Arama

Popüler aramalar

‘’Fair Play ruhu!‘’

Tıpkı yıllar önce Nedved’in Lazio forması altında takımı öndeyken verilen penaltı kararı sonrası kendini yere attığını, geçen sene Roma 1-0 öndeyken De Rossi’nin ve Galatasaray PAF Takımı’nın 2-0 öndeyken Özgürcan’ın golleri elle attıklarını, İbrahim Kutluay’ın da Pınar Karşıyaka maçında takımı 15 sayı öndeyken topun oyun alanı dışına kendi elinden çıktığını söyleyip kararları değiştirmeleri gibi. Bu tip örnekleri çoğaltabiliriz. Yüzde 90’ı oyuncuların baskı altında olmadığı, stresin sinirleri germediği, en önemlisi de takımlarının önde oldukları maçlarda yaşandı, “İşte Fair-Play ruhu” diye övgülerin yağdığı, ödüllerin dağıtıldığı pozisyonlar. Amacım kesinlikle İbrahim Kutluay ve diğerlerini eleştirmek değil. Yaptıkları insani olarak doğru bir hareket. Ama.. Evet aması var. Düşünün A Milli Basketbol Takımımız Avrupa Şampiyonası’nda çok kritik bir maç oynuyor. Serkan Erdoğan son saniyede attığı üçlükle maçı uzatmaya götürüyor, tribünler yıkılıyor. O da ne, Serkan hakeme gelip, “Bir ayağım içerideydi, iki sayılık basket olmalıydı” diyor. Ya da Fenerbahçe UEFA Kupası’nda yarı final oynuyor, son dakikalarda Rüştü çizgiden bir top kurtarıyor. Herkes turu geçtik diye düşünürken Rüştü hakeme topun çizgiyi geçtiğini belirtiyor. Ertesi gün ikisi de vatan haini ilan edilir, spor hayatları bitme noktasına gelirdi. Alpay’ın Dünya Kupası’ndaki hareketi de yıllarca tartışma konusu olmadı mı ülkemizde. Centilmenlik miydi yaptığı yoksa aptallık mı? Dürüstlük, spor etiği her branşta olması gereken kavramlar. Ama sporun bu kadar profesyonelleştiği ve endüstriyelleştiği bir çağda, oyuncuların kararları düzeltmeleri ne kadar doğru. Doğruysa hakemlerin oradaki işi ne? Ya da medyanın bu tip şirinlikleri abartıp “Fair Play” naraları atarken, Alpay olayındaki gibi oyuncuyu eleştirmesindeki tutarsızlığa ne demeli. İyisi mi sporcular hayati bir maçın son dakikasında da aynı tutumu sergilesinler. Yapamıyorlarsa, hiç hakemin işine karışmasınlar, bizim de kafamız karışmasın.İbrahim’in Karşıyaka maçında bir anlık refleks ve iyi niyetli davranışından yola çıkmışken, maçla beraber ligin ilk haftasına değinelim. Fenerbahçe henüz hazır ve istenilen seviyeye yakın bile değil. Çeşitli nedenleri var. Yine de zorlu Karşıyaka deplasmanında galip gelmeleri, en azından lige moralli başlamalarına neden oldu. Karşıyaka, güçlü rakibi karşısında çok iyi mücadele etti, galibiyete son saniyelere kadar ortak oldu. Tempoyu yükseltip rakibin oyun düzenini bozan Karşıyaka, ilerleyen haftalarda göze çok hoş gelen basketbol oynayacak diye düşünüyorum. Efes Pilsen, bu sezon her takım için kabus olabilecek Mersin deplasmanından rahat bir galibiyet çıkardı. Haftanın en dikkat çekici sonucu Ankara’dan geldi. Ligin yeni takımı TED, geçen sezona damgasını vuran güçlü Banvit’i devirip şimdiden acemilik çekmeyeceğini gösterdi. Bir başka yeni Konya Selçuk, Beko Basketbol Ligi’nin gediklilerinden Darüşşafaka’ya İstanbul’da ecel terleri döktürmesine rağmen kazanamadı ama ilerisi için olumlu sinyaller verdi. Galatasaray Tekel’i, Beşiktaş da Oyak Renault’yu yenerken fazla zorlanmadılar. Kupa maçlarında izlediğimiz Tofaş, gruptan çıkamamasına rağmen oldukça iyi basket oynamıştı. Bursa’nın da zor deplasmanlardan biri olacağını düşünüyordum ama Telekom çok farklı bir galibiyetle Ankara’ya döndü.

10 Ekim 2006, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Eksikler çok‘’

Hazırlık dönemi iyi geçmedi Kanarya için. Bir çok oyuncu milli takımlardaydı, sakatlıklar, hastalıklar tam takım olararak birarada olmasını engelledi Fenerbahçe’nin. Hazırlık maçlarında hiç te iyi sinyaller vermiyordu Fenerbahçe, dünkü Karşıyaka karşılaşmasındaki gibi. Böyle büyük oyunculardan bir takım yaratmak kolay değil. Daha önce de Fenerbahçe iki kez “Dream Team” diye adlandırılan kadrolar kurmuş, ancak yanlış teknik adam tercihleri nedeniyle o sezonlar hüsranla son bulmuştu. Bu yıl yine bir “dream team” var sahada, tek fark başlarında doğru bir coachun bulunması. Bu da şimdilik yıldızlar topluluğu gibi gözüken oyuncuların en büyük şansı. Karşıyaka karşısında da ne savunma yapabilen, ne de doğru dürüst hücum edebilen bir Fenerbahçe izledik. Belki isteklilerdi ama basketbol adına ortaya birşey koyamadılar. Bireysel zorlamalarla ve Karşıyaka’nın savunma hatalarıyla bulunan sayılar, rakibe verilen hücum ribauntları, oyuncuların isimlerine yakışmayan top kayıpları. 15 sayı öne geçip maçı koparacakları yerde az daha salondan yenik ayrılıyorlardı. Ribauntlardaki 32’ye 47 olan fark düşündürücü olmalı. Bir de özellikle Euroleague maçlarında Fenerbahçe’nin üç numarada sorun yaşayacağını düşünüyorum. Bu pozisyonda mecburen oynayan İbrahim ve diğerleri yetersiz kalıyor. Levent Topsakal, ilk maçında rüştünü ispatladı. Karşıyaka bu sene çok can yakacak. Basketbolcular son ana kadar maçı bırakmadılar, kapasitelerini sonuna kadar zorlayıp büyük bir alkışı hak ettiler. Biraz dikkatli olup, acemice hatalar yapmasalar (ama çok gençler doğal) ilk haftada büyük bir sürprize imza atacaklardı.Keskin sirke küpüne zarar derler. Bir tane akıllı (!) taraftar Fenerbahçe hücum ederken sürekli düdük çalıyordu. Ama iki pozisyonda Karşıyakalı oyuncular düdüğe kanıp savunmayı bırakınca Fenerbahçe kolay basketler buldu. Bu düdük ve sahaya atılan maddeler nedeniyle iki kez duran oyun, kesinlikle rakibin işine yaradı.

08 Ekim 2006, Pazar 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’2006 model Devler!‘’

Milli Takım’ın hazırlık kampını ve özel maçlarını takip ettiğimiz dönemlerde, umutlanıyordum içten içe. İçten içe diyorum, çünkü bu takım o kadar çok hayal kırıklığına uğratmış, o kadar çok güvenlerimizi boşa çıkarmıştı ki, yine bir arıza çıkar mı diye dillendiremiyordum düşüncelerimi. Keza bu durum oyuncular için de geçerliydi. Onlar da iyi bir hazırlık dönemi geçirdiklerini, takım olma yolunda ilerlediklerini, mücadeleci ve savaşçı bir ekip olduklarının farkındaydı, kendilerine güveniyorlardı ama “Bu yeterli olur muydu?” sorusu akıllardan çıkmıyordu bence. Gördük ki, yeterli oluyormuş. Madalya için olmasa bile, bütün dünyanın saygısını kazanmaya, iyi basketbol oynamaya ve tarihin en iyi derecesini almaya, birlik olmak ve takım ruhu içinde hareket etmek yetiyormuş. Çünkü, kişisel potansiyele fazlasıyla sahibiz.Potada ikinci devrimA Milli Basketbol Takımımız, Coach Tanjeviç yönetiminde ikinci devrimini yaptı. İlkini Aydın Örs’ün Efes Pilsen’in başına geçtiği yıl yapmıştık. Doksanlı yılların başında, bir sene önce 30-40 sayı fark yediğimiz takımları, bir sene sonra yenmeye başlamıştık. Tamamen bir mantalite devrimiydi Örs’ün yaptığı. Ondan sonra Türk basketbolu büyük bir atılım yapmaya başladı, Avrupa Kupaları’nda finaller, Koraç Kupası şampiyonluğu 2001’de Avrupa ikinciliği geldi.Hem de çok genç bir jenerasyonla. “Tam gelecek bizim” diye düşünürken, arka arkaya hezimetler geldi. Kağıt üzerinde baktığımızda en iyi kadrolardan birine sahiptik. Özellikle geçen yılki Avrupa Şampiyonası’nda oyuncularının isimlerini okuduğumuz zaman burun büktüğümüz Yunanistan altın madalya kazanırken, Mehmetli, Hidayetli, Mirsadlı, Kerem Tunçerili, İbrahimli, Serkanlı, Enderli, Kayalı, Ermalli, Kerem Gönlümlü, Fatih Solaklı, Cenk Akyollu efsane kadromuz çeyrek final yüzü bile görememişti. Peki Tanjeviç’in elinde sihirli değnek vardı da, bir senede dibe vuran takımı, zirveye taşıdı. Tabii ki hayır, sadece sözünü geçirebileceği ve takım için mücadele edebileceği oyuncularla yola çıktı bir şekilde. Bir şekilde diyorum çünkü Hidayet, Mehmet ve Kerem, açıklanan aday kadroda vardı. Yıllardır milli takımın hazırlık kamplarını dahi takip ediyorum. En büyük sorun oyuncuların birbirlerine karşı saygısız olmalarıydı. Her antrenmanda birbirleriyle küfürleşiyorlar, maç içinde kavga ediyorlardı. Tanjeviç de, “Her takımda bir tane horoz olur, bizde ise dört tane var” demişti Sırbistan’daki hezimet sonrası. Can alıcı bölümü satır arasında açıklamıştı aslında. Çok bilenler konuşuyor, Mehmet ve Hidayet de bu takımda olmalıydı diye. Ama olmuyor işte 4 tane horoz bir takımda olunca. Olmadığını da gördük defalarca. Çünkü 4 tane yıldız (Hido, Memo, Mirsad, İbo) kendilerinden taviz vermedikleri için, istemeseler de zarar veriyorlardı takıma.Şimdi ne olacak?Bu takımın elde ettiği tarihi başarıdan herkes ders çıkarmalı. Birbirleri için oynayan, birbirine saygı duyan, formasının hakkını sonuna kadar veren, kemik gibi savunma yapan, sonuna kadar mücadele eden, yenilgiyi kabullenmeyen, karakterli bir takım olup çıktı Tanjeviç yönetimindeki 12 Dev Adam. Dışarıda kalan yıldızlar da bu takım kimliğine uyum sağlamayı kabul ederse, gelecek yıllarda gücümüz iki kat daha artar, her şampiyonanın en büyük favorisi oluruz. Etmediler diyelim. Sadece bir örnek veriyorum, takımın yarısı gözüyle bakılan Gasol’süz İspanya, Yunanistan’ı 23 sayı farkla yenip şampiyon oldu. Başka söze gerek yok.

05 Eylül 2006, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Sonuna kadar hak ettiler‘’

Ancak, Yunan coach Yannakis’in korktuğu başına geldi. ABD maçından sonra, “Büyük bir galibiyet aldık. Ama böyle büyük zaferlerden sonra takımlar bir sonraki maçta aynı konsantrasyonu zor sağlarlar. Umarım benim takımımda böyle bir şey olmaz” demişti. Ama tam tersi oldu. Yunanistan’ın bu kadrosu tarihinin en kötü oyununu çıkardı finalde İspanya’ya karşı. Tabii bunda İspanya’nın yaptığı mükemmel savunma da etkin oldu, ancak Yunanistan’ın maça yeteri kadar konsantre olamadığı apaçık ortadaydı.Bu nedenle, keyifli ve heyecan dolu bir final izleyemedik.Sistemin ve takım basketbolunun ne kadar önemli olduğu bir kez daha ortaya çıktı. İstatistiklere bakılınca takımın adeta yarısı olan Gasol olmamasına rağmen, İspanyollar öyle bir basketbol oynadı ki, Yunanlılar’ı adeta sahadan sildi.Özellikle savunmayı müthiş yapıyorlar. Yıllardır beraber oynamalarından kaynaklanan ve oturmuş bir savunma düzeni, makina gibi işleyen de hücum sistemleri var. Garbajosa geniş fiziği ile savunmada her açığı kapar, yardımları mükemmel yaparken, hücumda da üçlükleri Yunan potasına yağdırdı.Sonuçta en büyük favorilerden İspanya Dünya Şampiyonu oldu. Sonuna kadar da hakettiler bu başarıyı. Geçen yıl sakat olduğu için Avrupa Şampiyonası’nda oynayamayan Gasol, Belgrad’a gelip arkadaşlarının yanında olduğunu göstermişti. Bu şampiyonluğun tohumları belki de Belgrad’da atılmıştı. Milli takımımız ise turnuvayı altıncı sırada tamamladı. Sakatlık sorunları yaşanmasa belki bir ya da iki sıra daha yukarıda olabilirdik. Ancak gördük ki, üst düzey basketbol oynayan ülkelerin seviyesine mantalite olarak oldukça yaklaştık. Zaten oyuncu potansiyelimiz, yeteneğimiz onlardan hiç düşük değil, hatta fazlamız bile var.Japonya’da oluşturduğumuz takım kimliğini, oyun karakterimizi geliştirerek devam ettiğimiz taktirde, önümüzdeki şampiyonalarda kürsüye çıkma şansımızın her zaman olacağına inanıyorum.

04 Eylül 2006, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Japonya milad oldu‘’

Dünya altıncısı oldu, düz hesapla da Avrupa’nın en iyi dördüncü takımı. Kuşkusuz tarihimizin en iyi sonucunu elde ettik. Sonucun yanı sıra, artık bir basketbol felsefemiz ve ekolümüz oldu. Her yönüyle mükemmel ve başarılı bir şampiyona sona erdi Türk Milli Basketbol Takımı için.Fransa atletik oyunculardan kurulu ve turnuvanın en sert savunma yapan takımlarından biri. Böyle bir takıma karşı en iyi iki skorerimiz İbrahim ve Serkan’dan yoksun çıktık sahaya. Zaten çok geniş hücum opsiyonları olmayan bir takım olduğumuz için, maç boyu özellikle de ilk yarı çok fazla sıkıntı çektik topu potaya sokmakta.Koskoca ilk yarı sadece 4 basket atabildik, 12 de serbest atış. Yüzde 14 gibi bir yüzde ile soyunma odasına giderken, aradaki farkın sadece 15 olması, sokamamıza rağmen mücadeleyi bırakmayıp savunmada ve ribauntlarda etkili olmamızdan kaynaklandı.İkinci yarıda üçlüklerimiz biraz girmeye başladı ama yakın mesafe atışlarımız yine evlere şenlikti. Maçı yüzde 24 isabet oranı ile bitirdik. Bu kırk yılda bir olur. Ama daha önce de söylediğimiz gibi oyunu asla bırakmayışımız, inatçılığımız, mücadelemiz nedeniyle son ana kadar maça ortak olduk. Hatta kazanma noktasına bile getirdik oyunu ama son 5 dakikada, hakemlerin aynı anda biri centilmenlik dışı olmak üzere iki faul çalması ve bir anda potamızda 5 sayı görmemiz direncimizi kırmadı ama kazanma şanmızı engelledi. Tam Hamamatsu’da görev yapan Dominikli ve Japon hakemden kurtulduk derken, Saitama’da da karşısımıza çıktılar. Her ikisinin de basketbolla uzaktan yakından alakaları yok. Yine çok ters düdükler çaldılar, çoğu da aleyhimize oldu. Fransa gibi bir takımdan 18 hücum ribauntu almamız, galibiyet için savaştığımızın bir göstergesi. İlk beşlerde Fransa’da 2 NBA oyuncusu, bizde ise üç Ümit Milli oyuncu vardı. Bu şartlarda çok kötü oynamamıza rağmen, son ana kadar zorladık galibiyeti. Sonuçta, çok kısa bir sürede çok büyük bir adım attı Türk basketbolu. 2001’de Avrupa ikincisi olurken bile başaramadığımız takım olma olgusunu, bu yaz döneminde başarabildik, karakteri olan bir ekip olduk. Umarız bu mantalite devam eder biz de keyifli şampiyonalar izlemeye devam ederiz. Emeği geçen herkese sonsuz teşekkürler.

03 Eylül 2006, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Çok bilenlere kapak oldu‘’

Basketbolun kişilerle değil takım oyunuyla kazanılacağını, beraberlik bilinciyle hareket edilmesi gerektiğini tüm dünyaya bir kez daha gösterdi. Hidayet ve Mehmet gibi iki NBA oyuncumuz yokmuş. Alın size 12 NBA oyuncusundan kurulu bir Dream Team (!). Kendilerine rüya takımı diyorlar. Rüyalar aleminde yaşamaya devam etsinler şampiyonluksuz geçen 5 yılın ardından, biraz daha beklesinler. Nerede o Miami Heat’i şampiyon yapan, her maç 5 smaç yapıp 30 sayı atan Dwayne Wade. Nerede o tüm dünyada bir çok evde posterleri duvarları süsleyen LeBron James. NBA’in balon olduğu bir kez daha ortaya çıktı. Tamamen şova dayalı bir pazarlama aracı sadece. Basketbol filan oynanmıyor NBA’de. Dün savunma yapmaya çalıştılar, bilmedikleri ortaya çıktı. O hepimizin gözünde büyüttüğü yıldızlar, Papaloukas ve arkadaşlarının karşısında çaresiz kaldılar. Tamam, bireysel olarak yetenekli, atletik özellikleri çok fazla olan, göze hoş gelen hareketler yapabilen oyuncular, ama basketbol bilgileri ve takım anlayışları yok. NBA’in daha popüler hale getirilmesi için savunma yapmadan basketbol oynadıklarından, Yunanistan gibi hücum gücü kısıtlı bir takımdan 101 sayı yediler. Son Avrupa Şampiyonu bir ara 12 sayı geri düştü. Tartışmasız Avrupa’nın en büyük lideri Papaloukas oyuna girdikten sonra, takımını öyle bir yönetti ki, bu takım kariyerinin en iyi basketbolunu oynadı. Tam 12 asist yapmış, oynadığı her takımı şampiyonluklara taşıyan Yunan guard. Ve forma giyen diğer 11 oyuncu. Maksimumlarını verdiler ve geçen yıl Avrupa Şampiyonluğu unvanını boşa kazanmadıklarını bir kez daha gösterdiler.Biz de Yunanistan gibi olma yolunda büyük bir adım attık. Takım konseptini, bütünlüğü yakaladık ve tarihimizin en iyi sonucunu elde ettik. İddia ediyorum, Ersan İlyasova oynasaydı biz bu Yunanistan’ı Hamamatsu’da yenerdik.Bugün Fransa ile beşincilik maçı oynayacağız. Rakip sert savunma yapan, önemli NBA oyuncuları olan bir takım. Bizde ise en önemli iki skorerimizden Serkan yok, İbrahim mecburiyetten bir kaç dakika forma giyecek. Ama Litvanya karşısında tüm eksiklere rağmen kazanmamız bizi bugünden umutlu kılıyor. Evde bırakılan 4 önemli oyuncunun yanı sıra, iki yıldızımız daha yok. Ama artık bir takımız ve herşeye rağmen Dünya 5.’si olacağımıza yürekten inanıyorum.

02 Eylül 2006, Cumartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Mucize, şans değil inancın zaferi‘’

Maç başladığında ne kadar büyük bir takım olduğumuzu düşünüyordum. Kolay değildi Arjantin önünde alınan ağır bir yenilgiden sonra Litvanya gibi bir ekolün karşısına çıkmak. Mükemmel savunma yapıyorduk. Bir çok önemli skorere sahip Baltık ekibini 10 sayıda tuttuk ilk periyotta. Hücumda da 19 sayı ürettik. Farklı mağlubiyetten sonra ayağa kalkmıştık hemen. Ne olduysa ikinci çeyrekte oldu. Aslında hücumda doğru pozisyonları bulduk, ama boş şutlarımız girmedi. Sadece bir basket atabildik, o da Serkan’ın üçlüğüydü. Bir de serbest atış. Devre sona erdiğinde yüzde 28 ile şut atıyorduk, Litvanya ise yüzde 45. Aradaki fark ise sadece 4’tü. Rakamlar bizi umutlandırıyordu. Çünkü ikinci yarıda yüzdemiz normal seviyelere gelecekti. Bu kadar kötü hücum etmemize rağmen, savunmamızla ve aldığımız hücum ribauntları ile ayakta duruyorduk. Aynı savunmayı sürdürdüğümüz taktirde oyuna ortak olacaktık. İkinci yarıda tam işler yolunda gidiyor derken, arka arkaya üç top kaybı yaptı Ender ve Hakan. Fark tekrar açıldı. İlk direnen Engin oldu. Macijauskas’ı sahadan sildi, toplar kaptı, takımı ateşledi. Sonra Cenk sakatlandı, Serkan 5 faul aldı. Hakemler inanılmaz derecede kötüydü. Sadece bir örnek veriyorum Kleize, üç sayı çizgisinin dışından topu yere vurmadan 5 adıma atıp, basketi kaydetti. Skorboard 37.00’yi gösterirken durum 65-53’tü. Ama bu oyuncular şampiyona başlamadan, “Asla pes etmeyeceğiz, ne olursa olsun, sonuna kadar savaşacağız” sözünü vermişlerdi. Yine sözlerinde durdular. Ender ve Ermal 37 dakika boyunca atamadığımız üçlükleri yolladı rakip potaya. Bir sürü top kaptık, Litvanyalılar şaşırmıştı. Ender’in üçlüğüyle beraberliği yakaladık, uzatmada ise adeta şov vardı. Kerem Gönlüm ve Ersan da kritik basketler attı, savunmada ve ribauntlarda büyük katkılar yaptı. Sonuçta İbrahim gibi skor gücünden yoksun başladığımız maçta, Serkan ve Cenk’i de kaybettikten sonra, insanüstü bir gayretle, azimle mücadele edip Litvanya gibi Avrupa Şampiyonu olan, Dünya klasmanında ilk 10 içinde yer alan bir takımı ikinci kez yendik. Hem de ne yenmek. Şans, mucize değil, bileklerinin hakkıyla, aslanlar gibi mücadele ederek kazandı bu takım. İnancın zaferidir bu. Hepinize bir kez daha helal olsun.

01 Eylül 2006, Cuma 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Her şeye rağmen kazanabilirdik‘’

Yunanlılar, Litvanya’yı uzatmada, Avustralya’yı son saniye üçlüğü ile, bizi de yine son dakikada yendiler. Buraya gelirken Yunanistan’ı örnek alıyorduk. Onlar Avrupa Şampiyonu olurken seçtiği yolu izledik. Çok da başarılı olduk. Ama bizden bir adım öndeydiler, daha tecrübelilerdi, takım oyununu 40 dakika oynadılar, biz ise dönem dönem konsantrasyonu kaybedince, anında cezayı kestiler.Ersan’ın yokluğunu da fazlasıyla hisettik maç boyu. Tüm match-up’larda Yunanlı oyuncular fizik olarak bizimkilerden üstündü. 40 dakika boyunca tam saha baskı uyguladılar, biz rakip sahaya geçene kadar hücum süremizin yarısı bitiyordu. Böyle olunca önceki maçlara oranla fazla organize olamadık hücumda. Sayı paylaşımı da bunu gösteriyor. Serkan 30 sayı atarken, çift haneli sayılara ulaşan ikinci bir oyuncu çıkaramadık. Yunanlılar ise 5 oyuncu 10 sayının üzerinde skor üretti. İki uzunu Papadopoulas, Schrontsianitis’i durdurmayı bir türlü başaramadık. İkisi de turnuvadaki en skorer maçlarını çıkardılar, keza bize savunma problemi yaşatan Kakiosiz ve Fotsis. Hep birebir kaldılar pota altında ve çoğunda da baskete ulaştılar. Yardım getirmeyi ya da alan savunması yapmayı düşünmedik hiç. Şut sokamayan bir takıma karşı alan savunması deneseydik, sonucun farklı olabileceğini düşünüyorum. Sonuçta turu geçmeyi hedeflerken, liderlikten olduk diye üzülüyoruz. Ama, turnuvanın en iyi takımlarından biriyiz. Takım oyunu oynayan, birlik ve beraberlik içinde olan. Şimdi Slovenya ile ya tamam, ya devam maçına çıkacağız yarın. Ankara’da çok farklı kazandık, Slovenler de turnuva takımı değiller. Yıldızlar topluluğu olmalarına rağmen, şampiyona başarıları yok. Bu demek değil ki, turu geçeceğiz. Çünkü kağıt üstünde baktığımız zaman, bizden çok üstün olduklarını söyleyebiliriz. Aynı, mücadele, aynı inanç ve savunmadaki istekliliğimizi yarın da sahaya yansıtırsak, galibiyete yakın olan taraf yine biz oluruz. Yeter ki şu Yunanistan mağlubiyeti moralimizi bozmasın.

25 Ağustos 2006, Cuma 04:30
YAZININ DEVAMI