‘’Rüzgar mı fazla kalite mi eksik?‘’
Galatasaray ise ‘ne yapması gerektiği’ni bilen, olgun ve temkinli tarzında ısrarlı görünüyordu başlarda. Ancak bunu aşabildi mi, orası meçhul! Yediği gol ise bana şunu düşündürttü; Şener’in ortasında Pinto’nun şahane kafa golünü Semih-Dany ikilisi tıpkı bizim gibi ‘izlerken’ acaba kaç Galatasaraylı Fatih Terim’in ‘stoper’ ısrarını anlayabilmişti?
Attığı gole gelince... Melo’nun pozisyonunu ‘ödünç alıp’ biraz daha geri çekilen ve bu sayede baskısız ve oyunu daha geniş bir açıdan görebilen Selçuk İnan, ‘o çok tanıdık’ asistiyle Umut’a en iyi bildiği işi yaptırdı ancak o da devamını getiremedi.
Bursa ikinci yarıya da iyi başlayıp, Galatasaray müdafaası da o bildik arızaları vermeye devam ettikçe maç, Fatih Terim’in canını sıkacak bir düzene girdi. Düğümü çözmek için Aydın-Amrabat gibi ‘kenar sürprizci’lerini sahaya sürdü ve bu ikili kısa süre sonra uygun pozisyonu da buldu ama golü yapamadı. Ersel Uygur yönetiminde hiç de ‘başsız bir görüntü vermeyen’ Bursa, 70’lere kadar ritmini koruyup saha parselasyonunu doğru yaparken yarattığı pozisyonları gole çeviremeyince bir parça güç kaybetmiş ve kontrol rakibine vermiş göründü ama hepsi o. Artık iki takım için de gol, pozisyonlara değil ‘hesapta olmayan’lara muhtaç hale gelmişti ve onlar da gerçekleşmedi. Yani zevkli ama kalite açısından ligin ‘aritmetik ortalaması’nı aşamayan bir maçtı izlediğimiz.
Ve son olarak... Bu kadar meşale içeri sokulabildiğine göre sokanlar kadar artık buna göz yuman ‘yetkililer’e de bakmak gerekir değil mi?
‘’Enerji kaybı‘’
İlk 15 dakikada gol bulamadılarsa bu Beşiktaş açısından şans sayılmalı.. Şimdi denebilir ki, “Almeida erken sakatlandı”. Elbette doğru, ancak Beşiktaş’ın oyununu bir türlü olgunlaştıramaması direkt hücum hattı ya da orta sahasıyla ilgili değil. Sorun müdafaa hattının topla olan ilşkisinin ‘sınırlı’ oluşunda. Müdafaa hattı bu kadar aksarken ileri çıkışlarda ister istemez daha kontrollü, deyim yerindeyse ‘bir gözü arkada’ yapılmak zorunda kalıyor.
Hele ki ikinci yarı oyuna LuaLua dahil olunca tedirginlik de iyice arttı. Karabük bilinçle yüklenirken Beşiktaş’a da seri kontra fırsatları doğdu, ama Sinan Kurumuş iki net fırsatı kaçırdığında tribündekilerin akıllarındaki isim Dentinho’ydu. Yoksa hazır değil miydi?! Neyse ki baştan beri gol için çırpınan Oğuzhan, Premier Lig’den getirdiği bitirici pasla Olcay’a golü yaptırıp dengeyi değiştirdi. Sahi, Aybaba neredeyse her maç sonu hedefine oturttuğu Oğuzhan’a fazla haksızlık yaptığını düşünüyor mudur acaba?
Ancak Karabük eksik kalmasına rağmen ‘itirazı’ elden bırakmadı ve golü attı. Neden bu kadar ‘müdafaa’ dediğimi anlamak için Ahmet İlhan golüyle, geçen haftaki Emre Çolak golünü hem orta, hem vuruş açısından üst üste bir izleyin bakalım!. Ve ardından herkesin tahmin edebileceği LuaLua golündeki müdafaa yerleşimini.. Hücuma kalktığında birbirine duvar olacak oyuncu bulamayıp pas seçeneğini çoğaltamayan Beşiktaş, birçok pozisyonu geliştiremeden boğarken işini ‘kişisel beceriye’ emanet edince ihtiyacı olan golü de bulamadı. Görülüyor ki, Beşiktaş ligdeki yerini borçlu olduğu ‘enerjik oynama’ özelliğini yitirdikçe işleri yoluna koyma konusunda hayli zorlanacak.
‘’Tercih doğru, iş zor‘’
Güneş’in her defasında dile getirdiği sorunların çözümü için ne yapıldı, yapılıyor merak ediyorum. Eldeki yabancı oyuncu sayısının sınırın iki katı olması, buralı oyuncuların yeterlilik çıtasını yükseltemiyor oluşu ve daha da önemlisi kentteki takımla ilgili havanın hep ‘kazanırken’ yüksek oluşu gibi temel meseleler ortadayken yeni hocanın işi elbetteki çok zor olacaktır. Hoca değiştirmek bu ülkede yönetimin problemleri çözme değil de erteleme yöntemleri arasında en bilineni. Hoca istifa ettiğini açıklarken diğer hocanın şehir yolunda oluşu meselenin hangi boyutta olduğunu ayan beyan gösteriyor zaten. Beri yandan Kafkas gibi daha çok ‘disiplin’ yanı önde görünen birinin takımı istenen seviyeye getirmesi elbette mümkün ancak bu dağınıklığı toparlamak en azından kısa ve orta vadede zor görünüyor. Ayrıca Kafkas’ın Kayseri ve Antep’te tribünlerin bazı bölümleriyle yaşadığı gerginlikler düşünüldüğünde Trabzon gibi beklentisi yüksek bir kamuoyu önünde sükunetini koruyup koruyamayacağı da benim açımdan merak konusu...
‘’Deneme yanılma formülü tutmadı‘’
Bu nedenle olsa gerek top yapıcı iki adamından Oğuzhan’ı dışarıda tutup, rakibinin sol kanadını Hilbert-Mehmet Akgün ikilisiyle tahkim etti ancak bu ikilinin ‘bölgesel acemiliği’ dolayısıyla hesabı tutmadı. Ve ne tuhaf ki, iki gol önemsenen kanattan geldi. Oysa Beşiktaş esasen ‘hücumcu’ olarak biliniyordu ancak ilk devre boyunca ne iyi olduğunu becerebildi, ne de sorunlu yanını onarabildi.
Aybaba, ikinci yarıya eldeki oyuncularla olabilecek en ideal düzenle başladıysa da erken gelen gole rağmen oyunu yeniden kurgulamak mümkün olmadı. Çünkü hem gol yemiş, hem eksik kalmış olan Galatasaray yüksek tuttuğu vitesle 70’e kadar topa, haliyle oyuna hakimiyetini sürdürdü. Aybaba, maça çıkarken yaptığı tercihi baş aşağı edip biri koşucu, diğeri kesici olan Olcay ve Veli’yi dışarı alınca da bu kez topu kapıp ‘oyun kuruculara’ aktarma problemi baş gösterdi. Yani ‘kadro derinliği’ denilen kavram, zorluk derecesi yüksek bir maçta Beşiktaş’ın ayağına dolandı. Özetle, heyecanlı ama yavan maçta Beşiktaş’ın maç boyunca eli yüzü düzgün bir hücum organizasyonu geliştirememiş olmasında hem oyuncu, yapısı hem de Aybaba’nın ‘deneme yanılma’ formüllü arayışlarının büyük etkisi oldu. Ligin ikinci yarısında taşların daha yerine oturacağı düşünülürse Beşiktaş’ın oyununu olgunlaştırma konusunda daha çok gayret sarf etmesinin gerektiği aşikar...
‘’Dişe diş mücadele‘’
Taa içinden gelen bir sesle “Öyle özledim ki Siyah-Beyazlı formayı” dedi ve hep birlikte maça döndük. Beşiktaş bütün maç boyunca daha çok ‘oyun düzeniyle’ değil, şahsi varyasyonlarla sonuca gitmeyi hedeflemiş görünüyordu. Olgunlaştırabildiği atak sayısı, her iki devrede de 3’ü aşmadı. Ne var ki İBB özellikle ikinci yarının başından sonuna değin ne yaptığını bilen, sahaya bilinçle yayılan, topu ayağında gezdiren, buna rağmen ceza sahası içerisinde pozisyon yaratmakta sıkıntı yaşayan bir takım görünümündeydi. Beşiktaş’ın şahsi gayretlerle sonuca gitme modellemesinin en iyi örneği, Olcay’ın golüydü. Tribünlerdeki bizler de dahil kimsenin beklemediği anda Almeida’nın kendine has pası tribünde şu ortak uğultuya neden oldu; “O ne lan!!”. Bu ses aynı anda en az 5 kişinin ortak nidasıydı. Olcay da yine kendine has vuruşuyla noktayı koydu. Doka’nın, Sivok’un da yardımıyla attığı gol de izlenirlik açısından Olcay’ınkini aratmadı.
Tribünde anlaşılamayan şeyler vardı. Yine ortak soru şuydu: Fernandes-Oğuzhan birlikte oynasaydılar acaba 65’ten sonra bir türlü becerilemeyen oyun kurgusu yerli yerine oturur muydu? Bu soğuk havada her şeye rağmen mücadele bakımından üst düzey bir maç izlediğimizi söyleyebilirim. Beşiktaş ligin tepesindeki konumunu hakeder bir mücadele sergiledi desek durumu abartmış oluruz. Henüz oyununu olgunlaştırma konusunda ilk yarıdan pek farklı görüntü içerisinde değildi. Golü arzuyla isteyen, ancak rakibine de fazlaca topla oynama fırsatı tanıyan ve bu nedenle de zaman zaman ciddi sıkıntılar yaşayan görüntüsünü koruyordu. Öte yandan her şeye rağmen bunca olumsuzluklarla boğuşulan bir yılda tribünlerine heyecan vaadeden bir takım olma özelliğini de koruyor.
‘’İktidar mücadelesi‘’
Ünal Aysal başkanlık koltuğunun gücünü, Teknik Direktör Fatih Terim ise ‘oyundan gelen gücü’nü kullanmak istemektedir. İkili arasında görünen bu polemik fazla sürmez diye düşünüyorum. Çünkü uzaması yapıya zarar verir ve ‘yönetim bloğu’nun buna izin vermemesi gerekir. Ancak kazanananın olmayacağı bu mücadele benzeri her krizde yeni bir çatlak olarak da kendini gösterir.
‘’Kıyamet senaryosu‘’
Fenerbahçe, iki sezondur futbolun yanı sıra fazladan politik tartışmalara da gömülmüş durumda. Bu durum kimi zaman ekstra motivasyon sağlıyor gibi görünüyorsa da izlediğim kadarıyla çoğunlukla gerginliğe, tedirginliğe ve haliyle kırılganlığa yol açıyor. Dün akşamki maçta alt maratondaki kombine koltukların boş kalmış olaması sadece havanın soğuk olmasına bağlı olmasa gerek!
Maça gelince... Fenerbahçe’nin Mehmet Topal-Raul Meireles’in koruduğu ‘Majino hattı’ olan bölgeyi savunmak tek kişiye, Selçuk Şahin’e düşünce, Mesut Bakkal da aradığı fırasatı bulmuş oldu. Fenerbahçe’nin o bildik direnci kalmayınca Karabük, orta saha arkasındaki havuza indirilen toplar başarıyla ileri servis edilince ilk devreyi kanımca ummadığı ama planladığı bir skorla tamamladı. Futbolun yazılmamış kuralıdır, ayrıldığın takıma gol atarsın İlhan Parlak da bu kuralı boşa çıkarmadı.
Aykut Kocaman senaryoyu değiştirmek için ikinci devre sahaya Salih Uçan-Caner Erkin gibi ‘taze kuvvetleri’ sürdüyse de orta sahadaki o boşluk yine orada öylece duruyordu. Artık herhalde Topal-Meireles ikilisinin yarattığı orta saha direnci üzerine daha az laf üretilir diye düşünebilirsiniz ama bu boş bir inanç olarak kalır ne yazık ki... Çünkü, “Kalbiyle oynama” saçmalığının ısarla övüldüğü, oyunun matematiğinin görmezden gelindiği bir ortamda bu tezleri defalarca okuyup/duyacaksınız.
Evet, ‘futbol basit bir oyun’ ama matematik bilene ve gücünü tasarruflu kullanana... Karabük, gücünü planıyla birleştirerek futbolun doğrularının sürprizlere açık bir oyun olmadığını bir kez daha hatırlattı.
İstifa'ya gelince...
Maç bittiğinde Aykut Kocaman'ın istifası, son dakika haber olarak televizyonlardan alt yazı olarak geçti. Fenerbahçe için olabilecek 'kıyamet senaryosu' sanırım bu olmalıydı. Her şeyi teorik olarak yola koymuşken, ülkeye özel pratik sorunlar nedeniyle hocanın istifa etmiş olması, futbolun değil anti-futbolun, hayatın değil, anti-hayatın kazancı olur... O nedenle bu durumda sorumluluğun herkese ait olduğunu düşünerek; kendisine 'Fenerbahçeliyim', kendisine 'Futbolu seviyorum' diyen, kendisine 'Hayat üzerine düşünüyorum' diyen herkesin görevi, Aykut Kocaman'ın zenginleştireceği bir oyunun ve hayatın yanında olmaktır. Bir Beşiktaşlı olarak ben o taraftayım. Başkalarını bilmem...
‘’4 asistlik pas!‘’
Sorun devamlılıkta gibi görünüyor. Ancak bu da takımın şu anki fiziksel potansiyeyle ilgili olabilir. İlk 35 dakikada rölantide götürdüğü maçı ilk devrenin son 10 dakikasında vites yükselterek kopartan Beşiktaş, zaten oynama potansiyelinin düşük olduğu bu ligde, olması gereken yerde. Bu maça kadar kalecilik özellikleriyle taraftar üzerinde tedirginlik yaratan McGregor maçın Beşiktaş lehine ‘moral adamı’ydı. Gerek hemen maçın başında, gerekse 3-1’ken yaptığı iki kritik kurtarış Beşiktaş’ın maça tutunmasını sağladı. Oğuzhan Özyakup için söylenecek bir şey yok, artık her maçta daha iyi oluyor. Hugo Almeida ve Filip Holosko topla daha çok buluşabilirlerse, Beşiktaş’ın müdafada zorlanma gibi bir sorunu da kalmaz. Kayserispor, Şota Arveladze’den kalan arzulu oyununu ne yazık ki olgunlaştırmayı beceremiyor. Haliyle de ligin hep bıçak sırtı olarak kalacak takımlarından biri gibi görünüyor. Dünkü soğuk havada hepimizin içini ısıtan, Veli Kavlak’ın Filip Holosko’ya çıkardığı muazzam pası, tribündekilere göre 4 asist değerinde sayılmalıydı. Başta ‘feda’kar yönetmen Zeki Demirkubuz olmak üzere tribünün bir başka arzusu da 3-0’dan sonra ve maçın sonuna doğru Bobo’nun bir gol atmasıydı. Korkarım bu fiziksel yetersizlikle Batuhan Karadeniz bir karikatür karakter olarak kalacak gibi görünüyor. Ben tribünlerin teveccüh gösterir gibi yapıp, kaybettiği birçok oyuncu gördüm. Batuhan o sınırda, devre arasında kendini gözden geçirerek, en azından fiziksel olarak futbolcu olmaya gayret etmeli.