Arama

Popüler aramalar

‘’Basit değil‘’

* Son iki sezonun şampiyonunda hedef, 3. şampiyonluk ve Avrupa’da başarıydı. Bu sene, futbol alanında sizce nasıl geçti?Aziz Yıldırım’ın FBTV’de yaptığı özeleştiri çok önemli. “2007’de Avrupa Şampiyonluğu diyorduk. 2 sene üst üste Şampiyonlar Ligi’nde oynayınca gördük ki, bu, sandığımız gibi kolay değilmiş”. Evet, futbolun basit olduğu söylenir ama Avrupa’da başarıya nasıl ulaşılacağı o kadar basit değil. Daha doğrusu acısız ve beklemeyi bilmeden olmuyor. Fenerbahçe’nin kapatması gereken 20 yıl var. Şampiyonlar Ligi finalini 4-5 yıllık plana koymak, bu ligin ne demek olduğunu anlamamaktır. Ünvanın vakti gelecek, ama önce isminizi kalıcı yapmalısınız. Kaymak tabaka takımlara “grubumuza düşmesin” dedirtecek bir baş belası olmalısınız. Başarı için tek doğru yoktur. Kimi ilkinde elde eder, kimi haketse de ulaşamaz. Kimi de tırnağıyla kazıya kazıya gelir. Futbolumuzdaki sistemsizlik düşünülürse Fenerbahçe son yolu takip etmek zorunda. İstese de istemese de. Bu yüzden 3. sezona ligde 2 şampiyonluk kazandıran teknik direktörüyle devam etmesi önemlidir, doğrudur. Bu, kendi tarihini değiştirmektir. Fenerbahçe, önce ülke içindeki başarıyı alışkanlığa dönüştürmeli, taraftarının bakış açısındaki aceleciliği de kırmalıdır. Takımın iyi çizilmiş, sadık kalmaya çaba gösterdiği bir vizyonu var. Taraftarlara ve medyaya göre de çok ileride olduklarını düşünüyorum. Bu yeni takım, birarada oynamayı ve eksiklerini gidermek için gerekli zamanı ancak içerde bulacağı huzurla sağlayabilir. Özgüven artışını görebiliyorsunuz. Türkiye içinde iyi yol kattettiler, bu sezonki Şampiyonlar Ligi performansına rağmen orada da ayakta durmayı başarıyorlar.Fenerbahçe için ilerleyen, gelişen bir takım diyoruz. Elbette bu, Şampiyonlar Ligi’nde daha fazla puan olarak dönebilirdi. Geçen sezonkinden zor bir gruptaydılar. Yabancı yorumcular ve basın da kuralar çekilir çekilmez “ölüm grubu” ismini takmışlardı. PSV galibiyeti sonrası alınan her skor Fenerbahçe’nin işini zora sokacak, ters skorlardı. Ama bu takımların oyun karakteri (orta saha ve hızlı kanat adamları), Fenerbahçe’nin en büyük sorunuyla yüzleşmesini sağladı: Orta sahanın verimi. Orta alanı kalabalık tutmak maç kazanmayı garantilemiyor. Bu bölgedeki isimlerin alan ve görev paylaşımı, dinamik oynama seviyesi ve en önemlisi geri koşma dürtüsünde aksaklıklar var. Forvetleri rahatlatacak ceza alanı destekleri istenen seviyede değil. Oysa Avrupa futbolunun güçlü takımlarının hepsi bu felsefeye dayanıyor. Fenerbahçe’nin rakipleriyle arasındaki en önemli fark buydu ve kaybetti.İlk yarıda baş ağrıtan nokta yenen gollerdi. Avrupa’da adet, ligde ise gollerin yeniş biçimi ciddi bir dağınıklık göstergesiydi. Şampiyonlar Ligi, az gol yiyen takımların ilerlemesine izin veriyor. “Daha fazlasını atarım” felsefesini uygulama cüretkarlığı ancak Barcelona gibi takımlarda olabilir. Fenerbahçe geçen sezona göre çok daha iyi bir takım. Bu, ligdeki istatistiki verilerin ötesinde stille ilgili tespit. Daum’un karakteri olan “paslaşarak” oynamak, topu çevirmek yavaş yavaş ortaya çıktı. Zaten buna ihanet edip topu havadan oynamaya, ayaklarında fazla tutmaya başladıklarında Fenerbahçe çok sevimsiz oluyor.Kadro dengeli, ama kısıtlı. Bu açıdan sezona tek transfer, Appiah ile girildiğinde Şampiyonlar Ligi de tehlikeye atılmıştı. Alex’in üzerine dönen yorumlar da son buldu sanırım. Fenerbahçe’nin geleneği ve kimliği, hücuma dönük futbol anlayışıdır. Alex de bunun için gerekli. Oyunu ileri taşıyan o. Kaldı ki ilk 11’de 1 adet savunma yapmayan, teknik bir özel isim olması güzel futbolun gereğidir. Bu lüksü ona verirsiniz, onun yarattığı eksikleri diğerleri kapatır. * Yönetim Kurulu’nun 2005’teki artı ve eksileri nelerdi?Aziz Yıldırım’daki değişimin bir ilüzyon olduğu şüphesi devam etti. İnanmak gerçekten zor. 3 sene öncesine kadar, 10 sene önceki yönetimlerin tarzının takipçisi gibi görünürken şimdi ideallerdeki başkan modelini yakalamak üzere. En pozitif olay Daum konusundaki kararlılıkları. Cesaret isteyen bir iş yaptılar. Kötü günlerde, iyi günlerin keyfini sürmelerini sağlayacak çalışmalarda ısrar ettiler. Ama spor salonu yokluğu, en büyük eksileri olmaya devam ediyor.* 2005 yılında Fenerbahçe adına en mutlu ve en mutsuz günler ya da gelişmeler size göre nedir?Takımın, maçlık değil tüm sezona yayılan istikrarı. Bunu kişisel ve takım gelişimiyle beraber götürebilirlerse her an onlar için mutluluk verici olacaktır. * 2006’da Fenerbahçe’yi neler bekliyor?Kadroyu kademe kademe iyileştirmeyi benimsediler. Kolay bir transfer dönemi olmayacak. Eksikleri olan mevkilerde Türkiye içinde alternatif yaratmaları zor. Kulüp, Daum’un scouting hazinesine bir gün veda edeceklerinin bilinciyle, kişilerden bağımsız sistem kurmalı. Ayrıca altyapı atıl, gelenek olduğu için elde tutulan bir dal olmaktan çıkartılacak mı? Buna yönelik iyi bir çalışma başlattılar, sonunu getirmeliler.

01 Ocak 2006, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Maskeler‘’

İkili diyalog şansımız yoktu, aklımıza takılan bir yığın soruyu ve eleştiriyi sunamadık. Ama yarattığı atmosfer bile “her kurumu kontrolüne almak isteyen despot, tek adam” ünvanını yapıştıranları daha fazla histeri krizine itmeye yetecek gibi. Aziz Yıldırım’ın kimliğine ve tavırlarına karşı çıkanlardan, onun birer cümle ile ortaya attığı konulara daha çok değinmesini isterdim. Böylece Aziz Yıldırım veya bir başkası olsun, Türk sporuna zarar verdiği düşünülenlere cevap, sistemi düzeltmeye katkıda bulunarak verilmiş olurdu.Mesela ne? Yuvarlak laflarla değil, rakamlarla kulüplerin ekonomik durumları, belirsiz gelir - gider tabloları, diğer ülkelerdeki televizyon gelirleri paylaşım kriterleri anlatılsın. “Bedava bilet dağıtılmayacak” kararı alındıktan sonra kulüp yönetimleri bu konuda ne yapmış, yapmamış belgelensin. Kulüpler Birliği’nin amacı ne, nasıl oluşturulmuş, şimdiye kadar ne kararlar alınmış; bilanço çıkarılsın. Kulüpler kalıcı kaynakları nasıl yaratabilir, tartışılsın. Hele maça gitmeyen, bileti bedavaya getirmeye çalışan seyirci profilimizin üstüne bir de stat gelirlerinin yüzde 60’ı kesilirse!Fenerbahçe açısından baş itiraf, kabullenilmeyen bir gerçekti: “Avrupa’da 2007’de başarı diyorduk, ama bazı şeyleri sonra görüp anladık ki, o kadar kolay değilmiş”. “Türkiye’de spor ve futbol yeniden organize edilmeli.” Yani sporun köklü bir kalkınma projesine ihtiyacı var. Birkaç kulüp etrafında değil, ülke çapında. Nasıl yapılır? Fenerbahçe üstüne düşenin ne kadarını yapıyor? Bu sene altyapı için başlatılan çalışma kağıt üstünde mi kalacak, bunun takibi de bize düşüyor.Meydan okudu. Federasyonun en etkili ismi Hasan Doğan’ın “Beşiktaş’ın hakkı yendi” demesi gibi birçok iddiada bulunanları kanıtlamaya, devleti de bu işleri açığa çıkarmaya davet etti. Biz de sadece cevap değil, icraat bekliyoruz. Geçmişi de içine alarak. Acilen.Kulüplerin bedava bilet verdiği, organize ettiği gruplara resmi olarak kapıları kapattı. Oysa onlar Aziz Yıldırım’la güçlenmeye devam etmişti. “Rant kapıları”nı Aziz Yıldırım da açık tutmuştu. Yönetim olarak boyun eğiyorlardı, şikayet etmiyorlardı. Onbinlerce insanın huzurunun bu gruplarca kaçırılmasına tepki göstermiyorlardı. “Güç” bu olsa gerek. Ama bu radikal kararlar, ancak günahlar kabul ederek uygulanırsa sonuca ulaşır.Aziz Yıldırım konuştu. Türk futbolunun, beyinler felç edilerek unutturulan bir yığın sorununu ortaya saçtı. Kafaları karıştırdı, kenara çekildi. Devre arası gündemsizliği varken, bu şok nasıl atlatılacak?

