Arama

Popüler aramalar

‘’Tuncay ve transfer‘’

Tuncay'ın Fenerbahçe'den Middlesbrough'ya geldiği zaman transferinde çıkan bir pürüz yüzünden kulübün sahibi Steve Gibson ile yoğun bir telefon trafiği yaşamıştım. Bunlardan birinde "Tuncay sizde bir sezondan fazla oynamaz, muhakkak bir alıcısı çıkar" dediğimde verdiği cevap şuydu: "Edip, biz futbolcuya ve oyununa para vermiyoruz, esir satın almıyoruz. Aşama yapıp, diğer kulüplerin dikkatini çekerse ve istediğimiz bonservis bedelini getirirse istediği kulübe gidebilir."

Hafta sonu Emirates'te Arsenal-M.Brough maçını izledim. Maçtan sonra televizyonda Tugay'ın ilk 11'de oynadığı karşılaşmayı seyretmeye dalınca Tuncay ile görüşemedim. Bugüne kadar yaptıklarıyla Premiership'te kendini kabul ettirdi ve piyasası oluştu. Bir takımın onunla ciddi olarak ilgilendiğini biliyorum. Şu anda Middlesbrough kritik bir durumda. Bana sorarsanız kimse onları kurtaramaz. Arsenal karşısında iki stoper, Downing ve biraz da yanlış yerde oynatılmasına rağmen Tuncay'ın çırpınışları vardı. 15. dakikadan sonra onların da gardı düştü. Golden sonra 'bitse de gitsek' havasına girdiler.

Tuncay'ın transferine gelince, Scolari'nin istediği doğruydu. Hatta para konusu bile gündeme geldi, ancak takımın diğer yıldızı Downing de ayrılmak isteyince ikisini de izin vermediler. Middlesbrough, Premier Lig'de kalırsa Tuncay'ın durumu ne olur? 2 sene daha mukavelesi bulunduğu için bütün söz kulüptedir. İsteyen kulüpler, teklifi önce telefonla, anlaşma olursa da faks yoluyla Middlesbrough'ya iletirler. Birden fazla kulüp aynı bonservis bedelini verirse iş Tuncay'ın tercihine kalır. "Ben kulübümden memnunum, ayrılmak istemiyorum" dedği anda takımda kalır. 2 sezon sonra da bonservisi elinde başka kulübe gidebilir. Ya Middlesbrough küme düşerse, işte o zaman burada bir püf nokta var. Bu yüzden ismi bende saklı olan takımı açıklayıp, milli oyuncumuzun zor durumda kalmasını istemiyorum. Championship'e düştükleri anda gelirler yarının altına düşeceği için haftalık maaşların da yüzde 50'sini indirmeyi teklif ederler. Bu da haftada 40 bin Pound alan bir futbolcunun maaşının 20 bine inmesidir. İşte bu yüzden, top kulüpte olduğu için Tuncay'ın bütün spekülasyonlardan uzak durması ve İngiltere'de hiçbir işin duygu sömürüsüyle değil kitapta yazdığı gibi uygulandığını hatırlamasında fayda vardır.

28 Nisan 2009, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Rezerv takım ne için kurulur?‘’

Tugay'ı sanki suç işlemiş ve rütbesi düşürülmüş bir kamu gorevlisi gibi insanlara haber başlığı altında lanse ederseniz çok ayıp etmiş olursunuz. Türkiye'de Reserve Lig vardı ve de ben Beşiktaş Reserve takımının kaptanıydım desem 'bu kafayı yemiş' diye düşünürsünüz. Arşivler, Bab-ı Ali'de unutulduğu için, internet çocuklarının oyuncağı oldu habercilik. Genç takımda yaşı dolanlar, A Takım'da formsuz ve kadro dışı kalan futbolcuların oluşturduğu bu ligin adı İstanbul Amatör Ligi'ydi. 5 profesyonel futbolcu hakkımız vardı. Maçlar çarşamba günleri oynanırdı. Bu takımın en önemli oyuncusu Yusuf Tunaoğlu'ydu. Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş, Anadolu, Beylerbeyi, Karagümrük, Vefa gibi güzide takımların oluşturduğu bu ligi izleyen seyirci sayısı bügun Hacettepe ve belediye takımlarının seyircisinden çok daha fazlaydı. Metin Türel A Takım hocası, babam da menacerdi. Beni A Takım'a aldılar. 4 antrenmandan sonra "Eğer Yusuf bu takımda oynayamıyorsa bana da burada yer olmaması gerekir" dedim ve futbolu bırakıp, 1976'da Londra'ya geldim. Şimdi İngiltere'deki Reserve Lig'e bakalım. Pazartesi akşamları, bölgesel deplasmanlı ve aynen Premiership kurallarının uygulandığı bu ligin amacı akademideki gelecek vaadeden futbolcuları formda tutmak ve maç tecrübesi kazandırmak içindir. Ancak A Takım'da olup maç eksiği bulunanlar ve sakatlığı yeni atlatan futbolcular, hocalarının öngördüğü şekilde bu takımda oynarlar. Tugay'ın durumuna gelince, cumartesi günü Wembley'de maçta olduğum için Stoke City maçında kadroda olmadığını farkedemedim. Dün aradım "Neden yoktun?" dedim. Aynen aktarıyorum: "Abi cuma günü son idmanın ortasında sağ arka alt adalemde ağrı hissettim. Hoca beni derhal tedaviye gönderdi. Son bir deneme yapmak için beni kadroya aldı. Maç sabahı yapılan fitness testinde ağrılarım devam etti. Ama ben oynayabileceğimi söyledim. Kesinlikle riske edemeyeceğini ve ona lazım olduğumu belirtti, ardından da "Sen dinlen" dedi. Pazar günü izin günümüzdü ancak ben tedavi oldum. Pazartesi hoca, takımı İskoçya'ya götürdü. Bana da tedavi olmamı ve kendimi iyi hissedersem reserv maçında oynayıp, ayağımı denememi söyledi. Çarşamba bütün takım izinli, perşembe sabahı idmana çıkmamda bir sorun yok. Wigan maçı için kadroya alıp, almamak hoca Allardyce'a bağlı. İşte olay bundan ibaret." Demekki ne yapıcaksın, araştıracaksın ve dersini çalışacaksın. Hayırlı günler...

22 Nisan 2009, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Hiddink, Wembley ve Drogba‘’

Golü attıktan sonra kale arkasındaki Chelsea seyircilerine koşarken çıkardığı forması için gördüğü sarı kart bile umurunda değildi Drogba'nın. Kendisini yeniden yaratan Hiddink'in bu kupayı almasını istiyordu. Chelsea, Arsenal'i 62 seneden sonra ilk defa federasyon kupasında yeniyordu. Drogba için durum biraz değişikti. Arsenal'le oynadıkları 9 maçta 8 golü vardı. Maçtan sonra Arsene Wenger'in söyledikleri şuydu; ’Yine bize gol attı, büyük maçların oyuncusu olduğunu gösterdi. Bazen abartılı bir şekilde kendini yere bıraksa bile gerçekten büyük futbolcu’.

Wembley basın tribününde seyrettiğim ilk maçtaki heyecanım maçı seyreden 88.103 seyirciden daha fazlaydı. İki tarafın da tutuk başladığı maçın 18. dakikasında sol taraftan Gibbs’in çizgiye inip yaptığı ortaya Walcott’un vurmak istediği voleden başka herşeye benziyordu fakat Ashley Cole’un elinden aldığı falsoyla Petr Cech’i kontrpiyede bırakınca Arsenal 1-0 öne geçti. Son maçların formda oyuncusu Song ve Arshavin'i yanında oturtan Wenger, Almunia’nin yokluğunda kaleyi koruyan Fabianski'nin bu kadar heyecanlı olmasını ve acemice hatalar yapacağını hesaba katmamıştı. Frank Lampard 33.dakikada ceza sahasının sol köşesinde Malouday'i buluşturdu. Zamanlama hatası yapan Fabianski'nin aklı herhalde akşam kutlayacağı doğum günündeydi. Anelka'nın direkten dönen topundan sonra Chelsea yine daha iyi takım görüntüsündeydi.

Her maçını çok yüksek pas yüzdesiyle oynayan Arsenal bu maçta çok top kaybetti ve kendilerinden beklenmeyen pas hataları yaptı. 'Maç uzatmaya gidiyor' derken yine Lampard, Drogba'nın önüne topu uzattı; önce Silvestreyi sonra da Fabianski'yi geçen Drogba, takımını finale yükseltti. Federasyon kupası finalinin akşamı Chelsea’yi bırakıp, Rusya Milli Takımı'na dönecek olan Hiddink, aldıkları iyi sonuçlarda bütün başarının futbolculara ait olduğunu ifade ederken Chelsea’nin de bir an önce Arsene Wenger’in sistemini benimsemesinin doğru yol olacağını belirtti.

Son olarak ekleyeceklerim şunlar: Muazzam güvenlik kimseye göz açtırmadı, tutuklanan olmadı fakat stat dışına çıkarılıp, maçı televizyondan seyredenler vardı. En büyük hayalkırıklığım ise 900 Milyon Pound harcanan stadın zeminiydi. Son altı ayda 3 kere yenilenen ve her seferinde 150 bin Pound ödenerek değiştirilen çimler; U2, Coldplay konserleri, Rugby maçları neticesinde tarlayı andırıyordu. Bakalim seneye Oasis konserlerinden sonra zemin nasıl bir halde olacak.

19 Nisan 2009, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Yok daha neler!‘’

Baba Recep ile Ali İhsan hala hayattayken, hem de formda bir Sanlı-Vedat ikilisi varken, bu Yusuf işine pek anlam veremedim. Ben Yusuf ismini severim, zaten oğluma da bu ismi verdiğim zaman, hakikisi hayattaydı. Şimdi nostaljiyi bırakıp, bugüne dönelim.
Beşiktaş iyi takım, çok iyi futbolcuları var, diyorlar. Dediklerine göre, bu kadro şampiyon olmak için yeterliymiş. Demek ki, ben başka Beşiktaş izliyorum. Öncelikle Beşiktaş’ın iki kaleciye ihtiyacı var. Alt yapı diyorlar. Bugüne kadar bir sağ bek yetiştiremediler. Takım sahaya çıkıyor, anlamsız bir koşuşturmaca başlıyor. Son derece basit pas alışverişlerini bile yapamıyorlar. Topun önünde koşan futbolcu bile var. Adam kaçırdıkları zaman kademe anlayışları yok. Zaten olamaz da, dünyada görülmemiş bir sistemle insanları kahrediyorlar. Frikik çalışmaları yok. Ligde en çok korner atan takımın bir golü olmaz mı? Eski yönetimler de hata yaptılar. Hatta dolduruşa gelip, Ümit-Erman ikilisini transferde bomba diye aldılar. O bomba, kendi ceza sahasında patladı, Beşiktaş ilk defa tarihinde 100’den fazla gol yedi.
Tam Sivok,Zapo ikilisi dortlu defansin ortasinda uyum sagladi derken kiymetli hocam Amerikayi keşfetme tercihinde bulundu. Şimdi böyle bir kurgudaki takıma, Yusuf’u kurtarıcı olarak getirip, seyircinin önüne atıyorlar. Daha topa vurmadan tepkiler başladı. Normaldir. Akılları sıra gündemi değiştiriyorlar. Beşiktaş’ı seven bir Trabzonspor kalmıştı, onları da üzdüler. Çok mu gerekliydi bu transfer... Futbolun sadece hücum yönünü oynayan bu futbolcunun büyük defans zaafı olan bir takıma gelmesi, ne derece doğrudur...
Beşiktaş’a, doktor “Ne yerse, yesin” dedirttiniz ya, hepinize helâl olsun...

10 Ocak 2009, Cumartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Beşiktaş kazanabilir mi?‘’

Annemi aradım, ‘hafta sonu maç ne olur’ diye sordum; sormaz olaydım! Aynen aktarıyorum: “Belli mi olur evladım; top yuvarlaktır. Kötü günler geçirsek de Beşiktaş, Beşiktaş’tır. Hem sen nasıl konuşuyorsun; bir defa onun hesabını ver bana. İnsanda biraz utanma olur, kursağındaki her lokmayı baban Beşiktaş’ta oynayıp kazandı. Nankör evlat!”
Baba Recep’in hanımı, benim de annem olan Nahide Adanır dedi bunları. Beşiktaş’ın 50’li senelerdeki amigosu. Hani maç öncesi Köyiçi’nde toplanan taraftar grubu var ya; onların arasına boynuna Siyah-Beyaz kaşkol takıp, 76 yaşında Balmumcu’dan Köyiçi’ne yürüyerek gidip, şarkılar söyleyen kadın...
Can çıkar, huy çıkmaz. Benim telefonda söylediğim tek cümle; “Bu takımdan hiç bir şey olmaz anne, boşuna kendini paralama”ydı. Annemin hiddeti ise hâlâ geçmis değil. Telefonlara çıkamaz oldum. Cep telefonuyla arası iyi değildir, fakat nasıl olduysa mesaj göndermiş: “Remzin kartallar gibi engelleri yen aş, layıktır bu vasıflar sana ey şanlı Beşiktaş...”
Kızgınlığı o kadar artmış ki, bütün arkadaşlarımı arayıp, “Bu itle konuşmayın. O artık bir Beşiktaş düşmanı” demeye başlamış.
Benim söylediğim tek cümle oydu. Kalbimden geçiyor, fakat kağıda kaleme döktüğümde birle beş yer değiştiriyor, yüzde 15 oluyor.
Bu arada; annemin, kardeşim Eren’den başka yeni bir oğlu daha var! Anlata anlata bitiremiyor: “Benim oğlum bana kırmızı gül gönderiyor her Anneler Günü’nde” diye söze başlıyor ve devam ediyor: “O, bir tanedir. Zaten babası da çok beyefendi, tıpkı ona çekmiş. İki kardeş çatlayın da patlayın...”
Tahmin ettiğiniz gibi, Yıldırım Demirören’den bahsediyor.
Pes be anne! Bir kırmızı güle tav olacağını bilseydim, ben sana gül bahçesi yaptırırdım!
“Benim takımım en iyisi. Gol atamayacağı takım yok. Kenarda Mustafa hiç anlamadığım garip el kol hareketleri yapsa da, bu takım Galatasaray’ı çok rahat yener” diyerek işi çözdü annem.
Demek bir bildiği var. Ben maç için televizyon karşısında olamayacağım ne yazık ki; çünkü Arsenal-Liverpool maçındayım.
Sizlere hayırlı derbiler; annemi utandırmayın.

21 Aralık 2008, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Arsenal satılır mı?‘’

Öncelikle Wenger'in transfer politikasıyla başlayalım. ’Ben gençlerime güveniyorum bunların arasına 30-40 milyon verip sistemimizi ve İngiltere'yi hiç bilmeyen 25-26 yaşındaki futbolcuyu sokmam‘ diyor. Fransız çalıştırıcı. 'Arsenal'in borcu var, parası yok' diyenlere de en fazla hisse sahibi durumundaki Danny Fizsman şöyle cevap veriyor: 'Arsene istesin, 50 milyon poundu masasına koyalım hiç sorun değil’. Bu tip konuşmalar basına yansıdığı zaman -ki toplantılar açık oluyor, taraftar haklı olarak Chelsea ve Man. United’ın arkasında kalmaktan şikayetlerini dile getiriyorlar. Tabii bu koro halinde Wenger'e küfür ederek değil, her hafta kulüp direktörleri, genel sekreter, medya sorumluları, kulüpte hissesi olan taraftarlar ve temsilcileriyle yapılan son derece medeni bir ortamda gerçekleşiyor.

'Satılmaktan kurtarırız'
'Madem paramız var, neden büyük transfer yapmıyoruz’ sorusu en çok sorulanı. Bunları sakın kulüpten birinin bana özellikle yazmam için söylediğini zannetmeyin. Bu toplantılar kelimesi kelimesine bir sonraki maç programında yer alıyor. Saklı hiçbir şey yok. ‘360 milyona, sizin rahatınız için stad yaptık. Elimizdeki gençleri oynatıp, yıldız yaparak satarsak, kulübü 5 sene içerisinde iyi bir duruma getiririz. Borçlarımızı öderiz ve satılmaktan kurtarırız’ diyerek 'Şu anda Arsenal satılık değil' mesajı veriyorlar.

