Arama

Popüler aramalar

‘’Biraz Premier Lig…‘’

Böyle Hikayelerin Hastasıyız!

Geçtiğimiz hafta sonu Avrupa’da birçok lig başladı, tabii Premier Lig de bunlardan biriydi… Dünkü Manchester United – Wolverhampton maçı dışında çoğunu izlemeye çalıştım. İlk izlenimler, City yine başka bir seviyede. Diğer takımların bu seviyeyi yakalaması biraz zor gibi. Gerçi Burnley ile oynadılar ancak Burnley geçen seneyi Championship seviyesine göre acayip bir noktada bitiren bir takım ve başlarında belki de Pep sonrası City’e teknik direktör adaylarından biri olan Vincent Kompany var.  Tabii futbol bu belli olmaz. Diğer takımların City ile yarışa tutunabilmek için müthiş bir istikrar ve sakatlık sorunu açısından şansa ihtiyacı var gibi gözüküyor. Arsenal nispeten diğerlerine göre daha oturmuş bir kadroyla mücadele edebilir gibi duruyor ancak orada da Jesus’un sezon boyu sağlık durumu ve Havertz’den ne kadar faydalanabilecekleri belirleyici olacak. Bu iki takım dışında, Tottenham ilk maça göre iyi gözüktü, mücadele vereceklerdir, Liverpool yeni orta sahasını takımıyla birlikte uyumlu hale getirebilirse belki, ama beni en çok etkileyen Luton Town ve oyuncusu Pelly Ruddock Mpanzu oldu. Öncelikle Brighton gibi olabilecek en ters takımlardan biriyle deplasmanda oynadılar. Skor aldatmasın fena direnmedi Luton Town, kaldı ki maçtan bir şeyler çıkarabilecek noktaya da geldiler. Tabi olmadı ama maç içinde duyduğum bir bilgi beni çok etkiledi. Pelly Ruddock Mpanzu İngiltere’de Ulusal Lig’de başlayıp, Premier Lig’e aynı takımla yüksele ilk oyuncu olmuş. Ulusal Lig’de 2013’te başlayan Luton serüveni, 2023’te Premier Lig’de maça çıkarak devam ediyor. Az kalsın Luton’un Premier Lig’deki ilk golünü atıyordu, aslında ona yakışırdı ama olmadı :) Derinlemesine düşününce gerçekten başarması ve tekrarlanması imkansıza yakın bir başarı olduğunu düşünüyorum. İngiltere’deki sporla ilgilenen yapımcılara da ilham alacak bir hikaye çıktı. Luton’u ve Mpanzu’yu takipteyiz.

Aynısı Bizde Olsa, Ne Olurdu?

Yine bu hafta Premier Lig’de Arsenal ile Nottingham Forest arasında oynanan maçta bilet giriş sisteminde yaşanan bir sorun sebebiyle maçın başlama saatinde tahmini 35.000 taraftar dışarıda kaldı ve stada giremedi. Futbolun bir kültür ve tutku olduğu bir yerde bu büyük bir sorun olsa da, bence kriz yönetimi şahane bir şekilde yürütüldü. Kulüp hızlıca açıklama yaptı ve maçın başlaması gereken saatten 10 dakika sonra maçın başlama vuruşunun yarım saat ötelendiğini duyurdu. Herkes stada girdi ve maç öyle başladı. Arsenal teknik direktörü Mikel Arteta ise maçtan sonra taraftarlardan özür diledi ve gereken açıklamayı yapmış oldu. Hem maçın yarım saat hızlıca ertelenebilmesi hem de sonraki kulüp ve hoca açıklamaları açısından, şahane bir kriz yönetimi dersi. Peki soru, aynı durum bizde olsaydı ne olurdu? Benim bir tahminim var ama…

Yine İngiltere, Yine Ders Niteliğinde!

Normalde üçüncü konu olarak başka bir içerik vardı aklımda ama bu yazıya başladıktan sonra SkySports’un bir haberini gördüm. Dediğim gibi Manchester United – Wolverhampton maçını izleyemedim, ancak anladığım son dakikalarda acayip bir hakem hatası olmuş. Net bir penaltısı verilmemiş Wolves’un. Bugün bu hatada payı olan 3 hakeme bir sonraki hafta maç verilmeyeceği açıklanmış ve konuyla ilgili de yine bir özür açıklaması gelmiş. Yine bir kriz, yine bir şahane yönetim, yine açık iletişim.

Gördüğünüz gibi, özür de dilenebilir, gereği de yapılabilir, hatalardan ders de çıkarılabilir, anlayana….

15 Ağustos 2023, Salı 17:20
YAZININ DEVAMI

‘’Kemerlerinizi Bağlayın!‘’

Bazı sebeplerden üzücü, buruk, tatsız, bazı sebeplerden de garip, değişik bir sezonun ve turnuvasız geçen bir yazın ardından, inşallah Avrupa’da bol Türk takımlı, çok enteresan takımlar ve yıldızlarla dolu bir sezonu bu hafta açıyoruz. Bunun yanında Avrupa’nın birçok ligi de bu hafta başlıyor. Özellikle Süper Lig kadar (belki de daha fazla ) ettiğim Premier Lig ve bu sene daha da yakından takip edeceğim La Liga heyecanlandırıyor. Bu sezonun en keyifli yanlarından biriyse, sezonun sonunda normal takvim zamanında(!) oynanacak olan EURO 2024. Özetle hem kulüp, hem de milli takım seviyesinde şahane bir maç takvimi bizi bekliyor. İlk dileğim bahar aylarında Avrupa’da en az 2’den fazla takımımız olması ve EURO 2024’te Almanya’da ay-yıldızlı formayı görmek. Bir de tüm bu futbol sezonunun yanında, beni heyecanlandıran bir diğer konu ise gelmiş geçmiş en iyi oyuncu olmaya aday(!) Victor Wembanyama basketbolun zirvesinde, NBA’de sahne almaya başlayacak. NBA her sene tadından yenmeyen bir organizasyon ama bu sene özel bir sosu olduğunu inkar edemeyiz. Wemby’nin ilk resmi maçından sonraki, İnan Özdemir ve Kaan Kural’ın (ya da buraya “Amerikan Mutfak” yazabiliriz) programını heyecanla bekliyoruz.

Anlamak Güç…

Dün yine ortalık yangın yerine döndü, yine hiçbir önemi ve karşılığı olmayan bir çalım meselesi ve bununla paralel taraftarların takımları belki de en kritik elemeleri oynarken dikkatini tamamen transfere çevirmesi! İlk turu bazı takımlarımız zorlanarak, bazı takımlarımız da kolaylıkla geçti. Ancak bundan sonrası pek kolay olmayacak, özellikle kurası nispeten zor takımlarımız ve durumu gereği çok önemli bir hedefi olan Galatasaray için. Transfer eğlencelidir, keyiflidir anlıyorum ama kafamızı tamamen buraya çevirmeyi anlamak güç. Gelecekte daha çok takımla, daha yüksek seviyede turnuvalara katılmak için önemli olan bugün gelecek transferlerdense, şu 2 haftada ve devamında çıkılacak maçlar. Uzun yıllar önce Mehmet Demirkol’dan duyduğum ve tek odak noktamız olması gereken konu; bütün kavgayı bitirecek olan Avrupa’ya ve özellikle Şampiyonlar Ligi’ne 2 ya da 3 takımımızın düzenli katılımı… O yüzden tüm kamuoyu olarak boş verelim; çalımı, transferi, kadro mühendisliğini, onları zaten düşünen var. Bu ülkenin kısa vadeli en büyük hedefi, 4 takımla beraber Avrupa’da gruplara kalmaktır.

 Türkiye’de spor denince akla ilk gelenin futbol olduğunu söylemek sanırım 4-5 yaşında bir çocuğun bile belki idrak edebileceği bir şey. Ancak bizim gibi nüfusu bol olan bir ülkede hem kalkınma hem de gençlerin doğru amaçlar uğrunda evrilebilmesi için bir spor ülkesi olmak şart. Bu da futbol dışında alternatif yollardan geçiyor. Ülkede 2000’lerin başında olan atletizm furyası daha sonra yerini doping skandallarına bırakmıştı. Amatör ve daha geride kalmış takım sporları için kritik anlar ve eşikler çok önemlidir. O noktalar geçildikten sonra toplum ve nüfus olarak entegrasyon daha rahat olur. Buna yine 2000’lerin başındaki basketbol ve voleyboldaki başarılarımızı örnek gösterebiliriz. Daha sonra olanlar ortada; basketbol ligimiz Avrupa’nın rahatlıkla ilk 3 liginden biri, voleybol için bir şey yazmamıza gerek yok, onlar sadece başarıları ile değil, duruşları ve verdikleri ilhamla bence bir devrim yaptılar, yapıyorlar. Aynı şekilde alanında bir bayrak taşıyıcı olan ve daha çok örnek göstermemiz, ilham almamız gereken bir isim de Mete Gazoz. İşim gereği hem kendisini yakından takip ediyor hem de bu ülkenin bir vatandaşı olarak gurur duyuyorum. Ama tam bu noktadan sonra, amatör sporlar konusunda toplumumuzu yüreklendirme ve bunu kamuoyu olarak tam da hak ettiği şekilde yüceltme ve büyütme görevimiz başlıyor. Çok başarılı olduğumuz diğer sporlar için de bu geçerli; jimnastik, güreş, boks gibi. “Bir spor ülkesi olmak” Türkiye’nin kalkınmasındaki en önemli rollerden birini oynayabilir. Bunu sağlamak da sadece devlete düşmüyor, en önemli görev devletin ancak medya daha çok ver verdiğinde, markalar bu sporcuları daha çok desteklediğinde ve belki de en önemlisi imkanlar daha çok artıp, ebeveynler desteklemeye başladığında o zaman işte “Bir spor ülkesi olma” yoluna girmiş olacağız.

