‘’Galatasaray'da Beklenti Yönetimi‘’
İletişimde ya da hayatın her alanında kullanabileceğiniz bilinen, çok basit ama bir o kadar da etkili bir formül vardır. Algı – Beklenti = Tatmin. Biraz temel matematik bilgisi kullanarak anlayabileceğimiz üzere, beklenti ve tatmin ters orantılıdır, algı ve tatmin ise doğru orantılı. Yıllarca şarkılara da konu olmuş, “beklentiler sadece üzer” söylemi burada da karşımıza çıkıyor. Özetle, beklentiyi ne kadar doğru yönetip, azami seviyede tutarsanız ya da algıyı kontrol edip ne kadar yukarı taşıyabilirseniz, tatmin de yüksek olur.
Son dönemde Galatasaray’da yaşanan derin krize de bu açıdan bakmak, süre gelen olayları anlamamıza yardımcı olacaktır diye düşünüyorum. Sürecin en başına dönersek, sayın Burak Elmas’ın seçim öncesi, sırası ve sonrasında yarattığı beklentinin, şu an taraftarlar nezdinde ortaya çıkan hoşnutsuzluğun bir numaralı sebebi olduğunu söylemek yanlış olmaz. Sponsorluk anlaşmalarından transferlerin zamanlamasına, Kemerburgaz projesinden basketbol salonuna kadar neredeyse her konuda yarattığı beklentinin altında kaldı diyebiliriz. Seçim öncesi taraftara sunduğu ve gerçekleştirebildiği tek vaadi ise, Fatih Terim’di. Geçtiğimiz günlerde, bu denklemden Fatih Terim’i çıkarmasıyla birlikte, ateşten gömleği giydi. Fatih Terim’in gönderilmesinin teknik sebeplerine veya doğru/yanlış ayrımına burada girmeyeceğim, öyle bir uzmanlığım da yok ancak sürecin iletişim açısından yönetimine değinmemek olmaz.
Galatasaray Spor Kulübü yapısı gereği yarıştığı her branşta zirveye oynama hedefi olan, yarışmacı bir kulüptür. Branşların da lokomotifi futbol olduğuna göre futbolda, özellikle Türkiye ikliminde “sabır” kelimesi, hiçbir zaman arkasında durulabilen bir kavram olmamıştır. Bunu ülkede belki tek yapabilecek teknik direktör olan Fatih Terim ile, hocanın da birçok kez söylediği üzere, bir projeye başlanıldı. Bu yolun zorlu ve çetin olacağını bilmeyen yoktur diye düşünüyorum. Bu söylemi de en başından beri sahiplenen Burak Elmas’ın, işler kötü gittiğinde bu söylemi kuvvetlendirecek şekilde, zaman zaman hocanın yanında olduğuna dair açıklamalarda bulunsa da tam anlamıyla bunu taraftar nezdinde gerçekleştirememiştir. Saha sonuçları kötüleştiğinde, kamuoyunda ortaya çıkan Fatih Terim eleştirilerinde, sonradan sahici olmadığını anlayacağımız 3 adetlik bir tweet serisi ile açıklama yapmıştır. Tüm bunların yanında, bir “yardımcı antrenör” krizi ile de sürecin yönetimi iyice yoldan sapmış ve yolların ayrılmasına kadar gidecek bir hadiseye dönüşmüştür. Sadece 6 ay önce, Galatasaray’ın yaşayan efsanesi Fatih Terim’le yola çıkıldığında, seçime giren adaylar arasında hoca ile uyumlu bir şekilde çalışabilecek tek aday Burak Elmas’tı diye düşünüyorduk ama Avrupa’da elde edilen başarıya rağmen, ligdeki kötü sonuçlar, “proje” diye yola çıkılan yolculuğun sonlanmasına, taraftar nezdinde hiçbir beklentinin yönetilememesine ve sonuç olarak da Fatih Terim’i seven, sevmeyen herkesin tatminsizliğine yol açmış durumda.
Kapalı kapılar ardında ne yaşandı belki şu an öğrenemeyeceğiz ama bu süreç çok daha güzel bir şekilde yönetilerek ligdeki beklenti düşürülüp Avrupa’daki başarı algısı üzerinden bir iletişim yürütülebilirdi. Fatih Terim ile ilgili farklı tasarruflar da olduysa; Sportif Direktörlük gibi, bunlar taraftara anlatılabilirdi veya hoca ile naçizane sürdürmeyi sonuna kadar hak ettiği Avrupa mücadelesi sonunda oturup konuşulup sene sonu bir karar verilebilirdi. Tabii biz içinde olmadığımız için buradan konuşmak kolay diyebilirsiniz ancak talip olunan ve oturulan koltuklar, bu gibi durumları iyi yönetmeyi gerektiriyor.
Tüm bunlar yetmiyormuş gibi, yöneticiler Işıtan Gün ve Selim Sefada’nın ortaya çıkan tweetleri konusunda Burak Elmas’ın aldığı tavır da kabul edilebilir değil. İçeriğine girmeden söylemeliyim ki, büyük bir eksi daha yazıldı hanesine…
Sonuç olarak, şu a’nda Galatasaray’ın başkanı sayın Burak Elmas, saha sonuçlarından direkt sorumlu hale gelmiş ve yeni hocası Domenec Torrent ise anlık, hızlı sonuçlara mecbur durumda. Geldiğimiz nokta ne Burak Elmas’a ne de Domenec Torrent’e yarıyor gibi duruyor. Sürecin en çok yaradığı isim ise az çok belli gibi…
‘’Futbolun iletişimle imtihanı‘’
Günümüzde iletişim; hangi alanda faaliyet gösterirse göstersin, kurum ve kuruluşların organizasyon yapılarındaki en önemli etmenlerden biridir.
Bu gerçeklikten yola çıkarak, futbol gibi kitlelerin odak noktası haline gelmiş bir alanda da, iletişimin iyi uygulanması ve yönetilmesi, sürdürülebilir başarı için teknik gerekliliklerin yanında bir mecburiyet haline gelmiştir.
Ben de, hem bir spor tutkunu hem de iletişim sektöründe birçok alanda hizmet vermiş ve vermeye devam eden biri olarak, sizlerle futbol özelinde sporun iletişim tarafında yapılan hataları, doğruları ve tartışmaya değer konuları paylaşmaya çalışacağım.
Son dönemde ‘sporda iletişim’ denildiğinde akla gelen ilk isimlerden biri olan Sergen Yalçın’ın Beşiktaş’ın başında olduğu dönem boyunca yaşadığı ve bence futboldan çok, bir iletişim krizine dönüşen aynı zamanda da onu, hayalini kurduğu görevinden ayıran sürece dikkat çekmek istiyorum.
Çoğunuzun bildiği üzere Sergen Yalçın, geçen sene kadro kalitesi ve oyuncuların sergiledikleri maç performansları anlamında çoğu futbolseverin Galatasaray ve Fenerbahçe gibi ezeli rakiplerinin gerisinde gördüğü Beşiktaş’ı çifte kupa zaferine taşımıştı. Tabii ki başkanından oyuncusuna, taraftarından malzemecisine kadar büyük bir ekip, bu süreçte aktif rol aldı ama Sergen Hocanın ekstra payını da kimsenin yadsıyacağını düşünmüyorum. Herkes gibi ben de, düşük ihtimal verilen bu önemli başarıdan sonra Sergen Yalçın’ın takımın başında uzun yıllar kalacağını ve Türk futbolunda yeni bir hikayenin başladığını düşünmüştüm.
Ancak durum böyle gelişmedi… Sergen Yalçın, bana kalırsa performans anlamında beklentilerin altında kaldığı dönemlerde bile en az 1-2 sezon kredisi olması gerekirken; alınan kötü sonuçlar ve takım içindeki çözülemeyen bazı! sorunlar neticesinde Beşiktaş’a veda etmek zorunda kaldı. Bu süreçte dikkatimi çeken ise; en az teknik sebepler kadar, Sergen Hocanın da alınan kötü sonuçlarla ilgili yürüttüğü iletişim süreci oldu. Hayatın içinde çok takdir edilen ve kesinlikle hepimizin sahip olmasını gerektiğini düşündüğüm açık sözlülüğün, Beşiktaş futbol takımının dümenindeyken bir probleme dönüşebildiğini gördüm. Özellikle Sporting Lizbon maçı sonrası yaptığı açıklamaların yanına bir de ligde oynanan maçlardan sonra verdiği çarpıcı demeçler eklenince, konu teknik boyuttan çıkıp, artık Sergen Yalçın’ın Beşiktaş’a çözüm olamayacağı inancının kamuoyunda karşılık bulmasına yol açtı.
Bu süreç, ülkemizin futbola bakışı anlamında da bizler için oldukça güzel bir örnek oldu. Özellikle Avrupa’nın önde gelen liglerinde maç sonu açıklamalara ya da basın toplantılarına defalarca denk geldik. Dünyaca ünlü teknik direktörlerden birçoğu saha içinde verdiği görevi yapamayan oyuncuları isimleriyle birlikte rahatlıkla söyleyebiliyorken, bizim ‘görgü kurallarımız’ nedeniyle bu durum ülkemizde söz konusu bile olamıyor. Bizde formsuz bir takımın başında olmak, teknik adamlar için oyunculara siper olma gerekliliği doğuruyor. Çünkü medyamızın merakı ve sordukları sorular genelde günlük sonuçlar ve kısa vadeli beklentiler üzerine oluyor. Durum böyle olunca, ileriye yönelik bir vizyondan bahsetmek bizim ülkemizde abesle iştigal anlamı taşıyor.
Sergen Hoca ise kendisine sorulan her soruya içtenlikle net cevap veren bir teknik direktör. Bizler aslında onun sayesinde bu kadar şeffaflığa hazır olmadığımızı gördük. İletişim sürecini yönetmek yerine sadece işi ile ilgili konuşmayı tercih eden Sergen Yalçın eğer bunun aksi bir yol izleseydi, gazetecilere biraz daha politik cevaplar verip, içinde bulunduğu durum yerine gelecekle ilgili umutlu mesajlar verseydi şu an hala takımın başında olabilirdi.
Belki de Beşiktaş’tan gitmesi, takımın ve hocanın geleceği açısından daha iyi oldu… Tabii bunu zaman gösterecek. Ancak iletişim boyutunda çok büyük dersler olduğuna inandığım bir süreç geçtiği kesin.
Özellikle yönetim tarafıyla ön plana çıkmamış diyaloglar olmuş olabilir. Tam bu noktada; milyonlarca insanı ilgilendiren bir koltuktaysanız iletişim yürütürken biraz daha politik doğruculuk yolunu seçmek gerekiyor diye düşünüyorum. Umarım en kısa zamanda Sergen Hocayı yeniden yeşil sahalarda görürüz.
Kesin bir şey var ki; Beşiktaş serüveninden önce görev aldığı kulüplerde defalarca yaptığı gibi, kendisinin Türk futboluna katacağı daha çok şey var.