Wenger'in yabancı takıntısı!
Arsene Wenger’in en çok şikayetçi olduğu konuların başında; kulüplerin yabancılara satılması geliyor. ’Parası olan yabancıların Premier Lig'de kulüp satın almalarını anlamıyorum. Daha doğrusu satanlara kızıyorum. Belli bir süre sonra 150-200 milyon kazanıp kulübü yüzüstü bırakıp, giderlerse bunun hesabını taraftara kim verecek? İngiltere'de futbol bir yaşam tarzı, geleneklerle oynamak doğru değil. Bir kere bozarsanız bir daha geri getirmesi çok zor olur’ görüşünde Fransız çalıştırıcı.

Arsenal'in alıcısı hazır
Aslında bugün bile Arsenal'in satılma ihtimali var. Vergi sebeplerinden dolayı... İsviçre'de yaşayan en fazla hisseye sahip direktörlerden Danny Fizsman 'satıyorum' dese, ertesi gün Amerikalı iş adamı ve aynı zamanda kulübün hissedar direktörlerinden biri olan Stan Kroenke tereddut etmeden kulübü satın alır. Geçen sene çok miktarda Arsenal hissesi satın alan Özbek milyoner Usmanov'un, Arsenal sevgisi ağır bastığı için bütün hisselerini Arsenal’in satılmamasını isteyen yöneticilerine devretti..

1996‘dan beri takımın başında olan Wenger’in her iki haftada bir Pazartesi günü Barnet'in Underhill Stadı'nda oynanan rezerve maçlarını bir kere kaçırdığını görmedim. Bu maçları scout ordusu, menacerler ve Arsene Wenger'in hiç sevmediği futbol simsarları devamlı olarak izlerler. Şu anda Premier Lig'in içinde bulunduğu 18 kulübün Arsenal'den kiralık futbolcu istemesi, Fransız çalıştırıcının ne kadar haklı olduğunu ortaya çıkarıyor. Bir futbolcu 10-12 yaşında akademiye gelmiş, 18 yaşında hâlâ rezerve takımda oynuyorsa, ‘Bizim evladımız hiçbir yere gidemez’ düşüncesi burada geçerli değil. Hemen oyuncuyu kiralık veriyorlar. O futbolcu da 1 sene içinde kendi seviyesini belli ediyor zaten. Yeterliyse, direkt A takıma giriyor; değilse de bonservisiyle kiralık oynadığı kulübe veriliyor. Zaten bu takımlar da Arsenal sisteminde oynayan takımlar. Yani tek top oynamanın suç sayılmadığı ülkelerin takımları.

10 Aralık 2008, Çarşamba 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Saygıdeğer hocam Mustafa‘’

Neden Beşiktaş’a geldiğini hâlâ anlamış değilim... Televizyondaki koltuğunda otur, kimin nerede oynayacağını söyle. Aslanlar gibi bütün takımı yerden yere vur, iki İbrahim’le bu iş olmaz de, cümle alem dinlesin ve ‘Denizli bu işi biliyor’ desin. Keklik gibi seken ve alternatifi olmayan Rüştü’nün bütün hatalarını ileri geri oynatarak insanlara anlat. Sokakta seni gören, boynuna sarılıp, ‘Sen büyüksün hocam’ desin, olsun bitsin.
Eleştiriye açık olduğunu biliyorum, fakat bu kadronun başına geçecek kadar saf olduğunu bilmiyordum! 32 senedir İngiliz Ligi’ni izlediğimi biliyorsun. Beşiktaş’ı seyrederken, daha doğrusu Süper Lig’i izlerken kimyam bozuluyor. Futbol ve futbolu koruyan bir kanun çıksa, bizim lig biter! Kuralları bile eyyamla kendimize göre değiştiriyoruz. Öyle bir millet olduk ki, kime ne sorsan, ‘Akşam Erman hocaya soralım’ diyor. Futbolcusu, manav kasaptan oluşan idarecisi, müteahhit veya sanayici başkanlar bile aynı şeyi düşünüyor...
Dönelim Beşiktaş’a... Senelerce top oynadın, hem de kralını oynadın Mustafa... İbrahim Üzülmez’i, Arsene Wenger oynatsa, adamı tefe koyarsın. Nasıl bir dolduruşa gelip, bu görevi kabul ettiğini hâlâ anlamış değilim. Diyelim ki takımı ikinci yaptın. O güruh topluluk nedense seni başından sevmedi. Onları yok farzetmen, Beşiktaş’a geldiğinden bu yana yaptığın tek olumlu icraat. Mustafa, futbol özürlü bu kadroya bırak üçlü defansı, 1-9-1 oyna desen beceremezler. Herkes kendini kurtarmaya bakıyor, doldur boşalt yapmaktan acizler.
Hayatını futbola vermiş bir adam olarak Beşiktaş’ta görev yapmak istemeni hoşgörüyle karşılıyorum. Fakat, ne sen eski Mustafa’sın, ne de Beşiktaş eski Beşiktaş... Kulübü, o koskoca Beşiktaş’ı, başkanlık uğruna seyircinin kucağına attıklarından bu yana olay bitti. Ayaklar, baş oldu. Son tercihini yanlış kullandın. Sen Anadolu’da dolaşacak bir hoca değilsin. Senin Türkiye’deki takımın Galatasaray olmalıydı. Ümit ediyorum ki bana kızmadın, fakat İngilizler’in dediği gibi: It’s too late mate...