09 Ağustos 2023, Çarşamba 11:43
YAZININ DEVAMI

‘’Darısı Başımıza‘’

Geçtiğimiz günlerde, futbol tarihinin en pahalı forma anlaşması imzalandı. Genelde Premier Lig’in en pahalı anlaşması olarak haberlerde yer aldı, Premier Lig dünyanın en büyük ekonomi hacmine sahip olan lig olduğu için otomatik olarak futbolun en büyük forma anlaşması dememizde bir sakınca yok. Manchester United, Adidas ile 10 yıllığına 900 milyon pound üzerinden, halihazırdaki anlaşmayı uzattığını açıkladı. Bu rekor, diğer büyük takımların sözleşme yenilenme zamanı geldikçe tekrar tekrar kırılacaktır. Çünkü İngiltere’de takımların elde ettiği gelirler, takımların kendi yönetimi ve yaklaşımı ile ilgili olsa da ligin değeri de buna çok büyük etken. Birbirini besleyen, içe içe geçmiş bir marka değerinden bahsetmek mümkün.

Çok büyük taraftar kitleleri olan takımlara sponsor olmak isteyen markalar, bir de Premier Lig gibi şu an tartışmasız en ilgi çekici ve en büyük liginde logolarını görmek, göstermek istediğinde rakam da haliyle büyüyor. Bizim ligimizi ve takımlarımızı bekleyen en büyük tehlikede, yenilenecek forma sponsorluğunun nasıl ve hangi meblağ üzerinden yenileneceği konusu. Bildiğim kadarıyla Galatasaray şu an yenilenmeye en yakın konumda. Eminim birçok kulüpte de bu dönem yaklaşıyordur veya elbet yaklaşacak. Sorunumuzu çözmezsek uzun yıllar çok düşük bir tutar üzerinden anlaşmalar gerçekleştirilecek.

Bu sorunumuz; ligimizin marka değerini düşüren her şey. Bu sezon ligimizde rekabet edelim ancak Avrupa konusunda destek anlamında birleşelim. İmalı, somut kanıtlardan uzak açıklamalardan kaçınalım. Hakem değil futbol konuşalım. İşin magazin boyutunu değil, taktik boyutlarını konuşalım. Bu alan hepimizin, Türkiye’de bazen, toplumsal olarak yaşadığımız kötü bir hadisenin etkilerini bile futbolda milli takım veya kulüp düzeyinde alınan iyi bir sonuçla unutabiliyoruz. Gerçi çoğu şeyi çok hızlı unutuyoruz ama… Olsun, Türkiye için spor en az turizm kadar önemli ve artık yeni bir bakış açısına ihtiyacımız var. Yeni sezon başlarken, biz yine bunları söylemiş ve dilemiş olalım. Gerisi bu durumlara karar veren yöneticilerde ve futbolun içindeki aktörlerde.

Yayının İyisi, Kötüsü Olur…

Zalgris- Galatasaray maçında yaşanan yayın sorunu haliyle çok büyük tepkilere yol açtı. Çok da haklılar aslında, normalde hata tabii ki olur, ancak bu 1, bilemediniz 2 dakika sürer. Bu sefer neredeyse ilk yarı boyunca bir problem yaşandı ve taraftarlar takımlarını bu sezon ilk kez seyrederken resmen çile çektiler. Bu da insanları muhtemelen kaçak yayınlara yönlendirdi.

İnsanlar hem para ödediği şeyi izleyemedi, hem de mecbur kaçak yayın izlemek zorunda kaldı! Bu sorunun sadece Galatasaray maçında yaşanması konusunda ise komplo teorilerini saçma buluyor, bunun taleple ilgili olduğunu düşünüyorum. Sonuçta bugünkü maçı başka bir yayıncı kurum yayınlıyor, sanırım risk almamak adına bir önceki yayıncı bu maçı yayınlamak istemedi. Umarım bir sorun olmaz ve taraftarlar cam gibi bir görüntüde maçını izler. Bu sorunları konuşmadığımız bir sezon olur olsun!

