‘’Samanlık seyran mı?‘’
Fenerbahçe, sıcak para akıtmanın iyi bir yapılanma ve planlama olmadan işe yaramayacağını en azından basketbolda tecrübe etti. Ders çıkardı mı? Bu, Ülker ile yapılan 5 yıllık anlaşmanın nasıl değerlendirileceğiyle belli olacak. 5 yılı yine ve sadece sezona dönük isimleri transfer ederek, tek başına ayakta kalabileceği altyapı ve maddi kaynakları oluşturmadan geçirirse, elinde ismine sponsor adı ekleme vicdan azabından başka şey kalmayacaktır. Ülker’in Euroleague haklarını almak, bu organizasyona katılmış ilk ve tek kulüp takımı olan Fenerbahçe için tahmininden öte bir kaynağın kapısını açıyor. Gelirlerin dağıtımı nasıl olacak? Bu paraların sadece basketbol ve diğer amatör şubelere geri dönüşü olacak biçimde harcanacağından emin miyiz? Euroleague, muhatabı olarak Ülkerspor’u görüyor ve onu ortaklığa gitmiş olarak algılıyor. Anlaşılabilir bir durum, zira hak Ülker’in. Ama Türkiye liginde kimlik Fenerbahçe olmak zorunda. Ülker, sponsor olarak var; Ülkerspor olarak değil. Fenerbahçe ciddi bir sorumluluğun altına girdi. En azından basketbolu kıyıya köşeye saklayamayacaklar. Salonu yapmadan da büyüme süreci tamamlanmış olmayacak. Tanıtım, ürün, salona ulaşım organizasyonları, kombine kart hazırlanması ve satışı gibi konuları profesyonelce yürütmeliler.Sponsorluk anlaşmasına yöneltilen eleştiriler şu çıkmazı da ortaya koyuyor: Fenerbahçe şampiyon olduktan sonraki 14 yılda basketbolda ne yaptı? İsim ortaklığına karşı çıkılırken alternatif ne çözüm üretildi? Daha doğrusu üretmek için kim ne kadar çaba sarfetti? Fenerbahçe taraftarı ilgisini niye kaybetti? Kaybetmemesi için neler yapıldı? Bu soruların cevaplarını gelmiş geçmiş idareciler ve taraftarlar samimi biçimde veremezse, yeni dönemde aynı hatalar yapılır.
‘’Yeni yem‘’
Son günlerde ayyuka çıkan ismin Zico olduğunu düşünürsek evet. Ortalarda dolaşan adayların teknik avantaj-dezavantajlarını bir kenara bırakın. Öncelikle Zico’yu tercih etmek, Fenerbahçe’nin teknik direktör kararlarındaki sağlıksız yapısının sonucu olacaktır. 3 sezondur yönetimle beraber ortak plan çerçevesinde Fenerbahçe ve Türkiye bünyesine aykırı işler yapmış teknik direktörü gönderiyorsanız, onun takımı üste taşıyacağına inanmıyorsunuz demektir. O halde yerine çok daha iyisini getirmelisiniz. Sizi tanıyan, Türk futbolundaki zararlı kanallarla mücadele etmeyi bilen teknik adamı gönderip, henüz işin başında ve tartışılan birini getirmek haddini aşan cesaret olur. Hele bahsettiğimiz kulüp Fenerbahçe ise. Teknik direktörüne saygı duymayan, yazar-yorumcuların kompleks savaşına girip alaşağı ettiği bu makamda sağlığını kaybetmeden durabilecek adam sayısı azdır. Almanya maçlarını seyrederken yedek kulübesinde Low’ü her görüşünde Fenerbahçeliler hüzünlenmelidir. Ya da Lazaroni’nin hangi vaatlerle kovulduğunu, arkasından ne büyük yıkım yaşandığını hatırlamalıdır. Zico 1982, 1986 Dünya Kupası anılarımızın efsanesinden öte değil. Şimdilik. Yönetimin, gitti-geldi ile geçirdiği belirsizlik dönemi sonucunda ortaya sunacağı isim Zico olamaz. Bu, aslında 3 yıldır değişir gibi yaptıklarını, Fenerbahçe’nin düşünce hastalıklarından kurtulamadıklarını gösterir. Scolari-Parreira-belki Luxemburgo (Avrupalı olarak da Hitzfeld) diye özetlediğimiz en uygun adayların arasına sırf Brezilyalı olduğu için Zico giremez. Scolari egolar üstü bir teknik direktör. Brezilya’nın Dünya Şampiyonluğu’nu futbolcu kalitesiyle elde edemeyeceğini Parreira’dan sonra ikinci kez ispatlayan isim. Daum’la kazanılanları darmadağın etmeden iyileştirebilecek, ilerletebilecek proje adamı. Daum 2003’de geldiğinde Fenerbahçe’nin en ciddi sorununun, o giderken yerine kimi getireceği olduğunu belirtmiştik. Disiplin, alışkanlık, uzun vadeye odaklanma, futbolcu bilgi bankası, antrenman geleneği, saha içinde çok yönlü oyun oynama ve değişik sistemleri uygulayabilme gibi özellikleri taşıyıp, Daum’da eksik olduğu düşünülen beceriler ve tecrübeyi barındıran bir profil çıkmalıydı. Hem de yönetimin dış baskılara gülüp geçmesini sağlayacak güveni verecek kariyere sahip. Bu; Scolari, Dünya Kupası’ndaki hatalarına rağmen Parreira olabilir, ama Zico değil.