31 Aralık 2005, Cumartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bek olmanın ayrıcalığı‘’

Fenerbahçe de 2.5 yıldır solbek arıyor. Aslında hep arıyordu! 3 sezondur takdir edilecek bir istikrarla bu bölgeyi sırtlayan Ümit alternatifsiz. Milli takımda da. Deneniyor, ama yine ona dönülüyor. İsim verin dendiğinde tıkanıp kalınıyor.Bekler global bir kriz. Ashley Cole, Chelsea için bulunmaz hint kumaşı gibiydi. Transfer isteklerini ellerine yüzlerine bulaştırdılar. Ama Del Horno’ya harcanan kuruşlardan pişman olmamışlardır. Gallas’ı bir sağ bir solbeke kaydırdılar, tatsızdı. Johnson’dan herkes umutluydu. Mourinho Portekiz Milli Takımı sağbeki, gösterişsiz Ferreira’ya döndü. Verdiğimiz örnekleri tekrarlayıp genişletelim: Real Madrid, Roberto Carlos ve Salgado’nun alternatiflerini bulamıyor. Deportivo La Coruna’lı Manuel Pablo’yu 4 yıl önce Salgado’nun yerine düşünüyorlardı. Ligin incisiydi. Ama sakatlık ile kariyeri neredeyse bitti. Real’de hala yedek yok. Brezilya Milli Takımı Cafu ve Carlos yerine yığınla ismi konuşuyor (Nery, Cicinho...), olmuyor. En iyi aday Maxwell ise sakatlıkla boğuşuyor. Bayern Munih’te Lizarazu 36 yaşında kurtuluş reçetesi. Salihamidzic açık pozisyonundan savunmayı öğrenmek zorunda kaldı. Şu aralar işi, orta sahadan genç Schweinsteiger üstlendi. “Esas” bek Lahm ise nihayet iyileşti. Barcelona, ligin en ön plana çıkan isimleri Belleti ve Slyvinho’yu kaptı. Manchester United’ın krizini Heinze bile dindiremezdi, ama onun dinamik ve gole dönük kanat adamlığını aradılar. Zambrotta da her teknik adamın sevgilisi. Olmaz mı? Her iki kanatta da oynayabiliyor. Kendini geliştirebildi, defans becerisini yükseltti. Zebina, Capello’nun gittiği takımlara taşıdığı isimlerden. Panucci de. Yani iki sağbek - stoper karışımı savunmacı.. Ama tüm bu eskilerden kopamayan takımlar için gelecek 2-3 yıl nelere gebe? Yetenekli bekler azken, bir de sanki üstlerinde lanet var. Manuel Pablo, Maxwell, Lahm ilk akla gelenler. Eşdeğer yedeği bulmak ise mucize gibi birşey. Favalli, Romero gibi ağırlaşan, sade ama tecrübeli ve ne yapması gerektiğini iyi bilen isimleri transfer piyasasında tutan da bu olsa gerek.Klasik beklerin sıfıra inip orta yapma gibi kısıtlı kimlikleri artık revaçta değil. Hücum ve savunmanın birbirine girdiği futbolcular aranıyor. Hücumların başlangıç noktası beklere kayıyor. Neredeyse “açık ve bek” ayrımı da silinmeye başladı. Aslen solaçık olan Schalke’li Kobiashvili son sezon, şartlar gereği savunmaya geçti ve sırıtmadı. Bu özelliği onu, Türk kamuoyunun bu sene en gıpta ettiği isimlerden biri yaptı. Güney Amerika hala en iyi kaynak; Fransa’nın Abidal, Berthod, Evra, Armand gibi isimlerle ağız sulandırdığı unutulmamalı.. Bulsanız da özbe öz beklerin de yardıma ihtiyacı vardır. Orta sahaların krallığı ele geçirdiği futbolda, ileri gidenlerin geriye dönmemesinin yarattığı sorunları, Cafu, Carlos bile dindiremez. Fenerbahçe, Gaziantepspor kupa maçında bunu tattı. Başka bir yazıya...

