‘’Ucuz gollerle...‘’
Takım dağılmadı. Korkusunu ilk maçın ikinci yarısında yenen Eskişehirsporlu futbolcular oyunu kontrol eden taraftı. Diego’nun sağ alt köşeye giden topunda Mandanda topu müthiş çıkardı. Özgüvenden bahsetmişken Veysel kendisine güveni abarttı! 2 kez, hem de birinde arkadaşları ceza alanında 3’e 3’ken sıfırdan kaleye vurmak neyin nesi ki!
Ancak maçın kırılma anı 37. dakikadaydı. Kamara penaltı aramak yerine vursa skorda denge sağlanacaktı. Vurmadı Kamara! Onun düşmesine biz biraz da gönül gözüyle “penaltı” diye fırladık. Hakem doğru değerlendirmeyle, “Oturun, devam” dedi. Hakem haklı, Marsilyalılar ise ustaydı. Kontratakta Valbuena sıfırdan penaltı noktasının arkasına kesti, Gignac iki takım arasındaki kalite farkını belgelercesine topu güzel bir voleyle fileye gönderdi.
Oyun yine dengeliydi. Diego, Tello’nun şahane bir pasında topu iyi kontrol edemediği için golü kaçırdı. Malecki gol olabilecek pozisyonda topu zayıf bir vuruşla Mandanda’ya nişanladı. Bir sonraki atakta Diego kendi filelerine yolladı!
Marsilya 2 gol pozisyonuna girip 3 golle kazandı.
Maç öncesi yazımda, “Elenmek normal, elemek olay” demiştim. Defanstaki üç bireysel hata maçın kaderini belirledi...
Eskişehirspor tempo olarak iyi durumda. Dede’nin önünde Erkan biraz kendine gelir ve fahiş bireysel hatalarla bu denli kolay goller yenmezse ligin en güçlü ekiplerinden birisi olacak...
‘’Hakem hatasıyla‘’
Böyle bir takıma karşı bekleyerek, kontra arayarak oynayabilirsiniz. Ya da riski alıp önde oynamayı denersiniz. Yanal hücuma giderken tekniği ve savunması iyi Hürriyet’i, Servet ve Diego’nun arasına çekip, kanat beklerini oyuna sokarak hücumda hep bir fazla olmayı deniyor. Riskli ama futbolu güzelleştiren, pozisyon zenginliğini artırabilecek bir uygulama. Savunmada da topu kaybettiği yerde baskı yapmaya çalıştı. Ancak ilk 10 dakikada Kamara ve Malecki’nin gördüğü sarı kartlar Eskişehirspor’un savunmasını zayıflattı.
Daha kaliteli olan ekip şüphesiz ki Marsiya’ydı. Ancak hakem şansı onların yanındaydı! 17. dakikada Dede’nin ortasında Erkan’ın kafayla Mandanda’yı avladığı pozisyondaki ofsayt bayrağı yanlıştı. Nuhiu öndeydi belki ama geriden gelen Erkan’ın vuruşu gol sayılmalıydı ve oyunun bütün senaryosu değişecekti. İlk devre Veysel’in kötü bir şutu haricinde Marsilya kontrolünde geçti.
Ersun hocanın Erkan ve Mehmet Güven’i değiştirerek başladığı 2. yarıda Servet’in şanssızlığında kötü bir gol yiyerek başladık. Nuhiu, Veysel’in şahane ortasına dokunamayınca umutsuzluğa kapıldık. Sonrasında ise gol geldi. İnisiyatif Es-Es’e geçti. Burhan-Malecki değişikliği de iyiydi. Burhan, Veysel’in olağanüstü mücadelesiyle kazandığı topu içeri vurabilse Marsilya iyice dağılacaktı.
Malecki kötü oynadı. Servet golde şanssızdı. Diego 77’deki kontratakta atağı mükemmel keserek takımını tura ortak bıraktı. Hürriyet, Veysel, Mehmet Güven, Alper, Dede, Nuhiu çok çok iyi oynadı.
Kim ne derse desin bir dünya markasından puan almak iyidir... Ve rövanş her sonuca açık.
(Sarı formadan sonra Kırmızı-Siyah ne de yakıştı.)