09 Aralık 2008, Salı 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Souness ve Tugay‘’

Blackburn kulübünün iyi bir alıcı bulunduğunda satılacağını İngiltere'de herkes biliyor. Küme düşerlerse alıcı bulmanın ne kadar zor olacağının farkındalar. Yaptıkları açıklamalar Paul İnce’le yolların ayrılacağı şeklinde. En önemli aday Graeme Souness. Yardımcı olarak Blackburn taraftarlarının sevgilisi Tugay. Cumartesi günü Arsenal-Wigan maçı için Emirates’teydim. Başta Mirror Gazetesi'nden Martin Lipton olmak üzere hepsi Tugay'ın son derece doğru bir seçim olacağı görüşünde. Ben de katılıyorum. Şu anda kesinleşmiş bir şey yok fakat Paul İnce’in günlerinin sayılı olduğu açıkça ortada. Olur veya olmaz Tugay’ın isminin Premier Lig'da hoca adayları arasında gösterilmesi beni havalara sokuyor. En azından Türkiye'de yorumcu olmadığı için. Anlayana!..



17. Madde
Bütün kulüplerimizin dikkatine. Ben demiyorum FIFA diyor. 28 yaş altındaki futbolcu imzaladığı mukavelenin 3 senesini doldurmuşsa geri kalan kontratını satın alıp serbest kalabilir. 28 yaş ve üzerindeyse 2 senesini doldurmuşsa yine mukavelesini satın alabilir. Bosman kanununun kabul edilmesinden sonra 2006 senesinde İskoçya'nın Hearts takımında oynayan Andy Webster bu maddeyi örnek göstererek İngiltere'nin Wigan takımına transfer olmuştu. 'Webster' kanunu diye anılan bu maddeyi geçen sezon Arsenal'den Barcelona'ya geçen Hleb kullanmıştı. Arsenal'li Fabregas isterse 2010'da 17’ci maddeyi kullanarak 16 milyon pounda bonservisini satın alabilir. Bütün kulüplerimizin dikkatine. Transfer ücretlerini bilhassa yabancı futbolcularda düşük göstermek hiç de akıllı bir iş değil. Benden söylemesi.

Scolari'ye kulak verin
61 yaşındaki koyu bir katolik olan ünlü çalıştırıcı başarısını 33 senelik mutlu evliliğine bağladı. ’Bir futbolcu için en önemli şey mutlu bir evliliktir’ diyen Chelsea’nin hocası bugünkü futbolcuların yaşam tarzlarını anlayamadığını ve ‘5 jenerasyona yetecek kadar para kazanıyorlar hâlâ neyin peşindeler’ diyerek Premier Lig'deki futbolculara gönderme yaptı.

Sir Ferguson'un öğrencileri
Haftaya başlarken Premier Lig'de menacerlik (Bizdekiyle hiç alakası yok) yapan 4 talebesi vardı. Sir Alex’in. Roy Keane’in Başkan Niall Quinn’e text mesajı göndererek istifa etmesinden sonra geriye kalan üçünün durumu sallantıda. Steve Bruce, şu anda en rahatı gibi gözükse de 2 mağlubiyetle koltuğu tehlikeye girebilir. Mark Hughes geçen hafta kulübün sahibi Araplar'a hesap verirken eli ayağı titrediğini açıkça beyan etti. Dördüncüsü ise Paul İnce.

07 Aralık 2008, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI