‘’En büyük nimet Şenol Güneş‘’
Futbol tuhaf bir ekonomik mekanizmaya sahip. Her kazanan maalesef kârlı çıkamıyor. Kazançlar bazen ‘pirus zaferleri’ gibi yakın gelecekte yıkıcı olabiliyor. O nedenle takım bütçelerinin ince elenip sık dokunması zorunlu. Çok uzak olmayan bir geçmişte Borussia Dortmund yakın geçmişte Galatasaray örneklerini hatırlamak yeter!
İlk günlerdeki kadar yüksek olmasa da Beşiktaş taraftarlarının şampiyonluk sevinci henüz taptaze. Lakin yönetim şimdiden zor kararlar arefesinde. Adı transfer haberlerine konu olan futbolcularını satsalar bir türlü satmasalar diğer türlü... Mario Gomez’deki belirsizlik bir yana takım omurgasındaki Atiba, Oğuzhan ve Gökhan Töre’nin başta Biliç’in West Ham’ı olmak üzere kimi takımların radarında olmalarında şaşacak bir durum yok. Hele ki Oğuzhan, Töre ve hatta Cenk Tosun Avrupa Şampiyonası’nda sıra dışı performans gösterirlerse...
Boyko’nun durumu...
Bu durumda oyuncuların kabul edilebilir bonservislerle transfer olmaları ürkütücü gibi görünse de esasen bir zorunluluk. Bu sezon son üç maçta hedeflendiği iddia edilen 10 milyon Euro için iptal edilen kombineler düşünüldüğünde ‘ekonomik aklın’ zorunlulukları ayan beyan ortaya çıkıyor. Sahi o üç maçta reel olarak ne kadar gelir elde edildi, merak eden var mı? Bunun yanında bonservisle gönderilmeyip bedava giden Fernandes ‘pişmanlığı’nı da düşünün!.. Ve hesapsızca 3,5 milyon Euro bonservisle alınan ve fayda sağlamayan Boyko’nun durumunu da buna ekleyin...
Beşiktaş çekim merkezi olacak
Demek ki bu oyunun zorunlu ekonomik hamleleri var. Bu düzende onlara uymadan iş yapmaya kalkarsan bedeli ağır oluyor. Beşiktaş’ın ‘ilk zorunluluğu’ futbolcuları üzerinden para üretebilmek. Bunun için de elinde bulunmaz bir nimet var: Şenol Güneş. Hocaları eline aldığı ve onu dinleyen ona uyan her oyuncuya misliyle değer katıyor. Diyelim ki, önemli kayıplar yaşandı siz bunu maddi anlamda kazanç olarak okuyun. Doğru yapılmış bir taramayla maliyeti düşük oyuncularla bu sezonki başarının tekrarı pekala mümkün. Beri yandan Beşiktaş bu, ‘oynayarak kazanan ve gelişen’ modeliyle oyuncular ve menacerler açısından da tercih ve çekim merkezi haline gelecek.
Oyuncular nakide çevrilmeli
Yok ama ‘Şampiyonlar Ligi’nden gelecek şu kadar Euro’ türünden gerçeklerden kopuk, çocukça hayaller peşinde koşulursa o zaman bela büyük demektir. Bizim ligimizin ‘futbol bilgi ortalaması’ hayli düşük. O nedenle de hiçbir seviyede kalıcılığa sahip değil. Avrupa Şampiyonası’nda ne yapabileceğimize dair hiçbirimizin fikri yok. Tek avantajımız da bu; ‘‘Ne oynayacağımızı biz bilmezken rakipler nereden bilecek?’’
Ezcümle, Beşiktaş bu şampiyonluğu gelecekteki kalıcı başarılar için sıçrama zemini olarak kullanabilir. Bunun için de incelikli transfer taramaları yaparken eldeki değerli oyuncuların bonservislerini nakite çevirmeyi hedeflemelidir.
Futbolun ekonomisi tuhaf!
Oyuncularımız gidecek diye korkan bir organizasyon büyüyüp, gelişemez. Tersine değerli oyuncular elde kaldıkça ve başarı devam ederse katlanarak artacak yıllık ücretleriyle ‘ödenemez borçlar seviyesi’ne yaklaşmış Beşiktaş kulüp bütçesini içinden çıkılmaz bir sarmala sokabilirler. Sakın ola, ‘‘Başarı geldikçe reklam, sponsor, gelirler artar’’ demeyin. Size ‘‘Dünyanın içinden geçtiği ekonomik darlıktan haberiniz yok’’ derim. Dedim ya, futbol tuhaf bir ekonomik mekanizmaya sahip. Hele de bizim ülkemizde!..
O nedenle ‘transfer korkağı’ ya ‘oburu’ olmak yerine aklı, bilgiyi, tecrübeyi tercih etmeli Beşiktaş... Yönetebilirlik bunu gerektirir....
‘’'Böyle mi esecekti son günümde bu rüzgar?'‘’
Şöyle der Andre Comte-Sponville; ‘’Nezaket bir erdem değil niteliktir ve yalnızca biçimsel bir niteliktir. Nezaket küçük bir şeydir, büyük şeyleri hazırlar.’’ Büyük jestlerin yapılamadığı futbol ortamımızda Konyaspor futbolcu ve taraftarların Beşiktaş sahaya çıkarken gösterdikleri ‘alkış nezaketi’ övülüp, abartılmalı...
Federasyon üç kez (‘İki’ demeyin sakın!) maç günü değiştiriyor... Her statta gelenekselleşen tezahürat nedeniyle Konya’ya ceza verilirken, kendilerini savunma hakkı tanınmıyor... Onlar da cezaya reaksiyon için bilet fiyatlarını ‘akıl ve izan seviyesi’nin üzerine çekiyor... Beşiktaş şampiyonluk maçından önce Konyaspor maçını içeride oynamak istiyor ve Konya taraftarının ‘şampiyonu’ ve UEFA Kupası’na kalan takımlarını ‘izleme ve alkışlama hakları’ ellerinden alınmaya çalışılıyor... Ve tuhaftır kimsenin ‘gık’ı çıkmıyor!..
Kulak veren yok
Tüm bunların ışığında sezonun belki de en adından söz ettiren iki takımı yarıdan fazlası boş tribünlere oynuyor, içeride yerini alanlar da geçmiş yıllardan kalan ve duyması gerekenlerin kulak tıkadığı o sloganla tribünü inletiyor;
“Yeter Yıldırım Demirören yeter!..”
‘Marka değeri’ deniyor ancak yöneticiler bu güzelim oyunu itibarsızlaştırmak için neredeyse birbiriyle yarışıyor. Hadi bizim gibileri dinlemiyorlar bu sezonun iki başarılısı Şenol Güneş ve Aykut Kocaman’a da kulak veren yok.
Altında kaldı...
‘Nezaket’le başlamıştık ‘nezaketli bir soru’yla bitirelim. Bu soru, yapısal sorunların nerede yattığının da en önemli ipuçlarındandır. ‘Şampiyonun alkışlandığı son maçta protokol tribününde bu ülkede oyunu yönetme iddiasında olan yöneticilerden kimler vardı? Haliyle böylesi ortamda ‘ununu eleyip eleğini asmış’ iki takım da kendi tempo ve seviyelerinin altında kaldı, haklı olarak.
Bize de futbolun içinde bulunduğu durumu özetleyen, Teoman Alpay’ın o güzel Hüzzam şarkısını dinlemek düştü; “Böyle mi esecekti son günümde bu rüzgar?”
‘’Ne geceydi ama...‘’
Metrodan Osmanbey istasyonunda inip sokağa adım attığımda ‘semtin rengi’ daha oralardan belli olmuştu. Hüsrev Gerede’ye inip Beşiktaş’a vardığımda ise zaten araç olmayan yollarda ‘insan trafiği’ bile durma noktasındaydı.
Onca yıldır şampiyonluk yaşamamış, son iki sezonda son haftalarda umudunu yitirmiş bir takımın taraftarı oralı olsun olmasın Beşiktaş Köyiçi’ni ‘mutlulukla işgal etmişti.’ Semt de bu mutluluğu kollarını sonuna kadar açmış bekliyordu. Maç başlamadan sokaklarda oluşturulan mutluluk, “Gitme stada, burada bu insanlarla kal” diyordu bana. İç sesime uydum, semtte kaldım... Şöyle düşünün, yayın olan her mekanın önü bir ‘Beleş Tepe..’ Öyle bir maç ki, daha maç başlamadan herkes son düdüğü bekliyor. Beşiktaş rakip ceza sahasına yaklaştıkça tüm semt tribündeymişcesine yükleniyor; “Saldır Beşiktaşım oleeeeyyy...”
Aslında buraları yazamıyor insan. Televizyonda görmek bile yetmez, bizzat burada olmak gerek. Umut ile tedirginlik, öfke ile huzur, beklenti ile çaresizlik içiçe... Herkesin gözünün içi gülüyor ama belli ki avuçları da terliyor.
Bunlar kazanmaya tutkulu ama kaybetmeye alışık insanlar. Hayat onları türlü kırıklıklarla eğitmiş, büyütmüş. Gözleri ekranda geleceğe umut beslemek için aralanacak o kapıyı bekliyorlar. Yemin ediyorum bizim ‘tribünde’ golü ilk ben görmüş olabilirim... Benim “Goool”den sonra bütün sokak patladı. Ya da bana öyle geldi!...
Akabinde biz alerjik bünyeleri ve astımlıları düşünmeyen birkaç ‘heyecanlı Kartal’ meşaleleri ateşledi... Ben daha öksürük krizini atlatamamıştım ki, Marcelo ikinci golünü de attı ve semt coşkun bir dinginliğe ulaştı. Şunu da belirteyim onca kontrolün olduğu statta yanan meşalelerin yarısının yarısı bile yakılmadı semtte. En azından maç boyunca... Devre bitince semt de biz de biraz dinlendik.
..Ve ikinci yarı başladı derken Gomez’in golüyle bitti. Bundan sonra sokak ile bizim de bulunduğumuz Celil’in mekanı Kartal Restaurant arasında karşılıklı tribün oluştu ve sevinç semti, insanlarını tahmin ediyorum ki dünyadaki tüm Beşiktaşlıları sardı sarmaladı. Daha 60. dakika sularıydı ki son dakikaların marşı sokakta patladı; “Gün doğdu hep uyandık. “Maç bitti... İstanbul’un yakınlardaki Beşiktaşlılar Köyiçi’ne akarken semt de dört gözle stattan gelecek kalabalığı beklemeye başladı.
‘’‘Mutluluk oyunu' ‘görev'i yendi!..‘’
Üç sezondur stadı olmaksızın mücadele eden Beşiktaş, şampiyonluğun ‘bir puan’ uzağında. Bu süreç teknik adam olarak Şenol Güneş’in tercih edilmesiyle başladı dersek yanlış söylemiş olmayız. Güneş ile birlikte Beşiktaş tempolu, akışkan, yaratıcı ve gösterişli yanları daha belirgin, ‘izlenir bir takım’a dönüştü. Haksızlık etmeyelim Slaven Bilic’in takımları da bu tip özellikler gösterdi ancak bunların tespiti belirli periyotlarda mümkün oluyordu. Şenol Güneş elini sürdüğü oyunculara farklı boyutlar katarken, ‘örneğin Oğuzhan, Gomez, Cenk gibi’ bu başarı periyotlarının boyunu da uzattı.
Herkesin yanıtı Beşiktaş olur
Beşiktaş, böyle oynadıkça eğlendi, eğlendikçe de daha kolay kazandı. Futbolda da bir çok alanda olduğu gibi ‘görev bilinci’ şüphesiz ki önemli. Ancak futbolun bir ‘iş’ değil ‘öncelikle oyun’ olduğunu akıldan çıkarmamak gerekiyor. Bu nedenle Şenol Güneş idaresindeki Beşiktaş tıpkı geçmişteki Trabzon ya da Bursa’da olduğu gibi farklı planlara bağlı olarak ‘mutluluk oyunu’ oynamaya gayret etti. O nedenle de takımın izlenirliği ve ‘tat duygusu’ hep yüksek kaldı. Takım tutan ancak ‘gözleri hâlâ görebilen’ insanlara “Bu sezonun izlemeye değer takımı hangisidir?” diye sorulsa eminim yanıt ağırlıklı olarak “Beşiktaş” olur.
Van Persie Kartal’da olsa...
Öte yanda ise daha az gol yemiş ancak daha az da gol atmış olan rakibi Fenerbahçe, ağırlıklı olarak bir ‘görev takımı’ görünümündeydi. ‘Görev’in ‘oyun’ ve ‘mutluluk arayışı’nın önüne geçtiği bir takım olarak Fenerbahçe elindeki yaratıcı oyuncu topluluğunu kullanma konusunda ciddi sıkıntılar yaşadı. ‘Görev bilinci’ daha yüksek De Souza-Mehmet Topal-Ozan Tufan üçlüsündeki uzun süreli ısrarı kendi adıma buna bağlıyorum. Lig ortalamasının hayli üzerindeki oyunculardan kurulu defans hattına rağmen ‘savunma kurgulu oyun düzeni’ sahada eğlenceye haliyle mutluluğa yol açmadığı gibi tribünün seyir zevkini de tatmin etmedi. Basittir; Sosa ile Diego, Gomez ile Van Persie, Atiba ile Mehmet Topal yer değiştirseler emin olun durum takımlar açısından değişmezdi.
Pereira ve İsmail Kartal...
Belki iddialı olacak ama Fenerbahçe savunma hattı Beşiktaş’ta olsa Şenol Güneş’in oynama/oynatma biçimiyle tıpkı Ersun Yanal sezonunda olduğu gibi şampiyonluk bir kaç hafta önce garanti altına alınırdı. Kuşkusuz bu etkilere Fenerbahçeli oyuncular üzerindeki yönetim baskısını da eklemek gerek. Temel çelişki şurada oluştu, nasıl oldu bilmiyorum ama Pereira bu ligin vasatını aşmaya bir şekilde ikna oldu. Tıpkı İsmail Kartal gibi!.. Dikkatli okuyucular bu ikilinin bir çok demecinin birbirine yakın içerikte olduğunu hatırlayacaktır.
Güneş, ceseratiyle kazandı
Şenol Güneş ise adeta bu ligin antitezi gibi. Gerek yapısal sorunlara dair itirazları gerekse oynama ve oyuncu geliştirme konusundaki gayretiyle takımlarını ayrıştırıyor. Geçen sezonu altıncı sırada bitirmiş Bursa’nın damakta bıraktığı tat bu sezon Beşiktaş’la devam ettirilirken ayrıca hedefi yakalamayı da başardılar. Cesurdu, farklıydı, çeşitliydi ve gelişmeye açıktı Şenol Güneş’in Beşiktaş’ı. Ayağının tökezlediği maçlarda bile rakibini şaşırtmayı, umudu bir sonraki maça taşımayı başardı. Beri yandan Güneş’in Beşiktaş ile yaptığı, “Teknik direktör ne ki? Alırız oyuncuları oluruz şampiyon?” türünden çok temel bir iddiayı da çökertti. Bu sezon Beşiktaş, geçen sezon Galatasaray’ın yaptığı tam da bu Aziz Yıldırım patentli iddianın boşa çıkarılması olarak okunmalı!..
‘’Kritik eşiği zor da olsa geçtiler‘’
Soru şuydu; şampiyonluk yolunda her zaman kurgu, denge ve tempo oynamaya çalışan Beşiktaş, en kritik maçta Galatasaray’a karşı nasıl oynayacaktı? İlk yarı boyunca beklenenin tersi oldu. Galatasaray’ın su kaldırmaz üstünlüğüyle geçen maçta takım dahil tüm Beşiktaşlılar diken üzerinde kaldı. Oysa sahada olanlar, lig boyunca yaşananların tam tersiydi. Beşiktaş baskısı bekleniyordu. Tam tersi oldu; Galatasaray kaptığı tüm toplarla golü aradı, durdu. Ancak bulamadı... Şampiyonluk yarışının avantajlısı Beşiktaş ise çoğunlukla yaptığını yapamazken kendini savundu ve bekledi.
Gerçekleşen klişe!
İkinci devre başka bir Beşiktaş bekledi herkes. Lakin ilk yarıda olduğu gibi tüm maç boyunca Beşiktaş farklı bir şey oynayamadı -ya da Galatasaray oynatmadı. - Çok açıktı maç, ‘tek gol’e kaldı. Vasat mücadelenin o ‘ilk gol’ü de Galatasaray savunmasının derinliğini kaybettiği anda geldi. Önce Oğuzhan, defansın arkasına koşu yapan Cenk’i görüp topu önüne bıraktı... Cenk, bir futbol klişisesini gerçekleştirdi ve ‘al da at’ dercesine topu Gomez’in önüne bıraktı...
Golün ardından maç boyunca en yumuşak hattı olan defansı sağlama almaya çalışan Beşiktaş, son bölüm hariç orta sahayı iyice kuşattı ve maçı da istediği şekilde sonuçlandırdı.
Şimdi Pereira düşünsün
Beşiktaş ‘tek pozisyon’lu bu galibiyetin ardından yükü Fenerbahçe’nin omuzlarına yıktı. Bir galibiyet ve bir beraberliğin yeteceği seride kuşkusuz ki Beşiktaş avantajlı. Artık onlar rahat uyuyabilir. Bundan sonrasını Şenol Güneş değil Vitor Pereira ve ekibi düşünecek...
‘’En büyük şans Şenol Güneş‘’
İki sezondur kıyısına kadar gelinen şampiyonluğun ardından bakakalan Beşiktaşlılar için Kayseri karşısındaki gösterişli oyun ve farklı skor takımın her katmanında ‘elle tutulur’ bir sevince yol açtı. Bugünlerde “Beşiktaşlıyım” diyen herkesin yüzünde açan güller çıplak gözle görülecek kadar net.
Ligin kendinden en emin takımı değilse bile hücum alanında yapabileceklerine inancı en güçlü takımı şüphesiz ki Beşiktaş. En yakın rakipleri ‘savunma oyunu’ ile tepedeyken onlar izlenir, gösterişli, eğlenceli ve golcü tarzlarıyla hem zirvede kalıp hem ülke kamuoyunun ağırlıklı takdirine mazhar olmuş durumdalar.
Bu kadar iyi durumda görünmelerine rağmen üç maçlık son viraja girerken çok net görünen defansif zaafları ise en büyük tedirginlikleri. Takım içinden sızan kavga gürültü haberleri ya da kalecileri Tolga’nın taraftarın bir bölümüyle sık sık yaşadığı tartışmalar da ‘defansif zaaflar’ kadar önemli.
Quaresma ortalığı yıkıyor!
Ancak Beşiktaş güçlü genetiğiyle bu sorunların altından kalkabilecek bir takım. Bunun için yapılması gereken ilk şeyler, zaafları doğru tespit edip, onarmaya çalışırken sakin kalmayı da becerebilmekte. Örneğin taraftarları... Bundan sonraki üç maçın son saniyeye kadar oynanacağını akıldan çıkarmaksızın hem kendilerinin hem takımın ayakta kalmasının zorunlu olduğunun bilincine varmaları gerekiyor. Bazı oyuncular üzerinden üretilecek ‘suni itiş kakışlar’ın takıma zarar vermesini engellemek en büyük zaruriyet... Ayrıca yine bazı oyuncular üzerindeki ‘sempati efekti’ne de özen gösterilmeli. Quaresma ne yaparsa yapsın ortalığı yıkarken takım katkısına bakmaksızın bazı oyuncuların sürekli örselenmesi hem Beşiktaş kültürüne yakışmıyor hem takım bütünlüğüne zarar veriyor.
En büyük sorun...
Beşiktaş, Atiba’dan başlayarak öne doğru güçlü, yaratıcı, eğlenceli ve gösterişli bir takım. Şampiyonluk yolundaki en büyük gücü de burada. Şenol Güneş gibi Trabzon ve Bursa’da oynattığı oyunu Beşiktaş’ta türevleyen bir hoca ise en büyük şansları.
Takım açısından en büyük sorun, savunmaya sarkacak toplar. Bu toplar gol olmasa bile öyle bir tedirginlik yaratıyor ki, kaygı eşiği yükseldikçe takımın tüm düzeni bozuluyor. Hal böyle olunca da Atiba, Sosa, Oğuzhan arasındaki koordinasyona tesir eden bu durum oyunun son bölümünde sıkıntıya neden oluyor. Rakiplerin bu üçlüye yapacağı baskı işin düğümlendiği yer. Bu durumu savuşturmak ancak topu olabildiğince elde tutmaktan geçiyor. Bizim ülkede topu elde tutan takımı bekleyen en büyük tehlike de, taraftarın acelecilikle onları öne itmeye çalışması. Sakin kalmak her iki anlamda da, gerek takım gerek taraftar açısından, en elzem durum görünüyor. ‘Sürekli hücum’ kuşkusuz ki önemli. Ancak savunma kaygıları bu kadar belirginken ‘güvenli hücum’un daha önemli olması gerektiği de bir gerçek.
‘’Pozisyon vermeden, gol de yemeden‘’
Devre arasındaki gelişmelerin ardından savunma kurgusu bozulan Beşiktaş, şampiyonluk yolundaki zorlu üç maç öncesi ‘görece hafif’ diye tanımlanabilecek Kayseri karşısına ‘stoperde zar atarak’ çıktı.
Bir takımın son düzlükte hala kendini gözden geçiriyor olması sıkıntıdır! Bu sıkıntıyı aşmanın yegane yolu topu orta sahada bol ve süratle gezdirmek ve savunma dörtlüsünün önündeki oyuncuları mümkün olduğunca ‘hareketli’ tutmaktır. Öyle de yaptılar. Daha önce pozisyon vermeden gol yemiş (!) bir takım olarak bu kez rakibini olabildiğince geri itip orada tuttunca sorun yaşamadı.
Meğer habercisiymiş...
Taraftar avantajını gönlünce kullanan Beşiktaş’ta 9. dakikadaki Quaresma slalomunun ardından gelen ‘yoklama şut’u meğer golün habercisiymiş. Bir dakika sonra Sosa, ‘safkan kanat oyuncuları’na ders verircesine topu Gomez’in kafasına koyunca da tabela değişti. Akabinde oyun bir ara gerilir gibi oldu. Bu esnada bozulan Kayseri savunması içindeki Gomez’in ‘yakın pas’ seçeneği Oğuzhan’a ‘ayak dışı gol’ü getirdi.. Ve, Quaresma ilk slalomunun benzerinde bu kez golü bulunca maç daha ilk devrede puan açısından bitmiş oldu.
Zorlamak zorundalar
Beşiktaş’ın oyunu akışkan hale getirmesine izin veren her takım savunmasını tahkim etmekte güçlük çeker. Çünkü hem problem yaratma hem de problem çözme konusunda ligin en ilginç oyuncularının bulunduğu takımların başında Beşiktaş geliyor.
Yine de bu maça bakarak şu notu düşmekte fayda var; ikisi deplasman olmak üzere zorlu son üç maç için Dusko Tosiç/Aleksis Delgado rotasyonunun, yani öngörülen ‘defansif zaafların’ ölçümünün yapılabildiğini söyleyemeyiz. Beşiktaş bundan sonraki üç maçta da farklı olmayacak. O nedenle temel karakteri olan ‘zenginleştirilmiş hücum şablonları seçeneği’ni son maça kadar zorlamak zorundalar. Yani lig, şampiyonluk ve düşecek son iki takım açısından son maça kadar nefes nefese geçecek...
‘’Savruk hücum savruk savunma‘’
Şampiyonluk yolunda büyük avantajla çıktığı maçta Beşiktaş’ın nasıl dizileceği ve nasıl oynayacağı sürprize kapalıydı. Sadece sağ bekte Serdar Kurtuluş vardı ki, o da sürpriz değildi! Bu düzende hem topa sahip oldular hem oyunu önde tuttular. Ancak çoğu maçta olduğu gibi temel sorunları çalışmayan kenarlar ve kuşkusuz ki savunma kurguları oldu. Temel problem bu denklemde...
Hücumda topu Gomez’e geçirmekte zorlandılar. Büyük beklenti duyulan Quaresma’nın ‘gününde olmaması’ önemli etki! Diğer kenar da işlemeyince Beşiktaş, üç gole rağmen ‘boşa çalışıp’ durdu. Doğru, maç boyunca rakibi başarıyla ceza sahasına itip tüm dönen topları toplayıp oyunu yeniden kurdular. Onların ‘hücum planı’ açısından bir yanlış yoktu kuşkusuz. Ancak bu tarz aslında Akhisar’ın en iyi bildiği oyundu ve sonuç da onların istediği gibi tecelli etti.
Akhisar korku saçtı
Beşiktaş cesurca gol aradıkça kendini temkinli savunan Akhisar, az ama bilinçli hücumlarla korku saçtı. Bu hücumlarda Beşiktaş’ın ceza sahası içindeki ‘acemiliği’ çıplak gözle görünüyordu. Özellikle ikinci golde o kadar Beşiktaşlı arasında ön direkte rakipte gözlenmesi gereken tek oyuncu olan Rodallega’nın bomboş bırakılması ilginç değil mi? Buna rağmen maça tırnaklarıyla tutundu Beşiktaş. Penaltıya neden olan Alexis ve Tolga el birliğiyle Rodallaga’ya ‘üçlü çektirince’ işi bitti diyorduk ki, Gomez-Cenk ikilisi hem maçı hem de morali kurtardı.
Quaresma nerede gerekli?
‘Maçın hakkı’ diye bir şey olmaz. ‘Atan’ı ve ‘yemeyen’i olur! Beşiktaş atıyor ama yiyor da. Bu saatten sonra bu savunma iyileştirilemez.. Demek ki Beşiktaş, attığından daha fazla atarak ipi göğüsleyebilir. O zaman bir kez daha soralım; ‘’Quaresma nerede gerekli?’’ Bu maça son saniyeye kadar tutunmuş olmaları kuşkusuz ki övgüye değer ancak yineleyelim, onların sorunu kaleyi savunmakta ve kenarları işletmekte.