken Ankaraspor tüm oynayanlarıyla, kulübesiyle haklı bir üç puan kazandı.

07 Aralık 2008, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Şiir gibi Galatasaray 3‘’

Bir efsane gibi gelmişti. Topları taşıyacak, orta sahada ince işler yapacak, gollük paslar atacak, frikikleriyle rakip fileleri sarsacaktı. Galatasaray tekrar eski günlerdeki gibi bir Avrupa markası olacaktı. Taraftar oynamadığı maçlarda dahi kendini parçalarcasına ona tezahürat ededursun, Ali Sami Yen dışında oynamadı, kritik müsabakaların başrol oyuncusu olmadı. Saklandı. Şampiyonlukta ondan ziyade ince bilmeyen emekçi arkadaşlarının damgası vardı.
İşte o Lincoln, dün muhteşem oynadı... Almanya’ya ‘beni alın’ mesajı vermek ister gibiydi. Belki de onu kaptanlık pazubandı değiştirmişti.

Bütün toplar onda toplandı. Dikine oynadı, yana oynadı, çalım yaptı, faul aldı, kreatif zenginlikleriyle tribünleri ayağa kaldırdı. Bir tek gol yapamadı. 20’de, 25’te, 39’da gollük şutlar attı, kaleci Drobny mükemmel kurtardı. 11’de Baros’a attığı 30 metrelik pası Çek futbolcu düzgün alamadı, 25’te kullandığı kornerde Meira 15 santim kısa kaldı, dokunamadı. Bir de 41’de penaltı ve kırmızı kart aramak yerine ayakta kalsa büyük ihtimalle gol atacak, mükemmel olacaktı.

O böyle oynayınca sistemin dahi çok önemi kalmadı. Küçük küçük paslarla ilk yarıda rakibi bayılttılar. Barış ve Topal’la orta sahada rakibe göz açtırmadılar. Servet ve Meira, Panteliç karşısında başta zorlandılar, sonra rahatladılar. Kewell, Arda gibi diğer süperstarlar iyi oynasalar da ilk yarıda Lincoln’ün gölgesinde kaldılar. 3 gol kurtaran De Sanctis de, onlarca top kazanan Barış ve ikinci yarıda ince saz ekibine katılan Arda ve Kewell da inanılmaz güzel oynadılar. Hakan Balta ve Sabri defanstaki olağanüstü katkılarını sıfıra indiklerinde kullandıkları paslara yansıtsalar, rekor transfer teklifleri alırlar.

Ve artık kesin... Ligdeki başarısızlıkta eğer kabahatli varsa, yalnız Skibbe değil, bir Yunanistan, bir Portekiz, bir Alman markasını yerle bir edebilen futbolculardır...
Hakeme değinmemek olmaz. İtalyan hakem Simuniç’in ilk yarıda Baros’a yaptığı iki faulü hakkıyla değerlendirse, Hertha 44’te 10 kişi kalacaktı. Bizde olsa kokartını söker, 1,5 saat televizyonda tartışırdık. Oysa onu UEFA finalinde göreceğiz..

04 Aralık 2008, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI