Arama

Popüler aramalar

‘’Hayal bitti‘’

Her şey 3 dakikada alt-üst oldu. Guerrero’nun ilk goldeki füzesi, bir sporsever olarak alkışlanır ama, 2.golü 3 taksitte yiyen Galatasaray defansı nasıl yargılanır? Servet yok, Emreler’in Aşık’ı ve Güngör’ü yok. Doğaldır ki, hamle hatası var. Sahada büyük maç eksiği olan Serkan, göbekte Kewell ve Hakan 40 metreden giren topu indirttiler, pozisyon alamaladılar, orta sahadan Barış’la yetişemediler. İkinci golden sonra manen de bittiler.
Oysa akılla, soğukkanlılıkla 2-0’da yakaladılar, üstelik 10 kişiyle! Kapris yapmaktan futbol oynamaya fırsat bulamayan Lincoln, dün kendini affetirmek için her şeyi yapacağına, bu kez de saklambaç oynamayı tercih etti. Hem de ebe değil, saklanan adam rolünde! Hiçbir şey yapmayarak Galatasaray hücum organizasyonunu felç eden Lincoln sola geçip, Arda ortaya geldiğinde, takım topa sahip olmaya ve yaşamaya başladı. Arka adelesinde delik, tendomları ezik ama yüreği büyük Arda, ilk golde penaltının pasını verdi. İkincisinde verdiği pas, onun dünyanın en büyük kulüplerine transferini sağlayacak nitelikteydi. Ancak 70’te tükendi. Bülent Korkmaz, Sabri değil, yorgunluktan yürüyemeyen Arda’yı oyundan almalıydı.
Büyük karakter Kewell, Hakan, Volkan, maç eksiğine rağmen Serkan, bir penaltı yaptırıp, bir gol atan ve Galatasaray altyapısından yetişmiş gibi oynayan Baros her şeyini verdi ama, elenişin altında yatan gerçek sebep; Mehmet Topal’la birlikte defanstaki eksiklerdi. Servet ve 2 Emre’den herhangi biriyle oynama şansı bulan Galatasaray, Hamburg’u rahat elerdi. Gruptaki gösterişli maçlar, Bordeaux maçındaki son dakika zaferi, Hamburg deplasmanında 10 kişiyle alınan beraberlik... Saracoğlu’nda final hayali kurduran sebeplerdi. Hayal bitti.

20 Mart 2009, Cuma 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’İki usta‘’

Ligdeki en önemli puanı kazandı belki Galatasaray. Saha dışında olduğu gibi sahada da ‘yalnızca kendisi için yaşayan’ Lincoln’süz oynamak önümüzdeki sene Korkmaz kalırsa, vazgeçilmez olanın disiplin ve bizzat ‘takımın kendisi’ olacağını gösterdi. Ancak dersi abartan hoca, Lincoln’ü kazanmak adına skor 2-1’ken Brezilyalı’yı sahaya sürmeliydi.
Türkiye’ye geleli daha kısacık bir süre olmasına rağmen ‘Yalanzinho’ yakıştırmasına maruz kalan Brezilyalı’nın şahane golüyle başladı maç... Sahanın her yerinde pres yapan Trabzonspor golle bulduğu morale, Hamburg yorgunu Galatasaray karşısında farka gidecek diye düşünülürken elektrik kesintisi misafire yaradı. Sonra da maçtaki 2 kırılma anından ilki yaşandı. Yunus Yıldırım’ın orta sahada yaptığı değerlendirme hatası Galatasaray’ın skorda eşitliği yakalamasını sağladı. Mehmet Güven’in Alanzinho’ya yaptığı faul verilmeyince, hücuma çıkarken yakalanan Trabzonspor, Arda’nın şahane pasında Baros’un vuruşunda çaresiz kaldı. 2 takımın da ilk yarı boyunca pozisyon dahi yakalayamayışı orta sahadaki olağanüstü mücadeleden, Gökhan ve Baros’un gol atmak ya da gol pası yapmak yerine hakemle uğraşmasındandı. Bir gol atıp, bir attıran Arda, Ayhan ve Barış Sarı-Kırmızılılar’da; yine çok güzel bir gol atıp, bir de attıran Alanzinho ile Hüseyin Trabzon’da arkadaşlarından bir hayli öndeydi.

