Arama

Popüler aramalar

‘’Her yer sorunlu herkes sorumsuz!‘’

Sanıyorlardı ki, ‘biz en büyüklerdeniz’ ve bu nedenle ‘biz bitti demeden bitmez!’ Hayat, ‘kazın ayağının öyle olmadığı’nı bir kez daha gösterdi ne yazık ki... Dağıtılan primleri okuduklarında öfkeden yüzü kızaran, bağırırken boyunlarındaki damarlar mavi mavi açığa çıkan taraftarları, bir noktada -ama her noktada değil- anlayabiliriz. Sonuçta Çek Cumhuriyeti maçını gerçek anlamda ‘biz’ mi kazandık yoksa Fatih Terim ve oyuncular mı henüz belli olmasa bile yaşanan hayal kırıklığına bakılırsa üç maçtan ikisinde ‘hep birlikte yenildiğimiz’ aşikar.

Eski hesaplar hortladı!

Hüsranın ilk günlerinde, yapısal sorunları tartışıp ‘işe koyulmak’ yerine ‘öç alma’, ‘eski hesapları görme’ halleri yeniden hortladı bir ara... Bunun üzerine Türkiye Futbol Direktörü, sorumluluğu tek başına alır gibi yaptı ama konuya sadece değindi geçti. Sanırım çoğu zaman olduğu gibi o da ‘suların durulması’ pozisyonuna, yani ‘beklemeye’ geri döndü. Örneğin, muazzam projesi olan ‘’14 yabancı kuralı’’nın ne işe yaradığını, sonucunun ne olduğunu sanırım hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz!

Yangının ateşçileri!

Beri yandan daha yakıcı sorunlar aynı yerlerinde duruyor. Önceki gün Fanatik Gazetesi’ne konuşan iki teknik adam Rıza Çalımbay ve Mesut Bakkal, hangi yangında nasıl yandığımızı sanki ‘ateşçiler kendileri değilmiş’cesine dile getiriyorlardı!..

Çalımbay diyor ki; “Arda, Barcelona’nın aldığı transfer yasağı sebebiyle yaklaşık 6 ay top oynamadı. O ne yapsın, gücü bu kadardı!..” Oysa Çalımbay’ın kendi belirlemesi üzerinden gerçek sorusu şu olmalı değil mi; “Güçsüz biri neden oynatıldı?” Çözümü ise “Herkes suçlu aramaya başladı. Birbirimize kenetlenseydik, bugün turnuvaya devam ediyor olurduk” formülünde bulmuş.

Milli takım geniş kadrosuna dahi oyuncu sokamayan bir teknik adam formulü ‘kenetlenme’de buluyor!.. Teknikten, taktikten, stratejiden hiç bahis açmıyor... Diğer teknik adam Mesut Bakkal, “Yabancı bir yazarın, Türk futbolcuların haline, kilosuna, fiziki kondisyonuna değinerek eleştirmesi beni çok üzdü. Ama haklı” diyor ve ekliyor, “Bizim tempomuz bu. Milli Takım, Türkiye’deki Süper Lig’in gerçek yüzünü gösterdi.”

Bizim esas sorunumuz...

Kilo ve kondisyondan bahseden öncelikle Fatih Terim’di. “115 kilometre koşmalıyız” ve “Tüm takım üzerinde 50 kilo ağırlık var” bilgileri futbolcularla temas ettirilmeyen gazetecilere milli takım yetkililerden ‘sızdırıldı.’ Çözümün de fiziksel performans departmanı sorumlusu Levent Şahin ve ekibinden değil ABD’li uzman Scott Piri ve arkadaşlarından beklendiği de öyle!..

Çalımbay gibi yıllardır bu ligde takımlar yöneten ve düşen bir çok takımın hocalığını da yapan Bakkal’ın “Bizim tempomuz bu” sözleriyle kimi işaret ettiği ise meçhul!..

Tartışacak çok şeyimiz var kuşkusuz.. Lakin, “Çözeceğim” iddiasında olanların ‘yeni futbol’ konusunda ne kadar bilgisi var işte esas sorun burada...

Beşiktaş’ın stoperlere ihtiyacı var

Avrupa Şampiyonası’nın da gösterdiği gibi ‘vasat hatta vasat altı’ maçların oynandığı ligimiz oyun açısından Avrupalı muadillerinin çok gerisinde. Bu nedenle zorlu geçen yıllara ve üç sezonun yorgunluğuna rağmen Beşiktaş bir parça tempoyla farkını koyup şampiyon olmayı başardı. Hem de defanstaki gözle görülür problemlere rağmen... Gerçi biraz da o problemler nedeniyle UEFA’ya erken havlu attı, onu da atlamamak gerek. Yani takım bu lige yeter ama Şampiyonlar Ligi ya da UEFA için ciddi oranda ‘defansif katkı’ya ihtiyaç var.

Beşiktaş, sorunun bir ayağını, sürpriz bir gelişme olmazsa, Gökhan Gönül ile çözecek görünüyor. Gökhan daha çok ofansif performansıyla anılır ve bu nedenle kendisi için en ideal oynayan takımı seçmiş olur imzalarsa. Solda İsmail sağda Gökhan iyi bir başlangıç...

Euro 2016 gösterdi ki...

Ancak Beşiktaş’ın sorunu defansif kanatlarla bitmiyor. Avrupa Şampiyonası da bir kez daha gösterdi ki, artık stoperler ‘oyun kurgulayan’ oyunculardır (Rami/Koscielny, Boateng/Hummels, Mascherano/Pique vb.)... Beşiktaş topu yere indirip oyunu kurgulayacak (kuracak değil, o daha çok orta sahanın işi) ve haliyle Atiba ve arkasını da savunacak iki yönlü stoperlere daha çok ihtiyaç duyacaktır hedefleri açısından.

28 Haziran 2016, Salı 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Peki şimdi sorumlu kim?‘’

Maç öncesi herkesi kuşatmış olan karamsar hava gözle görülür, elle tutulur haldeydi. Kimseyi tatmin etmeyen Hırvatistan maçı kadrosu -bir oyuncu hariç- aynı düzende daha zor bir maçta sahaya sürülünce hepimiz sorduk; “Öncekinden farklı olarak ne oynayacağız?”

Oysa Fatih Terim, ilk maçın ardından “Ders aldık” dememiş miydi?.. Peki ama alınan ders hangi sınav içindi? Degaj yapan kaleci... Gol koridorunda koşan Oğuzhan’a topu atmayıp terse oynayıp pozisyonu heba eden ‘morali bozuk kaptan’ Arda... Stopere mahkum edilen ülkenin çok boyutlu yegane oyuncusu Mehmet Topal’ın pozisyon hataları... Düşük pas bağı.. Ezberlenmemiş ama ezbere oynamaya çalışan bir milli takım...

Yanıt verecek makam belli!

Bu maçı da bir önceki gibi oyuncu performansıyla açıklamaya çalışanlar elbette ki çok olacak. Şaşırmayın!..
Oysa bu şampiyona açıkça bir ‘teknik direktör turnuvası’dır. Seçilen oyuncular, yerleşim, maç maç kadro seçimi vs...

Biz ‘bir yemin ettik ki dönemedik’... Artık “Neden böyle oldu?” sorusunun yanıtını verecek makam belli... Derdimiz suçlu aramak değil elbet... Sadece bize ait oyunun ve hepimize ait takımın nasıl olup bu denli ‘sorgulanamaz’ bir katılık içinde kurgulanmış olduğu. Elbette bir milli takım ‘kamuoyu yoklaması’ sonucu oluşturulmaz. Lakin bu kadar ‘denetimsiz’ oluşu da sorgulanmaya muhtaç değil midir?

Yürü sen yavrum!

İspanya maçının böyle tecelli etmesi, ülke futbolunun hal-i pür melali düşünüldüğünde, çoğumuz açısından şaşırtıcı değil. Öfkeli ve kırıcı olmaya gerek yok. Yenildik. Ne ilk kez yeniliyoruz ne de son kez.
Elbette bir maç daha var ve biliyoruz ki futbol mucizevi bir oyundur!

Ancak elden bırakmamamız gereken şey, gelişme için gereken şey olan ‘eleştiri’. Kırmadan, dökmeden, sövmeden eleştiri... Bunun muhatapları da belli... Sorular ise açık; “Ne planladık neden uygulayamadık?”
Bunlar açıklanmazsa korkarım Erkin Koray haklı çıkar... Ne diyordu;
“Biliyorum ilerisi uçurum.
Fakat sen yürü yavrum.
Gerisi beter, gerisi malum...”

18 Haziran 2016, Cumartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Tek sorun oyuncular mı!‘’

Fatih Terim, “Buranın seviyesi bu, maçla ilgili beni şaşırtan bir şey yok” diyor. Biz onları, ne yapacaklarını bilecek kadar iyi analiz etmişsek, o zaman tek eksik parça oyuncu performansında mı! Teknik adam ve tercihinde problem yok mu?

Futbolun hakim dili, ülkenin aynası gibi!.. Mottosu da şu; “Karın tamamı benim, zararı bölüşelim. Mümkünse de siz ödeyin!..” Hırvatistan maçının ardından Fatih Terim’in kullandığı dil de bu minvalde. Oyuncuları seçip takımı kurgulayan ve kendi düzeninde sahaya süren Terim sonucun ardından futbolculardan şikayet ediyor!.. Oysa rakip doğru ve farklı da kazanabileceği bir düzende oynadı.

Onlarca yazı var

Yani ortada sadece futbolcuların değil ‘teknik adamlar’ın da karşılaşması vardı. Dikkatli gözlerden kaçmamıştır, gazeteler ve televizyonlarda - başta Şansal Büyüka’nın yazısı olmak üzere - Fatih Terim’in tezini işleyen onlarca yazı var. Çoğu ‘bazı oyuncuların kişisel performansı’na öfkeli. Şimdi... Son Dünya Kupası sahibi Almanya, Ukrayna karşısında müdafaa hattının önünü Khedira/Kross ile tahkim edip ayrıca bu ikiliye oyun kurgulatıyor. Bizim takımın neden Arda, Oğuzhan, Hakan, Selçuk gibi görece daha yumuşak bir orta sahayı tercih ettiğini kimse açıklamaya çalışmıyor!..

Daha iyi anlarız...

Ülkede oynayanlar arasında uluslararası düzeydeki yegane oyuncu Mehmet Topal’ın stoperde ‘tek boyutluluğa’ mahkum edilmesini ya da “Leverkusen’de ağırlıklı olarak hücum arkası oynayan Çalhanoğlu için neden en az oynadığı kanatta ısrar edildiğini” kimse izah etmek istemiyor. Terim, “İlk yarı için iyi oynadığımızı söyleyebilirim ancak ikinci yarıya iyi başlamadık” diyor. Ancak şu soruya yanıt aramak ikinci yarıyı da anlamamızı sağlayacaktır; “Nasıl oldu da Hırvatistan Srna üzerinden Arda/Caner koridorunu duman etti?” Bu ve benzeri durumlarda Hırvatistan’ın bizi ilk yarıda ileri geri, sağa sola koşturarak ne yapmaya çalıştığını daha iyi anlarız!.. Ve böylece Terim’in, “60. dakikadan sonra gücümüz düştü” tespiti yerli yerine oturur. “Ülkemiz bilmeli ki buranın seviyeleri bu” diyor Terim...

Gelelim hakem konusuna

Türkiye’de bu seviyeleri iyi bilen bunlar için düşünen, yazan, yorumlayan çok insan var. Ancak, ‘Bilmesi gerçekten gerekenler’ kadro tercihi yaparken bu seviyelere yeterince çalışmış mı, işte burası muamma!.. Bunlar bir yana Fatih Terim’in en kritik belirlemesi şu oldu; “Maçla ilgili olarak beni şaşırtan bir şey yok. Ne onlar da ne de bizde...”

Maçın önemini gösterir

Yani biz onların ne yapacağını bilecek kadar iyi analiz etmişsek, eksik parça sadece ‘oyuncu performansı’nda mı? Teknik adamın tercih ve kurgusunda bir problem olamaz mı? Son olarak hakem Jonas Eriksson konusuyla bitirelim. Karşılaşmaya, “En iyi 10 hakem” listesinin - Cüneyt Çakır o listede üçüncü - 8. basamağındaki hakemin verilmiş olması sadece bu maçın önemini gösterir. Ondan gayrısı bizim ülkede çok sevilen “hakem asmaca” oyununa dahildir ki, bu da oyuncuların ‘kişisel performansı’nı yükseltmeye yetmez.

14 Haziran 2016, Salı 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kaos yetmez teori gerek!‘’

Şampiyonanın başından bu yana izlediğimiz eşleşmeler gösterdi ki, sonuç ne olursa olsun maçlar ‘denge’de geçecek. Bizimki de genel olarak bu ilkeye bağlı yürüdü. Yani ağırlıkla Hırvatlar’ın pozisyon ürettiği karşılaşmayı son anlardaki karambollerde uygun yere düşecek toplar sayesinde pekala berabere bitirebilirdik. Ancak sıkıntılı olan tek ihtimalin bu olması; karambolde uygun yere düşecek top ya da toplar!

Taktikte yokuz

Artık futbolda ‘yetenek’ ve ‘moral’ sadece ayrıksı özellik. Oysa ‘teori’ yani formasyon, taktik kurguya bağlılık ve uygun oyuncu seçimi ‘genel belirleyici’ durumunda. Bunu gerçekleştirmeden ‘ayrıksı’ olmaya kalkışmak işi ağırlıklı olarak tesadüfe terk etmek anlamına geliyor. O nedenle kimse Arnavutluk’un oynadığı oyuna şaşırmıyor.
Bizde ise durum ‘bireysel beceri’, ‘sorumluluk alan oyuncu’, ‘adam eksilten yetenek’ üçgenine hapsolmuş durumda. Tam da bu nedenle ilk yarı boyunca topu bazı bölümlerde elinde tutabilse de taktik ve yerleşim anlamında ‘yokları oynayan’ milli takım ikinci devre o bildik formata rücu etti; ‘kaos futbolu.’

Hırvatlar sakin kalsa...

Oğuzhan ve Arda’nın yokluğunda uzun oynayarak ya da sürerek çıkma girişimlerinin neredeyse tamamı sonuçsuz kaldı. Bu nedenle ceza sahası içine şişirilen topların ikisinde stoper Hakan Balta’nın topla buluşmaya çalışması bir düzeni/kurguyu değil sadece adına ‘kaos’ denilen ‘can havliyle oyun’u göstermekten başka anlam taşımadı. Hırvatlar biraz daha sakin kalabilse ya da son vuruş yüzdesinde yarıya yakın başarı sağlasa bugün moral olarak şampiyonaya havlu atmış bile olabilirdik.

İspanya’dan puan şart

Bu maç bizim açımızdan ‘kilit’ önemdeydi. En azından yenilmemeliydik. Sırada teorik olarak daha zor bir maç var ve en önemli saydığımız özelliğimiz ciddi anlamda örselenmiş durumda; ‘özgüven.’ Çek Cumhuriyeti karşısında ‘geri dönüşlerin takımı’ ya da ‘Biz bitti demeden bitmez’ diyebilmek için İspanya karşısında bir puan şart hatta daha fazlası!...

13 Haziran 2016, Pazartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’İnce çizgiye dikkat‘’

“Bir insanın elinden alınamayacakları” listesinin başında ‘anı’ları ile ‘hayaller’i gelir. Futbol da, kendini bu iki başlık altında var eder; “geçmiş mutlu” ve “gelecek güzel” günler. Bilinir ülkemizde taraftarlar, ‘gelecek’ için büyük hayallerin kurulacağı transfer dönemlerini iple çeker. Daha doğrusu ‘çeker di!..’ Çünkü artık transfer hayali kurma da ‘kriter’lere bağlı!

Kartal transferin en tepesinde

Malumumuz, hesapsızca para savrulan futbol piyasasında kimin eli kimin cebinde, bilenimiz yok. Çünkü denetim yok. Bir sezon önce “50 milyon Dolar harcasak şampiyon olurduk ama batardık” dedikten sonra hem şampiyon olamayıp hem de bir sezon sonra “70 milyon Euro harcadık” diyenlere kimse ses çıkarmaz!.. Dahası, alkışlanır el üstünde tutulur!.. Böyle bir ortamda son şampiyon Beşiktaş, ‘gidecek’, ’gelecek’ ve ‘belirsiz’leriyle transfer gündeminin en tepesinde yer alıyor. Çünkü piyasanın diğer güçlü aktörleri peş peşe ‘UEFA kriterleri’ne takılmış durumda.

Transfer kıskacı daraldı

Ancak bu iyimser havaya rağmen unutulmasın ki, Beşiktaş da ‘kriter sahibi’ bir takım. UEFA’ya taahhüdü şöyle; “Şirketimiz, 2015/16 sezonu için azami 20 milyon Euro, 2016/17 sezonu için azami 10 milyon Euro başabaş hesap açığı vermeyi taahhüt etmektedir.” Görüldüğü gibi burada transfer kıskacı geçen yıla göre daha da daraltılmış durumda. Yani öncelikle defansının neredeyse tamamını yenilemek zorunda gibi görünen Beşiktaş’ın ince bir çizgide hareket etmesi gerekiyor. İlk seçenek Oğuzhan, Töre, Tolgay ya da Cenk gibi ‘değerli bonservisleri’ nakte çevirmek gibi görünse de bu durumda ‘sürdürülebilir başarı’nın sekteye uğrama ihtimali büyük.

Kiralama yoluna gidilecek

Haliyle Beşiktaş yönetimi ‘denetimden kaçma’nın diğer yoluna sapacak, taahhüt ettiği sözleşmedeki şu maddeyle iş yapmaya gayret edecektir; “Halihazırda UEFA 2014/15 A listesinde yer alan oyuncular ile, sözleşmesi bitmiş ve serbest oyuncular ile imzalanacak sözleşmeler bu sınırlama kapsamında değildir.” Haliyle bonservisi elinde olan Gökhan Gönül gibi oyuncuların yanı sıra Mario Gomez’de olduğu gibi ‘usule uygun’ kiralama yoluna gidilecektir.

Aceleci davranmamak gerek

Ancak yine de derim ki, transferde aceleci davranmamak gerek. Çünkü yaklaşık bir buçuk ay boyunca hem ‘Copa America’ hem de ‘Avrupa Şampiyonası’ var. Buralarda erken havlu atacak takımların bazı oyuncuları ‘fırsatlar yaratacaktır’. Hatırlanırsa Galatasaray Simoviç’i tam da böyle bir süreçte bulmuştu. Beşiktaş’ın ihtiyaçları düşünüldüğünde işi görece daha da kolay. Çünkü ihtiyacı olan oyuncular yaratıcılık ve yetenek isteyen ‘ön oyuncular’ değil bilgi, disiplin, sezgi ve çalışma ile gelişebilecek ‘defansif’ler. Bu bağlamda en büyük şansı da Şenol Güneş. Beşiktaş takım omurgasını korumak koşuluyla Atiba/Oğuzhan/Sosa iyi planlanmış bir politikayla defansif eksiklerini kapatabilir.

Turnuvalara dikkat edilmeli

O nedenle öncelikle iki şampiyonayı dikkatli gözlerle izlemek, takımların birinci değilse bile ikinci ya da üçüncü konumdaki oyuncularını gözden kaçırmamak önemli. Çünkü bu seviyeler kısa vadede ‘scouting’ten daha yüksek yarar sağlayacaktır. Elbette uluslararası düzeyde ‘oyuncu taramayı’ ihmal etmeden...

03 Haziran 2016, Cuma 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’En büyük nimet Şenol Güneş‘’

Futbol tuhaf bir ekonomik mekanizmaya sahip. Her kazanan maalesef kârlı çıkamıyor. Kazançlar bazen ‘pirus zaferleri’ gibi yakın gelecekte yıkıcı olabiliyor. O nedenle takım bütçelerinin ince elenip sık dokunması zorunlu. Çok uzak olmayan bir geçmişte Borussia Dortmund yakın geçmişte Galatasaray örneklerini hatırlamak yeter!

İlk günlerdeki kadar yüksek olmasa da Beşiktaş taraftarlarının şampiyonluk sevinci henüz taptaze. Lakin yönetim şimdiden zor kararlar arefesinde. Adı transfer haberlerine konu olan futbolcularını satsalar bir türlü satmasalar diğer türlü... Mario Gomez’deki belirsizlik bir yana takım omurgasındaki Atiba, Oğuzhan ve Gökhan Töre’nin başta Biliç’in West Ham’ı olmak üzere kimi takımların radarında olmalarında şaşacak bir durum yok. Hele ki Oğuzhan, Töre ve hatta Cenk Tosun Avrupa Şampiyonası’nda sıra dışı performans gösterirlerse...

Boyko’nun durumu...

Bu durumda oyuncuların kabul edilebilir bonservislerle transfer olmaları ürkütücü gibi görünse de esasen bir zorunluluk. Bu sezon son üç maçta hedeflendiği iddia edilen 10 milyon Euro için iptal edilen kombineler düşünüldüğünde ‘ekonomik aklın’ zorunlulukları ayan beyan ortaya çıkıyor. Sahi o üç maçta reel olarak ne kadar gelir elde edildi, merak eden var mı? Bunun yanında bonservisle gönderilmeyip bedava giden Fernandes ‘pişmanlığı’nı da düşünün!.. Ve hesapsızca 3,5 milyon Euro bonservisle alınan ve fayda sağlamayan Boyko’nun durumunu da buna ekleyin...

Beşiktaş çekim merkezi olacak

Demek ki bu oyunun zorunlu ekonomik hamleleri var. Bu düzende onlara uymadan iş yapmaya kalkarsan bedeli ağır oluyor. Beşiktaş’ın ‘ilk zorunluluğu’ futbolcuları üzerinden para üretebilmek. Bunun için de elinde bulunmaz bir nimet var: Şenol Güneş. Hocaları eline aldığı ve onu dinleyen ona uyan her oyuncuya misliyle değer katıyor. Diyelim ki, önemli kayıplar yaşandı siz bunu maddi anlamda kazanç olarak okuyun. Doğru yapılmış bir taramayla maliyeti düşük oyuncularla bu sezonki başarının tekrarı pekala mümkün. Beri yandan Beşiktaş bu, ‘oynayarak kazanan ve gelişen’ modeliyle oyuncular ve menacerler açısından da tercih ve çekim merkezi haline gelecek.

Oyuncular nakide çevrilmeli

Yok ama ‘Şampiyonlar Ligi’nden gelecek şu kadar Euro’ türünden gerçeklerden kopuk, çocukça hayaller peşinde koşulursa o zaman bela büyük demektir. Bizim ligimizin ‘futbol bilgi ortalaması’ hayli düşük. O nedenle de hiçbir seviyede kalıcılığa sahip değil. Avrupa Şampiyonası’nda ne yapabileceğimize dair hiçbirimizin fikri yok. Tek avantajımız da bu; ‘‘Ne oynayacağımızı biz bilmezken rakipler nereden bilecek?’’

Ezcümle, Beşiktaş bu şampiyonluğu gelecekteki kalıcı başarılar için sıçrama zemini olarak kullanabilir. Bunun için de incelikli transfer taramaları yaparken eldeki değerli oyuncuların bonservislerini nakite çevirmeyi hedeflemelidir.

Futbolun ekonomisi tuhaf!

Oyuncularımız gidecek diye korkan bir organizasyon büyüyüp, gelişemez. Tersine değerli oyuncular elde kaldıkça ve başarı devam ederse katlanarak artacak yıllık ücretleriyle ‘ödenemez borçlar seviyesi’ne yaklaşmış Beşiktaş kulüp bütçesini içinden çıkılmaz bir sarmala sokabilirler. Sakın ola, ‘‘Başarı geldikçe reklam, sponsor, gelirler artar’’ demeyin. Size ‘‘Dünyanın içinden geçtiği ekonomik darlıktan haberiniz yok’’ derim. Dedim ya, futbol tuhaf bir ekonomik mekanizmaya sahip. Hele de bizim ülkemizde!..
O nedenle ‘transfer korkağı’ ya ‘oburu’ olmak yerine aklı, bilgiyi, tecrübeyi tercih etmeli Beşiktaş... Yönetebilirlik bunu gerektirir....

29 Mayıs 2016, Pazar 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’'Böyle mi esecekti son günümde bu rüzgar?'‘’

Şöyle der Andre Comte-Sponville; ‘’Nezaket bir erdem değil niteliktir ve yalnızca biçimsel bir niteliktir. Nezaket küçük bir şeydir, büyük şeyleri hazırlar.’’ Büyük jestlerin yapılamadığı futbol ortamımızda Konyaspor futbolcu ve taraftarların Beşiktaş sahaya çıkarken gösterdikleri ‘alkış nezaketi’ övülüp, abartılmalı...

Federasyon üç kez (‘İki’ demeyin sakın!) maç günü değiştiriyor... Her statta gelenekselleşen tezahürat nedeniyle Konya’ya ceza verilirken, kendilerini savunma hakkı tanınmıyor... Onlar da cezaya reaksiyon için bilet fiyatlarını ‘akıl ve izan seviyesi’nin üzerine çekiyor... Beşiktaş şampiyonluk maçından önce Konyaspor maçını içeride oynamak istiyor ve Konya taraftarının ‘şampiyonu’ ve UEFA Kupası’na kalan takımlarını ‘izleme ve alkışlama hakları’ ellerinden alınmaya çalışılıyor... Ve tuhaftır kimsenin ‘gık’ı çıkmıyor!..

Kulak veren yok

Tüm bunların ışığında sezonun belki de en adından söz ettiren iki takımı yarıdan fazlası boş tribünlere oynuyor, içeride yerini alanlar da geçmiş yıllardan kalan ve duyması gerekenlerin kulak tıkadığı o sloganla tribünü inletiyor;

“Yeter Yıldırım Demirören yeter!..”
‘Marka değeri’ deniyor ancak yöneticiler bu güzelim oyunu itibarsızlaştırmak için neredeyse birbiriyle yarışıyor. Hadi bizim gibileri dinlemiyorlar bu sezonun iki başarılısı Şenol Güneş ve Aykut Kocaman’a da kulak veren yok.

Altında kaldı...

‘Nezaket’le başlamıştık ‘nezaketli bir soru’yla bitirelim. Bu soru, yapısal sorunların nerede yattığının da en önemli ipuçlarındandır. ‘Şampiyonun alkışlandığı son maçta protokol tribününde bu ülkede oyunu yönetme iddiasında olan yöneticilerden kimler vardı? Haliyle böylesi ortamda ‘ununu eleyip eleğini asmış’ iki takım da kendi tempo ve seviyelerinin altında kaldı, haklı olarak.

Bize de futbolun içinde bulunduğu durumu özetleyen, Teoman Alpay’ın o güzel Hüzzam şarkısını dinlemek düştü; “Böyle mi esecekti son günümde bu rüzgar?”

19 Mayıs 2016, Perşembe 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ne geceydi ama...‘’

Metrodan Osmanbey istasyonunda inip sokağa adım attığımda ‘semtin rengi’ daha oralardan belli olmuştu. Hüsrev Gerede’ye inip Beşiktaş’a vardığımda ise zaten araç olmayan yollarda ‘insan trafiği’ bile durma noktasındaydı.

Onca yıldır şampiyonluk yaşamamış, son iki sezonda son haftalarda umudunu yitirmiş bir takımın taraftarı oralı olsun olmasın Beşiktaş Köyiçi’ni ‘mutlulukla işgal etmişti.’ Semt de bu mutluluğu kollarını sonuna kadar açmış bekliyordu. Maç başlamadan sokaklarda oluşturulan mutluluk, “Gitme stada, burada bu insanlarla kal” diyordu bana. İç sesime uydum, semtte kaldım... Şöyle düşünün, yayın olan her mekanın önü bir ‘Beleş Tepe..’ Öyle bir maç ki, daha maç başlamadan herkes son düdüğü bekliyor. Beşiktaş rakip ceza sahasına yaklaştıkça tüm semt tribündeymişcesine yükleniyor; “Saldır Beşiktaşım oleeeeyyy...”

Aslında buraları yazamıyor insan. Televizyonda görmek bile yetmez, bizzat burada olmak gerek. Umut ile tedirginlik, öfke ile huzur, beklenti ile çaresizlik içiçe... Herkesin gözünün içi gülüyor ama belli ki avuçları da terliyor.

Bunlar kazanmaya tutkulu ama kaybetmeye alışık insanlar. Hayat onları türlü kırıklıklarla eğitmiş, büyütmüş. Gözleri ekranda geleceğe umut beslemek için aralanacak o kapıyı bekliyorlar. Yemin ediyorum bizim ‘tribünde’ golü ilk ben görmüş olabilirim... Benim “Goool”den sonra bütün sokak patladı. Ya da bana öyle geldi!...

Akabinde biz alerjik bünyeleri ve astımlıları düşünmeyen birkaç ‘heyecanlı Kartal’ meşaleleri ateşledi... Ben daha öksürük krizini atlatamamıştım ki, Marcelo ikinci golünü de attı ve semt coşkun bir dinginliğe ulaştı. Şunu da belirteyim onca kontrolün olduğu statta yanan meşalelerin yarısının yarısı bile yakılmadı semtte. En azından maç boyunca... Devre bitince semt de biz de biraz dinlendik.

..Ve ikinci yarı başladı derken Gomez’in golüyle bitti. Bundan sonra sokak ile bizim de bulunduğumuz Celil’in mekanı Kartal Restaurant arasında karşılıklı tribün oluştu ve sevinç semti, insanlarını tahmin ediyorum ki dünyadaki tüm Beşiktaşlıları sardı sarmaladı. Daha 60. dakika sularıydı ki son dakikaların marşı sokakta patladı; “Gün doğdu hep uyandık. “Maç bitti... İstanbul’un yakınlardaki Beşiktaşlılar Köyiçi’ne akarken semt de dört gözle stattan gelecek kalabalığı beklemeye başladı.

16 Mayıs 2016, Pazartesi 02:30
YAZININ DEVAMI