‘’Vasatlar imparatorluğu‘’
İki kulüp de Türkiye’nin sosyal anlamda en önde gelen spor kulüpleri...
Rekabeti bıraktılar, düşmanlığa başladılar.
Seviyeyi süratle daha aşağı çekiyorlar.
Tahliyelerin ardından tartışmaları, Fatih Terim’in, “Millet devre arasında 20 milyonluk transfer yaptı. Biz 250 bin Euro’luk Necati’yi aldık” sözlerinin medyaya sızması başlatmış.
Sataşma kabul ettiği ifadeye yanıt veren Ali Yıldırım’ın, “Lutfi Arıboğan, Galatasaray’ın en büyük transferi.
Uçurur, dikkat etsin kendisi uçmasın” demesi, Adnan Öztürk’e yeni bir fırsat yarattı.
Cevap hakkını ‘kamu spotu’ olarak kullanan Öztürk, çok can acıtıcı bir teşbihle tarlaları hatırlattı ve çiftçilere, “Anızları yakmayın” çağrısı yaptı.
Cevap hakkı sırası Tolga Aytöre’deydi. “Biz tarlalarla ilgilenmiyoruz, hasat sonunda kasasından 1 milyon Dolar açık veren çiftçiyle ilgileniyoruz” dedi.
Aziz Yıldırım, “Biz şike yapmadık” derken, güvendikleri yargının kimi mensuplarını ahlâksızlıkla, Galatasaray’ı 2 mektup ve bir köşe yazısına dayandırarak şike yapmak ve teşvik primi vermekle suçladı.
Galatasaray resmi sitesinden, Fenerbahçe Genel Kurul Üyeleri’nin oyuyla seçilen ve camiasından büyük destek alan Aziz Yıldırım’ı, camiasını lekeleyen başkan olarak bundan sonra tanımayacaklarını açıkladı.
Fenerbahçe resmi sitesinden, “Biz dostuz, ama Galatasaray’ın bu dolandırıcı yönetimi, ülke kurumlarını çiğneyip yabancılarla işbirliği yapan insanlardır” cevabını verdi.
Hepsi son 5 günün işi...
Yaklaşık 90 sene şahane giden rekabet ve dostluk, sporseverlik, zerafet duygusundan uzak adamlar yüzünden düşmanlık noktasına geldi.
Türkiye’deki diğer neredeyse tüm kulüplerin ‘model’ aldığı yöneticiler bunlar.
Aldıkları mirası da Türk sporunu da yerle bir ediyorlar!
Kulüplerine çağ atlattıklarını anlatmasınlar, bu kulüpleri büyük kılan şeyler maddi güçleri değildir!
Ne kadar taraftara sahip oldukları da değildir. Kaldı ki, kulüplerin bu kadar taraftar sayısına ulaşmasını sağlayan da bu yönetimler değildir.
Misyonlarıdır...
Aralarında holding sahibi olan var, ceo olan var, siyaset yapmış olan var, çiftçi var, balıkçı var, otomobilci var. Spor adamı mumla aranıyor...
Ne Galatasaray taraftarları Galatasaray Yönetimi’ne ne de Fenerbahçe taraftarı Fenerbahçe Yönetimi’ne; “Durun”, “Terbiyenizi takının”, “Kulübümüze, tarihimize yakışır şekilde rakibimize sevgi ve saygıyla davranın” diyor.
Ne dram... Bu büyük kulüplerin yöneticileri, fanatizmi iliklerine kadar holiganlık sınırında yaşayan taraftarlarından alkış almak için kim bilir daha neler yapacaklar?
Göreceğiz...
Fenerbahçe eşit paylaşım ister
Aziz Yıldırım’ın, “Bizi para paylaşımında hatırlamayın yalnızca. Pissek havuzdan atın” çağrısı, “Havuzdan çekiliriz” olarak algılandı. Galatasaray’ın umrunda olmadı. Trabzonspor “Daha fazla kazanırız” diye konuştu. Beşiktaş’tan çıt çıkmadı.
Anadolu kulüpleri gelirlerinin en önemli kaleminin yok olup gitmemesi için hemen kol kola girecektir.
Kulüpler Birliği’nin gündemlerinden birisi zaten 4 büyük kulübün havuzdan aldığı yaklaşık 60 milyon liranın eşit paylaşım, galibiyet primi ve sezon sonu başarı ödülüne verilmesini istediğini biliyoruz.
Aziz Yıldırım’ın konuşmalarından en kırgın ve kızgın olduğu iki kulübün Galatasaray ve Trabzonspor olduğu da ortada. Kızdıklarını zayıflatıp, bütçesi dar olanları mutlu etmeye çalışmak her anlamda fayda sağlayacaktır.
Aziz Yıldırım ilk Kulüpler Birliği toplantısında sitemlerini yönelttikten sonra, “Biz eşit paylaşım ve güncel başarıya ödül fikrini destekliyoruz” derse, şaşırmam.
Göreceğiz...
‘’Taraftar niye feda etsin?‘’
İddialara göre, Türkiye’ye adımını atmadan, bizim ölçülerimizde çuvalla para kazanmış. Yönetimin geri adım atmasının, kendisini çırak çıkartmasının ardından ekonomik sorumluluğu Tamer Kıran üstlenmiş. Yine iddialara göre 600 bin Euro ödemiş.
Geçen gün televizyonda “ödenen para yok” dedi, ama daha önemlisi, “Kulüp bundan zarar görmeyecek” diye net bir şekilde ifade kullandı.
“Beşiktaşlı duruşu” diye anlattıklarının ete kemiğe bürünmüş haliydi. “Ben hata yaparsam kulübüme fatura çıkmaz” demekti. Gerçi Kıran’a yapılan yanlış bana yapılsaydı, burunlarından getirirdim ama “O kol kırılsın yen içinde” demeyi tercih etti.
Fikret Orman’ın samimiyet sınavı
Hayatın kuralıdır. Yanlış yapan ‘normalde’ bedelini öder. Fikret Orman, Demirören’i ibra etse de ısrarlı sorular sonrasında “yolsuzluk bulursam hesap soracağım” dedi defalarca...
Defterler inceleniyor. Hatta bitmiş, raporlar yazılıyor. Zapo transferini ben yazmıştım. Tartışmalı Tabata transferi var. Ferrari var, Gordon Schildenfeld var. Mendes var... Ben dahil herkes bir suistimal olup, olmadığını merak ediyor. Beşiktaş camiasının sessiz çoğunluğu 30 Temmuz’u bekliyor.
Keyfi ve hatalı işleri bir kenara bırakalım, en ufak bir yolsuzluk varsa ve Fikret Orman hesabını sormazsa o koltukta oturması güç ya da Beşiktaş tarihi açısından anlamsız olur.
Diyorlar ki; “Kulübün Demirören’e borç senetlerinden ilkini ödemesinin vakti geldi. Demirören senedi işleme koyarsa yanar, koymazsa Fikret Orman hesap sormaz. Üstelik federasyondan para da alıyorlar!” (Burası başka bir tartışma konusu, geçelim, şimdilik...)
Göreceğiz. Hiçbir şeyin gizli kalmadığı Türkiye’de, ucuz pazarlıklar ve parasızlık, ilkeleri yerle bir edecek mi? Varsa yolsuzluk, hesap sorulacak mı ve nasıl?
Tüm kulüplerde daha önceki yöneticilerin neredeyse hiçbiri Tamer Kıran’ın yaptığını yapmadı. Bari bu başkan ve yönetim Türk sporunda yeni bir sayfa açsın. Suç varsa dava açsın, suç yoksa açıklasın, bu defter kapansın...
Yolsuzluklar ‘personel’ tarafından yapılmış olsa bile yapanın yanına kâr kalacaksa, taraftar neyi-niye FEDA etsin?
‘’Sıradaki‘’
Eskişehirspor’un sıklet olarak kendisinden çok altında gözüken rakibi karşısında elde ettiği skor küçümsenmesin. Zira ligi geçen sezon 6. bitirmiş olsalar da ligin ilk bölümünde deplasmanda şampiyon Celtic’i 1-0, ikinci Glasgow Rangers’ı 2-0, üçüncü Motherwell’i 3-0’la mağlup etmeyi başarmış bir takım.
Ersun Yanal’ın takımları sezona her zaman tempolu başlar. İlk yarıdaki yüzde 65/35’lik top kullanma yüzdesi, dönen topların tamamının Eskişehirsporlu futbolcular tarafından alınması, Kırmızı-Siyahlılar’ın ligin başında yine Yanal klasiği seyrettireceğini ve Avrupa macerasının daha süreceğini düşündürdü bana. Çünkü Eskişehirsporlular yalnızca kornerlerde değil, oyun normal akarken de rakip ceza alanına 4-5 kişiyle birden giriyorlar. Mesele son pas kalitesi ve atak sonlandırmakta.
Yeni transferlerden Servet, Diego ile iyi bir ikili olacak. Kanat bekleri Dede ve Veysel sezon bittiğindeki kadar formdalar. Veysel attığı gol için söylemiyorum ama bu sezonun en çok çıkış yapan futbolcularından
biri olacak. Hürriyet bu sezon ön libero olarak sanki tek kalacak. Alper ise parlayacak. Genç futbolcu golü şansının yardımıyla bulsa da, dönen topları kapan, top rakipteyken çok iyi alan daraltan ve gol arayan karakteriyle en kilit oyuncu olacak. Erkan ve Kamara yine klastı ancak Kamara topla geç vedalaşıyor. Kaleci Boffin çabuk, ayak tekniği çok iyi bir kaleci ancak onun hakkında karar verebileceğimiz tek bir pozisyon yaşamadı. Genç Malecki de çabukluğuyla iyi kumaşı olduğunu gösterdi ama Boffin gibi bu maç onun için de ölçü değil... En önemlisi Batuhan! 1 numarayı ona mı verdiler, kendi mi aldı bilmiyorum ama forma numarası ne olursa olsun Türkiye’nin bir numaralı forveti olmak elinde. Bu maç pek bir katkı yapmadı. Bütün dünyada santrforlar para ederken, hava topu olan, ayak içiyle mükemmel vuran Batuhan için Es-Es’in kapısını kimse çalmadı! Bu kısır döngüyü kıracağı bir sezon olur umarım.
Eskişehirspor bu rakibi deplasmanda da yener, önümüzdeki turlara bakalım.
(Eskişehirspor’u Kırmızı-Siyahlı formayla seyretmeyi seviyorum)
‘’Artık belgeler konuşur‘’
Adalı’nın Denizli için, “Ferrari’yi büyük paralara aldırmış. Ne zaman transferden konu açılsa, çağırın Ogan’ı (Tarhan) elinde çok iyi oyuncular var, konuşup, ondan alın diyor. Hoca istediği oyuncuların isimlerini verir. Ben kimden alırsam, alırım. Bir yıl önce değerinin 5-6 katına bu menacerin üstünden aldırdığın Ferrari’yi, ertesi sezon sonu satın diyorsun. Yerine Fransa’dan istediğin isme aynı menacerin toplam 22 milyon Euro’yu bulan birini teklif ediyor” demiş.
Denizli’nin kulüp transferlerini bir kişiye bağlamaya çalıştığını ima etmiş Adalı! İnsanın midesi düğümleniyor... “Değerinin 5-6 katına bu menacerin üstünden aldırdığın” ifadesi, “Beşiktaş’ın parasını peşkeş çektirdiğin” demektir ki, Denizli’de de durmaz bu iddia, Ogan Tarhan’da da...
Mustafa hocanın sessiz ve kayıtsız kalmasına şaşırdım. Ogan ise, “Gayrı ahlaki tek bir davranışım, tek kuruş kazanç elde ettiğim kanıtlanırsa mesleğimi bugün bırakacağım gibi, futbol dünyasından da çekilirim” diyor.
Kulüp başkan ve yönetimlerinin menacerlerle ilişkisi hep polemiğe açıktır.
Çiçeği burnunda başkan vekile Nur Çebi geçen gün televizyonda, “Menajer Mendes Beşiktaş’tan 18 milyon Euro almış. Tam olarak araştırmaya kalbim el vermiyor” demiş.
Menacerlerin kulüplerden yüzde 10 aldığını biliyoruz. Bir menacerin kulüpten 18 milyon euro komisyon alması için 180 milyon euroluk bir iş hacmi olması gerekir ki; öyle olmadığını biliyoruz.
Mustafa Denizli zamanında yapılan transferlin kimler üzerinden yapıldığına bakılır. Sonrasına da! Demirören ve Adalı transferleri çoğunlukla Mendes ve Ahmet Bulut’la yaptılar.
Mendes ve Türkiye temsilcisi Ahmet Bulut’un mesela geçen seneki takımda yer alan oyuncularını hatırlayalım: Q7, Simao, Almeida, Julio Alves, Sidnei, Fernandes, Bebe, Edu, Ernst, Fink, Hilbert, Veli, Tanju... 27 kişinin 13’ü 2 menacerden gelmiş, (Aurello’yu saymıyorum bile) menacerlerden yalnızca birine (şimdilik!) 18 milyon Euro ödenmiş!
Bursa şampiyon olduğunda bütçesi 18 milyon eurodan azdı ve önümüzdeki sene çok sayıda takım Mendes’in aldığı paranın azına kurulacak...
Tabii ki Mendes’i suçlamıyorum. Bir menacerin en önemli görevlerinden biri oyuncularına en iyi koşullarda kontrat sağlamaktır ki; bu işi ondan iyi yapanı görmedim!
Bir de sonrası var. Portekizliler giderken, sizce Mendes öncelikle oyuncularını ve kendisini mi düşünür, yoksa Beşiktaş’ı da kollar mı? Bu denli kaliteli oyunculara tek bir teklif gelmemesinin sebebi Beşiktaş’ın köşeye sıkışmış hali olmasın sakın...
Ahmet Nur Çebi’nin kalbini sıkıştıran inceleme sonuçlandığında eski yönetimin kulübün kaynaklarını ne kadar iyi ya da ne kadar kötü kullandığını da ortaya çıkaracak. Serdal Adalı’nın Türk futbolunun en önemli teknik adamlarından Denizli ve düzgün menacerlerinden Ogan Tahran ile ilgili yaptığı açıklamalar ne kadar önemliyse Mendes ve Ahmet Bulut ile ilişkiler konusunda yapacağı açıklamalar da o kadar önemli elbet...
Ancak bu dakikadan sonra demeçlerden ziyade, belgeler konuşur! İnceleme sonuçlarını hepimiz bekliyoruz...
‘’Bir büyük, iki küçük hatırlatma‘’
Artık Türkiye’de veya Türkiye adına elde ettikleri başarılar büyüklüklerini tanımlamaya yetmeyecek, Fenerbahçe’nin kendi adına belirleyeceği yönetim felsefesi Türk sporunun önümüzdeki dönemde (öyle görülüyor ki, minimum 5- 10 yıl) gelişimini ya da gerilemesini çok büyük ölçüde etkileyecektir...
(27.03.2008/FANATİK)
UEFA 2000’in sonbaharında kulüp lisans sistemini başlattı... Amaç bütün (tekrar okuyalım: bütün) profesyonel kulüplerin uygulaması için minimum standartlar oluşturmak, bu yoldan, profesyonel futbolun sağlıklı bir gelişim elde etmesi, kulüplerin “ekstra bir şeyler yapmaya gerek kalmaksızın” varlıklarını sağlıklı bir şekilde sürdürmeleriydi... Bunun altında da diğer amaçlar, altyapılardan, futbolcu- izleyici haklarına kadar bir sürü doğrudan ya da dolaylı amaç bulunuyordu...
TFF de bu lisans uygulamasının el kitabını Kemal Onar’ın başkanlığındaki bir ekip ile bazı çevri değişiklikleri bulunmasına rağmen 2001’de hazırlayıp yayınladı...
Klasik bir uygulama şaşkınlığı, telaşı içinde, aslında son derece basit ve açık olan standartların ne anlama geldiklerini tartışa tartışa, pek gerekliymiş gibi eğitim-seminer falan vererek yola çıkıldı...
Çıkış o çıkış!
Eğitim verenlerin yetkinliklerinin ne olduğu bir yana gitti, “eğitim alan kişilerin” şimdi nerede oldukları kimin aklında kaldı? Aradan geçen 8 senede her yıl yeniden alınması gereken lisansa sahip olan kulüp sayısı yalnızca 11! Bu rakam olması gereken standartlar açısından, bu rakam kendisine “profesyonel” denebilecek kulüplerin sayısıdır... Profesyonellik iddiasında olup da gece gündüz çatır çatır çek-senet kesilen, simsarların kol gezdiği futbolumuzun %3’ü!
