Arama

Popüler aramalar

‘’Sayalım‘’

“Sen şemsiye attın, biz pet şişe” gibi tartışmaları bitirecek çözüm raporlarda yatıyor. Taban fiyat belirlenir (mesela 10 kuruş). Eylemler derecelendirilir: 1,2,7.. Hepsi toplanır ve taban fiyatla çarpılır. Belirli bir sınırı aşana da basarsın seyircisizi, saha kapatmayı.Genel ceza kültürümüze baktığımızda şunlar çıkarilabilir: “Ulusoy istifa” demek 10, hakeme küfür 5, ıslık 3. “i.. Cimbom, i.. Beşiktaş, i... Fenerbahçe” demeye hatır için 1, Aziz Yıldırım’a küfür 0. Süre ve kelle önemli. Gördük ki gözlemciler için saymak da sorun değil. 20 bin ile 2 bin kişinin küfürü bir mi? Deplasmana giden seyirci başına 1. 6 yaşından küçükler için indirim yok, aksine artsın. Ne işi var çocuğun deplasmanda?“Hepiniz ... siniz”, “gÖ.den sÖ..mi” gibi hayatımızın bir parçası olmuş sloganların cezalık olup olmadığı karara bağlansın. Kardeş ülke Japonya bayrakları açıldığında öncelikle Türk-Japon haftasına denk gelip gelmediği araştırılsın. Atılan her koltuk 0.5 olsun. Tabi koltukların kalitesi bu katsayıya yansıtılsın. Tribündekilerin yediği her cop cezadan düşülsün. Girişlerde alkol muayenesi yapılsın. Ya da içeride tuvalete gitme sıklığı kameralarla tespit edilip kişi başına bölünerek aralık belirlensin.Üşenmek yok, her pet şişe sayılsın. Gerekirse yatıya kalınarak sayılsın. Futbolcuların içip kenara fırlattıkları düşülsün. Maddelerin yaralayıcı olması için minimum kaç gram olması gerektiği belirlensin. İç Anadolu’daki taş ile Kuzey Anadolu’daki taş arasında iklim ve renk farkı olmasın. İsabet oranına göre katsayı büyütülsün. Meyve, sebze de varmış. Olur da futbolculardan biri delili alıp bunu yerse kırmızı karta kadar varan ihraç uygulansın. Takımların sembolleri olmuş (aslan, kanarya, kartal, timsah gibi) hayvanlar sahaya çıkarıldıkları için ceza uygulanmasın. Kurbanlıklar önceden bildirilsin. Klasman dışı bir hayvan düşünülüyorsa (hindi gibi), önce hindiden ve taraftarlardan onay alınsın. Kırpık konfeti atıldı deyip ucu açık bırakılmasın. Hepsi sayılsın. Futbolun dili tektir, diğer dillerdeki küfürler de küfür sayılsın (Uluslararası maçlarımız hariç).Saha dışına liste yapmak zor. Mesela Adnan Polat, “Vietnam gibiydi” derken tarihin en nedensiz işgallerini yaşamış bir milleti verdiği savaş için onore ediyorsa alkışlansın. Ama niye Irak, Afganistan demediği araştırılsın. Sokaklarda yaralı insanlar inlerken her derbiden sonra “Ne güzel geçti, herşey kontrolümüz altındaydı” diyen yetkililerin masalları için o takımlardan 10 puan otomatikman düşülsün. Galatasaray ve Fenerbahçe’ye İstanbul’daki final için ayrı güzergahlar ayıran yetkililer, Beşiktaş-Fenerbahçe kupa finalinde İzmir yollarını nasıl bölecek? O stat nasıl boşaltılacak? Taraftarlar İstanbul’a aynı saatte nasıl dönecekler? Yazalım ikisine de şimdiden 50 puan.Karşı sütunu asla doldurulamayacak maddeler de var. Kendi taraftarı bir hafta önce anons yüzünden eziyet çekmişken benzer muameleyi rakip taraftara yapan yönetimler gibi...İşte size kişiler, takımlar ve ligdeki durumlardan bağımsız ceza sistemi! Tepe tepe dağıtın.

