Arama

Popüler aramalar

‘’Futbol böyle güzel‘’

Bir futbol maçında sonucu belirleyen faktörlerden biri de karşılıklı eşleşmedir. Beşiktaş dün ilk yarı boyunca oyunu kurgulamakta zorlanıp topu rakibine teslim ettikçe işte bu eşleşmeler (karşılaşmalar) sahanın çeşitli bölgelerindeki defansif zaafları da bir bir ortaya çıkardı. Başta Bruma/Gökhan Gönül. Beşiktaş, Carole/Sneijder/Bruma koridoruna yardım yetiştirmekte güçlük çekince bu tempo için ‘hazırlıksız olan’ Gökhan Gönül çaresizce topun peşinden koşmak zorunda kaldı ve olanlar oldu.

Tolga Ciğerci / Gökhan İnler karşılaşmasında da Tolga, top kapmak ve Sneijder’in oyunu inşa etmesi için yardımcı rolünü başarıyla üstlenirken, Gökhan için aynı şeyleri söylemek güçtü. Kendi ya da Atiba’nın kaptığı topları ‘uzun oynayarak’ verimli hale getirmeye çalıştıysa da Beşiktaş’ın ‘görünmez’leri ona yardım edemedi. Kimler mi? Oğuzhan, Olcay, Gökhan Gönül ve en öndeki Cenk.

Bol pas ve sakinlik

Galatasaray ise bol pas, denge, sakinlik ve bilinçle hücum etti. Ele geçirdikleri her topu Sneijder merkezli olarak Beşiktaş yarı alanında kurgulayıp hücum ettiler. Tolga ve Selçuk göbeği kapatırken Sabri ile Carole kenarları tıkayarak oyunun boyunu iyice kısalttılar. Bu tarz, onlara iki gol ve iki net gol pozisyonu getirdi.

Şenol Güneş ikinci yarıya iki ‘görünmez’ Olcay ve Oğuzhan’ı alarak çıktı. Oğuzhan, Atiba yanından öne sürülünce takım arkasında kaldığı için beklentiyi karşılayamadığını göstermişti ama demek Güneş bunu bir kez daha test etmek istedi. Üstelik o bölge ligin şu ana kadar en iyisi olan Tolga Ciğerci’nin hükümranlık alanındaydı. Yine de Talisca’nın bir iki girişimi dışında 70’e kadar ne tempo yükseltebildi ne de oyunu kurgulayabildiler. Galatasaray skor avantajı elinde olduğundan bol pasla tempoyu yükseltmemeye uğraşırken Marcelo’nun kornerden gelen topta attığı gol oyuna başkalık kazandırdı.

Kimse üzülmedi

Riekerink tehlikeyi görüp hem oyunu soğutmak hem takımı tazelemek için Cavanda ile Josue’yi dördüncü hakemin yanına gönderdi ama yetişemedi, Cenk golü yaptı ve Beşiktaş o ana kadar ‘oynayamadığı oyun’a döndü. Adriano/Cenk değişikliğiyle baştaki düzenine dönen Beşiktaş tempoyu rakibinin şaşıracağı seviyeye ulaştıracak zamanı bulamayınca maç da iki tarafı da üzmeyen bir skorla tamamlandı.

Sonuç... Neymiş, futbol böyle güzelmiş. Hele ki o son 20 saniye... Sahada tempo, tribünde eğlence. İnsan maça geldiğini hissediyor. Gerçi Beşiktaş tribünü halen İnönü’nün çok uzağında ama zamanla o da gelişir. Galatasaray tribünü ise baştan sona maçtan kopmadı ki, olması gereken de buydu...