Federasyon yönetimleri yapmaları gereken objektif uygulamayı yapmamayı, etkin bir kaçınma ile bir federasyon güvencesi olarak ortaya koydular...
“Gerçekten titiz davransak, profesyonel kulüp kalmaz” diye göz korkuttular... UEFA kulüp standartlarını keyfi bir şekilde Avrupa kupalarına katılacak kulüpler ile sınırladılar...
Bu kesin bir saptırma idi: UEFA kupalara katılan kulüplerde lisans istedi ama yalnızca kupa temsilcilerinde bulunmalıdır dememişti...
Bugün Türkiye’de kulüp yönetimleri UEFA kulüp lisansının yalnızca Avrupa kupalarına katılacak kulüpler için gerekli olduğunu düşünerek kıllarını bile kıpırdatmıyorlar...
UEFA kulüp standartlarının özellikle mali kriterler bakımından toleranssız şekilde uygulanması, futbolumuzun temizlenmesinin başlıca yoludur...
Katı bir mali denetim ve kontrol, sıkıntının çoğunu çözecektir: Para hareketinin defterde görünen denkliği de yeterli olmayacaktır. Paranın gösterilen rotasında bir yolsuzluk bulunup bulunmadığı mutlaka denetlenmeli, tek liranın bile şüpheli bir gerekçe ile kullanılmadığından emin olunmalıdır... Futbolcusuna para veremeyen bir kulübün, tesisinin bütün seramiklerini değiştirdiğini gösteren faturanın gerçekliği mutlaka araştırılmalıdır...
Yolsuzluklarda çekler senetler kullanılıyorsa, yolsuzlukların örtülmesinde de çekler senetlerin kullanılması gayet mümkündür!
Birkaç yüz kulübün nefes aldırmasızca denetlenmesi rahatsızlık yaratabilecektir ama Türk futbolu da bu sayede nefes alacaktır... Simsarların kabiliyeti gereksiz hale gelmeli ise ilk adım budur...
UEFA kulüp lisans standartları büyük bir oranda kulüplerimizin profesyonellik koşullarını sağlamadığını gösterecektir... Bu başlangıçta moral bozucu da olabilir ancak Türk futbolu acı ilacı içmek mecburiyetindedir... Bir an önce...
Lig değiştirmek zorunda kalan birçok kulüp, gururlarının kırıldığını hissedebilir fakat bu duyguyu da aşmak zorundayız...
En aşağıdan, somut kulüp yapılanmasını gerçekleştirme hedefi için mücadele etmek; parasız pulsuz, kendi kaynaklarını üretemeden, hep bunalım içinde lig çıkma, ligden düşmeme, en önemlisi de yarınını göremeden yönetme, hep kısa vadenin sorunlarını çözmeye mahkum yaşama mecburiyetinde olmaktan yeğdir...
(27.03.2008/FANATİK)
(Cem Can)
(07.08.1962/30.05.2012)
(Abi bir yıl doldu yanımızdan gideli. Bir kaç kişi dışında hatırlayanın olmadı. Önemli işleri var, dert etmiyorum.
Ben iki yazından iki alıntıyla hatırlatayım istedim. Ülkem uyarılarının dikate alınmamasının bedelini ödüyor. Kişileri cilalayanlar baş köşede yorum yapıyor. Yazıların arşivlerde duruyor. Uzun yazı okuyamayanların, “bize birşey olmazcıların” bedelini çocuklarımız ödemeye devam ediyor. Nur içinde yat)
‘’Hastalıklı taraftarlık‘’
Fikret Orman borç yapılandırmaya, futbolculara indirim yaptırmaya, UEFA’dan ceza almamaya çalışırken, bu güçlü isimlerin Beşiktaş’a rakip bir kulübün yönetimini almasına taraftarlar arasında tepki çığ gibi. Onlar üstelik yalnız taraftar değil, bir de kongre üyesi! Seçme ve seçilme hakları var Beşiktaş’ta, halâ! Ve onlar Kasımpaşa’yı seçtiler...
Bakın TDK’da (Türk Dil Kurumu) taraftar kelimesinin karşısında ne yazıyor: “Sporcunun veya sporcuların temsil ettikleri renklere, kulübe veya bayrağa bağlı kimse...”
Bu sene tavrı, yönetimi, söylemleri ile ciddi bir fark yaratan Orduspor Başkanı Nedim Türkmen, Galatasaray kongre üyeliğinden istifa ederek örnek bir tavır sergiledi. Belki yine de eleştirenler oldu, ama doğrusu oydu.
Liglerimizde yarışan kulüplerin başkan ve yöneticilerinin pek çoğunun 4 büyük kulübün kongre üyesi veya taraftarı olduğu bir acı gerçek. Hatta bir kulüpte başkanlık yaparken, aynı anda başka iki kulübün daha üyesi olan insanlar tanıyorum!
Futbolcular taraftarı olduğu kulüplerin dışındaki kulüplerde forma giyebilirler, çünkü onlar profesyonel.
Ama bir kulüp başkanı, nasıl başka bir kulübün taraftarı olabilir? Kulüp başkanlığı ve yöneticiliği iş oldu da, adı mı konmadı halâ?
Bu işte bir sakatlık yok mu?
Beşiktaş TV Genel Yayın Yönetmeni Tuğrul Yenidoğan, Galatasaray ve Fenerbahçe taraftarı olan Beşiktaş kongre üyelerini de belgelemiş, kulüpte yaprak kıpırdamamıştı. Her kulüpte böyle değil mi?
O kulübe taraftar olmayanlar üye, taraftar olanların ise üye olma ve oy kullanma hakkı yok.
Sıkılmadık mı, ayıp değil mi?
Yapacak bir şeyimiz yok. Hiç değilse Kasımpaşa-Beşiktaş maçı ligin kritik haftalarına kalmasın...
Kris Boyd Türk olsaydı
Kris Boyd, İskoç santrfor... Eskişehir’e geldi. Parasını alamadığı için 19 Aralık’ta sözleşmesini feshedip FİFA’ya gitti. 5 ay sonra davasını kazandı. CAS süreci de var, ama bir karar var. Türk olsaydı, mahkemeye gidecek, senelerce bekleyecekti...
Federasyon ve kulüp yöneticileri belki de tek doğru çalışan işi bozdular geçen Haziran’da. Profesyonellerin kulüplerden alacaklarını en kısa zamanda almasını sağlayan mekanizma kırıldı, teknik adamlar, futbolcular mahkeme kapılarına yollandı.
Federasyonun kulüp dostu yöneticisi uygulama ile ilgili kulüp başkanlarına, “Futbolcunun sizden 100 lira alacağı var. Siz böyle olunca 30 lira ödeyip kurtulacaksınız” diyordu, rahatça, umursamazca...
UÇK’dan (Uyuşmazlık Çözüm Kurulu) mahkemeye sevk işi oylandığında; Fenerbahçe, Adanaspor, TUFAD ve Profesyonel Futbolcular Derneği dışında herkes önergeyi onayladı.
UÇK yüzlerce dosyayı sonuçlandırıyor, futbolcular parasını nispeten erken alabiliyordu.
Geçen Haziran’dan bu yana biten dava sayısı 1... Kulüpler biraz daha zaman kazandı. Ama senaryo, Egemenoğlu’nun dediği gibi olmadı.
Ümit Karan 600 bin liralık senedini mahkemeye vermiş. Mahkeme Başkanı, UÇK’nın yaptığını yapmamış, “Sorun bakalım maliyeye damga vergisi ödenmiş mi?” diye. Sormuşlar ödenmemiş. Kulübe gecikmesiyle birlikte yaklaşık 300 milyar lira ceza çıkmış. Avukatlık harcı da daha fazla, oyuncular da parayı faizleriyle alacaklar... Özgener ve arkadaşlarının günü kurtarıp, geleceği karartan bir karar aldığı ortaya çıkıyor.
Zaten borç batağındalar, Ümit’in hakiminin yaptığı rutin iş, her mahkemede yapılırsa ne kadar ceza ve faiz yükü doğacak hesaplamak mümkün değil.
Hiçbir konuyu derinliğine incelemeden el kaldırıp indirerek oy kullanan, ‘büyüklerimiz bilir’ diyen, emekçinin alın terini almasını geciktirenlere yazıklar olsun.