26 Aralık 2005, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’O kadar basit değil‘’

UEFA’nın 2004-05 sezonu Şampiyonlar Ligi teknik raporu, taktik tercihler ve başarılı takımların nelerde daha iyi olduklarını verilere dayanarak yorumlayan bir değerlendirme. Gözatalım:Geçen sezon son 8’e kalan takımlardan altısı, grup maçlarında en az gol yiyen isimlerdi (6 maçlık ortalamaları 3 gol). İstisnalar Lyon ve PSV. Lyon yediği 8 golden çok daha fazlasını attı (17). PSV ise bu sezon olduğu gibi sinekten yağ çıkardı. Eksi averajla grupta 2. oldu (6-7). Geçen sezon Liverpool, Juventus, PSV gibi takımlar az gol atmalarına rağmen çeyrek ve yarı finali gördüler (Juventus hariç).Rakip asla acımıyorFazla gol atmak başarının garantisi olmuyor. Ön plana çıkan; iyi savunma yapmak (takım savunması) ve gol bölgesinde kararlı-verimli olabilmek. Aksinde rakip asla acımıyor. İstanbul’daki Schalke maçında Nobre’nin kaçırdığı, farkı ikiye çıkaracak net gol pozisyonu gibi. O pozisyon bir anda tüm takımı maçtan kopardı, telafisi limitleri zorlamayı gerektirdi ve bu, diğer maçları da etkiledi. Atılan gollerin yüzde 25’i set hücumu denilen korner, direkt-endirekt serbest vuruşlar ve penaltıdan gelmiş. Bunların 1/3’ü ise kornerlerden. Geçen sezonun bu konuda en başarılı takımları Chelsea, PSV ve Fenerbahçe idi.Kontratağın büyük gücüOrganize hücumlar, ortalar ve çapraz paslar sonucu atılan gollerin 1/3’ü kanatlardan,1/2’si ceza alanına sızarak kaydedildi. Bir önceki sezon gibi en dikkat çekici rakam ise kontratak gollerinin yüzde 40 gibi yüksek bir oran olması. Kontrataktan kasıt uzun pas, orta saha veya hücum bölgesinde rakipten kapılan toplarla bireysel çıkışlar ve rakip hücumda iken top kazanılır kazanılmaz birkaç oyuncu ile hücuma kalkmak. Bunun Yunanistan’ın yavan mantığıyla alakası yok. O, bir kere sonucu tutturabileceğiniz, uzun vadeli başarıda asla kazanamayacak anti-futboldur. Başarılı takımlar kontratağı bir silah olarak cepte tutuyorlar.PSV’nin Fener’e yaptığıArtık boş alan bulmak kolay değil. Tam saha, yüksek tempolu presi uygulamak çok zor. Güç ısrafı. Genelde yarı sahanıza girerken rakibin oyun kurucularına baskı yapmak, bunu orta sahada yoğunlaştırmak ve rakibi kalabalık bölgelere gitmeye zorlamak tercih ediliyor. Son maçta PSV’nin Fenerbahçe’ye yaptığı gibi.Topa sahip olmak, baskıyı kırmak, nefes alabilmek için de üst düzey takımların kullanabilmesi gereken bir koz. Ancak başarı için kritik veri değil. Barcelona (yüzde 63), Porto (yüzde 57) gibi yüksek topa sahip olma oranı tutturan takımlar ikinci turda elenirken yarı finaldeki 3 takım bu konuda diplerde gezen isimlerdi. Aykırı davranan yine PSV idi.En az hata yapan kazanır“Kazanan” takımlar, pas tercihlerinde en az hata yapanlardı. Pası doğru kişiye zamanında atabilmek, ne zaman kısa ne zaman uzun top göndereceğine karar verebilmek, garanti oynamak... Fenerbahçeli futbolcuların hücuma kalkarken ilk topu çıkarmada geç kalmaları pek çok gol pozisyonunu öldürdü, top kayıplarına sebep oldu, bunlar çoğunlukla ciddi kontrataklar üretti. Capello’nun dediği gibi topu alır almaz mikro saniyeler içinde ileri yollamak hayati. Bu pas becerisini ortaya dökmek, orta saha ve forvetlerin hareketliliğini gerektiriyor. Değişerek, sürekli orta sahanın süpriz adamlar olarak ceza alanını zorlaması, buna karşılık top rakibe geçtiğinde geriye gelmesi şart. Lyon’un istikrarlı başarısının altında bu bütünlük yatar.Bek sorunu dünyada varÇok didiklediğimiz bek sorunu ise bize özgü değil aslında. Real Madrid hala Roberto Carlos ve Salgado’nun alternatiflerini bulamıyor. Brezilya Milli Takımı, Cafu’dan, Carlos’tan vazgeçemiyor. Milan, Kaladze ile idare etmeye çalışıyor, Serginho’yu bek yapıyor. Hem defans hem de hücum yetenekleri olan beklerde sıkıntı var. Klasik beklerle yapılan sıfıra inip orta yapma anlayışı değişti. En iyi kaynak; Avrupa kökenli oyuncularda çoğalma olsa da hala Güney Amerika. Fransa belki de bu konuda en şanslı ülkelerden biri. Beklerin, son dönemlerde hücum setlerinde ön plana çıkışı, bir orta saha elemanı kadar oyun kuruculuk görevi üstlenmesi, bu istatistiklerde de takımlar arasındaki dengeyi bozan faktörlerden.Ortaya çıkan zaafiyetlerRapor, farkı yaratanları şu şekilde özetlemiş: Hızlı kontratak atabilmek, çalışılmış hücum setleri, bireysel beceriler (neyse ki hala geçerli!), bir oyuncu, hakem veya koçun anlık kararları (pas tercihi, bir düdük, bir taktiksel değişiklik) ve tabii ki şans. Fenerbahçe’nin de 2 sezonluk Şampiyonlar Ligi maçlarında ortaya çıkan zaafiyetleri çoğunlukla bunlarda toplanıyor. İlerleme kaydetseler de kilitlendikleri noktalar var. Bu değerlendirme gösteriyor ki, bir-iki oyuncu veya teknik direktör değiştirmekle halledilecek kadar basit meseleler değil. Tüm takımlar için geçerli.

15 Aralık 2005, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Mürekkebin bittiği an‘’

PSV evinde gol yemedi. Milan’dan iki inanılmaz maçta 4 puan aldı, gol yemedi. Tıpkı Fenerbahçe’ye kapandıkları gibi Milan’a da kapandılar. Tur atladılar. Schalke UEFA ile yetindi. Ama PSV, Fenerbahçe’den ilk maçta 3 gol yedi. Schalke’den de. Bunu nasıl açıklayacağız? Ya da Fenerbahçe’den böyle bir deplasmanda, hem de kötü olduğu bir dönemde galibiyet almasını beklemeyi?Fenerbahçe bu sezon defans önündeki paslaşmayı daha iyi yapıyor, sahaya daha iyi yerleşiyor. Ama sanki bunları kazanırken direncini ve güvenini kaybetmiş. 6 yemesine rağmen Manchester United, Lyon ve mutlak kazanması gereken Prag deplasmanında kafa tutan oyuncular aynı oyunculardı. Tüm medya teknik eleştiriler yaptı. Nobre olsun-olmasın, 3 veya 4 orta saha olsun, o oynasın, bu oynamasın, mevkileri değişsin vs. Neredeyse herkesin savunduğu denendi (kimi zaman şartlar zorladı). Fenerbahçe neredeyse hepsini çürütecek, aksini ispatlayacak performanslar verdi. Şampiyonlar Ligi’nde iki sezonda 12 maçta 27 gol. Tam maçı istediği havaya sokmaya başlarken, mizansen gibi hatalarla fırsatı kaçırmak. Mesela PSV karşısındaki oyun kötü değildi. PSV geriye çekildi, ama istedikleri hücumlara çıkmaları engellendi. Bu açıdan Daum’un 11 tercihi ve planları doğruydu. Ama salına salına yüksekten gelen bir duran topta, ortayı bomboş bırakarak gol yiyorsanız ne yaparsanız boşadır. İnanılmazdı. Fenerbahçe’nin kadrosuna, geldiği nokta ve kaydettiği aşamaya hakaret gibiydi. Bu 11, Schalke deplasmanında olsaydı Fenerbahçe puan alacak golü atardı, ama yine böyle goller yiyecekti ve yine kurtaramayacaktı.Bunlar düzeltilemedi. Çok tekrarlanır oldu. Bu ürkütücü. Fenerbahçe yönetimi veya biz yorumcular olarak işi teknik direktörle de sınırlayamayız. Daum gittiğinde herşey düzelecekmiş zannedilir. Öyle değil. Fenerbahçe’nin açıkları ve hatta orta sahanın ortasındaki adamları geriye koşmadığı ve pozisyon almayı bilmediği için takım savunmasının yarım yamalak olduğu ortada. Her maç Appiah’ın geçirdiği sinir krizlerinin sebebi bu. Defalarca tembihlenmişken attığı kafa golleriyle nam salmış Cocu’yu kendi alanındaki gibi rahat bırakmak taktikle ilgili değil. Tıpkı Senderos’tan milli takımın yediği goldeki gibi. Ya da 2. gol. Üstelik bunu yapan Önder. Şu anda Türkiye’nin en iyi defans adamı. Fenerbahçe’de en Avrupalı savunma adamı. Savunmaya dönmek, ilk topta pası görmek, sade oynamak, eveleyip gevelememek, boş alana koşmak... Hep bunlar üzerine çalışılıyor, ama ya yeterli değil ya da uygulamada anlaşmazlık var. Futbolda neler, hangi yaşlarda öğrenilebilir? Ortaya dökmek lazım.Fenerbahçe için söylenenler hem doğru hem yanlış. Bu takım üzerine detaylı teşhis koymadan, sadece kişilerle uğraşarak ve kalıplara sıkışarak çözüm üretilemez.

08 Aralık 2005, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ne değişti?‘’

Ligin şu anda kalitesiz olduğunu iddia edenler, herhalde “5 veya 10 yıl önce daha kaliteliydi” diyor. Öyle olmalı. Zira sözlerde hep geçmişe özlem havası seziyoruz.O halde geçmişe bakmakta büyük fayda var. Galatasaray’ın 4 yıl üst üste şampiyon olduğu yılları hatırlayalım: 1997, 98, 99, 2000. Özellikle ilk 2-3 sezon istikrarsızlıklar, kötü başlanan bir lig, geriden gelip şampiyonluğa ulaşma şeklinde geçiyor... O dönemler Fatih Terim ve genel Galatasaray performansı çok eleştiriliyordu. Sezon başı rüya takım denirken, Şampiyonlar Ligi’ndeki hayal kırıklıklarıyla acıların takımına dönüşüyordu. Galatasaray’ın Şampiyonlar Ligi bilançosu da çok ilginç: 1997-2003 arası kesintisiz 7 kere katılıyorlar. Daha önce de 2 kere katılmışlar. 1993 sonrası 10 sezonluk süreçte Türkiye’de 6 kere lig şampiyonu oluyorlar. İlk 3 katılımda 14 maçta 2 galibiyet, 12 mağlubiyetleri var. 4. sezon, 1998-99’da grupta 2. oluyorlar, ama statü henüz 2.leri ödüllendirmiyor. 5. katılım, 1999-2000’de son maçta son dakikada 3. olup UEFA şampiyonluğuna uzanan bir yola giriyorlar. O kadroda, Fatih Terim’in ilk senesinden gelen 11 kişi var ki bunlar zaten takımın özü, çekirdeği. Hasan ve Taffarel hariç hepsi minimum 3 senedir o formayı giyiyor. Esas zirve ise şampiyonluktan ziyade Şampiyonlar Ligi’nde 2002-03’deki performans. Lucescu 6 yıllık kökeni olan, uçları ise 80’lerin sonuna dayanan takımı, bu devamlılık avantajıyla, garantici sistemiyle çeyrek finale taşıyor.Galatasaray ilk galibiyetini 2. katılımında alıyor. Deplasmanda ilk golünü 2. katılımda atıyor. Ilk deplasman galibiyetlerini de UEFA’da şampiyon oldukları 5. katılımda alıyor.Türkiye’de, bir kulüp takımının uluslarası alanda en başarılı olduğu dönemin kısa özetidir bu. Unutanlar için hatırlatma: O zamanlar biri ve diğerlerinin en ağır biçimde hissedildiği yıllardı. Milli takımın bir kulüp takımına endekslenmesiyle, dışlanma en hat safhada yaşanıyordu. Dönelim futbol gerçeklerine. Bu, her takım böyle bir süreç yaşarsa kesinlikle Avrupa’da şampiyon olur demek değildir. Anti bir çok örnek vererek bunlar çürütülebilir. Porto’yu, 2 kere final oynamış Valencia’yı, bunca yıllık emek ve sistem inancına rağmen sadece bir şampiyonluk görmüş Manchester United’ı açıklayamayız. 5 yıldır teknik adam - transfer politikası ve kadro devamlılığıyla adeta ekol olan Lyon’un Şampiyonlar Ligi’nde şimdiye kadar (sonrası için umutluyuz) final oynayamaması bu sistemi çürütür mü? Onlar aslında ‘geleneksel’ olmak istiyorlar. O ligde hep varolmak, yarı finali zorlayacak potansiyeli taşımak. Düşüşler yaşasalar da 2-3 sene sonra tekrar parlayacaklarından emin olmak istiyorlar. Buna bakınca futbol organizasyonu ve iç dengesi, zirvedeki ülkelerin ortalamasının altında olan Türkiye’de 4-5 sene içinde Şampiyonlar Ligi Finali ne kadar gerçekçi? Türkiye’de kulüplerin bireysel başarıları Türk futbolunun düzeldiği veya ilerlediği anlamına gelmez. Şimdi olmadığı ya da 2000’de olmadığı gibi. 1997-2002 süreci sistematik bir başarı değildi. Adeta kısa dönemli, en iyi şartların biraraya geldiği bir projeydi. Devamında bu, sistematik hale getirilebilir ve Türkiye geneline yayılacak futbol kalkınma planına dönüştürülebilirdi. Ama sembolleştirildi, tek kulüp olduğu farkedilemedi. “Ligimiz kalitesiz”, “Türkiye’de başarının ne önemi var” demeden önce bunları tartışıp geçmişi doğru yorumlamalıyız ki, aynı noktada sonsuza dek salınıp durmayalım.

01 Aralık 2005, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’İlk şart takım olmak‘’

Fenerbahçe iki Milan maçında fauller yaptı, ama bunlar, onları durdurmaktan uzak faullerdi. Milan’ı bu şekilde yenemezsiniz. Schalke 2-2 berabere bitirdiği maçta, Poulsen’in Shevchenko’yu isyan ettiren markajına çok şey borçluydu.* İlk 11 ise maç öncesi beklentilerimizle uyuşuyordu. Fenerbahçe kimi nerede oynatacağını bildiğiniz, yedeklerini de rahatça yazabildiğiniz, ama dar bir kadroya sahip. 2.5 senenin kemiği olmuş 3 ismin eksikliği bu açıdan elbette önemli bir faktördü. Yedek oyuncular hep hazır olurdu. Bu sefer istenen verim alınamadı. Servet Ankaragücü kupa maçında bile ağırdı, geçildi. Kendini daha da toparlamış olacağını düşünüyorduk (zira Servet’i Vestel maçında izleyemedik). Değilmiş. Shevchenko’lu, becerilemeyen ofsayt taktiğini ara paslarla rahatça bozan Milan’a karşı aksaması normaldi.Kişisel hatalar yıkıyor* Aslında adeta maça kilitlenmiş biçimde başlayan Fenerbahçe, Anelka’nın top kaptırışıyla gelen ilk gole kadar durumu idare edebilmişti. Beceremediği oyunu kilitlemeyi ikinci yarı başına taşıyıp, sonra yüklenecekti. Olmadı. 2 senedir verdiği gol pozisyonlarının ve yediği gollerin kökeninde orta sahada veya hücuma kalkarken kaptırılan toplar yatıyor. Bir gün Selçuk, bir gün Aurelio, bir gün Anelka, bir gün Deniz... Bu derece hayati hata haline dönüşmesi hala o istenen pas trafiğini, ezbere oyunu ve takım savunmasını sindirememekte yatıyor.* Oysa Daum’un öğretmeye çalıştığı anlayış bunu yapabilme üzerine kurulu: Orta sahanın hücuma katılması ve topu kaptırdığında kanatlarla beraber hızla geri dönmesi. İki Schalke ve Milan maçında başaramadılar. Sorun kondisyon ya da kapasite değil. Kültür, kimlik meselesi. Ki bunun ucu da altyapı eğitimine kadar gidiyor. Yorumcuların iddia ettiği gibi orta alanda kalabalık olmanın da herşeyi düzeltmediğini gördük. Aksine kuru kalabalık oyunu da bozuyor. * Anelka ve Appiah da istenen seviyede değildi. Anelka’yı yalnız santrfor olarak oynatmayı deneyen tüm teknik direktörler aynı verimsizliği aldı. Hele Alex yokken tam bir hayalperestlik. Hazır Alex lafı açılmışken, şehir efsanesinin sonu geldi mi artık? Yani ‘Alex’in olmaması Fenerbahçe’nin yararına’ efsanesinin. İlk Milan maçının 2. yarısında Anelka’yı topla buluşturan hep oydu. Fenerbahçe’yi karşı sahaya taşıyan da hep Alex. 3-1 kaybedilen Lyon maçında beraberlik için yüklenildiğinde de yaratan Alex’ti.Planlar sahaya yansımıyor* Daum’un bir gün önce söylediği ‘alan bırakmamalı, yakın oynamalıyız’ sözleri ise yine teoride kaldı. Bu tip psikolojik yükü fazla, güçlü rakiplerle oynanan maçlarda aynı sorunla karşılaşılıyor. Maç öncesi planlar sahaya yansımıyor. Daum’un bu şikayetleri doğru. Ama artık bir şekilde aşmaları gerek. En azından ilerleme kaydetmeliler.* Fenerbahçe’nin hedeflediği gibi bir takım olabilmek için neye önem vermesi gerektiği Milan’ın kimliğinde gizliydi. 90. dakikada dahi orta sahaları hücuma katılıyor, top Fenerbahçe’ye geçtiğinde hepsi geri dönüyordu. Asla disiplin ve ciddiyeti kaybetmediler. Dida 4-0 iken bile topu kornere bırakmamak için sınırını zorluyordu. Hata yapabilirler, birebirde geçilebilirler, ama kendilerinden beklenenin altına düşmüyorlar. Tam anlamıyla gelenekselleşmiş ve her nesile aktarılan bir felsefeleri var.4-0 zihinleri yıprattı* Milan maçı zihinleri yıprattı. Fenerbahçe, Lig ve Şampiyonlar Ligi maçlarını birbirinden ayrı tutmayı nispeten başarıyor. Galatasaraylı futbolcular, 2-3 sezondur bu tip büyük maçlara takım halinde üst seviye bir dikkatle çıkıyorlar ve performanslarını olabilecek en yüksek noktaya çekiyorlar. Arkasından yaşadıkları düşüşler de kaçınılmaz oluyor. Fenerbahçe bunu soğukkanlılıkla karşılamak ve bastırıp cevap vermek zorunda. Galatasaray’ın tüm yükü Saidou’ya yıkan fazla açık oyun anlayışı, bu maç iptal olabilir. Gerets, orta sahada ekstra bir isimle çıkabilir ki, onlar adına doğru hamle olur. Savunmada aradan ve arkaya fazlaca adam kaçırmaya başlayan Fenerbahçe için ise hızlı çıkan bir rakip hep tehlike. Oyunu bıkmadan, sürekli kanatlara açan takımlar ise Galatasaray’ın başının ağrısı. Zira bu hem kalburüstü bekler, Cihan ve Orhan’ı zorluyor, hem de Song ve Tomas’ı kenara çekerek tüm savunma dengesini alt - üst ediyor. Fenerbahçe’nin Alex’siz oyun kurma ve pas problemi var. Anelka’nın yine yalnız kovboy olarak ilerde terkedilmesi hiçbir anlam taşımaz. Fenerbahçe’yi bozan ise topu şişirmek, uzun oynamak, yani kimliğine ihanet etmek. Her iki takım için de bu maçta puan kaybı beklenebilir, ihtimal dahilidir. O yüzden çıkacak sonuç durumları fazla değiştirmez. Sakatlığı muamma olan Alex için ise hedef PSV maçıdır. Ne Galatasaray ne de Trabzonspor...

25 Kasım 2005, Cuma 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Orta sahada ezmeli‘’

Milan eninde sonunda bir iç hesaplaşmaya gidecek. Fazla mağlup edilebilir bir takım olmak, o kulübün alışkanlığı değil. Fenerbahçe, tıpkı Schalke gibi yine dönüm maçına çıkan, ama daha sağlam bir takımla karşılaşacak. Esas şanssızlık ise Stam’ın olmaması! Buna karşılık Cafu da yok. Bırakın Milan’ı, Brezilya Milli Takımı bile sağbekte yerine alternatif yaratamıyor. Büyük ihtimalle ayda yılda bir Rosseneri formasını gören Simic oynayacak. Ancelotti’nin Costacurta ile yeni defans maceralarına girmeyeceğini de kimse garanti edemez. Türk futbol kamuoyu Ümit’in devşirme sol bekliğini saplantı haline getirdi. Oysa Milan’a baksalar bundan vazgeçerlerdi. Zira bir süredir Serginho sol bekte. Elinden geleni yapıyor, hücuma katkısı ihmal edilemez. Ama Ancelotti orjinal versiyona, yani Kaladze’ye dönecektir.Fenerbahçe tam muammaMilan, iki PSV maçında yığınla gol pozisyonu kaçırdı ve 5 puan kaybetti. Mucizeviydi. Gilardino ve Shevchenko silahlarını bu sefer daha keskin tutacak. Gila’nın şampiyonlar liginde siftah yapma gibi de bir hevesi var. Fenerbahçe bu maç için muamma. Daum’un son dönemlerdeki hal ve duruşu ile kadro tercihleri, içimize şüphe düşürdü. Tüm planların şeklini etkileyebilecek 3 kritik nokta var: Birincisi Nobre’siz bir 11. İkincisi Alex oynamazsa Anelka’nın orta sahaya yaklaşması. Üçüncüsü ise Luciano yerine tercih edilecek isim.Alex’siz Anelka verimsizNobre-Anelka denemelerinin yarattığı sorunlar tecrübe edildi. Milan’ı orta sahada ezmek gerek. Bu da Nobre’siz, ortada verimli bir kalabalığı konuşlandırmak demek. Anelka’yı beslemeyi bilen, onun gezginliğine ayak uyduran şimdilik sadece Alex. Alex’siz tek santrfor olarak Anelka, diri diri gömülüyor. Tuncay merkezli, kanat ve Anelka destekli hücum Milan’ın başını ağrıtacaktır.Deniz’in geri dönüşü Luciano’nun yerine acaba o mu oynayacak sorusunu doğurdu ki, verilecek tek cevap “En iyi Deniz orta sahadaki Deniz”dir. Stoper Deniz bu bölgede zaten hatalar yapan Fenerbahçe’yi karıştırabilir. Servet’i ise yorumlayamıyoruz. Yani henüz bizim bildiğimiz Servet değil. Daum, Vestel Manisaspor maçında deneme fırsatını pas geçti.Üçlü savunma olmuyorBu 3 nokta aklımıza “Acaba üçlü savunma olabilir mi” sorusunu yerleştirdi. Bunu en son denediği üst düzey maç pek sevimsiz sonuçlanmıştı (Manchester United, 6-2). Tabi orada üçlü savunma yanında bir de 3. adam olan Fatih Akyel hatası vardı. Üçlü, dörtlü, ne olur bilemeyiz. Ama Serkan-Önder-Servet-Ümit, Mehmet-Deniz-Alex (Selçuk)-Appiah-Tuncay-Anelka 11’i (belki Kemal) şu koşullarda yapılabilecek en doğru karma olacaktır. Selçuk’un defansif orta saha olabileceğini düşünüyorduk, ama olamıyor. Savunmada top takibi ve hamle zamanlaması ile sertliği yetersiz kalıyor. Ama hücum yaratıcılığı üst düzey. Fenerbahçe bunu daha fazla kullanmalı.Doğru yerde, doğru hamleSonuçta Fenerbahçe, öne çıkan bazı isimlere rağmen takım felsefesini yansıtmayı amaçlıyor. Schalke karşısında bu felsefenin en önemli parçası eksik kaldı. Orta saha geriye dönüş ve ileri çıkışlarda bütün olarak hareket edemedi. Milan’ı ise bu bölgede yıpratmalı. Faul korkusu olmadan, doğru yerde doğru hamlelerle. Futbolcular risk almaktan çekinmemeli. Kendi statlarında yaşadıkları hata yapma korkusunu mümkün olduğunca bastırmalılar. Zira bu saniyelik kararlarda tereddüt (arkasından top kaybı), topu taca-kornere atamama, şut çekememe gibi sendromlara yol açıyor. Volkan için ise tehlike birebirler, Gilardino ve Shevchenko’nun çok sevdiği ara kaçışlar. Takım savunması Volkan’ı bu risk altına sokmamalı. Unutmamak gerekir ki Milan’ı iç sahada yenmek daha zor.

23 Kasım 2005, Çarşamba 03:30
YAZININ DEVAMI