27 Nisan 2006, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Güneşli günler‘’

Dakikalarla kısıtlı ömrü var gerçi, ama yakınına gittiğinizde kokusu boğazınıza kazınıp kalıyor. Nadide, öyle her yerde açmıyor. Bu sefer Abdi İpekçi salonunun protokol civarında beliriverdi. Haluk Ulusoy’lu baharları da nasıl özlemişiz nasıl. Bir ara ne kadar korkmuştuk, Trabzonspor veya Galatasaray’a başkan olacak, bizi öksüz bırakacak diye. Neyse ki son anda vazgeçti de kirli futbol hayatımızı ışığıyla aydınlattı. Otoriteler keyiflendi, canları artık futbolu konuşmak istiyor. Hakemler huzura kavuştu. Hatırlıyorum, yıllar önce medyamızın “temiz eller” kampanyaları vardı. Spor için de başlatıldı. Çete ve mafya dosyalarında adı geçen, soruşturulan isimlerle gönül ve cep bağı olan yöneticiler ve kulüpler medyamızın kara listesinde. Artık şampiyonluk posterleri bile inceleme altında. Devletin üst kademe isimleriyle akrabalığı ve ilişkisi olanların eli ayağı futboldan çektiriliyor. Mesut Yılmaz ve Mehmet Ağar’dan “siyaset futboldan uzak durmalı” mesajları geliyor. Her yer buram buram deterjan kokuyor. Sansürün “s”si yok.Yorumcular defansın önünde tek orta saha ve bol forvetle oynatıyor diye eleştirdikleri Daum’a bir türlü laf geçirememişlerdi. Neyse ki defansın önünde tek orta saha ve bol forvetle oynayan Gerets’i örnek gösterip Alman teknik adamın cehaletini giderdiler. Bahara onlar da huzurlu girdi. Kalemleri ve şablonları dert görmesin.Hasret de bitti. Tellere kafasını dayamış, ağlayan Fenerbahçe taraftarı fotoğraflarını ve manşetleri özlemiştik. O gözyaşlarının copla alakası yok. Hem o çoluğun çocuğun, bayanın, ailelerin Türkiye’nin şehirlerinden birine gidip takımını izlemek gibi ilkelce bir aktivitenin içine girmesine ne gerek var? İnsan haklarının yorulmaz savaşçısı, demokrasinin namusu Türk medyasının o copları ön sayfaya taşıyacağını mı düşündüler? Vicdan sızlatacak durum mu var? Belki Taksim meydanında olsalar değişirdi. Arada kötü haberlere bakmayın. Hepsi bu güzel sistemi çökertmek için uyduruluyor. Gaziantep’te stada giremeyen yüzlerce biletli Fenerbahçe seyircisi var dediler. 5 milyonluk biletler 50 milyona satılmış dediler. Teberru yasaklanmış ve ciddiyetle takibe alınmışken bu mümkün mü hiç!Tertemiz statlarda, hiç eziyet çekmeden, polisle tartışmadan, insani koşullarda maç izliyoruz. Artık deplasman takımı seyircisi içerde 1-1.5 saat bekletilmiyor. Derbilerde yüzde 5 kalktı. Şiddet yasası öyle titizlikle ve dikkatle uygulanıyor ki, yakında İngilizler’e brifing vereceğiz.Ama hava değişimi en çok Sayın Yıldırım Demirören’i vurmuş. “3 büyüğü 2’ye indirmek istiyorlar“ diyerek Galatasaray ve Fenerbahçe’ye isyan bayrağı açmışken Galatasaray’ın şampiyonluğuyla ilgili temennilerini başka nasıl izah edebiliriz ki.Tek üzüntümüz var. Hükümetlerimiz Türk futbolundaki 20 yıllık lobi örgütlenmesini inceleyip kendilerine örnek alsalardı, uluslararası platformda bize kimse gık çıkaramazdı. Coni, AB kapımızda köle olurdu.Baharın en sinir bozucu tarafı ise alerjilerdir. Aslında futbolumuzun ve lobilerinin bünyesi çok sağlamdı da 2-3 yıldır kaynağı belirlenemeyen alerjik bir vaka ile karşı karşıyayız. Hapşırmaktan topluca beyinler uçtu, hatlar karıştı. Bir tek çocuklara bulaşamıyor. Güneşli günlerin tadını en çok onlar çıkarıyor.