Not olarak, Galatasaray Youtube kanalı, katıl üyelerine Icardi’nin gelişini canlı ve özel bir şekilde vermeye çalıştı. Çalıştı diyorum çünkü belli bir kısmı internet üzerinden verilen yayında, bağlantı sorunu sebebiyle yayın aktarılamadı. Ne ilk kez oyuncu geliyor, ne de ilk kez internet üzerinden yayın yapılıyor. Bir önceki yazılarda da söylediğimiz gibi, destek bekliyorsanız, bunun da karşılığını vermelisiniz. İçerik anlamında ciddi bir artış olsa da bence Icardi gelişiyle beraber gündem olmamış, çok büyük bir hataydı.

İşte bunların hepsi marka değeri…

 

02 Ağustos 2023, Çarşamba 18:25
YAZININ DEVAMI

‘’Bu Sene O Sene mi?‘’

Bugün Türk futbolunun belki de en potansiyelli Avrupa sezonu başladı. Galatasaray eğer başarabilirse Şampiyonlar Ligi ve oradan belki bir UEFA Avrupa Ligi yolculuğu ya da CL’de üst turlara, Fenerbahçe, Beşiktaş ve Adana Demirspor da Konferans Ligi’nde çok ileriye gitme şansına sahip. Kadrolara, yapılan yatırımlara baktığımda, bu sene en kötü Nisan ayında en az 1, olursa da 2 takımla Avrupa’da yer almalıyız. Tarihi bir sezon fırsatı olduğunu düşünerek, tüm takımlarımıza sıfır sakatlık, bol şans ve çok başarı diliyorum. Yolun sonu önce final, sonra kupa olsun. Bu sene o sene olabilir…

Bir Güzel Haber Ama…
Ülkemizde spor ve özellikle futbolla ilgili son dönemde gördüğüm en güzel haber tartışmasız, “profesyonel sporcular için alınan vergi, kulüplere altyapı ve amatör branşlarda kullanılmak üzere iade edilecek” haberi oldu. Çok kabaca Almanya’daki eyalet sistemindeki vergi yapısına benziyor ve bence kusursuz bir yönetmelik olmuş. Spordan kazanılan verginin tekrar spora en temel seviyeden geri kazandırılmasını alkışlamaktan başka elden bir şey gelmez. Fakat…Türkiye’deki belki de en kronik sorunlardan olan bir konu hemen aklıma geldi; “Denetim”. Bu haber özelinde Türk sporu ve futbolu için umutlansam da ülke olarak denetleme konusunda ne kadar başarısız ve isteksiz olduğumuz aklıma gelince bir hüzünlendim açıkcası. Çünkü eğer bu yönetmelik uygulanır ve denetimi yapılırsa, Türk sporunun ve futbolunun herkesin yıllardır konuştuğu 83 milyon nüfusun ortaya çıkarabileceği potansiyeli çıkarabiliriz. Düşünseniz, şu an büyük kulüplerin birbirine transfer çalımı atmış olmaktan duyduğu manasız ve anlamsız haz, en azından sporcuların yetişmesine ve en önemlisi sağlıklı bir yaşam tercihi olan sporun gençler arasında iyice yaygınlaşmasını sağlayabilir.

Yeri Gelmişken…
Bu yaz transfer döneminin ana konusu, kim kime nasıl çalım attı? Attı mı? Atmadı mı? İlk kim masadan kalktı? Aynı paraya mı tercih etti yoksa düşük paraya mı geldi? gibi sahaya ve futbola hiçbir katkısı olmayan tartışmalar. Bu yaz transfer döneminin malzemesi de bu oldu maalesef. Transfer çalımı nedir, kim kime gerçekten transfer çalımı atmıştır gibi konulara girmeyeceğim tabii ki ama çalımın kendisinden ziyade sahada ne olduğunun daha önemli olduğunu taraftarlar geriye dönüp çok rahat görebilir. Genç arkadaşlarımız hatırlamayabilir ama Mehmet Topuz çok acayip bir transfer hadisesiydi, günlerce konuşuldu. O dönem için çok ciddi bir bonservis bedeli ödendi. Sonra ne olduğunu merak edenler Mehmet Topuz’un kariyerine bakabilirler. Diğer bir örnek Stoch… Galatasaray resmi sitesinde (o zamanlar Twitter, Romano falan yok, web siteden açıklanırdı ilk) açıklanmış bir oyuncuyu Fenerbahçe almıştı. Stoch Fenerbahçe’ye giderken Şampiyonlar Ligi için gittiğini söyleyip, sonrasında bir kere bile oynayamamıştı. Bunun yanı sıra eminim iyi sonuçlanmış örnekler de vardır elbet. Özetle, bu sene gerçekleşen Syzmanski, Tadic, Halil, Zaha gibi transferlerin çalım olup olmamasının hiçbir anlamı yok. Ne zaman ki sahaya çıkarlar, kulüplerinin başarılarına direkt etki ederler o zaman fark yaratan bir hamleden bahsedebiliriz. Naçizane tüm taraftarlara önerim, bu döviz kurlarına ve futbolun marka değerini düşüren birçok ögeye rağmen, çok kaliteli topçuların olduğu bu ligin keyfini çıkarmaları.