‘’Kenardakiler‘’
Aracıya ihtiyacımız olmadan herşeye hakimiz. Ronaldo, Mascherano, Podolski, Parreira, Eriksson onlara kim olduğunu ispatlamak zorunda değil. Laflar bir kulaklarına dahi gitmiyor! Ama boru, Türkiye içinde ötüyor. Kamuoyunu peşlerine takıyorlar. Temelsiz yorumlar, tribünlerde slogan olarak yankılanıyor. Futbolcuya dönük teknikmiş gibi görünen yüzeysel aşağılamalar küfüre dönüşüyor. Türkiye’de futbola ne yapıldığını görmek için kupayı bu yönüyle de izleyin... Detayların sizden çalınmasını engelleyin. Mesela teknik adamlar ayı yaşıyoruz. Almanya 2006 NBA’in son yıllardaki en uykusuz kalmaya değen play-off döneminin finaline denk geldi. Miami Heat imkansızı gerçekleştirdi. Ama Stan Van Gundy 12 Aralık’ta ayrılınca Miami başkanlığından koçluk koltuğuna gelen Pat Riley farkı vardı. Teknik anlamdaki kalitesi bir yana ‘insan ve takım idare edebilme’, ‘oyuncuyu verebileceğinin en iyisi noktasına getirme’ becerisi tüm sezonu ayakta tuttu. Phil Jackson gibi... Arjantin teknik direktörü Pekerman’ın duruşu da bu... Crespo onun Arjantin geleneğine göre oynamalarını istediğini, rakibe göre değişiklik yapmadığını söylüyor. Ama aslında Pekerman Arjantin geleneklerine aykırılığıyla bu noktada... Scolari, Parreira gibi ülkelerinin ‘hem sürekli hücum oyna, hem kazan ve bol gol at, hem rakibi oynatma’ baskılarına taviz vermeyip, futbolcuların herşeyi yönetmesi alışkanlığını sindirdi. Brezilya ve Arjantin’in başarı yolu bundan geçiyor. Parreira 94’te tüm ülkeyi karşısına alıp savunma ve kontrol ile 24 yıllık acıyı bitirmişti. Arjantin’de Avrupa disiplini hep vardı, ama bireyler ve egolar takım üstüydü. Pekerman ile işler artık farklı. Fenerbahçe gibi kulüpleri de ancak bu tarz teknik adam profilleri taşıyabilir. Onlara bu gücü verebilecek ve sisteme yem etmeyecek yönetimlerle...
‘’Futbol tarihi dersleri‘’
Şubat 1996’da Türkiye Kupası’nda Beşiktaş’a elenince Ali Şen tarafından görevinden alındı. Ali Şen’in Lazaroni ile ilgili 2006 yorumları yazının sonunda. Lazaroni’nin katı bulunan sistemini bir kenara bırakıp, 96-97’de neler olduğunu ve söylendiğini hatırlatalım. Görevden alındığında Fenerbahçe, Galatasaray’ın 3 puan gerisindeydi ve hafta sonu Fenerbahçe Stadı’nda derbi vardı. Ali Şen bir gecede sistem değişikliğine gitti. İmza töreninde İngilizvari menacerlik dönemini Rıdvan Dilmen ile başlattığını açıklıyordu: “2000’e 3 kala Avrupalı olmak istiyoruz. Artık Asyalı düşünmek istemiyoruz. Dardanel maçından sonra Rıdvan’dan şampiyonluk turu bekliyorum.”Lazaroni ise “Fenerbahçe Şampiyonlar Ligi’nde hiçbir Türk takımının yapamadığını yaptı. Türkiye Kupası 15 yıldır kazanılamıyordu. Bu benim başarısızlığım değil” diyordu.Galatasaray ocaktan beri oynanan 3 lig maçında galibiyet alamamıştı. Fenerbahçe yeni teknik direktörü Veselinoviç ile 3-2 galip geldi ve puanları eşitledi. Böylece Galatasaray 5 puanlık avantajını sıfırladı. Ortam güllük gülistanlıktı. Ertesi hafta Beşiktaş’a 1-0 kaybedildi.Lazaroni kovulmadan önce, 20. hafta sonunda Galatasaray’ın 3 puan gerisinde olan Fenerbahçe, ligi Galatasaray’ın 9 puan gerisinde 3. sırada bitiriyordu.O dönemi yaşamış üç isimden biri Bülent Uygun: “Gerek insani açıdan, gerekse futbol bilgisi bakımından son derece kaliteli bir hocaydı. Yıldız oyuncuları kayırmaz ve disiplinden taviz vermezdi. Parreira’nın izinden gitti. Ama onun mirasını yemedi. Çünkü Oğuz, Aykut sezon başında, ben de devre arasında gönderilmiştim. Kısacası Lazaroni’nin elindeki kadro çok farklıydı ve ona rağmen Şampiyonlar Ligi’nde 7 puan toplamayı başarmıştık.”Diğeri Uche: “Parreira kadar kariyerli ve hırslı bir teknik direktör. Trabzonspor, getirebileceği en iyi yabancı hocayı buldu. Sert mizaçlı olmasına rağmen insani diyalogları mükemmel.”Ve bir diğeri Ali Şen: “Oyuncularına güven veren dürüst bir yapısı vardır. Ancak başarılı olması konusunda yönetime de büyük görev düşüyor. Onun isteklerinin titizlikle yerine getirilmesi lazım. Ben önemli başarılarına rağmen kendisinin işine son verip tazminatını da ödeyerek yollarımızı ayırdım. Kötü bir hoca olduğu için değildi bunlar. Amacım çok daha iyi bir Fenerbahçe yaratmaktı.”
‘’Eğer... İse... Ama...‘’
Elde tek gerçek var: Tümer Metin. Yöneticilerin aklından geçeni bilemem, ama hiç de öyle bir gecelik icraata benzemiyor. Fenerbahçe Marcio Nobre’yi sezon sonu bırakacaktı ve Türk takımına gitme ihtimali de netti. Bunu göze aldılar. Bir kulüp planlarını göndereceği ismin rakip takıma gitme korkusu üzerine oturtamaz. Tümer Metin Türkiye’de alınabilecek en hazır, tecrübeli ve teknik oyunculardan... Alex de Souza’nın alternatifi değil, onun tamamlayıcısı... Milli Takım’da oynatıldığında en çok eleştirdiğimiz noktası savunma açısından eksik kalmasıydı. İsterse mücadele gücünü artırabiliyor. Beşiktaşlılar’ı istikrarsızlığıyla çileden çıkartan Tümer, hiç yapmadıklarını yapıp, kendini aşmak gibi bir sorumluluğu yüklendi. Manevi yönden Fenerbahçe taraftarının ne kadar içine sindirebileceği belli değil. Teknik olarak ise belki de 1 senelik transfer yaptılar.* * *Ortalarda dolaşan Sol Campbell, Morientes iddialarının tek kabul edilebilir ismi Sol Campbell’dı. Ödenecek uçuk paranın geri dönüşü olmayacak. Bu risk göze alınır, ama tecrübesi ve mevkisindeki değeri ile hakkını verebilecek bir ya da iki futbolcu için... Fatih Tekke’ye 3-4 milyon Euro’nun üstüne çıkacak teklif tartışılır. Fenerbahçe 3 sezondur birkaç istisna dışında iyi götürdüğü transfer anlayışı ve planlarından sapmıyorsa sorun yok demektir. * * *Christoph Daum geri dönerse şaşmayacak noktadayız, zira hala Fenerbahçe’nin hocası! 3 yıllık emeği ve Daum’un kazandırdıklarını silmeden üzerine koyabilecek ve camianın kimyasına uyabilecek isim bulmalılar. Scolari ve Parreira en uygunları... Oyun sistemleri ve takımı hazırlama süreçleri yakın ve etkili... Scolari 2002 Brezilya Milli Takımı’nı çekip çeviren, egoları kontrol altında tutan, onların ismi altında ezilmeyen, ‘patron benim’ duruşunu asla kaybetmeyen bir teknik direktör. Fenerbahçe’yi de ancak böylesi idare edebilir!En son iddia Hector Cuper, kaybedenlerin başında gelir. Kötü değil, ama stiliyle medya, teknik anlayışıyla da Fenerbahçe camiasıyla ciddi problemleri olacaktır. Almanlar’dan Hitzfeld olabilir. Diğer Fransız, Hollandalı, İtalyan vs... Adaylara gereken zaman tanınmayacaktır. Teknik olarak da devamlılık sağlayamayacaklar, takım herşeye yeniden başlamak zorunda kalacak. * * *Stoper gerek, golcü gerek, Anelka kalacaksa ona uyabilecek isim bulmak gerek ki, bunu gittiği hiçbir kulüp başaramadı. Can Arat, Gürhan, Semih gibi oyuncuları kullanmak gerek. Bir teknik direktör, herşeyden önce bir başkan bulmak gerek. Transfer işiyle uğraşan Aziz Yıldırım’ın son anda ‘aday olmayacağım’ dediğini düşünebiliyor musunuz?
‘’Her lige bir İtalyan savcı‘’
Diğer ülkeler temiz değil. Ama İtalyanlar hem yapıyor hem de ortaya çıkarıyorlar. Soruşturma, telefon kayıtlarına dayanıyor. Juventus eski Genel Menaceri Moggi’nin, bazı üst düzey federasyon yetkilileri ile hakem atamaları üzerine diyalogları ön planda. 41 kişiyi, Seria A’dan da Juventus, Lazio, Milan ve Fiorentina’yı içine alıyor. Geçen sezondaki 19 maç listede. Bunların 12’si Juventus’un. Moggi’nin oğlu Alessandro Moggi’nin yaklaşık 220 futbolcusu olan menacerlik şirketi (GEA World) tüm bu şike-bahis olaylarının göbeğinde oturuyor. Milli takım kalecisi Buffon yasal olmayan bahis işine girdiği iddiasıyla sorgulandı. Milli takımın teknik direktörü Lippi’ye Juventus’ta çalışırken Moggi tarafından kadro üzerine telkin yapıldığı iddia ediliyor. Lippi’nin oğlu da, Alessandro Moggi’nin menacerlik şirketinde çalışıyor. Gelişmeler üzerine futbol federasyonu başkanı Franco Carraro, yardımcısı Innocenzo Mazzini, Moggi ve tüm Juventus yönetim kurulu istifa etti. Juventus son 2 şampiyonluğunu kaybedip seria B’ye düşürülebilir. 9 Mayıstan beri hisseleri yüzde 40 değer kaybetti.Bu ortamın, iddialı oldukları Dünya Kupası arefesinde masaya yatırılması müthiş bir meydan okuma. Kupada düdük çalacak şöhretli hakemlere el çektirildi. Mesela telefon konuşmalarında hakem isimlerini Moggi’ye verdiği belirlenen Pierluigi Pairetto’ya.İtalya’da gümbürtüler koparken, tüm sezonu gümbürdetilen ligimize huzur kilidi vuruldu. Sözde herkesin elinde şike, maç satan, satın alan, çanta bilgileri vardı; hakemler Pairetto’culuğa özenmişti. Kulüp yöneticileri imalarıyla, araştırmacı yazar ve program yapımcıları dosyalarıyla bağırıyordu. Artık tık yok. En azından bu iddialar için soruşturmalar başlatılmalı, mesnetsizse ceza verilmeliydi. Sessizliğe bürünen Haluk Ulusoy federasyonu cezalarından değil, gerçek hukukun önünde. Tek icraat genel af oldu. Denizlispor’un sahası kapatıldı. Oysa aynı eylemden dolayı, yani seyirci maçı durdurduğu için Rizespor seyircisiz oynamıştı. Maç sonu koltukları aşağı indiren Fenerbahçe tarafına ceza verilmedi. Peki Fenerbahçe Manisa’da ne için seyircisiz cezası almıştı? Ya da benzer eylemlerde Trabzonspor, Ankaragücü’ne niye farklı uygulama yapılmıştı? Yoksa lig bitti, iş bitti mi?
