‘’Milano'dan Trabzon'a!‘’
Rakip kim olursa olsun oyun anlayışını değiştirmeyen İstanbul Büyükşehir Belediyespor, blokları birbirine çok yakın oynatarak yardımlaşmayı ön planda tutuyor. Kazandığı topları da ayağa çabuk pas yaparak rakibinin hızını kesiyor. Yıllardır bir arada oynamanın getirdiği avantajlardan da yararlanıp, oyunu kilitliyor, rakibini sabırsızlığa itiyor. Kendisi ise sabırla gol fırsatlarını bekliyor. Nitekim bu sade ama etkili oyun anlayışı ile yıllardır sonuç üretmesini biliyor. Özellikle de İstanbul’un üç büyüklerine karşı. Ama bu tarzı, iki kez elektrik kesintisinin yaşandığı, Milano zaferinin ertesinde oynanan bu maç için satışa çıkarılan 7 bin 500 biletin 5 bin dolayında bölümünün elde kaldığı ve sahanın zeminindeki EYOF tahribatının henüz giderilememiş olduğunun görüldüğü dün geceye kadar, Trabzonspor’a karşı tutmuyordu. Onu da başardılar ve Bordo-Mavililer’e, İnter şoku yaşattılar.
Anlayışı artık ezbere bilinen Belediyespor’a karşı Bordo-Mavililer’in en büyük eksiği maçın temposunu yükseltmemesiydi. Rakibi hataya zorlayacak baskıyı yapmadılar. Çok pasla pozisyon bulmaya çalıştılar. Ancak bu paslaşmalar rakibin yerleşik düzenini bozacak kalitede değildi. Kanatlar kullanılamadı. Çabuk çıkışlarda final pasları olumlu kullanılamadı. Sakatlanan Vittek, sahada kaldığı süre içerisinde en etkili oyuncuyken, aldığı tüm topları ezen Henrique, ilk yarı takımını 10 kişi oynattı.
Alanzinho’nun girmesiyle her şey değişti, tempo yükseldi ve Trabzonspor rakip kaleye daha rahat gitmeye başladı. Bu oyuncu ilk yarıdaki Volkan gibi direk engeline takılmasa belki de takımının son 25 dakikayı risk almadan oynamasını sağlayacaktı. Risk dedik ama Şenol Güneş, son 10 dakikaya girilirken, Milano’daki İnter’in konumuna düşmeme adına ofansif yönü yüksek Volkan’ın yerine Celustka’yı sahaya sürerek bu duruma önlem alma yoluna gitti. Ama savunmanın kendi ofsayt oyununa kendi düşmesi sonucu Webo, göstere göstere golü attı. Bordo-Mavililer açısından işin dramatik yönü bu golü çıkaracak zaman kalmamıştı.
‘’Bir şarkısın sen!‘’
Alanzinho’nun aşırı top kaybını, ilk yarıda anlaşılmaz biçimde geride kalıp üstelik iki kez kaptırdığı topla takımını sıkıntıya sokan Halil ’i, Glowacki’nin, Pazzini ve Zarate’ye değerlendiremedikleri inanılmaz ikramı dışında Trabzonspor, oyun olarak hakkını verelim planladığının ve dahası beklenenin çok fazlasını yaptı. Celustka’nın golü, bu durumun ödülü oldu.
Kendi ligine iyi başlamamış olsa ve bu maçta da kötü bir performans ortaya koysa bile sonuçta rakibiniz bu ligin şampiyon apoletini daha çok yakın bir geçmişte takmış. Üstelik sadece İtalya’nın değil, dünyanın sayılı kulüplerinden biri. Yanı sıra, her ne kadar Giuseppe Meazza’nın yarısını ancak doldurabilseler de, olanını en ateşlilerinin oluşturduğu tribünlerin olağanüstü desteğiyle bir an önce skor bulma gayretinde gözüktü Inter takımı. Oyunu ilk yarıda daha çok kontrol etme avantajınıysa, benzer görevleri üstlenen Sneijder ve Alanzinho arasındaki fark ortaya çıkardı. Sneijder, buluştuğu her topu olumlu kullandı ve Pazzini-Zarate ikilisine servis yaptı. İlk yarım saat dolduğunda iki dakika içinde, Trabzonspor kalesinde bu oyuncu orijinli ataklardan 3 kez inanılmaz tehlike yaşandı. Ama bu noktada işte Tolga sahne aldı. Öyle toplar çıkardı ki Tolga, anlatılmaz, sadece izlenir.
Rakip kaleye pek gidilemeyen ilk yarının ardından Trabzonspor, oyunun ikinci bölümüne iyi başladı. Bir süre top yaptı. Oyunu soğuttu, dilediği gibi kontrol etti. Bu sıralarda Gasperini’nin müdahalesi geldi. Alvarez ve önemli kozu Milito’yu sahaya sürdü. Sol tarafını aşırı güçlendirdi. Coşan tribünler, Milito ’yu tam havaya soktu ve iki kez golle burun buruna getirdi. Ama ilkinde Tolga “dur” dedi, sonra kendisi dışarı attı.
Alanzinho-Sapara, Henrique-Vittek değişiklikleri Trabzonspor’un toparlanmasını ve karşı kalede daha çok görülmesini sağladı. Bu durum çok geçmeden meyvesini verdi ve Halil’in direkten dönen vuruşunu takip eden Celutska, Milano’da tarih yazan gole imza attı.
Trabzonspor İtalya’da tarih yazdı bu skorla. Herkesin olası yenilgiyi neredeyse fark yemeden kabullendiği bir ortamda bu zafere imza atmanın sevincini 2 bini aşkın renkdaşıyla doyasıya yaşadı. O renkdaşlar hep bir ağızdan söyledikleri, Inter tribünlerinin sessizce boşalttığı Giuseppe Meazza’da yankılanan, “Samanyolu” ile sevgilerini sundular:
“Bir şarkısın sen, ömür boyu sürecek... ”
‘’Neden olmasın!‘’
Trabzonspor ve İnter’in Avrupa Kupaları serüvenini, Bordo-Mavililer’in Avrupa’da ne kadar mücadele ettiğini, İtalyan ekibinin ise bu kulvarda ne kadar başarılı olduğunu ve kupa kazandığını da burada bulabilirsiniz.
Trabzonspor ve İtalyan takımları arasındaki trafiği de Fanatik’in bu alandaki başarılı ismi Aslı kardeşimize (Çil) bırakalım. Kesin o yazacaktır Bordo-Mavililer’in İtalyan takımlarıyla 9. kez karşılaşacağını, İnter’i 26 yıl önce ilk maçta yendiğini ikinci maçta hakem kurbanı olduğunu, bir de Avrupa’da şu kadar maç oynadı, şu kadar yendi, yenildi, berabere kaldı, attı, yedi, falan!
Biz editörlerin verdiği-vereceği gazete başlıklarından yürüyelim:
Nem kardeşliği:
Güzel bir başlık ama eksik olur. Çünkü; Milano’da nem, Trabzon’da ama Ağustos’taki kadar. İki gündür bunalttı, Trabzon’dakiler Eylül avantajında.
Milan taraftarı Trabzon’un yanında:
Yanlış başlık. Dünyanın sayılı derbilerinin oynayan iki takımdan biri Milan ve İnter’re arkadaşlar bu rekabete güvenip böyle bir başlık atmasınlar. Çünkü bu rekabet nefrete dayalı değil. Hem Milan’ı, hem de İnter’i destekleyenler burada Juventus’tan nefret edermiş. Trabzonspor taraftarları, Lizbon’da Benfica’yı sevmeyen Sportik Lizbon taraftarından gördüğü ilgili Milan tribünlerinden beklemesin özetle...
Şimdi futbol zamanıdır:
Popüler başlık... Lig başladı... Trabzonspor Şampiyonlar, Beşiktaş da Avrupa Ligi’nde sınav verecek. 3 Temmuz’dan beridir az bunalmadık şike haberleriyle! 25 Ağustos kararlarının ardından az tanık olmadık,“Yok Fenerbahçe niye gitmedi?”, “Trabzonspor neden alındı?” gibi tartışmalara. Bitti artık.Güneş zor durumda:
Bu başlıkta tatlı bir zorluktan söz ediliyor olacak, yani 31 kişilik kadrosu var, hadi üçü sakat, ikisi cezalı, 26 kişiden 11’i çıkarmadaki zorluk! Bize göre de zor. Ama tersi! Avrupa Kupası deneyimi, form durumu, mevkisel alternatifsizlikler vs, onbir çıkarmak çok kolay değil gerçekten.
Ahlar, vahlar:
Gider bu başlık gerçekten... Son lig maçının iki iyi ismi, asist-gol işbirliğinin moral motivasyonu tavan yaptırdığı Burak ve Adrian ikilisi, hem de birlikte yok.
İdeal onbir:
Herkesin ideali farklı. Denedik, “Twitter dostları” ile test yaptı. Üşenmedik saydık, 89 kişi kadrosunu yazmış. İnanın hiçbiri diğerini tutmadı. Bu yüzden Şenol Güneş’in işi daha da zor. Kale ve savunma sözbirliği edilmişçesine aynı: Tolga, Celutska, Giray, Glowacki ve Cech. Ortada Zokora ve Colman konusunda fikir birliği var. Yanlarına Serkan’ı koyanlar çok. Ama Sapara diyenler de az değil. Alanzinho’yı tercih edenler önüne Halil Henrique’yi koyuyorlar. Vittek ve Pavel konusunda tereddütleri hakim.
Güneş’in maçı:
Evet, bizce de. Bu teknik adam olarak kariyerindeki ilk Şampiyonlar Ligi maçı. Üstelik 26 yıl önce bir kaleci olarak direndiği rakibe karşı.
Trabzonspor büyük sever!:
Bunu da tuttum. Burada “büyük severden” kasıt; tarihindeki Avrupa devlerine karşı aldığı sürpriz skorlar.
Son başlık da bizden:
Neden olmasın!
‘’Sürpriz silah!‘’
Akıllarda güzel oyunu değil, kendi takım arkadaşının sakatlığı nedeniyle taca atılan topu rakibine vermek yerine fırsatçılık yapması kaldı.Makakula’nın Mustafa’ya dirseğinden daha ağır olmasa da, Zokora’ya hareketi nedeniyle kırmızı kartla cezalandırılan Isaac’in, takımını eksik bıraktığı halde oyundan alkışlarla uğurlanmasıysa garibimize giden ikinci olaydı.
Yoksa maç ilk hafta olmasına karşın yüksek tempolu geçti. İlk yarıda iki net fırsat yakalasa da Trabzonspor, pozisyon zenginliği açısından rakibinden azımsanmayacak biçimde geri kaldı. Ancak futbolu keyif ve heyecanla izlenir kılan sürpriz unsuru devreye girdi ve Trabzonspor, her an gol yiyebileceği havasının söz konusu olduğu anlarda Adrian çıkışlı, Burak son vuruşlu golle öne geçti.
Manisaspor’un 2. yarıya yenik ve eksik başlaması gibi faktörler, Trabzonspor’un maçı kazanması yönündeki olasılığın yüzdelerini daha artırmış gibi gözükse de, durumun sahaya yansıması hiç de öyle olmadı. Son 15 dakikaya kadar Trabzonspor’un kendi zaaflarından yararlanamadığını gören ev sahibi ekip, daha fazla risk alarak rakip kaleye yüklendi. Ancak net pozisyonları bulan taraf Trabzonspor oldu. 4 kez golle burun buruna gelen birinde direk engeline takılsa da diğerlerinde hayli cömert davranan Trabzonsporlu futbolcular, hayat buldukları sürpriz faktörünün, kendilerini de vurabileceği gerçeğini dikkatlerinden kaçırmanın bedelini ağır ödediler. Simpson’un beraberlik golü sonrası uzatmalarla geçen 6 dakikalık olağanüstü çabalarıysa, sadece, “Koca bir devre neredeydiniz?” sorusunu sordurdu o kadar!
‘’Kedidir kedi!‘’
“Kedi” diyememiş yani! Oysaki kendi ülkesinin Cumhurbaşkanı Sarkozy, Polonya ve Çek Cumhuriyeti vatandaşlarının kendi ülkelerine kurulmasına izin vermedikleri savunma füzesi rampalarının Türkiye’ye yerleştirilmesi konusundaki bazı gerçeklerin Türk kamuoyundan gizlendiğini ima ederek, “İsim yer almıyor ama füze tehdidi İran’dır. Bizde kediye kedi deriz!” demişti. Ama Platini, “kediye, kedi” diyemedi. Arkadaşlarımız hızlarını alamamış, Şampiyonlar Ligi’ne Trabzonspor’un neden alındığını sormuşlar. Platini’den yanıt:Ligi’ne başka ülkeden bir takımı alabilirdik. Bu sizin için iyi bir şey değil mi?”
Bu kez, “Kediye kedi!” diyerek bir de ders vermiş.
Trabzonspor’un Ş.L. Felsefesi nedir?
Hala tartışılan bir durum, Trabzonspor’un neden Şampiyonlar Ligi’ne alındığı konusu. Fenerbahçe’nin neden alınmadığı üzerine kafa yoran yok. Neyse!
Ama Trabzonspor cephesi de bir garip. Başkan, yönetim, futbolcu, taraftar dahil herkes, rakipleri değerlendiriyor, gruptan çıkılıp çıkılmayacağına, üçüncülükle Avrupa Ligi’ne girilip girilmeyeceğine, şu kadar puan toplanabileceğine ya da sıfır çekilip çekilmeyeceğine kafa yoruyor. Bir Şenol Güneş’le sohbetimizde farklı bir söylem gördük. Güneş, camianın bu noktada Trabzonspor’un Şampiyonlar Ligi Felsefesi’ne dikkat çekti. Bir felsefenin olup olmadığına kafa yorulması gerektiğini söyledi. Öyle
ya, hedef tanıtım mıdır, fair play midir, Türk Futbolu’nun yerlerde sürünen imajının yeniden düzeltilmesine verilecek katkı mıdır? Bu konuları tartışan yok. Sahi nedir? Kedidir kediiiii!
Suskunluğun nedeni!
Trabzonspor’a Şampiyonlar Ligi yolunun açılmasına bazı kesimlerce yürütülen tepki kampanyası Avusturya’ya kadar ulaştı. Arkadaşlarımız Avusturya’yı yendiği takdirde grup ikinciliğini neredeyse matematiksel olarak garantileyebilecek durumda olan Milli Takımı’mızı bırakıp bu işe kafa yordular.
Ama madalyonun diğer yüzü farklı! Trabzonspor taraftarı, ŞL yolu açıldıktan sonra şampiyonluğun da
Trabzonspor’a verilmesinden yana. Hatta Trabzonspor’un bu konuda mağdur edildiğini düşünüyorlar.
Haklı ya da haksızlar bu böyle bir gerçek var ve Trabzon’da, camiada, Trabzonspor’la taraftarlık bağı olan herkeste bu görüş hakim. Onların anlayamadıkları konuysa, Sadri Şener ve yönetimin bu konudaki suskunluğu. Diyorlar ki, “Eğer bir yerinden Trabzonspor da bu işe bulaşmışsa, cezası neyse çeksin. Ama bulaşmamışsa başkan ve yönetim, kurumun haklarını korusun.” Ardından da soruyorlar: Acaba bizim bilmediğimiz bir şeyler mi var? Bizce yok, çünkü bir süreç var yaşanması gereken. Bu noktada dikkati çekmeye çalıştığımız konu şu: Tarihinin en buhranlı dönemini geçiren Fenerbahçe, taraftar kartı kampanyası başlattı, rekor kırdı. Fenerium’dan bir günde satışla rekor denedi, kırdı.
Fenerium’daki bu kuyruklara inat, şampiyonluk beklentisindeki Trabzonspor’daysa bilet iade kuyruğu vardı. “Kedi” dedik işte!
‘’Sorunun özü‘’
Malum çevrenin kamuoyuna, “Fenerbahçe’nin Şampiyonlar Ligi’ne neden gönderilmediğinden” çok, “Neden Trabzonspor?” modunda pompalamaya çalıştığı konunun özü, özellikle dikkatlerden kaçırılıyor.
Oysa ki bu noktada yanıt arayan soru, Trabzonspor’un neden Şampiyonlar Ligi’ne gönderildiği sorusu değildir. Çok açık bu konu!
Şampiyonlar Ligi’ne, lig şampiyonu direkt gider. Eğer gitmesine engel bir durum varsa, yerine ikinci sıradaki gider. Bu kadar basit. Yani “Neden Trabzonspor gidiyor?” sorusu saçma. Bakan düzeyinde yapılan “Birinin üzüntüsü, başkasının sevinç kaynağı olmamalı!” yorumuyla, MHP’nin çıkışı ve CHP’nin soru önergesi girişimleri, siyasi çıkar amaçlı popülizmle sınırlı.
Üzerinde kafa yorulması gereken asıl konu, lig şampiyonunun neden gidemediğidir yani. Ya da neden gönderilmediğidir. Demek ki ortada bir şey var. Bu kadar fırtına koptuğuna göre en azında bir suç şüphesi var. UEFA’nın “Sıfır toleransına” takanlar, yasada şikeyle ilgili şüphenin dahi yeterli olduğu yolundaki maddeyi gözden kaçırıyorlar.
Ortada bir suç olduğunu kabul ediyorsanız eğer, bu; her daim görüşlerine saygı duyduğum Ercan Abi’nin (Güven), “ortada bir suç varsa, evladını daha iyi yaşatmak için çalmak gibi tuhaf ve romantik bir suçtur çünkü bu” şeklindeki yorumu kadar basite indirgenecek gibi değildir asla.
Bu nedenle, Fenerbahçe neden gönderilmedi? Neden UEFA, bu konuda ısrarcı oldu? Neden başkanı ve 4 üyesi renktaş olan Futbol Federasyonu 3 Temmuz’dan beri kurtarmaya çalıştığı Fenerbahçe için bu aşamada risk alamadı? Sorularına yanıt aramalı kamuoyu.
Gelelim Fenerbahçe’nin son çıkışına. Hukukta genel karinedir: “Suçluluğu sabit olana kadar herkes suçsuz sayılır.” Bu nedenle gelinen noktada Fenerbahçe’nin yönetim, teknik adam ve kaptan-futbolcu boyutunda, “küme düşürülme” taleplerini de, duygusal tepki olarak algılıyoruz. Şu ya da bu nedenle başkanınızı, yönetiminizi, teknik adamınızı ya da futbolcunuzu kaybedebilir, bu yüzden bir başarısızlığa uğrarsınız. Ama renklerinize gönül verenler başı dik gezer. Ya da, hedeflediğiniz skorları alamazsınız, şampiyon olamaz ya da küme düşersiniz. Ama başlar yine diktir.
Siz, “bizi küme düşürün!” ısrarında bulunursanız eğer, bunu kimse bir “amacına ulaşmış tepki” boyutunda almaz. İçten içe, “Demek ki bir şeyler var!” yorumlarından kurtulamaz, dik durması gereken başları da düşürürsünüz ki buna hakkınız yoktur.
Kaldı ki bu sadece Fenerbahçe’nin ya da Fenerbahçeliler’in sorunu değil, Türk Futbolu’nun sorunudur. Giderse Fenerbahçe tek gitmez, ortada şike veya teşvik gibi suçlar varsa, bunları tek başına yapamayacağına göre muhatap başka kulüpler de var. Şike ve teşvik veren kadar alan da suçludur zira.
‘’Rasim Ozan'ı hak ettik...‘’
Serkan’ın, Trabzonspor’un Avrupa macerasına devam için en önemli sınavı öncesi, üstelik Bilbao’da iken maça sadece saatler kala ifade vermek için Emniyet Müdürlüğü’ne davet edilmesini…
(Oldu olacak sabah otelinden İnterpol aracılığıyla aldırsaydınız. Polisler arabaya bindirirken başını aşağıya bastırır şekilde ne de güzel görüntü olurdu!)
***
Varlığını kulüplere borçlu olan ama şu an için sadece bir yerlerden gelen talimatları uygulamakla görevli Federasyon’un, Avrupa’da sınav veren tek üyesinin maçına bırakın temsilci göndermesini, maçın oynanacağı saatlerde üyesi kulübün başkanına ceza verdiğini açıklamasını…
(Burada Trabzonspor’un suçu büyük tabi ki: Trabzonlu üyenin istifasını isteyen tek kulüptü çünkü!)
***
Kendi futbolcusunu “sorunlu” diye 1 milyon Euro’ya “elinden çıkaran” bir kulübün, kendi kulübü tarafından, “sorunlu” diye, “elden çıkarmak istediği” bir oyuncuya 3.5 milyon Euro teklif etmekte tereddüt etmemesini…
(Şenol Güneş’in kısmetinden olsa gerek!)
***
13 şehit verildiği gün Bilbao’nun Avrupa’da isim yapmış Guggenheim Müzesi’nde terör örgütü propagandası yapılmasına, Şenol Güneş’in sportif kimliğiyle tepki gösterirken, Somali’ye yoğunlaşmış Dışişleri’nin sessiz kalmasını…
(Nihat Doğan ve Ajda Pekkan’la Somali’den sonra bir çıkarma da Bilbao’ya bekleriz.)
***
Trabzonlu Mehmet Atalay’ın adaylığının söz konusu olduğu günlerde, Trabzonspor Başkanı’nın Fenerbahçeli Mehmet Ali Aydınlar’ın adaylığını açıklamasını, bugünlerde de uygulamalarına en büyük tepkiyi bizzat kendisinin göstermesini…
(Şike cezaları için yargı sürecini bekleyenler, Sadri Şener’e savunmasını bile almadan ceza verdiler.)
***
Ülke futbolunda söz sahibi olduğu 40 yıllık süre içinde bulaşmadığı hiçbir olumsuzluk kalmayan bir kişinin, Şike rezaletine tepki gösteren iki büyük kulübü, “Birlikten atma!” tehdidinde bulunmasını…
(Çok korkmuş bu iki kulübümüz!)
Anlayan beri gelsin…
‘’Tolga mucizesi‘’
Şenol Güneş’in söylemiyle, geçen sezon, ikili averaj ve tek golle kaçan şampiyonluğu son ana kadar kovalayan kadronun onbirinin rotasyonuna az kalmış. Takviye alınan iki kişi cezalı. Ciddi bir kadro zaafı söz konusu yani. Bilbao geçen sezonki kadrosuna güç katmış. Müthiş bir tribün desteğiyle, kırmızı pelerin görmüş azgın bir boğa gibi saldırıya geçmiş. Bütün bunlar yetmezmiş gibi, daha 5. dakikada ikili bir mücadele ve Burak’ın tekmesiyle karşılaştık. “Sarı olmaz mıydı?” sorusunun yanıtı, “Tabi ki, kırmızı ağırdı bile!” ama o tekmeye ne gerek vardı? Üstelik İtalyan hakem, Muniain’in benzer yanıtını görmezden geldi.
Eksik Trabzon ciddi baskı yedi. 25 dakika sahasından çıkamadı. Dahası, Bilbaolu oyuncular, top göstermedi Bordo-Mavili meslektaşlarına... Ev sahibi ekibin inanılmaz baskısıyla doğan pozisyonlar, İturraspe, Gabilando ve 4 kez de Llorente’nin kötü son vuruşlarıyla auta çıkınca Trabzonspor’un direnci arttı. İlk yarının uzatmalarında Henrique ile öne geçme şansı bile buldu. Marcelo Bielsa, 2. yarıya, eksik rakibi karşısında hücum etkinliklerine katkı yapacak iki isim Toquero ve Susaeta ile başladı. Bu ikili 49. dakikada maçın en kritik pozisyonunu üretti ama Tolga kalesinde devleşti. Trabzonspor, savunma güvenliğini zorunlu olarak abartıp, kontrataklarla rakip kaleyi yoklasa da, Alanzinho ve Henrique’nin yakaladıkları fırsatları değerlendirememeleri, rövanş maçı için ciddi avantaj sağlayacak gole ulaşılmasını engelledi. Buna karşın dinmek bilmeyen Bilbao ataklarına direncin son kalesi Tolga, birkaç kez daha tribünlerin gereksiz heyecanlanmasını sağladı ve buradaki skorun bir numaralı mimarı oldu.