20 Nisan 2006, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ayakların hep kumda kalsın‘’

Milan-Lyon’da olduğu gibi. Juninho, iki eleme maçında da kötüydü, bazen sahada olduğunu bile unutuyordunuz. Lyon’nun seri başarılarının temel taşı, hakkı yeterince verilememiş, milli takımın ilk 11’inde olamayan 31 yaşındaki Juninho asla “jeneriklerin baş adamı” mertebesine ulaşamayacak. İç burkucu. O da farkında. Tıpkı 28 yaşındaki Alex gibi. Brezilyalılar’ı milli takım veya liglerinde, yani kendilerinden olanlarla bir arada seyretmek bambaşka birşey. Rahatlıkları yüzlerine vurur, huzurludurlar, eğlenerek oynarlar. Futbol hayatları, ama asla onu bağnazca veya bir zorlama olarak yaşamıyorlar. En iyi ve teknik dediğimiz Avrupalı futbolcunun yetenekleri onlar için sıradan. Kaka, Ronaldinho, Ronaldo mertebesinde ilgi ve ünü asla göremeyecek olan Juninho ve Alex, o topraklarda saygınlığın ve hayranlığın adı. Tıpkı Kaka, Ronaldinho ve Ronaldo gibi. Güzel şeyi yatağında boğazlayan futbol ülkesi olarak bir Brezilyalı’yı bu benliğinden kopartmaya çalışıyoruz. Mükemmel değil, ama sizin gördüğünüz halde anlayamadığınız bir dünyanın yıldızı. Ondan daha iyisini bulmanızı kolaylaştırayım: Top ayağına yaklaşırken pas vereceği kişiyi çoktan seçip, bu kişiyi pas hatasını minimuma indirecek en doğru hedef olarak yakalayan, bunu basit bir işmiş gibi müthiş bir yaratıcılıkla beceren, kornerler ve duran toplarda yüksek bir isabet yüzdesi tutturup en ciddi gol kaynağı olan, dripling yapıp hücum hattının her bölgesinde gezebilen, ortalama bir oyun kurucunun atacağı golden fazlasını bulan, hareketli topa şutu istediği noktaya gönderebilecek ve bunu saliseler içinde tesbit edebilecek zekaya sahip, ayak çabukluğuyla 2-3 kişilik sıkıştırmalardan sıyrılabilecek birisi. Bunlar Alex’in meziyetleri. Bir de Alex’te olmayanları yazalım: Ballack gibi sağlam bir fizik ve direnç, sürekli koşmak (maç başı ortalama 60-70 dakika), oyun içinde kopukluk yaşamamak, topun kendisine gelmesini beklememek, takımın başı sıkıştığında isyan etmek. Şimdi bana futbol piyasasında bunları verebilen, üstüne Zidane gibi takımı idare edip, oyunu açıp pas dağıtacak ismi söyleyin. Söyleyin ki Fenerbahçe gidip onu alsın.Oyun kurucuları, attıkları ve attırdıkları goller bile anlamaya yetmez. Hafızalarımızda aylar sonra sadece o dakikalar kalır; arkadaşlarına yarattığı pozisyonlar, takıma getirdiği tempo silinir gider. “Amma abarttın” diyenler vardır elbet. Cruzeiro’daki Alex için abartı değil. Negatif özellikleri abartı! Belki Avrupa’ya yeterince erken gelemedi, onun Brezilyalı bünyesi Avrupalılaşmayı becerebilecek kadar esnek değildi. Ama Türkiye’deki Alex, Cruzeiro’daki Alex olamıyorsa, bu futbol ortamımızın sorunudur. Teknik olarak da Fenerbahçe’nin.“Dünya futbolunda beğendiğim birçok yıldız var, ama kendimi dünya yıldızı olarak görmüyorum” diyor Alex. Ona Ronaldinho’ymuş gibi davranarak onu küçültmek isteyenlere mesajı bu olsa gerek.

13 Nisan 2006, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Yine hüsran!‘’

Brezilya’nın yeni umudu diye Fred’i getirmişler. Sahada gezindi. Carew de. İkisini toplasan bir Forlan etmez. Üstelik Fred bir de atağa kalkarken topu kaptırıp ilk gole sebep oldu. Pres yok, mücadele yok. Benzema, Ben Arfa gibi Fransız gençleri dururken Houllier’in bu iki yabancıdan başkasını gözü görmüyor.Cacapa ve Cris istikrarlı ve Fransa’da rakibe nefes aldırmıyorlar. Ama Avrupa’ya çıktı mı böyle üst seviye takımlara karşı ne kadar ağır oldukları ortada. Kara kuru İnzaghi nasıl aradan gelip o kafayı vurur? Wiltord, Govou, Malouda iyi mücadele ediyorlar ama yetenekleri kısıtlı. Koşmak yetmiyor. Milan karşısısnda o net pozisyonları kaçıran futbolcularla bu iş yürümez.Hala sağ beke adam bulamadılar. Clerk diye gencecik çocuğu koymuşlar, yetenekleri kısıtlı. Onu da baskı altında harcıyorlar. Houllier tek golcü ile Milan’ı vurma peşinde. Hangi Milan? Adı var, kendi yok neredeyse. Defansının yaş ortalaması 35’i buluyor. Kötü sezon geçiriyorlar, İtalya’da önüne gelen yeniyor. Lyon, Real Madrid’i geçerken onlar Schalke, PSV ve Fenerbahçe gibi kolay bir gruptan son anda çıktılar. Le Guen’i eleştirirdik, bu takımı fazla hücuma dönük oynatıyorsun diye. Houllier’in korkaklığını görünce haksızlık etmişiz. Başkan Aulas, Le Guen’e de 4 sene katlanmıştı. Daha ikinci sezonunda Denizlispor gibi sıradan ve tecrübesiz bir takıma elenmişti. O zaman Le Guen ile Avrupa’da başarı gelmeyeceğini, sadece Fransa ligiyle avunacağını söylemiştik. Houllier’in de farkı yok. Taraftarı artık bununla kandıramazlar. Futbolcularının değeri Lyon’unkinin yarısından az olan Villarreal nereye geldi. Bir duran topla golü bulup skoru korudular. İşte Avrupa’da mücadele böyle olur. Lyon’un bu kafa ve bu teknik kadroyla ancak kendi liginin kralı olup avunur.(Okuyucu Notu: Lyon 6 sezondur üst üste Şampiyonlar Ligi’nde. 2000’de Türkiye’de bu kupaya en çok ve sürekli katılan takımı Galatasaray’ın altında iken bu sezon 31 puan önlerine geçtiler. Ülke puanı çok önemli ama bireysel puanlar da. Bütçesini katladı, gelirlerini 93 milyona çıkarıp en zenginlerin arasına sızmayı başardı.Villarreal, bu takımın temelini 2000-2001 yılında attı. Kupa tecrübeleri de bu dönemde oluştu. Birkaç bin seyirciye oynarken onbinlere çıkardı. Son iki sezon UEFA’da yarı ve çeyrek finalleri gördü. İlk 11’inin daimi oyuncularının ortalama sadece 3-4 tanesi İspanyol. Başarıları sonucu bonservisinin yüzde 75’ine 5 milyon Euro verdikleri Riquelme için Barca’ya 1 milyon Euro daha ödeyecekler. Manchester’in 7.5 milyon Pound’a aldığı Forlan’ı 1.5 milyon Pound’a kaptılar. Kendisine daha fazla ücret veriyorlar. Uyanış sonrası kadrosuna hep “yetenekli, ama bir türlü üste geçememiş” futbolcuları katıyor. Bunların bir tanesini dahi Türkiye’ye getirmek için bütçenizi yırtmanız gerek: Palermo, Sorin, Riquelme, Forlan, Coloccini, Battaglia, Anderson, Figueroa, Jose Mari. Senna, Belletti gibi oyuncuları parlattılar. Inter karşısındaki defanslarının yaş ortalaması 31.5 idi.)

