‘’Böyle geldiyse böyle gitmesin!‘’
Ligin devre arası, futbolun hakiki sorunlarını tartışmak için ciddi fırsatlar yaratıyorsa da niyetlisi ne kadar, işte orası soru işareti. Maçların oynanmadığı ‘dingin haftalar’da makro problemlere el atmak iyi oluyor ama biliyoruz ki, sorunlara karşı oluşturulacak direnç noktalarına destek veren taraftar-yurttaş sayısı hayli az!.
Oysa ilk devrenin son maçının ardından ülke futbolunun ‘küresel tanınırlığı’na (!) hizmet eden İlhan Cavcav-Yılmaz Vural krizi, ardından Mersin İdman Yurdu yöneticileri ile Bülent Korkmaz arasında yaşananlar futbolun kimlerce ve nasıl idare edildiğini bir kez daha gösterdi. Problemin devamındaki ‘Hakan Kutlu efekti’ni ise hiç sormayın düşünmesi bile yorucu... Ancak böylesine ‘çıplak’ ve hayli trajik durumlar çoğunlukla olduğu gibi yine ‘bize özgü komedi’ olarak ele alındı.
Demirören, selam çaktı!
Yetmedi, Futbol Federasyonu Başkanı Yıldırım Demirören yöneticilere ‘sezon boyu hoca değiştirebilme özgürlüğü’ tanınması gerektiğini belirtirken kendisini makama taşıyan ‘başkan dükalığı’na selam çakmayı da ihmal etmedi. Türkiye Futbol Direktörü Fatih Terim’in düşüncelerini ise henüz öğrenemedik. Umalım ki, yakın zamanda yapacağı ‘kurtuluş reçetesi sunumu’nda bu merakımızı gidersin!
Statlar ve harcanan paranın akıbeti
Ülke futbolu bu haldeyken ‘hakem’ ve ‘teknik adam’ yeterliliğini iştahla tartışan ‘futbol ailesi’ ise ‘yönetici yeterliliği’ konusunda her daim olduğu gibi yine suspus... Hem de İlhan Cavcav’ın bu işi yıllardır yönetemediğine dair ‘Öpülmedik yerim kalmadı’ ikrarına rağmen!..
Biliniyor ama kısa bir liste verelim ‘yönetici icraatları’ konusunda...
-Yıllardır tedavisi mümkün olmayan özensiz transferlerde çarçur edilen milyonlar..
-Hesap bilmezliğin sonucu olarak kapıya dayanan ‘UEFA denetim sopası’nın sorumluluğu..
-Kevin Grosskreutz örneğinde olduğu gibi işleyişe dair donanımsızlık...
-‘Bir yılda bitirilecek’ diye yola çıkılan stadyumlardaki bitiş tarihi belirsizliği ve kara deliğe dönüşen bütçe sorunları bağlamında, öngörü ve planlama beceriksizliği...
Elbette bunlara bağlı olarak taraftarsız tribünler, top sürülemez zeminler, e-bilet-passolig uygulamalarına rağmen verilen kitlesel tribün cezaları, vs...
Erkin Koray hep haklı!
Peki... Sorunlar her sezon katlanıp, çeşitlenerek büyürken yöneticilerden çözüm önerileri ya da gidişatın ıslah edilmesine dair tek bir uygulamaya şahit olan var mı?
Dünyanın bir çok bölgesinde olduğu gibi bu ülkede de güçlüye itiraz edebilmek işin en zor yanı... En kolayı ve her daim yapılanı ise; futbolun eğitim seviyesi açısından en yüksek grubu olan ‘arkasız hakemler’e yüklenmek, takımlar içinde Beşiktaş kalecisi Tolga Zengin misali yumuşak bir karın bulup onu imha etmeye çalışarak tatmin bulmak ve ilk çözüm olarak da teknik adam kovdurmaya gayret etmek!.. Yani her zaman yapılageldiği gibi... Yani sürekli Erkin Koray’a mı kulak vereceğiz; ‘Böyle gelmiş böyle gidecek korkarım vallah...’. Tersi mümkün değil mi?..
‘’Takviyeyle oynayanı hiçleştirme‘’
Futbolu sadece ‘sonuç’tan ibaret belleyen taraftarlar için ‘bayram günleri’ geri geldi. Ara transfer dönemi başladı ya, “Onu mu alacağız bunu mu alacağız” soruları yine havalarda uçuşuyor.
Ligde işleri iyi gitmeyen ve sıkılaştırılmış UEFA denetiminde olan Galatasaray, Mustafa Denizli’nin göreve gelişinin ardından karar kıldığı Ryan Donk’la sözleşmeyi imzaladı. Sezon sonu serbest kalacak bir sporcu için ödenen bonservis bir yana Donk için yaratılan -engellenemeyen- ‘kurtarıcı havası’ işi baştan zora sokuyor.
Aldık bitti olmaz
Olmadığı halde algı olarak Felipe Melo ile denkleştirilen Donk ayrıca para üzerinden de baskı altına alındı. Oysa Galatasaray’ın sıkıntısının kritik önemdeki tek mevkiyle sınırlı olmadığını bazı futbolcu ve antrenörlerden de okumuş/dinlemiştik. Kaldı ki bir takımın tüm sıkıntısını tek mevkiye bağlayarak açıklamaya çalışmak günümüz futbolunun doğrularıyla ne denli bağdaşır varın siz düşünün!..
1-2 maç tökezlerse ne olacak?
Beri yandan lig lideri Beşiktaş’ın kaleci ve stoper konusunda yaydığı hava da bu durumdan aşağı kalır değil. Hatırlanırsa geçen sezon Fenerbahçe, Volkan Demirel’den çok mustarip görünüyordu ve o mevkii için bir kaleci getirildi. Ancak gerek takımın yeni oynama düzeni gerekse Volkan’ın ‘geçici formsuzluğu’ndan kurtulmuş olması onu takımın direkt oyuncularından biri yaptı. Ligin en izlenir ve gösterişli top oynayan takımı Beşiktaş’ın kadroyu güçlendirme arzusu anlaşılabilir. Ancak bunu yaparken oynayan oyuncuları ‘hiçleştirmemek’ de en az ‘güçlü takım’ kadar yapılması gerekendir. De ki ‘yüksek beklenti’ ile alınan kaleci bir iki maç tökezledi - ki devre arasında iyi ve kalıcı oyuncu bulmak teknik olarak çok para gerektirir - bu durumda ne olacak? Keza stoper için de aynı durum geçerli.
Yarış Beşiktaş ile...
Bu bağlamda eldeki kadro için yaratılacak ‘güven’, taraftarın takımın arkasındaki duruşunu direkt etkiler. İki-üç oyuncu için yaratılan güvensizlik ortamını ortadan kaldırmak da teknik kadro ve yönetimin sorumluluğundadır.
Görünen o ki, transfer döneminin en soğukkanlı takımı olarak gözlenen Fenerbahçe, ‘güven’ konusunda ‘üç İstanbullu’ arasındaki en avantajlı takım durumunda. Yarışın da baskılı, bunaltıcı, eforlu ve izlenir futbol oynayan Beşiktaş ile güvenli, kontrollü, temkinli ve sonuç odaklı oynayan Fenerbahçe arasında geçeceğini öngörmek için ‘bilgin’ olmaya gerek yok...
‘’Yüksek tempo müthiş zafer‘’
Ligin savunma konusunda en eğilmez bükülmez takımlarından Aykut Kocaman’ın Konyaspor’una karşı ‘izlenir futbol’ seviyesine ulaşmak her takım için güçtür. Pozisyon vermeme üzerine “Kapan, bekle” düzeniyle oynayan Konya defansının arkasına sızmanın formülünü ancak devre sonuna doğru buldu Beşiktaş. Ondan sonrada durmadı. Özellikle İsmail Köybaşı’nın kullandığı kanadı seri duvar paslarıyla işler hale getirince Konya, takım müdafaasının 40 dakikalık direnci de kırılmaya başladı ve maç da izlenir hale geldi. Devrenin son beş dakikasına bir gol sıkıştırılamadıysa bu ‘final pasları’nın doğru adrese, yani Gomez’e indirilememesindendi.
Olcay düzeni sağladı
Nihayet 51’de Sosa merkezli hücumda,‘top ayağına değdiğinde canlanacak’ her Beşiktaşlı’nın ayağına değdi ve bölgesinden 60-70 metre uzağa sızan Oğuzhan’ın önünde kaldı. O da hareketli toplarda becerisini gösterip doğru organizasyonu şık bir golle süsledi. Gol sonrası maçı eline alan, dönen topları tek tek toplayan, oyunun boyunu kısaltan Beşiktaş az kalsın kendi ayağına takılıyordu! Kim tarafından, ne düşünülerek takıma dahil edildiğini kavrayamadığım Quaresma oyunun da takımın da dengesini bozcaktı ki, artık onunla ilgili ‘engin tecrübe’ye sahip olan Şenol Güneş bu duruma izin vermedi. Yerine giren Olcay da ilk topta Gomez’e golü yaptırınca ikinci devre yükselen Beşiktaş dalgası yeniden kabardı!... Gelişmiş hücum organizasyonları, gösterişli goller, dengeli ve gittikçe geliştirilen takım müdafaası...
2’inci yarıda hız arttı
Konya gibi savunmasıyla oyun hızını düşürerek maça ortak olmayı amaçlayan ve bu özelliğiyle ligin üstünde tutunan bir takımı böylesine paralize edebilmek için tempo yapabilmek şarttı... Ve bunu da ancak ligin ‘tempo’ konusunda en sıkıntısız takımı yapabilirdi, o da yaptı. Sanırım bu tempoya ve bu seviyeye ulaşmışken devre arasının gelmiş olması en çok da Şenol Güneş’in canını sıkmıştır...
‘’Özel oyuncular ‘güç'ü alt etti‘’
Ligin seviyesinin hayli üzerinde tempolu maçlar izlememizi sağlayan Beşiktaş ile yine lige renk veren takımlardan Osmanlı’nın karşılaşması doyurucuydu. Bir ilk not olarak, futbolcunun ‘oyun kültürü’nden söz etmek isterim. Futbolcu, taraftar/yönetici ortalamasını aşamazsa gelişimini de bir noktadan sonra sekteye uğratır. İlk devrenin son dakikasında Osmanlı ceza sahası içindeki ‘penaltı itirazı’nı kendi ceza sahası önüne kadar taşıyan Oğuzhan misali... Velev ki penaltı ve hakem tespit edemedi, oyun akıyor ve iki temel oyuncu Atiba ve Oğuzhan itiraz etmekten pozisyona yetişemiyor! Ve oyunun durduğu anda Oğuzhan sarı kart ısrarını sürdürüp o kartı alıyor! Tuhaf...
Ndiaye öne çağırdıkça...!
İlk 20 dakika Mehmet Güven’in ele geçirdiği toplarda hem dağıtan hem sürükleyen Ndiaye tüm takımı öne çağırdıkça Osmanlı’yı karşılamakta zorlanan Beşiktaş topa sahip olamadı. Bu nedenle de o alışıldık ‘efor oyunu’na geçemedi. Epeydir aksayan ancak kazandıkça pek fark edilmeyen defansif zaaflardan ‘stoper sorunu’ nedeniyle de iki gol yedi. Elbette gollerdeki Rusescu ve Ndiaye becerilerini de ihmal etmiyorum. Gerek ilk golde ofsayttan kaçıp kaleciyi izleyerek yapılan vuruş, gerekse Rhodolfo’nun ekarte edilmesinde futbolcu becerisi... Beri yandan bir diğer not da önemli; kötü zeminde ‘sertlik oranı’ yüksek oyun Osmanlı lehine işledi.
Tolga’nın kurtarışı
İkinci yarıda erken gelen ‘tipik Sosa golü’ ve akabinde gelen Tolga kurtarışı maçı iyiden iyiye renklendirdi. Bu kadar uzun alanda oynayan Osmanlı’nın dayanıklılığı sonucu belirleyecekti. Lakin onlar 60-65 arası öylesine gözle görülür bir tempoya ulaştılar ki, Şenol Güneş takımını özellikle ikili mücadelelerde sertleştirmek için çözümü Necip’i sahaya atmakta buldu. Ancak bu da iş görmedi. Çünkü pas bağları çok zayıftı ve bu zayıf bağı atletik Osmanlı orta sahası iyice koparınca topu doğru kullanıp Gomez’e ulaştıramadılar. Başka deyişle Osmanlı topu o bölgeye indirtmedi. Beşiktaş, gücünü rakibinin bilinçli savunması nedeniyle orta sahada tükettikçe top kontrolünün zor olduğu zeminde kenarlara uzun top oynamayı tercih ettiyse de oyunu genişletmeyi beceremedi. Ta ki 90. dakikaya kadar... Topu ilk kez gezdirmeyi başaran Beşiktaş’ta, ceza sahası üzerinde arkadaşlarına ‘duvar olan’ Cenk Tosun’u bulan Sosa muazzam bir top sürüşle müdafaanın arkasına sarkıp golü yaparak ‘özel oyuncu’ların yardım aldıklarında sonuca ne denli etki edebileceklerini bir kez daha kanıtladı. Ve son not; daha net pozisyonlar üreten Reşit Akçay’ın Osmanlıspor’u ikiden fazla gol bulamadıysa bu, o beğenilmeyen Tolga’nın performansıyla doğrudan ilgilidir.
‘’Yüksek tempo düşük skor‘’
Sıkıntılı iki takım... Biliyorlar ki kaybedecek olan, çok ciddi tartışmaların odağına oturacak. Kaybetmeleri halinde zaten tartışmalı konumda olan Galatasaray Yönetimi’nin geleceği, hoca değişikliği ve oyuncu performanslarının önüne geçecek. UEFA’dan elenen Beşiktaş’ta ise daha önce övgüyle söz edilen oyunun ‘sonuca dönük’ olamaması takımı da tribünü de geriyor. Bu atmosferde oyunu başarıyla kapatan Beşiktaş, rakibini kendi alanına geçirmezken düşünün en net pozisyonunu da sol beki İsmail’le yakaladı. Öyle yüksek eforla bir ilk yarı oynadılar ki, Galatasaray’ı ‘yorgun’ göstermeyi başardılar. Lakin ‘pozisyon bulma’ ve ‘gol atma’ arasındaki verimlilik bağını kuramamaları büyük sorun. Bunun ıstırabını en azından Akhisar’a karşı yaşamışlardı.
Beşiktaş el koydu
Ancak ikinci yarıyla birlikte futbolun tıpkı hayatımız gibi ne dramatik örgüler içerdiğine şahit olduk. Taraftarının ‘sosyal medyadan imha ettiği’ teknik yönetiminin de buna ‘olur’ verdiği Beşiktaş “Al sana Tolga gitsin” dedirtecek türden bir kaleci hatasıyla geri düştü. Akabinde sadece Türkiye’de değil dünyada da parmakla gösterilecek kalecilerden olan Muslera daha zorlarını çıkardığı bir topu ağlarında gördü. İkinci yarıdaki ‘kaza golü’ periyodunun şaşkınlığını atlattıktan sonra Beşiktaş duruma yeniden el koydu. Baştaki coşkuya, bilince, dayanışmaya geri dönünce maça yine kendi rengini vermeyi başardı.
Güneş’ten 2 derbi galibiyeti
Maçın ‘iki yenisi’ Kerim/Töre golünden sonra Olcay’ın yerinden fırlayıp tribünün önündeki sevinç yumağına katılması çok şey anlatmalı... Futbol akıl, bilgi olduğu kadar dayanışma ve coşkudur da... Bu kazanırkenden çok kaybederken gerekir ki, takım da birey de dik durabilsin!... Geçmiş yıllarda üst üste derbi kazanamamaktan mustarip Beşiktaş, Şenol Güneş ile ikinci derbisini de kazandı. Böylece en büyük rakiplerinden birini yarışın hayli dışına itti. Ancak bu tempo, bu kadar zorlamanın karşılığı iki golle sınırlı kalmamalıydı. Haliyle insan iç sesiyle konuşurken bir yandan da, “Kazanıyor ama ‘hala gerektiği kadar olgun’ değil” demekten kendini alamıyor.
‘’Üsluplu eleştiri!‘’
Futbol, sosyal medyadaki faşizan dilin en net gözlemleneceği alanlardan biri. Bu dil de gücünü ve kaynağını sokaktaki ‘linç kültürü’nden almakta. ‘Espri yapma özgürlüğü ve özgünlüğüyle’ hakaretvari alaycılığı birbirine karıştıran bu tarzın son kurbanı Tolga Zengin oldu. Elbette eleştiri bir haktır ve yapılması elzemdir. Ancak eleştiri referans ve üslup gerektirir. Yoksa takım tutmak, sevmek “Beşiktaşk” yazıp “Burası Beşiktaş...” diye kuru kuruya efelenmek değildir. En azından benim için Beşiktaş böyle bir takım değil ve iyi ki tanıdığım çoğu Beşiktaşlı’yla da benzeri düşünceler içindeyim...
‘’Teşhis var tedavi yok!‘’
Ligde ‘tempolu oynayan’ takım olarak anılan Beşiktaş, Lizbon’daki ilk yarıda ‘olgun takım’ hüviyetiyle sahadaydı. Kendi liginin lideri Sporting’i kalesinden uzak tutarken de, topu ele geçirdiğinde rakip alana inerken de dengeli ve hesaplıydı. İlk yarının göze en çarpan oyuncusu ‘çalışkan Olcay’ topla ilişkisinde biraz daha gelişkin olsa Beşiktaş’ın soyunma odasına iki farkla gitmiş olması kimseyi şaşırtmazdı. Bilinir, futbol bir ‘an’ oyunudur ancak aynı zamanda ‘alan boşaltma’yı başarmayı/planlamayı da içerir, ki gol atılabilsin. İlk devre savunmada kusursuza yakın oynayan Beşiktaş, bu ‘an’ı Sporting çıkarken İsmail’in kaptığı topla yakaladı. Quaresma da dağılmış rakip içinde ‘boş alan’ı yakalayıp en iyi yaptığı iş olan ‘trivela orta’yla doğru yerde bekleyen Gomez’e ‘an’ı tamamlattı.
Olcay rakibini kaçırınca...
Her şey yolunda giderken dakika 67’ye gelmişti ki Olcay o ana kadar başarıyla enterne ettiği Bryan Ruiz’i gözden kaçırdı ve olanlar oldu. Bir ‘an’da defansın arkasına sarkan Slimani biraz da Tolga’nın zamanlama hatası artı terüddütlü tavrına da bağlı olarak golü yaptı. Artık iş Beşiktaş’ın maça ‘tutunabilme yetisi’ne kalmıştı. Ne yazık ki, yenilen golün ardından kalan 20 dakikada Beşiktaş tek kelimeyle paralize oldu. Neredeyse tüm takım şaşkın ve panik içindeydi. Haliyle avuçlarının içine aldıkları gruptan çıkma şansı da yitirdiler. Oysa Şenol Güneş ligde kazanılan hem de farklı kazanılan maçlardan sonra bile “Maç içindeki kopuşlar”dan bahsediyordu. Teşhis doğruydu kuşkusuz ancak tedavinin henüz başarılamadığı bu maçta net olarak ortaya çıktı. ‘Olgun takım’ olarak maça başlamak yetmiyor... Aslolan maçı ‘olgun’ tamamlayabilmek.
Doğru savunma!
Beşiktaş’ın ‘eforlu’ tarzı, ‘tansiyonu düşük’ ligimizde ilgi çekiyor kuşkusuz ancak şunu da gözden kaçırmamak gerekiyor; futbol mekaniğinin temeli ‘doğru savunma’dan geçiyor. Beşiktaş savunmasının sorunlu olduğu ligde de görünüyordu ancak öndeki gösterişli hale takılı gözler bu durumu tespit etmekte zorlandı. Artık Şenol Güneş işin bu yanına daha çok kafa yoracaktır. Karamsar bir tablo çizmek istemem ama bir önceki sezonun gösterişli takımı Bursaspor’un benzer sorunlardan dolayı ligi altıncı sırada bitirdiğini aklın bir kenarında tutmakta fayda var.
‘’En hayati 4 gün‘’
Bir takımın gelişimi ‘zorluk derecesi yüksek’ maçlara çözüm üretme becerilerine sıkı sıkıya bağlıdır. Böyle dönemlerde bazı oyuncular da özel zamanlar geçirir ve takımla birlikte yükselirken kendilerinin bile şaşacağı performans eşiklerini aşarlar.
Beşiktaş, iki sezondur bazı önemli periyotlarda sükseli işler yaptıysa da ‘İngiliz takımlarına karşı oynanan maçlar misali’ kritik virajları dönme konusunda başarılı sınavlar veremedi. Bu kırılmalara örnek olarak geçen sezon Brugge sonrası süreci hatırlamak yeterli olabilir. Şimdi de dört günde zorluk derecesi hayli yüksek iki maça çıkacaklar.
Kopuş sorunu halledilmeli
Şenol Güneş ile birlikte ‘tempoya dayalı gösterişli oyun’a terfi etmiş görünen Beşiktaş için taraftarlar övgü dolu analizler okudukça kuşkusuz keyifleniyorlardır. Ancak bu ‘keyif süreci’ni uzatmak ve diyelim UEFA yarı finali ya da finali veya lig şampiyonluğuyla taçlandırmak için Güneş’in de sıklıkla sözünü ettiği ‘maç içi kopuşlar sorunu’nu halletmeleri gerekiyor.
Garanti oyun turu getirir
Bu ‘kopuş meselesi’ önemli... Sağ bek sorununu çözmüş görünse de sol bek için ‘yeterli oyuncu’yu yıllardır bulamamış olmak ‘takım balansı’nın oturmasını da engelliyor. Sol önde tercih edilen Olcay Şahan’ın müdafa hattına destek için mesafe kaybetmesi ya da hücum aksiyonlarında sol bekten yeteri katkıyı alamıyor oluşu önemli. Keza ters kanatta Gökhan Töre’nin ‘basit oyundan uzak tavrı’ da...
Quaresma’nın top sevdası da ‘müdafaadaki kopuşlar’ açısından önemli handikap... Bu nedenle ‘merkez oyuncu’ Atiba’ya hem çok yük biniyor hem ofansif katkısı düşüyor. Böyle olunca Sosa-Oğuzhan da efektif kullanılamıyor...
Bu nedenle Sporting Lizbon maçında tur için gerekli ‘garanti oyun’ ile gruptan çıkmak hayati önem taşıyor. Böylece takım hem önemli bir eşiği aşmış olacak hem de ‘doğru savunma yapabiliyor’ oluşunu test edip, geliştirecek.
Derbi kazanınca şampiyonluk...
Galatasaray maçı da kuşkusuz önemli. Mustafa Denizli efekti, şampiyonluk yarışındaki en güçlü rakiplerden biri oluşu, derbi kültürü, en azından Galatasaray’la puan farkının artması vs... Ancak burada oluşacak puan kaybı sezonun boyu düşünüldüğünde telafisi mümkün problemlerden sayılabilir. Kaldı ki, şampiyon olmak için ‘derbi kazanmak’ gibi bir ön koşul da yok. Daha çok puan toplamak yetiyor. Ancak UEFA farklı seviye... Hem oyuncu gelişimi hem o ünlü ‘marka değeri’ hem de ilerleyen turlarda git gide artacak heyecan seviyesine bağlı güç ve sevda algısı... Elbette Beşiktaş ikisini de kazanacak planlarla maçlara çıkacaktır ama Sporting maçında ‘kaybetmeme planı’ esas olmalıdır.