26 Temmuz 2023, Çarşamba 09:11
YAZININ DEVAMI

‘’Turkish Delight!‘’

En önemli turizm ögelerimizden biri olan ve özellikle sevenlerinin iştahı kabartan lokumumuz yani “Turkish Delight” kavramını artık yabancı kulüpler, Türk ya da Türk kökenli futbolcular için de düşünüyor olabilir. Temmuz ayında en çok göze batan medya çalışması Barbie filmini bir kenera bırakırsak, benim en çok dikkatimi çeken yabancı takımların sosyal medya üzerinden Türk veya Türk kökenli oyuncular üzerinden yapmaya çalıştıkları etkileşim çabaları oldu. Daha önce üzerinde fazlasıyla durduğumuz ve hala bence ülkede değeri anlaşılmayan Arda Güler transferi buna en güzel örnek.

Real Madrid sosyal medya hesapları, kulübün büyüklüğüne göre ciddi sayılabilecek bir gün sayısında sadece Arda’yı paylaştı. Real Madrid için bile önemli bir transfer olduğunu kabul ediyorum ve bu Arda için çok gurur verici ancak bu paylaşım frekansının sadece transferin öneminden kaynaklandığını düşünmüyorum. Paylaşımlar sanki bir marka – marka elçisi iş birliği gibi, özellikle Twitter ve Instagram’da bir Real Madrid x Arda Güler kampanyasına dönüştü. Kafamızı biraz başka alanlara çevirdiğimizde, İlkay Gündoğan’ın Barcelona ile, Çağlar’ın Atletico ile anlaşmasıyla beraber, o kulüplerde de bunu fazlasıyla görüyoruz. Bunları eleştirdiğim veya fazla bulduğum için değil, tam tersi etkileşimin kaynağı olan taraftarların en çok aidiyet duyduğu kulüplerimizin bu gücü yeterince kullanmadığı ile ilgili söylüyorum.

Geçtiğimiz bir yazımda; “Sol bekten önce içerik lazım” alt başlığı altında, Galatasaray’ın hala Cumhuriyetin 100.yıl şampiyonluğu ile ilgili, özel ve kimsenin görmediği, gün yüzüne çıkmamış görüntülerden bir içerik olmadığını yazmıştım. Hala böyle bir içerik göremedim. Keza tüm kulüplerimiz için geçerli olmak üzere, Youtube ve Twitter’ı, sahip olunan etkileşim gücüne rağmen çok az değerlendiriyoruz. Burada sizlere dijitalin veya sosyal medyanın önemiyle ilgili bir şey yazmama gerek yok. O zaten dünün haberi ama biraz yaptığım işimin de gereği tekrar vurgulamak gerekir diye düşünüyorum. Böyle konular için dünyayı yeniden keşfetmeye de gerek yok, çok basit bir şekilde Manchester City’nin paylaşımlarına bakabilirler ya da bu konuda çok beğendiğim Ajax’ın sosyal medya hesaplarını inceleyebilirler. Büyük takımların bazen bir futbolcuya verdiği bonservis ya da yıllık maaş ücretinin maksimum %10’ununa harikalar yaratılabilir ve bunun geri dönüşü fazlasıyla olabilir.

Tam bu noktada Galatasaray’ın son olarak “Youtube Katıl” konusunda attığımı adımla ilgili olumlu şeyler söylemek isterdim ama en son kontrol ettiğimde hala takımda olmayan “Emre Akbaba” görseliyle açılan bir app ve oraya ödenen üyelik bedelleri varken, bu karmaşaya temas etmeden geçmek olmazdı. Burada ya bir konsolidasyon lazım, app’i kapatarak herkesi Youtube’a yönlendirmek ya da app üzerindeki içeriklerde farklılaşmak lazım. İkisi de olmayınca, bu taraftarların aidiyet duygusundan faydalanmak oluyor ne yazık ki. Taraftar bir şeyler talep etmeden önce takımına destek olmalı tezine katılsam da taraftar da verdiği paranın karşılığını mutlaka görmeli. Özetle, kulüplerimizin elini ayağını ne bağlıyor bu konuda bilmiyorum. Maliyet olamaz çünkü istendiği zaman her yere gerekli maliyetler ödeniyor. Etkileşim ve geri dönüş treni kolay kolay kaçmaz ama bu durumu futbolun ek gelire bu kadar ihtiyacı varken, çölde bir musluk bulup onu boşa akıtmaya benzetiyorum. Umarım en kısa zamanda pozitif, taraftarların ilgisini çekebilecek içerikler her kulübümüzde görebiliriz. Ne bileyim, hani herkesin dilinde olan ama uğruna hiçbir şey yapılmayan hatta baltalanan marka değerine iyi gelir…

19 Temmuz 2023, Çarşamba 16:37
YAZININ DEVAMI

‘’Keyfini mi çıkarsak? ‘’

Türkiye futbol liglerinden yapılan, en azından benim tanık olduğum en acayip ve bence en büyük transfer gerçekleşti. Sergen ve Hagi’yi izlemiş biri olarak; onlardan bu yana, Arda Güler gibi topla bu kadar doğal ve her şeyi sanki zaten olacağını biliyormuş gibi yapan birini görmemiştim. Oynamaya başladığından beri hangi maçta oynadıysa sadece onu izlemek için ekran başına oturdum. Burada benim ya da dünyada kimsenin onu övmesine gerek yok. Zaten her şey ortada. Eminim şahane ve hiç yaşanmamış şeyleri yaşattığı bir kariyeri olacak. Fakat bence bu transfer; (kısmen de anlayabildiğim ölçüde) Fenerbahçe camiasının konuya duygusal yaklaşımı sebebiyle tam ne olduğunu idrak edemediğimiz veya tadını çıkaramadığımız bir transfer oldu. 18 yaşını daha çok taze doldurmuş, tamamıyla bu topraklarda yetişmiş bir oyuncu, kendi şartlarını direterek dünyanın bence tartışmasız en büyük kulübüne transfer oldu. Bunun tekrarlanma ihtimali ya da benzerini yaşama ihtimali ne olur bilemeyiz ama bir Türk insanın, hayatında bir ya da iki kere görebileceği bir hadiseyi yaşadık. Fakat biz yine her olayda olduğu gibi, tamamen kişisel düşüncelerimizle bu muazzam olayında ne tadını çıkarabildik ne de hakkını verebildik! Real Madrid sosyal medya hesabı zaten o boşluğu da doldurarak neredeyse 2-3 gün her yeri Arda Güler yaptı. Tüm bu yaratılan olumsuz havaya ve fazlasıyla duygusal çabalara rağmen Fenerbahçe, en başından beri yapması gerektiği gibi transfer açıklandıktan sonra çok şık bir metin yayınladı. Herkesi anlamak veya anlamaya çalışmakla beraber; küskün ve kalbi kırık tüm futbolseverler, artık Real Madrid’de bir gurur kaynağınız, bir kardeşiniz var. Artık her şeyi geride bırakıp keyfini çıkaralım!

En az oyuncu kadar önemli!

Geçtiğimiz günlerde bence Türk futbolu için iki tane çok önemli gelişme yaşandı. En az futbolcu ihracı kadar önemli olduğunu düşündüğüm teknik direktör ihracı konusu. Türkiye’den iki teknik direktör Avrupa’ya transfer oldu. İlk olarak Türk de olduğu için Erol Bulut’tan başlayalım. Kendisi Cardiff City ile anlaştı. Championship her ne kadar kendi ülkesinin 1. Ligi olmasa da dünyada pek çok ligden daha zor ve kendi içinde çok farklı dinamikleri olan bir lig. Başarılı bir sezon geçirseniz bile Premier Lig’e çıkmayı başaramayabileceğiniz, 24 takımlı, çok çetin ve uzun soluklu bir maraton. Cardiff geçen sezonu düşme potasının hemen üstünde 21.sırada bitirdi. Dolayısıyla burada Erol Bulut’un başarısı önce Cardiff’i rahatça ligde tutup belki üst sıralara göz kırpması olabilecektir ancak. Fakat Erol Bulut bu ligde başarırsa, bu sadece onu etkilemeyecek diğer tüm Süper Lig teknik direktörleri için de bir değerli başarı olacaktır. Çünkü nasıl Türkiye’den çıkan oyuncuların başarısı, bir sonraki transferleri etkiliyorsa, bu hocalar için de geçerli. Diğer ihraç ettiğimiz bir isim de Farioli. Ligimizde önce Karagümrük, sonrasında Alanyaspor’u çalıştırdıktan sonra, şimdi de yeni sezonda Nice’i çalıştıracak. Fransa Ligi’nin oyuncu yetiştiren, dönem dönem iyi takımlar kurduğunda hem ligde hem Avrupa’da büyüklere zorluk çıkartabilen bir takımı Nice ve Farioli’nin başarısı yine Türkiye’de takım çalıştıran yerli-yabancı her teknik direktör için önemli. Gerek transfer gündemi gerek bayram vs. yeteri kadar üzerinde durulmadığını düşündüğüm için yazmak ve tarihe not düşmek istedim. Umarım ikisi de çok başarılı olur ve daha nice, ligimizde teknik direktörlük yapan hocaları yurt dışındaki takımların başında ve başarılı olurken görürüz.

11 Temmuz 2023, Salı 13:30
YAZININ DEVAMI

‘’Göze Çarpanlar‘’

Futbol sezonu tamamlanıp, maçları yerini kısa bir süre sadece transfer, duyum ve pazarlama işlerine bıraktığında bazıları için çile, bazıları için de eğlence başlıyor... Ben ikisi arasında duruyorum sanırım. Kaliteli bir futbol maçının yerini hiçbir transfer tutmaz ama olası veya bitmek üzere olan transferleri takip etmek, yerli-yabancı takımların nasıl şekil aldığını izlemek de ayrı bir keyif. Bir yandan da sponsorluk anlaşmaları, forma lansmanları da hız kazanıyor haliyle. Temmuz sonuna doğru Avrupa maçları başlayana kadar durum böyle.

Görmeden Forma Almak!

Özellikle Beşiktaş’ın ‘Görmeden de severiz’ kampanyası ile yaptığı forma lansmanı, ters köşe bir iş olarak hoşuma gitti. Bazı kesimler tarafından beğenilen bazı taraftarlar tarafından da eleştirilen bu forma kampanyası; ne olursa olsun, rutinden farklı bir çalışma ve dikkate değer…Fakat, böyle bir işe kalkıştığınızda, gerçek anlamda formayı tanıttığınızda da kreşendo etkisi yaratmanız gerekir. Belki görmeden alanlara ayrıcalıklar olabilirdi, forma gerçekten göründüğünde bir transfer yetişebilirdi vs. Detayları tabi bilemem ama daha heyecanlı bir ikinci kısım beklerdim.

Maç Sırasında Bedava Oyun Dağıtmak

Dünyanın en büyük 2 bilgisayar yazılımı üreticisinden biri olan bir firma, haftalardır sahip olduğu konsol platformu için kampanyasını yürüttüğü Game Pass’in seri numaralarını İngiltere – Makedonya maçında reklam panolarından dünyaya dağıttı. Kim ne kadar kullanmıştır bilinmez ama PR etkisi olarak şahane bir iş olmuş. Öncelikle maç İngiltere’nin maçı, yani futbolla ilgilenip maçı izlemeyenler bile bir şekilde o maçtan haberdar olacaktı. Bir de böyle bir haber değeri açığa çıkınca, normalde bu pazarlama çalışmasının ağına takılmayacak insanlar da bu durumdan haberdar oldu. Uzun zamandır Game Pass’i pazarlıyorlardı zaten ama bu işte yukarıda dediğim “kreşendo” olmuş. Rakamları tatmin ettiyse, futbol sahalarını böyle işler için daha çok görebiliriz. Not: İçerik olarak tam benzer olmasa da spor sahalarının böyle lansmanlar için kullanımı konusunda işin kralını görmek isteyenler, God of War oyununun bir NBA maçında (Golden State Warriors’un evinde “War on the Floor” event diye geçiyor) yaptığını izleyebilir.

Sol Bekten Önce İçerik Lazım

Sol bekten önce içerik tabi ki lazım değil ancak özellikle yakın zamanda yurt dışında farklı spor dallarında şampiyon olmuş takımların içeriklerini gördükçe hayrete düştüğüm için, bu alt başlık geldi aklıma. Galatasaray bildiğimiz üzere müthiş bir sistem ile transfer ve yeni sezon planlaması yapıyor. Sadece transferde değil, kulübün hiç olmadığı kadar iyi bir yapılanma içinde olduğunu hem görüyor hem de arkadaşlarımız aracılığıyla duyuyoruz. Ancak, içerik konusunda eskisinden de geride kaldığını söyleyebilirim. Türkiye’nin 100.yılında şampiyon olunduktan sonra üzerinden de 3 hafta geçmişken, bu şampiyonlukla ilgili içerikler o kadar az ki, yani insan acaba tüm sezonu çekmediler mi diye düşünüyor. Şu ana kadar taraftarın merak edeceği, hiçbir yerde göremeyeceği birçok içerik paylaşılmalıydı. Kutlama konusunda sınıfta kalındığı gibi, şampiyonluğun hikayesini taraftarla paylaşma konusunda da sınıfta kalındığını söyleyebiliriz.

21 Haziran 2023, Çarşamba 13:37
YAZININ DEVAMI

‘’Bardağın dolu ve boş kısımları‘’

Pandemi sebebiyle iki kez ertelenen ev sahipliğimiz sonunda gerçekleşti. Ev sahibi olmamızın, hem de iyi bir ev sahibi performansı göstermemizin ekonomik olduğu kadar itibar anlamında da katkısı çok büyük. Geçtiğimiz sene ikame ev sahibi İngiltere’de yaşananları düşününce (Not: İngiltere yaşananlarla ilgili köşe yazım) çok iyi bir sınav verdiğimizi söyleyebilirim.

Benim de birkaçına katıldığım birçok etkinlik, tüm hafta sonunu kapsayan programlar, Acun Ilıcalı’nın çok hızlı ve bence mükemmel bir şekilde organize ettiği şöhretler maçları gibi birçok katma değerli işlere tanıklık ettik. Genel duyduğum ulaşım ile ilgili yaşanan olumsuzluklardı. Sadece görsel anlamda stat ve çevresi çok daha renkli olabilirmiş. Saha zeminine uzun zamandır dikkat edildiğini biliyordum, keşke bu özeni stat çevresi için de gösterebilseydik. Estetik kaygımız ülke olarak çoğunlukla elle tutulur seviyede olmadığı için, pek de şaşırmadım açıkcası. 2005’teki finali yerinde seyretmiş ve ulaşımla ilgili bu sene gidenlerin anlattığına benzer sorunlarla karşılaşmış biri olarak, konunun hala çözüme kavuşmamış olması da enteresan. Sonuç olarak, çoğunlukla iyisiyle, biraz da kötüsüyle bu organizasyonu geride bıraktık. Darısı daha büyüklerine…

Hepimiz Rahatladık !

Maçtan sonra CBS Sports Golazo’ya konuşurken, Pep’in, tüm bu Şampiyonlar Ligi kazanma baskını kendi açısından ifade ettiği şahane bir cümle kullandı. Özetle, bu kupayı alarak son 6 yıldaki 5 Premier League şampiyonluğunu, 2 FA Cup’ı, 4 Lig Kupası’nı ancak şimdi anlamlandırabildik, hak edebildik dedi. O anda dinlerken, yaşadığı tüm baskıyı hissettim. Zaten sonrasında çok yorulduğundan ve Şampiyonlar Ligi’nin zorluğundan bahsetti. Uzun maratonları kazanmak her zaman daha zordur. İstikrar gerekir, disiplin gerekir, rakiplerin oynadığınız oyunu çözmesi üzerine yeni kazanma yolları gerekir. Kısa dönemli turnuvalarda, kupalarda ise sadece bir an, bütün emeklerinizin çöpe gitmesine neden olabilir. Bakınız, geçtiğimiz seneki Manchester City – Real Madrid eşleşmesi. Pep de röportajda bunu anlatmaya çalıştı aslında. Ama işte en iyisiyseniz veya en iyisi olmaya çabalıyorsanız, bunun bir bedeli de her meydan okumanızda, kazanabilecek ne varsa kazanmanız gerekmesidir. Hele bir de, adınız Pep Guardiola, forvetiniz Haaland, orta sahanız Kevin de Bruyne ise, üstüne bir de dilediğiniz oyuncuyu alabilme gücüne sahip bir takım çalıştırıyorsanız, bunu yapmaya mecbursunuzdur. Can sıkıcı olsa da, en iyiler için durum böyle. Büyüklüklerini bu başarılar belki net belirlemiyor ama etkiliyor. Aynı Messi’nin Dünya Kupası hadisesi gibi, Pep ve City ile Şampiyonlar Ligi kazanması konusunu geride bıraktık. Hepimize geçmiş olsun Yeni bir maceraya atılmadan, City’de kalırsa, bir zaman sonra Sir Alex Ferguson’u kupa sayısında geçecek mi geçemeyecek mi diye tartışmaya başlarız.

15 Haziran 2023, Perşembe 10:10
YAZININ DEVAMI