‘’Şifre olsa da‘’
Fenerbahçeliler 2. travmayı yaşıyor. Aziz Yıldırım yine ağlatarak görevini bıraktı. Kararı 4 günde verdiği iddia ediliyor. Peki 4 günde verilebilir mi? Ya da kendileri için bu kadar acı bir lig sonunun ruh haliyle ne kadar sağlıklı olabilir? Taraftarları, atlatılması zor dönemden geçiyor. En çok ihtiyacları olan, metanetiyle onları ayağa kaldıracak başkanları. Hem de tüm sezonun saha dışı bilançosunu çıkarıp, bu sistemi yozlaştıranlarla yüzleşmesini beklediği bir başkan. Aziz Yıldırım’ın kararı bu umutları kökünden kopardı. Yıkıcı, kırıcı ve moral bozucu. Ama daha da önemlisi Fenerbahçe tarihinin en sağlam, kararlı ve iyi dönemini yaşasa da yine bir sezon o bela klişelerinin gösterisiyle sonlandı: Teknik direktörü ve başkanı ayrıldı. Camianın lobi karşısında etkisiz kalmasını, teknik anlamda yaşanan sorunları, transferdeki eksik ve hataları değerlendiremeden odak yer değiştirdi.Aziz Yıldırım’ın daha “büyük” bir planın parçası olarak görevi bırakıp bırakmadığını öğrenmek için beklemek zorundayız. Aslında konuşmasında bu yönde ipuçları verdi. Yapabileceğimiz tek şey tahmin yürütmek ve neyin Fenerbahçe’yi geri dönüşe itebileceğini, neyin o kör çukurdan kaçmasını sağlayabileceğini tartışmak.Ligi 2. bitirmek kısa vadede Fenerbahçe için kayıplara yolaçtı. Şampiyonlar Ligi ve hatta UEFA dışında kalma riskini artırdılar. Oysa hala en önemli şey lig olmalı. Türkiye içinde halletmeleri gereken işler var. Sezona erken başlamak zorundalar ve bunun getireceği teknik ve manevi sorunlar ile lig baskı altına girecek. Bu açıdan, hele teknik direktörünü değiştirme kararı vermişken zaten Aziz Yıldırım’ın güvenoylamasına gitmesi gerekiyordu. Bu, olası bir erken elenmeye karşı tüm sezonu kaybetmemek için gerekliydi. Ama o, görevi bıraktı. Durumları içinden çıkılmaz hale soktu.Yeni başkan ve yeni yönetim kurulunun bu sezon için şansı yok. Zira 1.5 ay içinde teknik direktör ve transferi belirleyecekler, çözecekler ve takım hazırlanıp ön eleme maçına çıkacak. Bu koşuşturmadan teknik anlamda da iyi bir ürün çıkmaz. Kaldı ki Fenerbahçe ileriye dönük başkan ve yönetici alternatiflerini hazırlayamıyor. Varolan isimlerin tarzı, vizyonu eskilerden farklı değil. Aziz Yıldırım’dan fazlasını verebilecek ve tüm planlarını somut verilerle taraftara net biçimde sunacak isimler gerek. Yapamıyorlar. Mevcut yönetim kurulu bu görevi taşımak zorunda. Toplu istifa, çözülmeler de kaos demektir. İlk sorun içeriden doğru başkanı seçmek. İkincisi, artık o yönetimin medyaya, kamuoyuna karşı bir Aziz Yıldırım zırhı olmayacak. Sessizlik Fenerbahçe için en önemli strateji. Ne kadar az konuşan olursa o kadar güçlenir. Bunu Aziz Yıldırım sağlıyordu. Şimdi bireylerin inisiyatifinde. Halkla ilişkiler politikası çok daha öncelikli. Aziz Yıldırım’ın veda konuşmasından anlaşılan o ki, 3 sezondur iyi bir plana oturtulan transfer politikası devam edecek. Fenerbahçe için teknik direktör seçmek o kadar kolay değil. Teknik direktör iç dinamikler ve dış saldırılarla da boğuşabilmeli. Aziz Yıldırım futbol takımı ve teknik direktörünün de koruyucusu idi. Dış faktörler tirbünleri ve yönetimini ne kadar etkisi altına alsa da o, bunların takıma sızmasına izin vermiyordu. Yönetim kurulu bunu ne kadar sağlayabilecek?
‘’Naftalinsiz olmaz‘’
A milli takımın başarısızlığını da çözdük. Özlemimiz, 20 yıllık küflü yöneticilerin 20 yıl öncesine ait küflenmiş demeçlerineymiş. Ya da küme düşme hattı maçlarının aynı saatte oynanmamasına veya birini izlerken diğerinin ekrana yansımamasına... Ligin altı, çözümü bilgisayara emanet edilecek karmaşaya ittirilmiş olabilir. Her kulüp birbirine “hatır” işlerini hatırlatıyor olabilir. Ocakta Haluk Ulusoy’a kimler oy verdi kimler vermedi diye liste yapıyor da olabiliriz. Cevaplar, “Brezilya-Arjantin Dünya Kupası Finali’nde karşılaşır mı”yı fikstüre bakıp bulmaktan daha basit aslında. Ama maçlarla, cezalarla, fikstürle yine bu kadar oynanmaya başlanmışken ve bunları yıllar önce yaşamışken, keyifle koltuğuna kurulan bizlerin, medyanın ruh halini izah etmek en zoru.Levent Bıçakçı federasyonu ile Haluk Ulusoy federasyonu veya Şenol Güneş-Ersun Yanal-Fatih Terim arasındaki farkları, kim kime neden taraf olmuş, altında yatan gerekçeler nedir dökebilecek özeleştiri cesareti kimde var? Ölü dönemlerde pek nezih davranıp, hararetli dönemlerde net biçimde taraf olmanın verdiği sorumluluğu taşıyabiliyor muyuz? İktidara sürtünüp, karnını doyurup, devir tamamlanınca zulada bekletilen “kirli dosyaları” ortaya saçan medya anlayışının bir alt kimliği spor medyasında yok mu?Küften çürümüş yöneticiler, yönetilmekten ve kullanılmaktan hoşlananlar hala aynı numaraları halka yedirmeye çalışırken onların kaşığı olmak hoşumuza mı gidiyor?Karar zamanıdır. Futbol aleminin kaçınılmaz ilişkileri, medyayı şekillendiriyorsa en azından bu, kamuoyuna da itiraf edilmeli, dürüstçe kabullenilmeli ve “biz böyleyiz, ister alın-seyredin ister bırakın” denmeli.Brezilya, Mourinho, 4-2-3-1, Beckham, Desailly, Dica bu emellere alet edilip harcanmamalı. Sezon içi ortalama 2-3 teknik adam kovup, milyonlarca doları batıran, takımları politik hevesleri için kullanan, hedeflerini sezondaki bir iki maça zincirleyen, kendi dar bakışlarını futbolculara da ezberleten, “Bizi düşürüyorlar, bize az para veriyorlar” diye ağlayan takımlara gerçek yüzlerini gösteremiyorken ağzımıza Brezilya adını bile almamız günahtır. 8-0’lık Ankaragücü-Galatasaray maçını diline dolarken, o dönem ismi geçen yöneticileri hala bu sistemin baş köşesine oturtmaktan hicap duymuyorsak Dünya Kupası’ndan bahsetmek haddimize değildir. Şampiyonluk mücadelesini etkilemek için çaba sarfederken İsviçre’yle uğraşmak vakit kaybıdır.Bu ortamda futbol taraftarlığı kimliğini korumaya çalışan Saracoğlu dışı, İnönü içi kitlelerininki ne şaşırtıcı bir direniş! Seçim öncesi güdümlü anket sonuçlarını hep ters köşeye yatıran halkın yaptığı gibi.









