25 Eylül 2016, Pazar 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Hepimiz kazanalım‘’

Bilinir, ‘Bütün başlangıçlar zordur’. Berber çırağı makası eline aldığında yüzlerce kez izlediği ustasını ‘şıp’ diye taklit edemez. Kaldırılan deplasman yasağının ilk uygulamasının zorluklar içerdiği bir gerçek. Ancak, havada asılı duran ‘tedirginlik’ de fazlaca gereksiz... Futbol maçına giden tutkulu insanları ‘holigan’ olarak yaftalamaya hazır görüşler, “Gördünüz mü bak” demek için pusuda bekliyor!.. Her işi yarım yamalak yapan yöneticiler ise olumsuzlukları taraftara yüklemek için çoktan hazır. Oysa, diyelim ‘tribünde meşale yakıldı.’ Bu, tek başına ‘taraftar’la açıklanır mı? ‘Meşale içeri nasıl girdi?’, ‘Kontroller neden titizlikle yapılmadı?’, ‘Neden sadece suçlu hakkında gereği yapılmadı?’ türünden sorular her daim sahipsiz kalır bu ülkede...

Tedirginlik kalkmalı

Herkes görevini yaparsa sorun çıkacağını sanmıyorum ya, çıkarsa bile, ülkenin en ‘modern stadı’nda ‘suçun şahsiliği ilkesi’nin işletileceğinden emin olmalıyız. Tedirginliğin ortadan kalkıp yerine anlayışın yerleşmesi için yapılması gereken ilk açıklama sadece suçlunun cezalandırılacağı olmalıdır, ki herkes sorumluluk alsın!... Bu gerçeklerin yanı sıra tribüne gidecek insanlar da sorumluklarını akıldan çıkarmamalı.

Takıma odaklanılmalı

Ne yazık ki bu ülkenin tribün kültürüne, tuttuğu takımının meziyetlerini övmek, takımı ve oyuncuları yükseltmek değil, ne olursa olsun rakibi yerin dibine sokmak hakim!.. Bu maç, bu olumsuz algının kırıldığı, taraftarların sadece kendi takımlarına odaklandığı bir maç olmalı. Çünkü ‘taraftar’, akıl/vicdan sahibi insandır ve bu zorlu ilk adımı bu maçta hep birlikte atacaktır/atacağız. Bilinir, ‘bütün başlangıçlar zordur’. O zoru başarmalıyız. Çünkü, birbirimizi anlamaya çalışıp ‘kucaklaşma mesafesi’ni yakınlaştırdığımızda bu dünyayı hepimizin yüzüne gülen bir yer haline getireceğiz.. Her birimiz, her birimizin yaşamından sorumlu. O nedenle, kim yenerse yensin ama hepimiz kazanalım...

24 Eylül 2016, Cumartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ne yaptığını bilen takım...‘’

“Futbol, iyi futbolcuyla oynanır” türünden bir klişe vardır. Dün akşam ki maç bu klişenin yaşamda vücut bulmasıydı. Oyunda baskın taraf yoktu ama topu ayağına aldığında ne yaptığını, nasıl etkili olacağını bilen takım Beşiktaş’tı.. Atiba, Talisca, Caner başta, topu ele geçiren Beşiktaşlılar hücumda çözüm üretme konusunda Akhisar’a göre ‘uzak ara’ öndeydi.. İlk yarı boyunca akışkan, izlenir bir oyun izleyemedik, doğru ancak bu, oyun arzusundan çok ihtiyaca göre oynama zorunluluğundan kaynaklanıyordu kanımca. Daha zor maçlar oynamak zorunda kalacak olan Beşiktaş tasarrufu ön planda tutmuştu. O nedenle bu sezon kadro zenginliği nedeniyle Şenol Güneş rotasyonda balansı tutturma gibi önemli bir problemi de çözmek zorunda.

Sıkıntı ortadan kalktı

Yine de maç erkenden kopabilirdi... Diyelim ki Cenk önüne aldığı topu uygun koridorda koşu koparan Quaresma’ya aktarsa Talisca’nın attığı ilk golün benzeri bir durum ortaya çıkardı. Ancak devre sonunda Talisca’nın kazandığı serbest vuruş, o vuruşların ustası Caner’in marifetiyle gole dönünce sıkıntı da ortadan kalktı. Tolunay Kafkas sonrası çalıştığı şablondan vazgeçmeye çalışan (!) Akhisar’ın işi zor. Bir takım yaratıcılık gösteremiyorsa direnç göstermeli. Akhisar bu haliyle ikisini de gösteremiyor.

Quaresma gözden geçirilmeli

Öte yandan... Maç 0-2 gidiyor... Sanki son Benfica maçında o kritik hatayı yapan Quaresma değil! Yine üst üste tanıdık hovardalıklar. Tamam bazı pozisyonlar için iyi futbolcu ama tribünün bu arkadaşa gösterdiği teveccühü de gözden geçirmesi gerekmez mi? Pozisyonsuz maç Beşiktaş’ın kontrolünde tamamlandı. Bundan sonra zorlu periyotlara girecek olan Beşiktaş, taraftarı tribünde, “Üç.. Üç.. Üç..” diye talepkarken ‘yetecek skor’u bulmuş olarak denge oyunu oynamayı sürdürdü. Basit, rahat, temkinli ve güvenli... Yani neredeyse rakibine pozisyon vermeden maçı tamamlayıp istediğini aldı. Bu maç gerçek anlamda bir teknik direktör maçı olarak oynandı. Yani Şenol Güneş oynadı, oynattı Tolunay Kafkas izledi, izletti!..

19 Eylül 2016, Pazartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’..Ve ilk adımlarını attı‘’

Çoğu Beşiktaşlı kabul etmese de Avrupa’nın zor deplasmanlarından birine giden Şenol Güneş, ilk yarı boyunca takımını sahaya doğru yaydı. Kuşkusuz ki öfkeli taraftarlar yenilen golün faturasını kaleci Tolga’ya çıkartacak! Ancak gerçek böyle mi? Beşiktaş birkaç cılız atak dışında Benfica’yı enternette etmeyi başardı dersek yanlış olmaz. Gol ise şöyle gelişti; yeri kapatan Beşiktaş yüzünden yüksek oynanan top Atiba/İnler hattını havadan geçip Beşiktaş’ın ‘yumuşak karnı’ olan stoperler bölgesine gönderildi.

Marcelo ilk müdahaleyi yapamadı! Şut orta karışımı kesmeyi Tolga uygun olmayan yere çeldi. Diğer stoper Tosiç de arkasındaki adamı kaçırınca gol oldu. İlla bir suçlu aramaya gerek yok. Benfica kanatlardan yapamadığını ‘yapabileceği yegane yer’den yaptı diye düşünmek daha doğru olur.

Düzeni değiştirmek istedi

Futbol hem savunup hem planlı hücum ederek oynanıyor. Beşiktaş ilk yarı doğru savunma yapsa da rakibi tedirgin edecek hücum organizasyolarını gerçekleştiremeyince ‘tek boyut’lu kaldı. Hal böyle olunca da başta Oğuzhan olmak üzere orta saha oyuncuları ‘görünmez’ kaldı. İkinci yarı Şenol Güneş, Talisca ile beraber düzeni değiştirmek istedi. Ancak Benfica yerde oynayıp Beşiktaş’ı topu peşinden koşturarak şaşırtmaya uğraştı.

İlk ciddi arkaya sarkmasını 62. dakikada Caner’le gerçekleştiren Beşiktaş ise o dakikaya kadar pek de görünür olmayan Adriano’yu alıp Cenk’i sahaya sürerek golü daha ciddi aramaya koyuldu.. Ve pozisyonlar da gelmeye başladı. Ancak Şampiyonlar Ligi seviyesi beceri, tecrübe kadar dayanıklılık da istiyor. Dayandı ve tecrübe oluşturmaya dair ilk adımlarından birini ‘bir puan’ kazandığı bu maçla atmış oldu.

Bir vuruş ustası

Bundan sonrası bu adımı daha olgun bir oyuna geliştirmek... Birkaç oyuncu için bazı notlar düşmek gerekirse; Caner: Verimli olduğu sol bekten öne sürülünce öngörülen etkiyi gösteremedi. Çünkü o, alanı dripling değil koşuyla geçen bir oyuncu. Ancak ‘oyunu göremediği’ için o mesafede hem koşu yapamadı hem topu süremedi.

Oğuzhan: Sosa mevkiinde oynayabilmek için arkada ona yardım edecek kendi gibi biri olmadığı için etkili olamadı. Aboubakar: Takım topu ona ulaştıramadığı için görünmeyenlerdendi.

Ancak Cenk’e indirdiği ve onun dışarı vurduğu toptaki işçiliği ceza sahası içini iyi bildiğini gösteriyordu. Talisca: Beşiktaş bir vuruş ustası kaybettiyse de birini buldu.

14 Eylül 2016, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’İzlemesi zevkli ama...‘’

Uzun çok uzun zaman olmuş Beşiktaş’a uğrayıp ağaçlı yoldan yürümeyeli... Belki dün belki önceki gün! Ne kadar uzun olduğunu hatırlayamadık arkadaşım Ahmet Fisunoğlu’yla stada yürürken. Açıldıktan sonra iki kez gelmiş ama içime sindirememiştim. “Eskiye özlem diyor” bu duruma kimileri. Belki değişmiştir diye umuyorum, değişmemiş. ‘Baba evi’ o eski ev değil!

Karabük golü buldu...

Şampiyon takım türlü değişikliklere uğramış ama tadı geçen yılın kıvamında. İşlek, arzulu, arayışta. Yani izlemesi zevkli. İlk yarı özellikle soldan, Caner’in koridorundan yüklenince tarzı daha gösterişli Beşiktaş ’ın. Havası yerinde. Böyle diyorum ama ilk devre iki takımın gol pozisyonu içeren hücum sayısı eşit; üç. Skor? Beşiktaş: 2 Karabük: 0. Tribün “Nasılsa kazanırız” güveni içinde ama sahada olan biten aynı şeye işaret etmiyor. Skordan bağımsız olarak topu efektif kullanma konusunda Karabük’ün hiç de Beşiktaş’tan aşağı kalır yanı yok. Hele de golü bulduktan sonra!.. İkinci yarı durağana dönen oyuna tempo vermek için Oğuzhan ve Adriano’yu gönderiyor sahaya Şenol Güneş. Lakin 60’tan sonra kim ev sahibi kim deplasmanda işler bir süre karışıyor. Üstüne bir de Beşiktaş’ın kronik sorunlarından olan stoper Tosic iki kez sekince tribün ister istemez geriliyor. Karabük Ceyhun merkezli kurgusunda yapabileceğini yapmaya uğraşıyor. Hocaları Tudor üçüncü gole kadar maçın içinde ama Oğuzhan’ın penaltısı onu da kulübeye gönderiyor.

Peki Beşiktaş’ta kimleri gördüm?

Tolgay Arslan: Dengeli, akıllı. Oyuna yön vermeye uğraşıyor ancak yardımcısı olmadığından verimi düşük.

Gökhan İnler: Sakin, güvenli, estetik. Bilekleri yumuşak, yer tutma ve takip duygusu yüksek.

Talisca: Toplu oyunda var. Ancak bu lig kreatif oyuncuya pek tahammüllü bir lig değil. Biri ona pratik oyunun Sosa’da olduğu gibi buradaki gücünü anlatırsa iyi olur.

Olcay Şahan: Hep çalışkan hep diri hep katkı verme derdinde. Takımın en gayretlisi.

Caner Erkin: Takım öne giderken görünür, beklerken ‘normal’. Ondan beklenen durağan halleri aktife çevirecek aksiyonlar.

Gökhan Gönül: İlk maç için, ‘yani’!..

Fabri: Ona gösterilen teveccüh daha çok Tolga’ya duyulan manasız öfkenin tezahürü. Şampiyon takımın kalecisine duyulan bu anlamsız antipati Beşiktaş taraftarının değişen profiline dair ciddi bir ipucu. ‘Ahmet dursun Seba gitsin’i akıldan çıkarmamakta fayda var!..

11 Eylül 2016, Pazar 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Skor bizi aldatmasın‘’

‘Futbolcu kaynağı kıt’ bir ülkede değilmişiz gibi milli takımın yarısından fazlası takımlarında oynayamayan oyuncular!.. Yetmez, takımlarında oynayanların bazılarının - kaleci hariç - pozisyonları farklı.. O zaman planımız neye dayanacaktı? Bizim için bile belirsiz olan çiçeği burnunda Emre Mor’un doğaçlamalarına mı? İlk 10 dakikadaki cılız etkimizi kıran Hırvatlar topu gezdirmeye başlayınca sahadakiler dahil hepimiz olan biteni izlemeye koyulduk! Toplar direklerden dönerken kendini savunmaya çalışan takımımız ‘düşük kalite’ modundaydı. Hırvat takımı çeşitli hücum denemeleri yapıp zaman zaman da etkili olurken, duran top ya da Emre merkezli saldırılarda şut aramaktan öteye geçemedik. Gol dahil bulmadık da değil!..

Topal çekip çevirdi

İkinci yarının ilk 10 dakikasını hasarsız atlatıp da savunma formunu top gezdirmeye evirince ‘marifetli Hırvatlar’ın etkisini de kırmayı başardık. Topu kenarlara taşıdıkça oyun enine genişledi ve böylece topu kapmaya uğraşan Hırvatlar’ın birbiriyle bağları koptu. Orta sahamızın savunma önüne gelme konusundaki çevikliğiyle birlikte oyun kısa sürede dengeye oturdu ve savunmayı çekip çeviren Mehmet Topal’ın kritik son müdahaleleri rakibin hücum arzusunu örseledikçe de tempo lehimize işler hale geldi. Mandzukic’e hedeflenmiş yüksek toplar dışında seçenek üretemiyorlardı ki 70’ten sonra bir ara anlaşılmaz biçimde düzenimiz dağıldı ve yine ‘gömülerek oynama’ hastalığı nüksetti. Ama başta fauller olmak üzere oyun çeşitli vesilelerle durdukça kurduğumuz / yakaladığımız tempo dengesi yeniden oluştu.

Terim’in istediği oldu

Şota Arveladze söylemişti; “Futbolda çok büyük takımlar var ama kötü takım yok” diye. Bu önerme bizim için de geçerli. Hırvatistan çok büyük bir takım değil ama biz de kötü takım değiliz! Ne var ki, bu pek matah bir durum değil. Artık ‘kötü takım’ yoksa çok büyük takım olmaktan başka seçeneğimiz kalmıyor.

Sonuçta Fatih Terim’in istediği oldu, ‘yenemedik ama berabere kaldık’. Ancak bu bizi aldatmasın!... Bu takım bundan sonraki maçları berabere tamamlayabilir ancak bu düzenle henüz kazanma garantisi veren bir hüviyete sahip görünmüyor.

06 Eylül 2016, Salı 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’‘Cogito ergo sum...' (Düşünüyorum, öyleyse varım...)‘’

‘Tutarsızlıklar diyarı’ memleketimiz tanıdık, bildik ve asla şaşırtıcı olmayan, eskimiş kelimeler, yıpranmış sloganlar, nedensiz öfkelerle yeni bir Dünya Kupası yolculuğuna çıkıyor... Türkiye Futbol Direktörü Fatih Terim, çoğu zaman olduğu gibi kendi yarattığı krizleri yine kendisinin çözeceğini vaaz ederek işe koyuluyor koyulmasına da, koca koca sorular ortada duruyor... Merak ediyorum, son basın toplantısında ne anlattığını anlayan oldu mu?

“Liman” dedi, “Tayfa” dedi, “Denize atmam” dedi... Acaba kaptanı olduğunu iddia ettiği geminin rotasının yanlış, ‘denizciliğe dair bilgileri’nin eskimiş olabileceği aklına geldi mi?

Nasıl karar veriyoruz?

“Gereğini yapmak” için federasyon başkanı ile konuştuğunu söyleyip, “Anlayan anlar” dedi. Bir çok fani gibi bu fani de anlamadı, soruyor! ‘Gereğin’ gereklerinden biri olarak örneğin, TFF Başkanı Demirören’e yazılı bir istifa mektubu sundu mu? “Milli takımın kapısı kendini bu formayı taşıma şerefine hazır bulan...” diye devam eden cümleyi kurarken cebinde bir ‘şeref, haysiyet ölçer’ cihazı bulunduğundan emin mi? Ya da soruyu şöyle tanzim edeyim, birbirimizin ‘şerefli’, ‘haysiyetli’ olduğuna nasıl karar veriyoruz?

Futbolcular ne yaptı?

Milli takıma almadığı oyuncuların kendisinden değil, o soyut ‘Türk halkı’ndan özür dilemesi gerektiğini söyledi. Ben çevremdeki bir çok insan ve kendi adıma böyle bir özür beklemiyorum. Yine de Türk halkına ‘özür borcu’ olan futbolcuların hangi yanlış, suç ya da kabahatleri işlediğini çoğu insan gibi merak ediyorum? Sayın Terim, biz aklı fazla ermeyenlerin anlayamadığı bu grift (!) konuya vakıf olabilmeleri için sorunu biraz daha açabilir mi?

Alınmama kriterleri ne?

Kendi dışımızdaki onca düşük ihtimal gerçekleşerek gittiğimiz Avrupa Şampiyonası öncesi verilen taktikleri harfiyen yerine getirerek “13 maç kazanan” oyuncular, şampiyonada sadece ‘yeterince koşmadıkları’, gereken istatistikleri vermedikleri için mi kaybettiler? Futbolcu performansları ölçülebilir değil de sadece ‘motivasyon’ kaynaklı mıdır? Acaba oyuncu seçimindeki ölçme değerlendirme, örneğin şampiyonaya ‘seviye stoper’siz gitmek, kim tarafından hangi kriterler göz önüne alınarak yapılmıştır?

Biliyorum! Sorular havada kalacak

Oyuncuların sadece ‘sosyal problemler’den değil aynı zamanda istatistiklerinden dolayı ‘sınıfta kaldığı’nı söyleyen Terim, takım için tercih ettiği yeni oyuncuların verilerini karşılaştırmalı olarak açıklayarak, bizim futbolu daha doğru kavrayabilmemize yardım etmek ister mi? Tümer Metin, Nihat Kahveci, Tuncay Şanlı’yı yeterlilik seviyesi gözetmeksizin keyfi olarak kadrosuna dahil edip sonra çıkartan... Verdiği kararları dışarıdan daha sakin gözlerle değerlendirebilecek ‘güçlü yardımcıları’ yanına yaklaştırmayan Terim, kadrosuna dahil ettiğini okuduğumuz Nedim Yiğit ve Kerem Yavaş’ı hangi ayırt edici niteliklerinden dolayı tercih etmiştir?

Biliyorum, yanıtı olan ancak sessizlikte kaybolacak sorular soruyorum. Peki neden? Çünkü; * ‘Cogito ergo sum..’

Sorun yine savunma hattı

Te rim’in daha önce defaten denediği ve zaman zaman sonuç aldığını da düşündüğü ‘gerilim politikası’nın yeni versiyonu en azından maçın başında koşu performansı açısından etkili göründü. Ne var ki, milliler tempo yapmaya uğraşsa da gerek bir arada oy nama kültürünün eksikliği gerek oyuna akıl koyacak oyuncu sayısının azlığı harcanan enerjinin verime dönüşmesini engelledi. Göre ce yüksek profilli iki oyuncu Mehmet To pal ve Hakan Çalhanoğlu etrafına kurgulan takım, Emre Mor ve Vo lkan Şen’in kişisel performanslarına endekslenmiş durumda. Büyük sorun ise yine müdafaa hattında. Rusya’nın her kırık dökük hücum girişimi savunmayı savurmaya yetti. ‘Yenilenmiş milli takım’ bu haliyle daha deneyimli ve oturmuş Hırvatistan karşısında hayli zorlanacak gibi görünüyor.

01 Eylül 2016, Perşembe 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Hem zevkli hem tempolu‘’

İki takım da geçen sezon kaldıkları yerden devam ediyor. Konya hâlâ öncelikle korunaklı.. Beşiktaş ise yine tempolu, coşkulu ve sürekli arayışta... Aykut Kocaman’ın takımı kenarları boşaltıp savunma dörtlüsünün önünde birbirine yakın durarak Beşiktaş’ın iki marifetlisi Oğuzhan/Tolgay’ı etkisiz hale getirdi. Oyunu da 25-30 metreye sıkıştırıp hem rakibin topla hücumunu engellediler hem de Beşiktaş savunması arkasındaki boşlukları gözlediler. Savunma ve hücum dengesi için Beşiktaş’ın en kritik oyuncularından biri Olcay. O, kovalaması gereken Ali Çamdalı’nı kaçırınca zaten kırılgan olan Beşiktaş savunması, Çamdalı’nın ortasında ‘ters ayakta’ yakalandı ve golü yediler.

Stoper sorunu nedeniyle...

Beşiktaş, onca eksiğine rağmen kurgusunu bozmayıp iştahını yitirmiyor. Konya’nın da katkısıyla Atiba/Oğuzhan oyunun boyunu kısa Ntutmayı başardıkça takım olarak hem enerji tasarrufu yaptılar hem de Tosiç’in hedefe ulaşmayan onca ortasına rağmen hücumu çeşitlediler. Bu sıkışıklıkta Tolgay’ın top alamıyor oluşu en büyük sıkıntılarıydı. Bu sorunu da Quaresma’nın yıpratıcı çalımlarıyla halletmeye çalıştılarsa da sadece birinde başarılı oldular. Quaresma, rakip oyuncular için çok can sıkıcı bir futbolcu. Çünkü karşısında durmak zor olduğu gibi ayağından çıkardığı topun nereye ineceğini kestirmek de bir o kadar zor... ‘Konya kenarları boş bıraktı’ demiştik... Bu nedenle ilk devre en çok Tosiç adı duyuldu. İkinci yarı ise Quaresma, ‘stop’ edince öne çıkan Beck oldu... Alman savunmacı, rakip takımın ofsayt hattında iyi adımlama yapan Cenk’i o mesafeden görüp topu ayağına oturtunca tabela yine değişti. Ancak Beşiktaş’ın şu ünlü ‘stoper sorunu’ nedeniyle 6 dakika sonra tabela yine dengeye geldi

Düzen, istem dışı değişti

60. dakikadan sonra ise maçın düzeni biraz da istem dışı olarak değişti. Konya, oyun merkezini öne taşıyıp Beşiktaş’ı kendi alanında bastırmaya başlamıştı ki, Oğuzhan sakatlandı! Kulübeden alacağı katkı, ‘şimdilik’ sınırlı olan Beşiktaş, Rhodolfo’yu stopere Necip’i de Atiba’nın yanına gönderince hücumda tamamen yelken indirdi. Üstelik ilk devre kırmızı karttan ucuz kurtulan Necip, rakibine dengesiz girip kendini attırınca ipler tamamen Konya’nın eline geçmiş oldu. Bundan sonra iki takım da bir kaç pozisyon yakalayıp yenişemediyse bile ülke ortalaması düşünüldüğünde oyun aklı olan, hayli zevkli, tempolu bir maç izledik.

Ve son notlar...

* Övgülerle açılan bu stadın zemininin hali nedir?
* Her konuda itiraz eden futbolculara hakemlerle, ‘ahbap-çavuş’ ilişkisi kurulamayacağını kim hatırlatacak?
* Hakem kararı konuşmayı sevenler için bol malzemeli bir maç olduğunu da ekleyip, bitirelim...

27 Ağustos 2016, Cumartesi 02:30
YAZININ DEVAMI