06 Nisan 2006, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Lig masalı‘’

Rakamların en net mesajı, sıralamadır. Biraz güç oldu ama takımlar, ligin karamürsel sepeti olmadığını gösterdiler.Türkiye’de en azından son 10 yılda şampiyonluğun sırrı, derbi dışındaki maçlarda minimum puan kaybıdır. Fenerbahçe 2 sezon bu felsefeden sapmadı. Manşetler Daum’a derbi kazanamayan çamurunu atarken, Fenerbahçe sezon sonuna doğru kazanması gereken derbiyi alıp kupa kaldırıyordu. Ama bu sefer kendilerini her maçı kazanma zorunluluğu noktasına getirdiler. Ya da Galatasaray bunu sağladı mı demek lazım...Detaylara benim kadar kafayı takmışsanız, Diyarbakırspor maçındaki Fenerbahçe için sulandırılmış klişeler dışında söyleyecek şeyler bulursunuz. Teknik direktörlerin bizden farklı olma noktalarından biri de bu detaylarla uğraşmalarıdır. 2-0 iken iki stoperin 2 Diyarbakırspor oyuncusuyla yüzyüze kalması, ortalarda 3-4 Fenerbahçeli’nin arka direkte hep bir rakibi unutuyor olması atılan 5 gole karşı uyku kaçırır. O hassas beyin, Mehmet’in aslında ne kadar iyi bir açık oyuncusu olduğunu izlerken, savunma yönünden sallanan bir taş olduğunu düşünür. Çözmek teknik adamın ve transfer belirleyicilerin işidir, futbolcunun yapamasa da yapmak için tüm limitlerini zorlaması gerektiğidir. Bunlar Gaziantepspor maçı için huzur kaçırır. Fenerbahçe’nin 1 senedir tüm planlarını bozan Selçuk-Kemal-Servet eksiğinin geri dönüş sinyallerine rağmen. Zira karşılarında durumları ne olursa olsun son yıllarda 4 takımın dışındakilere liderlik edebilen bir rakip var. Gaziantepspor, sezona başladıktan sonra bir kimlik kazanmıştı: Genç, dinamik, ortalama üstünde çabuk inatçı bir potansiyel. Hala sahipler. İlk yarı bitiminde Fenerbahçe ile İstanbul’da oynanan Fortis Türkiye Kupası maçında sadece durdurmak değil, oynamak da isteyen o sağlam takımı hatırlayan var mı? Ya teknik direktörünü? Galatasaray maçındaki taktik başarısızlık Türkiye’deki teknik adamlık ve kulüp yöneticiliğinin çökmüşlüğünün son örneğini doğurdu. Hüseyin Kalpar sadece kupa maçıyla varoldu ve 2 ay sonra istifa etti. Yönetim 1.5 yıllığına Kalpar’ı göreve getirdiğinde, zamanında tedbir alınmazsa sıkıntılar yaşayabilecekleri için ani kararla Hadzibegic’i gönderdiklerini açıklamıştı. Şimdi ise Samet Aybaba var. Kendilerini tüm sezonu harcayıp bu tip maçlar için yaşayan takım kalıbına soktular. Ankaraspor’un Fenerbahçe galibiyeti sonrası durumu gibi. Bu meslek ahlakı darboğazıyla, yöneticilerin istikrarsız kafalarıyla kelle yeme oburluğu bu parlak takımların veya Türk futbolunun bir geleceği olabilir mi? Hani şu beyaz sayfalar var ya, onlar aslında kireçle boyanmış kapkara sayfalar.

02 Nisan 2006, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Pür dikkat‘’

Dünyanın en iyisi Buffon’un, Zlatan’dan Avrupa Şampiyonası’nda yediği gibi. Maç sonu onu tebrik etmişti. Serkan’ın ise Alex’e sorabileceği tek şey olabilir: Senin gibi bu kadar minik bir Brezilyalı’nın ayağı hareketli topu nasıl böyle gönderebilir? Alex’in hatırlatması gereken ise çok şey var. Cruzeiro’daki o durum kabullenmeyen, takımına bağırıp çağıran ve ayakta tutan adamın asi halini özlemiş olması lazım. Ankaragücü maçındaki o vuruşu yapan adamı yani.Alex’in her pozisyonun kıyısından kalbinden tuttuğu maç, Fenerbahçe’nin klasik Ankara kabusuna rağmen fazla rölanti geçti. Ankaragücü fiziken zorlayamadı, sert olamadı. Orta saha ve defansta Zengue ve Coridon varken bile sorun yaşıyorlardı. Ya onlarsız? Baliç’in hala güzel ortalar yapabilmesini, Fenerbahçe’nin bu tip toplarda pozisyon hatalarını değerlendirebilecek fikir yoktu. 2 maçtır Servet’in gelişiyle dengesini bulan Fenerbahçe defansındaki bir değişiklik, tüm bünyeyi etkilemişti. Deniz’i nereye koysanız oynar, o disiplini olan bir futbolcu. Ama defansa girdiğinde işlerin pek tatlı olmadığı da belli. Ankaragücü’ne karşı sorun yaşamadılar, bakalım bu maçla mı sınırlı kalacak.Önder’in bu yeniliklerle keyiflendiği belli. Sürekli kendisini ileriye doğru atıp, heyecanla ataklara kalkıyor. Bakmayın siz anlamsız şişirmelerine ve uzun toplarına. Aslında pas becerisi iyidir, henüz açılmadı. Tabi Daum’un Appiah’ı sağdan kurtarma çabaları sonuç vermedi. Bekin önünü bir yığın denemeye rağmen dolduramadılar. Sol kanadın tüm trafiğine rağmen sağ taraf ıssız. En iyi atak desteğini Ümit Özat ve Aurelio yapabilmişti. O durumda yerleri nasıl dolacak? Çözdüğünüzü sandıkça iyice karmaşıklaşan bir düğüm.Lakin yine Fenerbahçe golü yiyene kadar kendini geri çekiyor. O arada net pozisyonlar buluyor, ama işte haftalardır atamıyorlar, koparamıyorlar. Ve rakip, bir şekilde dengeyi sağlayacak golü yaratıyor. Bu riskli kafa durumunu kim değiştirebilir? Veya nasıl değişir? Daum’un o, medyanın kendisini beğenmediği günlerine dönme sinyalleri en olumlu şey. Daha fazla ismi de kullanmaya başladı. Mesela Serkan’ın kenarda kaldıktan sonraki ders almış futbolcu haliyle gelişi, onun takımdan kesilmesinin niye bu kadar geç olduğu sorusunu doğuruyor. Bildiğimiz Daum o zamanı iyi kestirirdi, anlayamadığımız Daum bunda geç kalmıştı. Galatasaray kupa rövanşında da bu “uyanışlar” veya “uyumalar” belirleyici olacak. Tabi bir de hala duran-yan top, şişirme-hava topu gibi öldürücü saldırılarda yaptıkları hatalar. Ya “yere düşüren oyun dışı” oynayıp, 3 kafada gol attıkları pozisyona ne demeli? Orta sahadan yine ve yalnızca Appiah’ın ceza alanına sızması ya da diğerleri geriye koşmadığı zaman defansa çektirilen acılar (bakınız Luciano’nun 3-1 önde iken sarı kart görmek zorunda kalışı) kaçıncı ibretlik an olacak?

20 Mart 2006, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kupadan mesaj var‘’

4 sezonda 3. kez 3 italyan takımı son sekize kaldı. Real Madrid kupasız 3. sezonunu bitirmek üzere. Şampiyonlar Ligi’nde yetenekli ve genç oyuncu koleksiyonculuğu yapan ama yerellikten kurtulamamış Arsenal’e elendiler. Arsenal’in 2. maçta kaleyi bulan şutu iki. Fabregas, Hleb, Gilberto gibi bir orta sahaya sahip bir kadro hala nasıl bu kadar renksiz futbol oynar? Arsene Wenger 10. yılı deviriyor. Real’e karşı tek bir ingiliz futbolcu olmayan 11’i hala tartışılıyor. Çeyrek finalde yokluğuna alışamadıkları Vieira’nın takımı Juventus ile karşılaşacaklar. Yani Henry’nin tatsız 7 ay geçirdiği eski takımı. Gruplarda dostça ilk ikiyi paylaşan Chelsea ve Liverpool şimdi birbirlerinin omuzunda ağlıyor. Çok zengin Chelsea de golcü arıyor, daha az zengin Liverpool da. Benitez “Daha fazla paramız olsa iyi olurdu” demiş. Crouch’u daimi santrfor yapma ihtirası kötü noktalandı. En kritik maçta, boş pozisyonlarda gol atamadılar. Cisse’nin mi yoksa geçen sezon eledikleri takımların mı ahı, bilinmez. Liverpool’un finale çıkması bile şaşırtıcı bir kısmetti, olağanüstüydü. 1-0 geriden gelip 2. yarıda çevirdikleri ve adeta kaderin döndüğü Olympiakos maçı gibi. Bu sezon girdiği 14 muhtemel gol pozisyonundan ancak 1 gol üretebilen bir takım için bu ünvan ağır geldi. İtalyan futbolu artık daha az İtalyan. Defansları inanılmaz ikramlarda bulunabiliyor. Ama Capello’nun Juventus’unun Werder Bremen önünde 2 maçta düştüğü hali anlatmak zor. Bu Juventus orta saha ve defansının, Almanya’da büyük bir bölümde sahasından çıkamaması normal değil. Ya da evinde Wiese gibi bir kaleci duvarına kafayı vururken savunmasında bu kadar boşluk bırakması. Ya Bayern Munih? Alman gibi oynamayan bu Alman takımı, belki de en parlak kadrolarından birine sahipti. Kalede ve savunmada yenilenemediler, ama birbirine alışmış, aç, iyi vurucuları olan ve hücumu bilen bir takımdılar. Milan kadrosu son demlerini yaşıyor derken Bayern’e öyle bir çullandılar ki... Savunmada Cafu ve Maldini’siz bir Milan hem de. Almanya’da 2. yarı rakibi oynatmadılar. Bayern isyan edemedi. Bu kadar acz içinde olmaları normal değil. Yoksa fazla Ballack bağımlısı olmanın sıkıntısı mıydı? Popüler liglerde zirve kendini belli etti, ama kupa yolunu açan ilk 3 ve 4’e girmek, en az sonlardaki canını kurtarma çabası kadar sert. Sıralama da. Türkiye Ligi’nde şu anda 2-3 takım dışında herkesin birşeyler için çabalama sebebi var. Bu lig önemsiz mi?? Ya da Fenerbahçe ve Galatasaray, 1. ve 2. olmak arasındaki farkın şampiyonluktan öte olduğunu anlıyor mu? Bir fazla ön eleme oynamanın maddi ve manevi etkilerini düşünüyor mu? Lyon’a soralım.

16 Mart 2006, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Öyle bir maçtı işte‘’

Fenerbahçe normal oyununu oynadı. Varolduğundan farklı bir anlam yüklemedi, sadece kriz haftalarının aksine daha dikkatli ve inatçıydılar. Nobre-Anelka-Alex birlikteliği kırıldı. Geçen sezondan beri çok aranılan savunma kadrosu biraraya getirilebildi: Önder-Servet-Luciano-Ümit. Olumlu noktalara rağmen Galatasaray maçında da Kayserispor karşısındaki sorunlar devam ediyordu. Neler mi? Sağ açık pozisyonunu dolduramıyorlar. Son atama ise Appiah. Bu sefer de onun çılgın ve zekice oyun kuruculuğundan yoksun kalınıyor. Selçuk-Kemal ve Servet’in uzun süreli yokluğu ciddi tahribat yarattı. Alex’in rakibi meşgul etmekten vazgeçtiği son dönemlerde işler elbette daha zor. Tuncay’ın ne kadar uğraşsa da savunma ve kademe zaafiyetlerini de ekleyin... Ama orta saha, değişik tercihler ve kurgulara rağmen olması gereken verimi gösteremiyor. Hücuma girmeleri gerek. Galatasaray maçında sadece Deniz yapabildi. Konyaspor maçı ilk devresinde ise kimse! İlk yarıda kaleye çekilen iki şut var; Luciano ve Servet’ten. Hücumdayken yarı sahasında 3-4 oyuncu kalıyor. İleri atılan topta Anelka var, o da topu 2-3 rakibe karşı saklamak zorunda kalıyor. Bir futbolcu 4-5 saniye topu tutabilirken fazlasını veriyor ama nafile, hala çekim alanında Fenerbahçeli olmuyor. Bunun kaybettirdiği net pozisyonları Daum düşündükçe çıldırıyor olmalı. Galatasaray akıcı oynuyormuş gibi görünse de hala futbollarının özü yıllara dayanan uzun topun deforme olmuş hali. O kökenden gelenler engelleyemiyor kendini. Varolan oyuncularla o dönemlerdeki felsefede ısrar vakit kaybı. Ama karambollerden çok iyi beslenebilen yetenekli ve tek vuruşçu golcüleri var. İstediklerini elde ediyorlar. Fenerbahçe ise geriye çekildiğinde ve sıkıştığında böyle oynamaya çalışıyor. Hem de asla hava topunda başarılı olamamış Anelka ile! Bu takımın taktiği olamaz, Daum’un tarzı değil. Bazı takımlar bazı şeyleri asla yapamaz, yapmamalı. Galatasaray son 3 yılda tek maçta performansını inanılmaz yükseltebiliyor. Limitlerini zorluyorlar. Normalde maç içi ortalama 40 dakika olan iyi hallerini neredeyse 90 dakikaya yayabiliyorlar. Aslında bir takım için en istenmeyen durumlardandır. Uzun vade hedeflerine zarar verir, aldatıcı olabilir. Bu tavan yapma ruh hali, aşırılıkları ve tahammülsüzlükleri artırabiliyor. Kökünde Fatih terim dönemlerine uzanan anti-futbol kültürü yatıyor. Agresiflikten beslenen, rakip ve hakem üzerine hamleleri olan bir kültür. Milli takıma kadar taşınmış, izleri hala o nesilden silinememiş bir kültür. Yorumcuların, futbol ortamımızın çanak tuttuğu, tabulaşmış, kamuoyu önünde kabullenilmeyen, bodrumda özeleştiriyi bekleyen bir konu. Sürekli de icraatlerle güncelleştiriliyor.

13 Mart 2006, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI