‘’Bizde böyle!‘’
Söze, “İmamın dili, cemaatin kolunu uzatır” diye başlasak, “imam- cemaat” ilişkisine atfen “cuk” oturan söylemin tahribatına neden oluruz. “Vaktiyle Ankara’da uzamış yaşlı sol kolu, bileğinden kavrayan sağ ele” gereken tepkiyi verebilmiş olsak bu işler yinelenmezdi desek, derdimizi tam anlatamayız.
O zaman şöyle diyelim: “Medyayı temsilen malum basın toplantısında bulunanlar, dersi kuzu kuzu dinlemeselerdi o dil, o kolu, o kadar uzatmayacaktı.”
Ama dil, kol bunlar, uzuyor!
Bizde böyle işte!
İskoç hakem, Macarlar’a yaptığını bize yapsa, Osmanlı’dan bugüne tozlu raflardan dosyaları çıkarıp, kamuoyunun bilgisine sunardık. İşlerine gelirse!
Futbolcu-Türk-İspanyol kulübü üçgeninde yaşananlar malum: İspanyollar, “Çizdik, oynamıyoruz” dese, ne “dansözlüklerini” ne de “fırıldaklıklarını” bırakırdık. Değil mi ama doğru söyleyin!
Birkaç ayda FİFA’da 3 dosyası olan kulübümüzde, yönetim beceriksizliklerinin sıraya kimi sokacağına dair bahse var mısınız?
Genç jenerasyonun teknik direktörü, bir başka camiayı küçültme yöntemiyle ve de tamamen duygusal ilişkilerle burada başparmak ve işaret parmağı birbirine sürtülüyor- yeni bağ kurduğu camiasını “büyük” kategorisine sokuyor. Sonra da, o camiayı yönetenlerle girdiği para ve transfer polemiklerinin, 10. sınıf bir kulüpte bile yaşanmayacağı gerçeğinden hareketle güldürüyor. Amma komik!
Bir delinin başlattığı, futbolcuların mahalle kavgasına döndürdüğü, bazı yönetici ve teknik adamların İsrail-Mısır gibi ülkeler, Yahudi-Müslüman gibi dinler savaşına çevirdiği, bir hakemin katlettiği, Federasyon’un içinden çıkılmaz hale soktuğu maçın kaderiyle ilgili trafik karışık. Tahkim Kurulu, toplantısını, dinlemek için çağıracağı hakemin Avrupa sınavından döndüğü saatlere denk getirdi. Gelinen nokta, “Karar, inşallah sezon bitimine yetişir” dedirterek, ramazan suyu hürmetine daha fazla kabul göreceği umuduyla dualar ettiriyor. Kara mizah.
“Oruç olayı” her ramazan ayının en racon kesen manşetidir. Hele bu dönemde rantı çok büyük. Yalan-yanlış, ilgili-ilgisiz, hesaplı-hesapsız herkes kendine bir şeyler yontuyor. Ama “Meczup-lar” tetikte bekliyor!
Bizde böyle işte!
Ya da: Biz buyuz işte!
‘’Tehlikeli beyan!‘’
Futbolcuların oruç tutup tutmamaları konusunda her Ramazan ayında bir tartışma yaşanır. Bazı futbolcuların maç günleri dahil oruç tutma ısrarları söz konusudur.
Bazılarıysa; uzmanların önerileri doğrultusunda, yaptıkları işin emeğe dayalı olması ve dolayısıyla orucun bu işe sekte vurmasından ötürü “güne gün tutma” ya da “tutamadığı orucun fitresini verme” yoluna giderler.
Olayın detayını, “orucun fitresini”, “Ne yiyorsa onun karşılığını verme” anlamına gelen “sadaka-i fıtır” diye açıklayan uzmanlara bırakıp, sadede gelelim.
Dünkü Fanatik’te, Ramazan aylarındaki Galatasaray’ın performansı incelenmiş: Her Ramazan’da kamuoyunun gündemine ‘futbolcuların oruç tutup tutmaması’ konusu düşüyor. Tıpçılar olayın sağlık, din görevlileri ‘maneviyat ve telafi’ üzerinde görüşlerini bildiriyor.
Kimi teknik direktörler orucu yasaklarken, kimileri ise ‘maç günleri’ dışında serbest bırakıyor. Kalli yasaklamanın ters tepeceği görüşünde. Ancak istatistikler, son 7 sezondur Ramazan’da en çok puan kaybedenin Galatasaray olduğunu gösteriyor. 32 puan kayıplı Sarı-Kırmızılılar’ı, ezeli rakipleri 21’er kayıp puanla izliyor.”
Ziya Doğan da ramazan futbolcu ilişkisine özünde benzer vurgu yapmışken, açıklamaları kamuoyuna hiç ilgisi olmadığı halde “Doğan’dan oruç yasağı” diye yansıtılmış.
Bunun üzerine birileri, ülkenin özel koşullarında prim yapma gayretiyle olacak mal bulmuş mağribi olayın üzerine atlamış. Bir yerel gazete de sütunlarına taşımış:
“Diyanet Sen Trabzon Şube Başkanı, Ziya Doğan’ın futbolculara orucu yasaklamasını anlamakta zorluk çektiklerini belirterek “Haberi duyunca bir Müslüman olarak çok üzüldüm.
Kendisi Müslüman olan Doğan hangi hakla futbolcuya yasak koyuyor? İlahi yasakları ancak Allah koyar. Avrupalı teknik direktörler oruca saygı gösteriyor. Bu kararı kınıyoruz.”
Ne alakaysa!
Olayın gerçeğini dinlemeden, anlamadan bir açıklama, gerçeği bilen ve anlayan tarafından kamuoyuna yansıtılma!..
Son söz: Çok hassas günler yaşadığımız, bazılarının her şeyden bir anlam çıkarıp kişi ya da kurumları hedef gösterdiği şu dönemde, bu ne tehlikeli beyandır?
‘’Efsane Başkan'a dair‘’
Trabzon 3. Uluslararası Kültür ve Sanat Festivali Kapsamı’nda bir ödül töreni... Işıklar sönmüş. Ödülün gerekçesiyle verilecek kişinin sunumu yapılıyor. Ekranda tok bir ses, “Şimdi sizi 70’li yıllara, o günlere götürelim” diyor.
O günlere gidiyoruz.
“O günler” dediği, bizim 14 yaşında ortaokul son sınıfa rastlayan dönemimiz. Siyah beyaz görüntüler. Spiker, “Bu bir devrim, şampiyonluk Anadolu’da, Trabzon’da.” diyor, Trabzonspor tur atıyor. Tüyler diken diken.
Tanıtımda dönemin teknik direktörü Özyazıcı, tanıtılan kişiye atfen, “Eskiden başkanlar hibe yapardı, şimdikiler borç veriyor”, kurumun tarihine ışık tutan, “40 Yıl Trabzonspor” kitabının yazarı Ali Özbak, “Transfer aksamasın diye koçanları imzalı çek defterini Genel Kaptanı’na verirdi” diyor.
O, Efsane Başkan anonsuyla merdivenlerden çıkıyor. Mikrofon kendisine veriliyor, “Efendim” diye söze başlayacak, başlayamıyor. Kelimeler boğazında düğümleniyor. Gözlerinden yaşlar akıyor. Karşısında onlarca insan, benzer duygularla çılgınca alkışlıyor.
O, ilk ve toplam 4 şampiyon kadronun Başkanı Şamil Ekinci, bir Trabzonspor sevdalısı, kulübün “Büyük” kategorisine girmesindeki en önemli mihenk taşlarından biri. O, geminin ilk kaptanı kısacası...
Onunla başlayan süreçte 6 Lig, 7’şer Türkiye ve Cumhurbaşkanlığı, 5 Başbakanlık Kupası müzede yerini aldı. “4 Büyük takımdan biri” unvanını pekiştiren daha niceleri de.
Lig A, yeni adıyla 1. Lig’de bugün, vaktiyle “4. Büyük” olduğunu iddia eden bir dolu kulüp varken, yenileri bu role soyunsa da, farkında değiller ki; bir “Şamil Ekinci’leri” yok.
Trabzon Belediyesi’ne, Başkanı Volkan Canalioğlu’na teşekkürler, eski kuşağın unutmaya yüz tuttuğu, yeni kuşağın tanımadığı, “Efsane kadronun Efsane Başkanı’nı” gündeme getirdiği için...
‘’Kaçan balık!‘’
Kendileri kaşındılar! Her ne kadar Fatih Terim, “Favori olmakla maç kazanılmaz” diyerek konsantre sorunu yaşanmaması için futbolcularını motive etmeye çalıştıysa da, grup ikincisi Bosna Hersek’in Macaristan yenilgisi haberi gelince “asmıştık” adeta işi. “İkincilik cepte” moduna girmiştik yani. “Bir musibet bin nasihatten iyidir” sözünü kanıtlamak için “musibet” Brian Said’den bir ölü topta geldi.
Uyandırdılar böylece. Zorunlu Arda değişikliği sonucu Ayhan’ın kadro açıklanmadan önceki “gaf”ını düzeltircesine şık pası, “musibet” sonrası yüksek temponun meyvesini getirdi.
O ana kadar çok kötü oynadık. Yarısını takımlarının yedeklerine teslim ettiğimiz orta alanımızdan beklediğimiz toplar çıkmadı. Sahip olduğumuz toplarla rakip yarı alana geçmemiz birkaç dakikayı aldı. Premier Lig’de paslanan Emre ve Tuncay’dan fazlasını beklemek fazla iyimserlikti.
Hem kendimize geliş, hem de Gökdeniz faktörü, 2. yarının genel olarak ezici üstünlüğümüzle geçmesini sağladı. Hele Gökdeniz’in girdiğinin 30. saniyesinde buluştuğu ilk top ve Hakan’ın iki metreden yaptığı kafa vuruşu var ki. “Gökdeniz daha hazırlıklı olsa, Hakan daha köşeye vursa, maç kopacak ahh!” dedirtecek cinstendi.
Biz, Yunanistan’ın “Bağımsızlık Günü”ne rastladığı için farklı galibiyete daha ayrı bir anlam katarken, Malta’nın “işgalden kurtuluş yıldönümünü taçlandırması” girişimlerine, “ırkçılık” yakıştırması yaptığımız bu maçta, adeta tek kale oynayıp ve cömertçe gol kaçırırken, çabuk çıkan Avrupa’nın futbol fakiri bu ülkesine ikinci kez boyun eğdik. Neyse ki, bir ölü top organizasyonu ve Servet’in kafası 2 dakika içinde imdadımıza yetişti.
Tam da, “yemeden atamayacak mıyız?” diye düşünürken de maç bitti. Kaçan balık iriydi! Bu şu demek: “3M’nin ilkinde fire kontenjanımızı kullandık.”
‘’Gerideyken topallamak!‘’
Almanya’da Hamburg-B.Leverkusen maçının uzatmaları oynanıyor. Hamburg 1-0 önde ve Leverkusen’in kazandığı köşe vuruşu için kalecisi R.Adler de Hamburg ceza alanına gidiyor. Top Hamburg kalecisi Rost’ta kalıyor. Adler kalesine koşarken bir yandan da geri dönüp Rost’a bakıyor. Göz göze geldiklerinde bekleyen Rost, kalesine gidene kadar topu oyuna sokmayacağını hareketleriyle ifade ediyor. Adler yerine ulaştıktan sonra Rost atışı yapıyor, maç bitiyor.
Eğer Hamburg galip durumda olmasaydı, Rost böyle mi davranırdı? Bilemeyiz ama takıldığımız nokta burası olmamalı. Eğer bu jeste böyle bir soru sorarsak, ülkemiz futbolunda o kadar çok soracağımız soru olur ki! Bu bir kültür sorunudur. Eğer o kültür bizde olsa; bazı futbolcular, sahada kaybetmek üzere oldukları maçı masada kazanma fırsatını doğuran bir deliyi sahada döverken; kulübün sorumluları, “4 oyuncumuz tedavi görüyor, nasıl oynayalım?” der miydi?
Israrla söylüyoruz; içimize sinmese de, talimatnameler gereği hükmen yenik ilan edilmesi gereken takımın başkanı, kurumunun haklarını uygar ve haklı gerekçelerle savunma yerine federasyonu tehdit yolunu tercih eder de, çıkması olası lehte kararı töhmet altında bırakır mıydı? Dünya ırkçılıkla mücadele ederken, 3 puan uğruna, İsrail-Arap, Yahudi-Müslüman savaşı ve futbol ilişkilendirilebilir miydi? Federasyonun bize göre de yanlış kararı dayanak gösterilerek, futbolda cenazelerin kol gezdiği merkezden yayın yapan televizyonlardan, mart ayından sonra yeni cenazelerin çıkacağı çığırtkanlığı yapılır mıydı? Sponsorluktan kaçmak için tüm hazırlıklarını tamamlamış ülkenin saygın bir şirketi, bu kararını, acemice bir bahaneyle hayata geçirir miydi?
Verdiği futbolcusunu, transfer yapamayınca etik olmayan gerekçelerle geri çağıran kulüp olur muydu? Genç jenerasyondan biri, daha dün teknik direktörü olduğu takımın taraftarına yalakalık yapma adına, bir camianın başarılarını hiçe sayar da “4. Büyük” sıfatını tartışmaya açar mıydı? Çok gerideyiz çok.
Bernard Lewis, “Hata Neredeydi?” adlı kitabında şöyle der: “Arkadan gelmek zaten kötüdür, gerideyken topallamak çok daha kötü!”
‘’Şahane bahane!‘’
Vestel, Manisaspor sponsorluğundan çekilmek için birkaç manevra yaptı. En önemlisi Sakarya maçındaki olaylarla oldu. Bu maç sonrası gerekçeleri “Fair Play” ruhu idi, ardından Federasyon’un geciken hükmen yenilgi kararına sarıldılar. O da olmadı, sezon başını beklediler. Yine olmadı ve beklenen fırsat (!) çıktı.
“şahane!” bir “Bahane!” oldu grup için federasyonca alınan 28 Ağustos kararı. Manisa’nın artık sponsor ismine gerek kalmadı- Sakarya maçındaki hükmen yenilgi kararına destek veren bir kişi olarak, Sivas maçı nedeniyle tam anlamıyla içimize sinmese de Trabzonspor’un da benzer cezaya çarptırılması gerektiğini düşünenlerdeniz. Kaldı ki, bu kararın özünde Trazonspor’un lehine olmadığını ve bu yüzden camianın çok daha büyük bedeller ödeyeceğini savunmuştuk.
Dakika bir gol bir! Vestel’in Trabzonspor’u hedef alan sponsorluktan çekilmesine dayanak gösterdiği karar; “28 Ağustos”
Bu konuda kendilerine destek vermeye çalışan ama asıl amaçları bağcıyı dövmek olan cenahın, 28 Ağustos kararı nedeniyle “Mart’tan sonra stadyumlardan cenaze çıkacağı” konusundaki kehanetleri de cabası. Stadyumdan cenaze çıktığında sesleri bu kadar gür değildi.- Trabzon’dan Zeyyat Kafkas’ın, “Çubukçu’nun belli ki bir takım iç sebepleri gizleme ve kentsel dengeleri gözetme adına öne sürdüğü bahanelerin kabul edilebilir hiçbir yanı yoktur.”, Federasyon’dan da Tahir Kıran’ın, “Profesyonel kaleci, sözleşmeli bir kaleci antrenörü hakeme saldırdı. Seyircinin sahaya girmesiyle, profesyonel bir adamın adam dövmesi arasında dağlar kadar fark var.” şeklindeki açıklamaları Trabzon ve Manisa’daki olayların ilişkilendirmesinin ne kadar ilgisiz olduğunu gösteriyor. Detaya gerek yok.
Çubukçu’ya sormak isteriz:
Etik değerlerden söz ediyorsunuz, genel kurul kararı almış bir yönetim olarak son gecenizde takımın en etkili silahının satılması ne kadar etiktir! Giderayak para operasyonu olabilir mi?
Çubukçu’ya sormak isteriz:
Sponsoru olduğunuz takıma verilen cezanın haksızlığını dile getirmek için aylarca konuştunuz. Bu mantığa göre Trabzon’un da hükmen yenilgisi haksızlık değil midir? “Neden onlar da haksızlığa uğratılmadı, biz sponsorluktan çekiliyoruz” demenin bir mantığı var mıdır?
Başka bahane mi bulamadınız, çekilecekseniz çekilin!
‘’Normal sonuç‘’
Dün akşam; iki kötünün biraz iyisi Bursaspor, pozisyon zengini ezici üstünlükle Trabzonspor, maçın hakkıysa beraberlikti ve öyle oldu. Bu maç bir cümlede ancak böyle özetlenir.
30 saniyesi eksik Sivasspor maçını da sayarsak 3’te 3 yapan Trabzonspor, kazanırken de eleştiriliyordu. Çünkü bir sistemi yoktu. Yıldızları iyi oynayınca sonuç alıyor, eksikleri fazla sırıtmıyordu. Bursaspor karşısında da ilk 5 dakikada iki müthiş pozisyon buldu, Gökdeniz’in vuruşunda direk, Ceyhun’un benzer şutunda kaleci Vega gole izin vermeyince, ev sahibi ekip kısa sürede toparlandı ve oyuna ağırlığını koydu. ‹şte bu sıralarda kendisine yer bulunması için takımın savunma kurgusu tümden değiştirilen Tolga’nın ikramı, ummadığı anda Bursasspor’u öne geçirdi. Sonrasında ‘bal yapmayan arı’ gibi çalışkan Bursa, direnen Trabzon, pozisyon bulan Mustafa Keçeli, yine inanılmaz bir kurtarış yapan Vega’yı izleyerek devreyi tamamladık.
Ziya Doğan, Serkan’la sağ tarafa takviye yaptıktan sonra 2. yarıya kötü günündeki Ceyhun’un yerinde Yattara’yla başladı. Bursasspor’un skoru koruma dürtüsüyle oyunu yarı alanında kabul etmesiyle de Ergin Keleş’i sahaya sürüp üçüncü bölgeyi kalabalıklaştırdı. Gol de bu oyuncuya ceza alanında yapılan faulle geldi. Skor böylece normalleşti.
Aslında 3 komik olay geceye damgasını vurdu: 1- Bursaspor’un yanlış oyuncu değiştirdiğini Bülent Korkmaz, kulübeye yaklaşan Yenal’ı görünce fark etti, geri gönderdi. 2- Trabzonspor penaltı kazanınca atışı kimin yapacağını Hüseyin kenara kadar gelip öğrendi, Gökdeniz kullandı. 3- ‹ki takımın teknik direktörü de yer ihlali konusunda birbirlerini protesto etti, bu işe en çok Arzuman şaşırdı.
Son bir not: Ziya Doğan’a çok hakaret edildi, yabancı madde de geldi ama yine de o pet şişeyi tribüne geri atmamalıydı.
‘’Sonrasına dikkat!‘’
Önce şunun altını çizelim: Bir hakem yönettiği maçı, güvenlik gerekçesiyle bitmesine kaç saniye kalırsa kalsın tatil ediyorsa ve bunu raporunda belirtiyorsa, o maçla ilgili verilecek karar bellidir. Talimatnamenin 29-b maddesi açık. Dolayısıyla Trabzonspor-Sivasspor maçında verilen tekrar kararını yanlış buluyoruz.
Eğer Federasyon, talimatname gereği hükmen yenilgi kararını vermiş olsa -doğru bulsak bile- içimize sinmeyecekti. ‹lk nedeni; dünkü Hürriyet’te Atilla Türker’in ortaya çıkardığı, Federasyon’un dün yayınladığı gerekçeli kararının da teyit ettiği, hakemin temsilcilere söyledikleriyle, yazdığı raporu arasındaki çelişkidir.
‹kincisi; Sivassporlular’ın sahada kaybettikleri 3 puanı, masa başında alma kurnazlığıyla “4 futbolcumuz içeride tedavi görüyor” şeklindeki yalan beyanlarıdır. Sonuç olarak Federasyon bir karar vermiştir. Ama bu karar, hükmen kaybetme riski bulunan maçı, tekrar oynama şansı sağladığı için lehinde gibi gözükse de, özünde Trabzonspor’un aleyhine olmuştur. Karar sonrası yorumlarda; Trabzonspor Başkanı’nın Federasyon’a yönelik tehditleri ön plana çıkarılmış, iki sezon önce “gönüllerin şampiyonu olan” kulüp, bundan sonrası için “hedef” haline getirilmiştir. Sivasspor da, hiç hak etmediği “mağdur” sıfatını almıştır.
Bundan sonra olacaklara bakalım: Medyada bir şehir ve bir kulüp hakkında insafsız gerekçelerle başlatılan linç harekâtının bir bedeli vardır ve bu ödenecektir. Bu bedel galibiyet olasılığı yüksek olmayan bir tekrar maçının kazanımından çok daha ağır olacaktır.
Trabzonspor’u yönetenler bunun bilincinde olsunlar, şark kurnazlığı yaparak bağcıyı dövmeye çalışmasınlar. Bu kararı gerekçe gösterip, bilinçaltında yatan harekete dayanak yapma gibi bir yanlışlığın faturası kolay ödenmez çünkü!