‘’Kazanma arzusu ve becerisi‘’
Futbolun onca tanımından biri de; ‘’alışkanlık, tekrar ve dayanıklılık oyunu’’dur. Dortmund maçının ağırlığı Sergen Yalçın’a kadroyu değiştirmeye zorlamış olmalı ki, ilk devre sahada Ersun Yanal’ın dahi tahmin edemeyeceği kadar karmaşık bir Beşiktaş vardı. Neredeyse sahada kimse kimseyi tanımıyor bu nedenle de kimse kimseyi bulamıyordu.
Hal böyle olunca kendi kale çevresinde top görmeyen Antalya orta saha ve Beşiktaş ceza sahası önünde cirit atıp durdu. Bu bölümde iki gol atıp biri nete yakın bir iki de kaçırdı. Denecek ki, ‘’Beşiktaş çok sakatlık yaşadı’’. Peki oyun sakatlıklar olmadan farklı mı ilerliyordu? Hayır...
İkinci devreye Rıdvan’ın golüyle başlayan Beşiktaş daha güvenli ve tehditkar oynamaya başladı. Durum esasen şuydu Beşiktaş ilk devre neler yaşadıysa ikinci devreye iki farklı önde giren Antalya da benzerini yaşıyordu. Peki ama neden? Sonuçta Beşiktaş maçı kazandı. Peki, problem var mıydı oyununda? Şüphesiz vardı ancak maçı çevirme arzu ve iradesi de aynı oranda önemliydi...
Gecenin sorusu
Ligde yaşanan bu kadar kas sakatlığı bize ne anlatıyor? Antrenmanların sorunlu olduğunu mu? Oyuncuların bedenlerine bakmaması mı? Yoksa hepsi mi ya da daha fazlası mı?
Maçın starı
İlk devre Ersun Yanal ikinci devre Sergen Yalçın! Maç sonunda kim, ona da siz karar verin artık! İlk 11 başlayanlardan Mert Günok maçın baştan sona en iyisiydi. Diğerlerinin çoğu sadece birer devre...
Maçın olayı
İki takımın da bu kadar nafile orta yapması! Özellikle gençleri, elbette olgun oyuncuları da bu illetten kurtarmak şart. Avrupa’da yapılanlar bu tip ‘’nafile orta’’lar değil..
Kısa mesaj
Bir Şampiyonlar Ligi takımı olarak Beşiktaş bu tür türbülanslara sık girerse ligde işi zorlaşır. Futbolda yetenek/beceri kadar ‘’dayanıklılık’’ da aynı oranda önemlidir.
‘’Kaybettiğinde öğrenmek!‘’
“İlk 30 dakika rakibe pozisyon vermedik. O bölümde oyun üstünlüğü bizdeydi.” Sıklıkla duyduğumuz bu açıklama ülkenin oyun devamlılığı/bütünlüğü konusundaki en büyük sıkıntıdır. İlk 25 dakika Pjanic merkezli hücumlar sırasında bile N’Sakala-Larin-Atiba bölgesinden yapılan rakip hücum girişimleri aslında olacakların habercisiydi. Almanya’dan gelen bilgide, Marco Rose’nin maç önünde, “Beşiktaş’ın sol tarafı ciddi anlamda sorunlu” dediğini biliyoruz. Dortmund’un kendi solundan neredeyse hiç hücum örgütlemeye kalkışmamasını açıklıyor bu durum... Ya sağdan ya da Haaland’a göbekten deneyip durdular! İkinci goldeki taç atışından gelen devre sonu golü ise işin ekstrası oldu onlar açısından. Bu maç bir kez daha gösterdi ki, yetenekli oyuncuların oyunu zenginleştirip süslediği muhakkak. Lakin sonucu belirleyen şey gün geçtikçe daha belirgin biçimde saha içi geometri oluyor. İkinci devre topu daha çok kullanan Beşiktaş olsa da çıkışlardaki tehlikeler daha çok yine rakipten geldi. Alan yaratma konusunda sıkıntılar giderilemeyince de Pjanic’in ilk devredeki incelikli pasları mümkün olamadı.
Moukoko’yu not edelim
Ülkenin en sükseli oyunculardan kurulu olduğu düşünülen Beşiktaş düzen, alışkanlık ve saha içi geometri karşısında sınırlı dakikalarda öne çıkabildi. O da yetenek katkısıyla. Bu maç onlar için de ülke için de hayli öğretici olmalı ki, hep birlikte kazanalım... 20 Kasım’da 17 yaşına girecek olan Moukoko’yu izlemiş olmamızı da bir kenara not etmeyi unutmadan elbette!..
‘’Geçen sezonun hayli önünde‘’
Maçın ilk 20 dakikasında oyuna öyle bir tempo koydu ki Beşiktaş, rakibini adeta nefessiz bıraktı. Bu arada skoru da bulmuş oldu. Devamında rölantiye alarak devreyi tamamladı ama bir korner organizasyonunda Necip/Welinton ile üçüncü golü de kıl payı kaçırdı. Peki bu arada Malatya neler yaptı? Neredeyse koca bir hiç!
Ne alanını savunabildi ne kapabildikleriyle rakip alanda tehdit oluşturdu. ‘Bu durumda olan biten neyin nesidir?’ diye soracak olursanız, ‘Ülkenin teknik adam/antrenman/plan gerçeği budur’ der çıkarım işin içinden... İkinci yarı Beşiktaş bıraktığı yerden iştahla devam ettirdi maçı. Her alanda baskı/temas her kapılan topta rakibi tehdit... Bu ürkütücülük Batshuayi’nin gövdesinden golü de getirdi. Beşiktaş alanı ve o alandaki topu o kadar rahat kullanıyordu ki tribün çok eski yıllardan gelen ’Aşığım sana’ ile koroyu kurmazsa olmazdı!
Hemen kurdular. Pjanic/De Souza iş birliği Rıdvan/Rosier desteğiyle öndeki üçlü Ghezzal/N’Koudou /Batshuayi’ye belki de kariyerlerinin en rahat en eğlenceli maçını hediye etti. Doğrusu ya Malatya, Hollanda karşısındaki bizim milli takım gibi ‘Temas’ dahi etmeden oynayınca düşünmeden edemiyor insan; Beşiktaş mı çok güçlüydü yoksa Malatya mı dermansız? Ben ’Beşiktaş her anlamda güçlüydü’ demeyi tercih edenlerdenim.
Beşiktaş bu maçtaki bu tavrıyla rakiplerine, ’Geçen sezon nerede bıraktıysam onun epey önündeyim haberiniz olsun’ demiş de oldu. Devamı nasıl mı gelir? Zaman en iyi güreşçidir, herkesi ve her şeyi yener. İzlemeye devam edelim.
‘’Görecek günler var daha!‘’
Son Avrupa Şampiyanası'nda başımıza gelenlerin nedenini öğrenemediğimiz için başımıza gelecek olanları kavramakta da zorlanacağız. Örnek mi? Dün akşam yediğimiz gol! Cengiz’in golünde Burak’ın alan yaratan çapraz koşusu ne denli doğruysa Maruşic golü öncesi savunmanın tüm dengesini bozan Merih Demiral’ın öne hamlesi aynı oranda yanlıştı… Peki, üst seviye liglerden birinde oynayan Demiral’a bu ‘’basit hata’’yı yaptıran neydi? Bence düşünmenin temel dinamiği olan eleştiri/özeleştiri eksikliğinden… Nedenini bilemediğimiz yanlışları tekrarlarız!..
Oynamaya çalışsalar...
Maç kazanmayı fetişe dönüştürdüğümüzden 'oyun inşaası' için çok az çalışıyoruz. Oysa oyun inşaa etsek maç kazanma sorunu ortadan kalkacak. Dün akşam 'kazanma baskı'sının yıkıp geçtiği bir milli takım izledik. Çünkü sanki ilk görev, Avrupa Şampiyonası yıkımını iyileştirmekti. Bu nedenle sona doğru iyice ceza sahasına büzüştü milliler. Oysa oynayabilme kabiliyeti yüksek bu takım sadece 'oynamaya çalışsa' sorunların üstesinden rahatlıkla gelebilecek kudrette.
Oyun inşaa edemedik
Lakin bunun için genel geçer anlatının ötesinde bir dil/tutum gerek. Bu da bu kültürel iklimde şimdilik mümkün görünmüyor ama mutlaka olacak… Kısaca, dün akşam maçı rakibin son vuruşuyla berabere bitirmedik. Gerçek neden 'oyun inşaa edememek’ti. Tıpkı son şampiyonada yapamadığımız gibi… Ama bundan çok daha iyilerini yapabileceğimizi de biliyoruz. Kısacası; "görecek güzel günler var daha..."
‘’Beşiktaş oynatmadı‘’
Beşiktaş ilk devre boyu top kapma ve öne taşıma bahsinde eksiksize yakın oynadı desem yeridir. Önde baskısıyla Batshuayi’yi ceza sahasında birkaç kez topla baş başa bıraktı, olmadı. Larin daldı kaleci Viviano kurtardı. Ve birkaç kritik iş daha! Onlar da olmadı... Beşiktaş sol taraf merkezli ataklarda etkili olurken ‘geriden oyun kurma’ temelli oynayan Karagümrük tek kontra bulabildi, onu da beceremedi ve Kerim Frei’in hatalı pasıyla golü yediler. Devrenin başında Beşiktaş’ta Salih atılınca oyunun dengesi değişir gibi olduysa da değişmedi! Maçı Josef/Salih dengesinde oynamaya çıkan Beşiktaş kart sonrası Necip/Josef orta savunmasına döndü! Gerek var mıydı? Belki... Ardından gelen sakatlıklarla birlikte Atiba/Topal mecburiyetiyle savunmayı iyice sertleştirdi Beşiktaş ve Karagümrük neredeyse hiçbir şey yapamadı. Maç 1-0’a kilitlendi ve öylece de bitti....
Gecenin sorusu
Koca stadyumda dip dibe oturmak nedir? Yayıncı kuruluş maç röportajlarına ‘pro lisansı’ olmayanları çıkarmıyor ama anlatıcılar ve yönetmenler iki teknik adamı ‘eşit’ sayıyor! Tuhaf değil mi?
Maçın starı
Sergen Yalçın... Tüm olumsuzluklara rağmen maçı takımına kazandıracak düzenleri bulduğu ve korumayı başardığı için... Bir de iki kaleci... Ersin ile Viviano.
Maçın olayı
Maçın spikeri 18. dakikada Larin’in sürükleyip kalecinin kurtardığı pozisyon için, ‘Yüzde 99’luk gol şansı’ ifadesini kullandı. Düşündüm, demek ki kalecinin futboldaki payı ‘yüzde 1’miş! Bazı filozoflar der ki; ‘Dil insanın evrenidir!’
Kısa mesaj
Başladık ya, bu yıl bol bol 8+3 tartışacağız... Ancak çok az insan ‘savunma yapmayı ya da hücum örgütlemeyi öğretemeyen hoca’ları tartışacak!..
‘’Oyunsuz oyun!‘’
Her konuda münakaşa etmeyi marifet sayıp futbol oynamayı sadece ‘kazandı/kaybetti’ basitliğine indirgeyen Süper Lig’in klasik ilk devrelerinden birini daha izledik! Kaleyi düşünmedikleri için kaleyi de göremeyen iki takım orta sahada birbirleriyle ‘al ver’ oynayıp dururken bizde öylece bakıp durduk olan bitene. Devre sonuna doğru iki oyuncuya çıkan sarı kart hadisesi de olmasa biz izleyenler herhangi bir hareketlilik görmeyecektik! Beşiktaş ikinci devreye Larin ile başlayınca Ghezzal’in kısa süreli pasörlüğü devreye girdi de top Antep kale önünde görünmeye başladı. Ancak Antep oyunun ritim kazanmasına izin vermedi ve ‘oyunsuz oyun’ için dengeyi yeniden kurdu! Beşiktaş için geriye kalan çözüm oyuncu değişikliğinin getireceği belirsizlikti... Ancak N’Sakala’nın fenalaşmasını ardından oyuncular oyundan iyice kopunca zaten iyi gitmeyen işler iyice tatsızlaştı ve maç hata yapacak olanının kaybedeceği bir hal aldı. Hata kaynaklı o fırsat 90 artı 3’te Jeferson’a kadar ulaştıysa da kullanamadı. Oynanan futbola benzer şeye bakıldığında iki takım da sonuçtan memnundur diye düşünüyorum!
Gecenin sorusu
Bu maçın ilk devresini oynamak için onca transfere dolayısıyla onca paraya ve borca ya da sezon başında yapılan onca antrenmana gerçekten gerek var mıydı?..
Maçın starı
Futbola sadece benzeyen bir oyundan bir ‘’kahraman’’ çıkarmak mümkün mü? Yine de kaleci Ersin’in son dakikada çıkardığı topa bir parantez açalım.
Maçın olayı
Korona virüs haberlerinin hepimizi yakıp kavurduğu bir zamanda N’Sakala’nın yere yığıldığı an... Yaşamın ‘pamuk ipliği’ni bu kez de futbol hepimize hissettirdi.
Kısa mesaj
Bu dağınık düzenle Şampiyonlar Ligi’nde işi zor görünen Beşiktaş, lig için şampiyon olduğu sezondaki gibi bir seri yakalamak zorunda...
‘’Elini kolunu sallayarak kazandı‘’
İlk 20 dakikada izlediğim oyun beni heyecanlandırınca kendime, "Sezon iyi başladı inşallah böyle devam eder" dedim ama hevesim uzun sürmedi. İşler kısa sürede "ülke normalleri"ne döndü. Alper Potuk ve Erik Sabo'yla aktif alanı zorlayan Rize'ye karşı birkaç halledilebilir pozisyon dışında sıkıntı yaşamayan Beşiktaş, Atiba / Salih / Kenan merkezli organizasyonlarla maça etki koymaya uğraştı. İlk gol de Kenan'ın kendi yarattığı alanı yine kendi pasıyla kullanışlı hale getirmesinden geldi! Sonra her şey beklendiği gibi gelişti. Maçı durağanda geçirmeye niyetli Rize öylece Beşiktaş'ın ne yapacağını bekliyordu. Beşiktaş'ın bu isteğe yanıtı gecikmedi ve ikinci yarının hemen başında takımın "enerji santrali" Atiba'yla golü yaptı. Beşiktaş gol sonrası maçı garantiye alınca biz izleyenler açısından da konu tamamen kapandı! Belli ki bu sezon da geçmişte olduğu gibi bol bol böyle temposuz, pozisyonsuz maç izleyeceğiz. Çünkü, her takım kendi rakiplerinin kim olduğuna karar vermiş olacak! Bu nedenle geçen seneki şampiyon kadroyu koruyan ve takviye yapan Beşiktaş açılış maçını elini kolunu sallayarak kazanmayı bildi.
Gecenin sorusu
Beşiktaş'ta 10 numaralı formayı giyen Oğuzhan Özyakup bu sezon takıma katılan Salih Uçan'ın sahadaki sakin, işlevsel oyun gayretini izlerken ne düşünüyordur acaba?
Maçın starı
Beşiktaş geldiği ilk günden bu yana takımın en istikrarlısı Atiba ile güçlü bir sezon başlangıcı yaptı. Josef, Salih ise yardımcılarıydı. N’Sakala da sezona iyi başladı. Keza ilk devre Kenan da öyle.
Maçın olayı
Kale arkaları tamam ama kapalı tribünün ortasındaki dip dibe taraftar görüntüsü bizi yakın gelecekte ne tür ıstırapların beklediğini gösteriyordu. Arkadaşlar, unutmayalım! Aşı artı "maske, mesafe, hijyen" hep birlikte kurtuluşumuzdur.
Kısa mesaj
Açılış maçı Beşiktaş açısından öyle tehlikesiz geçti ki, Sergen Yalçın ikinci yarı sadece doğrudan hücum edecek oyuncuları değiştirdi. Onlardan biri, Larin de maçın bitirişini yaptı.
‘’'Bitti' demedik ama yine bitti!‘’
Başlarken, şampiyonanın bir yıl gecikmesinin sakatların dönüşü açısından avantaj olduğunu vaaz eden sayısı az değildi. Görüldü ki öyle değilmiş... Yine şampiyona öncesi hazırlık maçlarının, 'Güçlü takımlar’la yapılması gerektiğini söyleyenler de az değildi. Görüldü ki bu da yetersiz bir veriymiş. Meğer kimsenin başlarda adını anmadığı İsviçre bile denklemdeymiş! En temel sorun şu; ülkenin futbolda bulamadığı ritim çocuklarını da olumsuz etkiledi. İki, bu oyun, ’Türk duvarı’ benzeri sloganlarla yükseltilebilecek kadar durağan bir oyun değilmiş. Evet, mevcut durumdan birinci derece sorumlu kuşkusuz ki, Şenol Güneş ve teknik ekip...
Üç maçta da Uğurcan dışında gösteriye katkı veren oyuncu olmaması düşündürücü. Bu çocukların çoğu bu seviye oyunlarla baş edemeyecek çocuklar değil. Bu sorun, ’Şunun yerinden bu, diğerinin yerinde de şu oynasaydı’ gibi basit çözümlemelerle de halledilemez. Öyleyse sorun gerçekten nerede? Yanıtlanması gereken ilk soru bu. Yanıtı başta Şenol Güneş olmak üzere federasyon ilgilileri verecek kuşkusuz. İkincisi, bu sorun nasıl çözülecek? Burada da yanıt, ’Motivasyon’, 'Konsantrasyon’’ olamaz. Daha elle tutulur ve hayata geçirilir plan ve projeler duymamız gerek!









