Trabzonspor ikinci yarı başında 2 pozisyonu kullanamadı. Takım tam ivme kazanmışken bir de balonlara takıldı. Oyunun soğuması da Slyva'nın büyük hatası da Galatasaray'a yaradı. Büyük maçlarda beklenenin hep bir adım gerisinde kalan Selçuk'un şahane pasında Isaac, De Sanctis'i aşamadı. Colman'la gelen gol skorbordu dengelese de beraberlik şampiyonluk yarışında Galatasaray'a yaradı.

16 Mart 2009, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Altın dokunuş‘’

Gole kadar oyunun kontrolünü elinde tutan, tempoyu yükselten, rakibi döndürmeyen ama pozisyon üretemeyen, gol bölgesine 3 adamla gidemeyen bir Beşiktaş izledik. Cisse ve Ernst’le orta sahada büyük üstünlük kuran Siyah-Beyazlılar’ın gol yapamaması, Mustafa Denizli’nin belki biraz da medya baskısıyla Nobre ve Bobo’yu birlikte oynatması ile Tello’yu anlaşılmaz biçimde sağ kanatta kullanmasından kaynaklanıyordu. Sakatlıktan dönen Ekrem eski performansından uzak olunca Beşiktaş çizgiye inemiyor, hücumda çoğalamıyor, gol umudu Bobo ise gol noktalarından uzak yerlerde dolaşıyordu. Mustafa Denizli takıma 61’de dokundu ama ne dokunuş. Son derece samimi oynayan Nobre’yi alması ilk anda yadırgansa da, tek santrafora dönüşü Holosko’yu çizgiye atışı, bire birde adam eksiltebilen Yusuf’u kullanışı, 3 dakika neticesinde tabelayı değiştiriverdi. Sonrası tam bir gövde gösterisi. Kaptanlık bandını taktıktan sonra coşan Tello’nun önderliğinde hem organize hem çabuk, hem de çok adamla baskın ataklar yaptılar. Ekrem ve Holosko’yla harika 2 gol daha buldular.


Defansta Sivok, oyunun iki yönünü de iyi oynayan, top kazanan ekstra paslarıyla arkadaşlarını demarke pozisyonda topla buluşturan ve gol perdesini açan Ernst, bandı taktıktan sonra Tello, kısacık sürede Holosko mükemmellerdi.
Beşiktaş 61. dakikadan sonraki dizilişiyle her maçta hem golü daha erken bulacak, hem de farka koşacaktır. Özgüven, coşku ve arzu gözüküyor. Bu malzemeden şampiyon çıkartmak Denizli için zor olmasa gerek. Temponun bu kadar yüksek, oyunun bu kadar güzel olmasını sağlayan Deniz Çoban, Tello serbest atış kullanırken çaldığı uyarı düdüğü dışında mükemmeldi.

15 Mart 2009, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Sonrası kolay‘’

Yenilen golün hemen ardından Lincoln’ün pasında Nonda’nın kullanamadığı bir pozisyon var ki; üzülmemek mümkün değil. Bir de, bir sonraki atakta sarı kart görmemesi için dualar edilen ve iyi de oynayan Emre atılmaz mı? “Sakınan göze çöp batar” dedikleri bu olsa gerek. Özellikle ilk yarıda mükemmele yakın oynadı Sarı-Kırmızılılar. Lig maçlarında komik hatalar yapan De Sanctis, iki kritik pozisyonu mükemmel kurtarıp bir kez daha güven tazeledi. Hakan Balta stoperde beklendiği gibi çok başarılıydı. Bakmayın yenen goldeki şanssızlığına neredeyse bütün hava toplarında başrol ondaydı. Bütün kalitesine rağmen anlamadığım bir şekilde hakkında tereddütler oluşturulan Volkan ise sol kanatta harikaydı. Savunmayı iyi yaptı, hücum aksiyonlarında ise Hakan Balta'ya oranla çok daha faydalıydı.‘Büyük kaptan’ sıfatını haketmeye her gün biraz daha yaklaşan Ayhan, oyunun iki yönünü de mükemmel oynadı. Lincoln'den beklenen on numara görevini, tükenene kadar yaklaşık 80 dakika mükemmel yaparken, hayati bir gole imzasını attı ve bu gol ona çok yakıştı. Orta sahadaki en büyük yardımcısı Barış, özellikle ilk yarıda hacmiyle kıyas kabul edilmeyecek çapta alan kapladı, çalıştı çabaladı. Ancak sarı kart görmüşken biraz daha dikkatli olmalıydı, atılır, kalanları bu yükün altından kalkamazdı.
Arda yine her şeyini sahada bıraktı, zaten rakip de ağırlıklı olarak ona önlem almıştı. 2'li 3'lü sıkıştırmalara rağmen ayakta kaldı, ama onu, topu hep onunla oynayan arkadaşları, rakipten daha çok hırpaladı. Bülent Korkmaz, patlayıcı özellikleri yeterli olmayan Nonda'yı oyundan almakta geç kaldı ki; eleştirilebilecek tek tasarrufu budur, yerine giren, kısacık bir süre coşkuyla oynayan Ümit Karan, tahmin ediyorum ki formasını da geri aldı. Hem adam, hem büyük futbol ustası Kewell’ın, Emre atıldıktan sonra baraj kurulduğu anda Bülent Korkmaz'a ellerini göğsüne vurarak yaptığı ben işareti, stoper için oyuncu değiştirilirken beni çıkar dedi şeklinde yorumlansa da, onun hiç görmediğimiz bir role soyunmasının işareti olduğu sonradan anlaşıldı. Bülent Korkmaz, Kewell’ın hatasıyla bir gol yenilmesi halinde şüphesiz büyük çoğunluk tarafından hırpalanacaktı. Mehmet Güven'i niye çekmedin, Semih'i niye almadın. Kewell’dan stoper mi olur. Korkmaz, korkmadı risk aldı, o risk tur kapısını aralayan bir karar olarak tarih sayfalarında yerini aldı. Kewell'da en az Meira kadar oynadı o ayrı.

Lincoln’e gelince. Takım kaptanlığı dahi yapan bir futbolcu, bir kişi eksik oynanacak daha 40 dakika varken kendi egosunu tatminle uğraşmaz, sitemle hocasının kafasını karıştırmaz, duygusal anlamda dahi arkadaşlarını yalnız bırakmaz. Lincoln bunların hepsini yapıyor. Duygusal anlamda hamlıktan kurtulamamış bir adamdan kimi zaman kurtarıcı olur ama kaptan olmaz.

Onun yerine oyuna giren Mehmet Güven’in ağlara gitmekte olan topu kafasıyla çıkartması da Korkmaz'ı haklı çıkartan kaderin bir başka cilvesi. Lincoln olsa o top Lincoln'ün kafasından üst direğe değil, fileye giderdi... Bu takımın, kaprisli bir Lincoln'e değil, takımı için oynayan Kewell'lara ihtiyacı var. Oliç girdikten sonra baskıyı iyice artıran rakibin kolay fırsatları kaçırması turun müjdecisi olmalı... Çeyrek final için ümitli olmaya çok sebep var. Rövanş Ali Sami Yen’de, oyun 11’e 11, üstelik Milan Baros da var. Hatta belki Lincoln de sahada poz yapmak yerine, topu arayıp bularak, gol atıp attırarak katkı yapar. Çünkü Ali Sami Yen’i de, taraftarın önünde oynamayı da seviyor ve özür borcu var.

13 Mart 2009, Cuma 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Savunarak!‘’

Veysel ve Bülent atamadı, Arda attı... De Sanctis kurtardı, Jeferson kurtaramadı... İlk yarıda Konyaspor 3 net pozisyon yakaladı gol yapamadı, Galatasaray Arda’nın takipçiliğiyle hem maçı aldı, hem de şampiyonluk yarışında kaldı.
Belki de şampiyonluğu etkileyecek skor üzerinde konuşulabilir ama bu zeminde oynanamayan futbol için futbolcular eleştirilemez ki! Her iki taraf da üstelik...

70 saat önce Bordeaux maçında pek çok travma yaşayan, taraftarlarına büyük mutluluk yaşatan takım sahada, Ayman, Zafer, Bülent ve Cihan’lı orta sahasıyla fiziksel açıdan güçlü rakip karşıdaydı. Her iki takım da oynamaya niyetliydi ama ne mümkün...

Ayman Lincoln’ü yakından takip ederken, Zafer kademede kaldı, Veysel Emre ve Meira’yı bunaltırken, Bülent ve Cihan sürpriz koşularla gol aradı. Galatasaraylı futbolcular bir yandan rakiple, bir yandan zeminle uğraştı. Bülent auta değil, çerçeveye vurabilse Galatasaray maçı kolay kolay çeviremezdi. Geçen her dakika yorgun, iyi çalıştırılmamış misafirin aleyhine, evsahibinin lehine olacaktı...

Galatasaray Bülent Korkmaz sayesinde disiplinini yitirmedi.
Dur durak bilmeden 90 dakika oynayan, oynatan, Korkmaz’la golcü bir kişiliğe kavuşan Arda şüphesiz ki bütün arkadaşlarından iyiydi. Mükemmel oynayan Sabri, 72. dakikada 5’e 2 gelişen kontratakta pas vermeyip, şut atarak bir çuval inciri berbat edecekti. Yine de takımın en iyilerinden biriydi. Veysel’in gollük bir şutunu kesen Emre, çok sinirli olsa da Meira ve Ayhan direncin sembolleriydi.
Herkes çok hafife alsa da, Bülent Korkmaz’la gelen bir transfer daha var: Aidiyet, samimiyet ve disiplin.

02 Mart 2009, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ustalıkla kaliteyle‘’

Ligin zirvesini iyice sıkıştıracak, şampiyonluk iddiasını biraz daha kuvvetlendirecek bir sonuçtu Fenerbahçe açısından. Kötü başladıkları, takım halinde kötü savunma yaptıkları maçta 26 dakikada ligin en az gol yiyen, en az yenilen takımına 3 gol atmayı başardılar. Takım savunması bu denli kötüyken, hücumda ustalar Sivas’ın oyunu soğutmasına müsaade etmediler. Gökhan Gönül’ün iki şahane gol pasında Uğur Boral ve Semih için Petkoviç’i avlamak zor olmadı. Ancak üçüncü gol hazırlanış ve yapılış bakımından harikaydı. Hafta sonu verdiği demeçle Aragones’i eleştiren Alex, Deivid’in pasında şahane bir koşu yaptı, sağ ayağıyla attığı pas da, aynı sayıyı sayısız kez yapan Uğur Boral’ın koşusu da, kafası da muhteşemdi.
Sivasspor bütün sezon oynadığı futboldan farklıydı. Kadro aynı olsa da, Balili yine ikinci yarıya saklansa da, Sivas önde basıp, önde oynamaya çalışıyor, takım defansı orta sahaya kadar çıkıyordu. Kamanan’ın iki güzel pasında 2 gol bulup, iki kere öne geçtikleri maçı biraz da bu yüzden kaybettiler.

Fenerbahçeli futbolcular ise aşırı sinirliydiler. Ucuz ama, haklı kartlar gördüler, hücumdaki verimliliklerinin aksine top yapamadılar. Soyunma odasından daha sakin döndüler. Volkan’ın 52’de kurtardığı Mehmet Yıldız’ın kafasından başka pozisyon vermediler. Dengeli ve çabuk oynarken, ayağa paslarla rakibi an be an düşürdüler. Lugano’nun takipçiliğiyle attığı gole kadar son pasları iyi kullanamadılar. Ayağa paslar harika, golle bitebilecek pozisyonlarda son paslar felaketti... Küçümsenemeyecek, değersizleştirilemeyecek skoru ise; futbol anlayışı değil, futbolcular arasındaki kalite farkı getirdi.

01 Mart 2009, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Şahane goller şahane sonuç‘’

Böyle şahane sonlanmalıydı. Bu denli mücadele, müthiş pas organizasyonları üstüne üç de güzel gol atıp Avrupa dışında kalınmamalıydı. Baros'un, Lincoln'ün, Arda'nın, Ayhan'ın ve Barış'ın olağanüstü mücadelesi karşılığını bulmalıydı. Buldu, şahane de oldu.
Dondurucu soğukta daha 6. saniyede herkesin kanı çekildi. Meira'nın ıskası skor üstünlüğünü Fransızlar'a getirdi. Meira'nın oyunu başlatması güzel olmasına güzel de, defansta oynayan bir futbolcunun öncelikli görevi gol yedirtmemek değil mi?
En doğru kadro ve dizilişle sahaya çıkan Galatasaray'ı sanki şans da tamamen terk etmişti. Fransızlar'ın bir ters vuruşu direkten geldi, bir penaltı verilmedi, orta sahada ülkenin en formda olan oyuncularından biri olan Mehmet Topal da 18. dakikada sakatlanarak oyunu terk etti. Önde basan, çabuk oynayan Galatasaray kombine bir atağın ardından Arda ile golü buldu, herkes soyunma odasına 1-1 gitmek ne güzel oldu diye düşünürken, Hagi kadar büyük ve o kadar usta olduğuna inandığım Kewell'ın vuruşu muhteşemdi.
Bülent Korkmaz'ın Ayhan'dan sonraki kaptanı Arda da belli ki uyarıyı almıştı: "Vur Arda, gol bölgesine koş Arda." Üçüncü gol de yapılış ve hazırlanış açısından sanki bir resitaldi. Bütün gollerden daha güzeli 60 ve 70. dakikalar arasındaki futbol gösterisiydi. Önde basıp kazanılan toplar, tek paslar, ikiye birler, boşa çıkıp top istemeler, dikine oyun ve çerçeveyi tutan şutlar gol getirmedi. Belki gol getirmedi ama tüm futbolseverlere büyük keyif verdi.
Ama ya sonrası? Defanstaki acemilik fırtınası. Değil Bülent Korkmaz, Mourinho olsa kişisel hatalara kimse bir şey yapamaz. İki ucuz gol daha yendi. İlkinde Bordeaux 2 kişiyle 5 kişiye karşı hücum etti, onlar atağa çıkarken Emre ve Meira'nın geri geri kaçması, alan daraltmaması golü yedirdi. İkincisini 4 gün önce görmüştük. Kocaeli maçında perdeyi benzer bir şekilde açan De Sanctis, İtalya Milli Takımı'nın kalesinde nasıl oynuyor bilmem ama Galatasaray kalesini koruyamıyor. Kalitesine yakışmayan bir gol daha yedi. Defans hatalarından ne kadar bahsetsek de her kriz anında sorumluluk alan, final maçlarında yıldız gibi parlayan Emre'nin çabası, katkısı göz ardı edilmemeli. İspanya maçında Gökhan Zan'ın yanında onu görsem şaşırmam.
Bayram yerinden, gerilim ve umutsuzluk yüklü bir stadyum haline dönen Ali Sami Yen'de şenlik tekrar ve bu kez taraftarın yine 4 gün önce aforoz ettiği Sabri'nin ayağından çıkan güzel vuruşla geldi. Sabri bu golle yalnız kendini değil, Meria'yı, De Sanctis'i, belki yöneticilerini dahi kurtardı.
Soğukkanlılıkla, doğru taktik ve dizilişle, teknik ekibiyle diyalog halinde, zaferle başlayan Bülent Korkmaz, Meira ve Emre'nin, ya da defansın ortasında oynayan ikilinin kendisinin yıllarca yaptığı gibi rakibe top geldiği anda basmasını sağlayabilirse sorun kalmaz. Herhangi bir Fransız temsilcisini enayice yenen üç gole rağmen eleyebilen bir takım her şeyi başarabilir. Ancak 5 günde birisi ligin son sırasında olan 2 takımdan 6'sı komik, toplam 8 gol yiyen bir takımın herhangi bir kupayı kaldırabilmesi hayal değil, mucizedir.

27 Şubat 2009, Cuma 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Cevat Güler göreve‘’

Kesin düştü diye bakılan ve muhtemelen kurtulamayacak olan Kocaelispor’un Teknik Direktörü Erhan Altın, Galatasaray yine 3’lü savunmayla çıksın diye dua etmiştir. Solbek Servet, önünde savunması sıfır olan Kewell. Sağbek Emre, (hangisi olursa fark etmez) önünde beşlinin sağında oynadığı düşüncesiyle daha çok hücumu düşünen Sabri... Orta sahada hiçbir ikili mücadelede olmayan Lincoln! Kim olsa heveslenir.

Kim bilir ne çok moral vermişlerdir Skibbe’ye. “Bordeaux bu sistemle bizi evinde yenemedi, düşmüş Kocaeli pozisyona giremez” diye. 3-5-2’de kanat oyuncuları vızır vızır bir o sahada bir bu sahada olacak, göbektekiler de ikili mücadelede rakibe göz açtırmayacak. Bunların hiçbiri olmazsa, yeni kurulmuş mütevazı kadrosuyla 4-3-1-2’yi uygulayan Kocaeli, adamı allak bullak ediverir. Etti de!

Topal’ın şahsi becerisiyle kazandırdığı gole, biri De Sanctis’in hatası, diğeri tüm takımın savunma dikkatsizliğiyle iki cevap verdi Kocaeli. Ancak futbol oynayan da onlardı, alan daraltan da, doğru paslarla takım arkadaşlarını koşturanlar da.
Mehmet Güven’le Ümit’i çıkartmak, Arda ve Barış’ı oyuna sokmak, orta sahada 1 fazla adamla oynamak, biraz istermiş gibi gözükmek oyunu biraz dengeler gibi olsa da, kağıttan defansı yırtmak Ross ve Taner için çocuk oyuncağı oldu. Şoktan sonra 65’e kadar 4 de olurdu, 5 de! Oldu da nitekim 90+5’te!
Böyle mütevazı rakipler karşısında, “Sisteme, taktiğe ne gerek var, çıkarsın kazanırsın” derler de, yok öyle yağma! Futbolu artık herkes oynuyor. Sisteme sadık kalanlar, sistemi olmayanları, disiplinli olanlar disiplinsiz olanları, kendisine saygısı olanlar kimseye saygısı olmayanları yeniveriyor.
Erhan Altın sonuç ne olursa olsun hem de yeni kurulmuş takımına bu denli derli toplu futbol oynatabilirken, 6 tane milli takım kaptanı olan Galatasaray’ı bu denli sıradanlaştıran Skibbe’yi, ona sonsuz güvenlerini belirten Polat ve Sezgin’i tebrik mi edelim?

23 Şubat 2009, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI