Arama

Popüler aramalar

‘’Al Sana Altıncı hakem!‘’

Kaldı ki pozisyonun faul olup olmadığı bile tartışılır. Ama ‘kusursuzluk arayışı’nda olan futbolun muktedirleri sahada karar alıcıların gücünü paylaştırınca ortaya işte bu ‘parodi’ çıktı.

Tromsö maçının ardından “Beşiktaş bu tip oynayan takımlara karşı hazır olmalı” demştim. Dün akşam da öyle oldu. Top Beşiktaş’a her geçişinde Gaziantep, ceza sahasının önüne Cenk Tosun hariç tüm takımı yığıyordu. Ancak ikinci yarıda Tromsö maçında kilidi açan Fernandes ve Oğuzhan bu kez aynı anda sahadaydı. Biri, Oğuzhan, tek ve garanti toplarla oyuna hız verdi. Diğeri, Fernandes, hızlanmış oyunda yaratıcı ve imha edici paslarla Beşiktaş’ı skora taşıdı. Atiba’nın zorunlu ‘şark görevi’ nedeniyle orta sahada ‘kesici’ olarak tek kalan Veli Kavlak çok gayret saf etti ama ‘toplayıcı’ değil de daha çok ‘rakibi dağıtıcı’ rolündeydi. Gerçi oyundan çıkana kadar Antep’in tek hücum planı Cenk Tosun’la gol aramak olduğu için orta sahada dağıtılacak aman aman bir rakip de yoktu ya!..

‘Top aşığı’ Fernandes ve Gökhan Töre daha basit ve işlevsel oynayabilse Almeida, Olcay, Oğuzhan ve Pektemek de oyuna biraz daha dahil olur ve birçok maç da bu kadar efor harcamadan kopar gider. Beşiktaş, oyunun bazı bölümlerinde iyiden iyiye olgunlaştırdığı ‘baskın hücum planlarını’nın sayısını ve süresini artırabilirse geçen yıl olduğu gibi yine ligin en izlenesi maçlarının takımı olacağını bir kez daha gösterdi.

02 Eylül 2013, Pazartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Gerek yok, CAS'ılmayalım‘’

Ceza sahası önüne dört müdafaacı, onların yaklaşık 8-10 metre önüne de bir orta saha dörtlüsü dizen Tromsö tanıdık bir orta halli ‘Süper Lig’ ekibi tertibindeydi. Başlarda sağ taraftan içeri driplinglerle akan Gökhan’dan gayrı bir de aralara sızan Fernandes ile bu iki kat müdafaa aşındırılmaya çalışıldı. Veli ve Atiba tüm çıkışları kapatıp gelen tüm
topları topladı toplamasına ancak mesele topu kapmak değil ‘topu yapmaktı.’ Tromsö, Fernandes/Gökhan problemine yakın oynayarak çözüm bulunca iki kanat Serdar/Ersan devreye sokuldu ancak kalabalık savunmayı aşmak mümkün olmadı. Veli’nin önce
Almeida sonra Fernandes’e geçirdiği iki işlevsel pas da gole dönüşmeyince problemi çözmek ikinci derse kaldı.

Ve ilk çözüm... Atiba, ileri doğru işlemeyen sol beke, Erciyes maçında farkı yaratan Oğuzhan orta sahaya... Peki sonuç; biraz formasyon değişikliği biraz futbolun cilvesi biraz da rakibin ani ‘hava değişimi’ne ayak uyduramaması ve tabii Oğuzhan’la daha etkin hale gelen orta
saha yaratıcılığı ve takım hızı. Önce Almeida sonra bu maçın kilidine de el atan Oğuzhan. Durum bir anda 2-0. Demek ki, kapalı müdafaaları aşmak için denenmiş ve geçen sezon işe
yaramış Fernandes ve Oğuzhan’lı hücum merkezi işe yarıyor. Oğuzhan’ı biraz koşacak seviyeye getirmek hücumda sıkıntıları aşmak için el altında tutulması gereken ilk formül hala..

Fenerbahçe kararını düşününce CAS’tan kaçılmaz gibi görünüyor ama unutmayalım bu oyun ‘iktidar saplantılı yöneticiler’in değil bizim oyunumuz. Biz çıkıp oynayalım yenelim ya da yenilelim ve Nazan Öncel’in o güzel şarkıdaki sözlerinden bir an olsun ayrılmayalım;
“Bize bişey olmaz hiçbirşey olmaz/Biz aşkımıza bakalım...”

30 Ağustos 2013, Cuma 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’İki farklı Beşiktaş‘’

Gayreti olsa da yeterlilik düzeyi düşük oyuncularla müdafaa gibi hata kaldırmayacak bir yere topu getirmemeye gayret etmek gerekiyor. Ancak... Topu öne taşıyacak yegane oyuncu Manuel Fernandes olunca ve rakipler de ister istemez bu zaafiyeti tespit edince iş sarpa sarıyor. Gerek Atiba’nın neden olduğu pozisyonda gerek Yasin Öztekin’in golünde bu zaafiyet ayan beyan ortaya çıktı. Koca ilk yarı boyunca Almeida’ya top indirememe sorununun temelinde kanımca bu ‘müdafaa kaygısının yarattığı dağınıklık’ yatıyor.

İkinci yarıya zorunlu kaleci değişikliği ancak aynı planla çıkmış olmasına rağmen Kayseri Erciyes müdafaasının Gökhan Töre’yi gole buyur etmesiyle rüzgar da yön değiştirdi. Oyun bu bölümde Erciyes’in davetiyle Beşiktaş tarafından öne taşınınca ilk yarı ortalarda görünmeyen Almeida da görünür hale geldi. Maçın 3-2’ye geldiği bölümün ardından biri biraz da zorunluluktan gelen iki değişiklik Erciyes’in düştüğü tuzak oldu. Beşiktaş topu Erciyes’e bıraktı ama Fernandes çekilip Oğuzhan/Almeida ile kenarda Muhammet oyuna hız verince geçen yıldan kalma hızlı hücum organizasyonu maçı bitirecek süreyi buldu ve iş bitti. Kim ne derse desin Atiba ve Veli Kavlak seti bu yıl Beşiktaş’ın en büyük gücü olacak gibi duruyor. Bu setin kaptığı toplarda orta sahada Fernandes/Oğuzhan gibi yaratıcı ikili seçenek yaratılabilirse Beşiktaş yine ligin en izlenesi takımlarından biri olur. Ancak şu sağ/sol bek sorununa acil çözüm gerekiyor ki, tüm takım bir bölgeye sıkışma yerine cesaret ve coşkuyla daha yaratıcı oynayabilsin...

27 Ağustos 2013, Salı 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’'Kağıt üzerinde favori' olamak yetmez!‘’

Haliyle ‘ders süresi’nce oyunun hücum yanının geçen yıla göre ‘düşük yoğunluklu’ kalacak olması anlaşılır bir durumdu. Escude gibi ‘deneyimli göbek müdafası’nın ilk onbirde yer bulmasını da fiziksel yeterlilikten çok son dönemin gözde kavramı ‘parselasyon bilgisi’ bağlamında okumak gerek sanırım. Ancak o oyuncu da kendi yeterlilik seviyesini bilmesi gerek değil mi? Beşiktaş, Trabzon maçında olduğu gibi Tromsö karşısında da denge/temkin/fırsat üçgenine oturttuğu maçı ikinci devrenin başında bir ara elden kaçırır gibi oldu. Ve ardından penaltı golü geldi. Umut verici olan yenilen golün ardından dağılmak yerine tüm takımın süratle toparlanabilmesiydi. Ne var ki, futbol ‘fantezi’ kaldırmıyor. Escude, basit oynamak yerine ‘işçilik’ arayışına girince dengeye getirilmiş oyunun ritminin bir kez daha takımı aleyhine bozulmasına önayak oldu. İnsan düşünmeden edemiyor, ‘yatırım yapılmış’ bir Pedro Franco’nun bu maçlarda oynatılması ‘gelişimine katkı’ sağlamaz mıydı?

Rakip Tromsö ise, günlük yaşamdaki zorlu coğrafi koşulların dayattığı hayat bilgisi derslerinin doğal sonucu olarak dayanışma merkezli basit/pratik/işlevsel oynadı. Bu da onlar açısından işe yaradı.

Kağıt üzerinde Beşiktaş ağır basıyordu, ancak futbol ‘bizim kağıt’larla pek ilgilenmiyor. Ligdeki Trabzon galibiyetine aldanmamak gerek. ‘Galatasaray sendromu’ yaşamamak için Beşiktaş’ın oyununu hızla geliştirmesi gerekiyor. Çünkü biliyorsunuz, futbol ‘kağıt üzeri favorileri’nden pek hoşlanmıyor. Görülüyor ki, Samet Aybaba döneminin kazanımları -Fernandes/Oğuzhan Özyakup orta ikilisine- bir kez daha göz atmakta fayda var.

23 Ağustos 2013, Cuma 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Alınacak çok yol var‘’

Saat 19.30’da başladığımız maç yolculuğumuz maçın 20. dakikasında stada girince tamamlandı. Bakalım saat kaçta evde olacağız?! Devlet manevi şahsını korumanın derdine düşmüş olmalı ki, vatandaşın derdiyle ilgiyi kesmiş. Park yerleri bomboş ama yol boyları çift sıra park. Ne gelinebiliyor belli ki ne de geri dönebileceğiz. Yol nizamı sıfır. Girdik girmesine ama bu kez de içeride yer yok. Doğu tribünü tıklım tıklım. Ne merdiven boşluğu ne koltuk. E-biletimiz yok ama kombinemiz var. Sıkıysa git yerine otur! Stadın yarısı boş ama Doğu Tribünü’nde herkes ayakta ve üst üste maç izliyor. Bu arada Biletix’ten kredi kartıyla bilet alanların bazıları biletleri basılmadığı için kapıda kalmış. Kimileri de çözümü bulmuş, cep telefonundaki mesajı gösterip turnikeden iki kişi olarak içeri sızmış. Şu anda onlardan biri olan Murat yanıbaşımda. Öğreniyorum ki uyarı ve kombine sözleşmelerindeki tehdite rağmen maçın başında Taksim direnişine bütün stat bir selam çakmış. Bir selam da 34. dakikada patladı... Acaba hepimizin kombineleri bir sonraki maçta işlemez hale mi geldi?

Gelelim maça... 75. dakikaya kadar ‘Bunca yolu bunun için mi geldik?’ dedirten maç, Hugo Almeida ve Gökhan Töre’nin oyuna dahil oldukları anda çehre değiştirdi. Beşiktaş, geriye kümelenmiş Trabzon müdafaasını tam da Önder Özen’in Gökhan Töre transferinin nedenini açıkladığı gibi aştı. İçeriye topla dripling yaparken yaratılan boş alana adam indirip kısa ve emin paslarla altı pasa inmek... Olcay’ın da Gökhan’ın da golleri benzer işçiliklerin sonucu geldi. Gol sonrası Trabzon kenarlardan nafile saldırılar yaptıysa da başta Tolga Zengin olmak üzere Beşiktaş müdafaası durumun değişmesine izin vermedi. İki takım için de şu söylenebilir, daha alınacak çok yolları var...

19 Ağustos 2013, Pazartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Çocukça oynuyoruz‘’

Abdullah Avcı’nın toplu oyunda iyiyiz fakat topsuz alanda kötüyüz analizi hayatta bildiğimiz şeylerde bir tanesi. Hâlâ çocukça oynadığımız için, top bizdeyken iyi ama top rakibe geçtiğinde organize olma, saha parselasyonu, oyuncuların arasındaki mesafelerin korunması, alanların daraltılması gibi temel futbol prensiplerinden uzağa düştüğümüz için bütün bu durumlar yaşanmaktadır. Çünkü, oyunu bir tür çocukluk meselesi gibi algılıyoruz. Profesyonel oyunun içinde bulunan başka dinamikler bambaşka metrik değerler olan bir şeyken biz sadece top ve gol peşine düşüyoruz. Oyunun en derinlikli iki kanadı olan sağ ve sol bek, oyunun gidaşatı hakkında etkin bir rol üstleniyorlar. Ülkede fark ediliyorsa bu iki tip oyuncudan neredeyse hiç yok. Sağ tarafta Gökhan Gönül dışında, sol tarafa en iyisi dediğimiz Hasan Ali Kaldırım veya İsmail Köybaşı gibi oyuncularda vasat seviyesini bir türlü aşmayı beceremeyen yapı durumuna geliyorlar. Oyunu takip etmek, oyunu gözlemlemek, yer bilgisi, bir oyuncuda, fandimental denilen altyapıdan, bu kadar uzağa düşmüş oyuncu kalabalığı olan bir ülkede; milli takımın yukarıya doğru çıkmasını beklemek durumu çok fazla idealleştirme olur. Sanıyorum Romanya maçı kilit maç olacak, eğer orda kaybedilecek bir ‘Dünya Kupası’ hedefi, herhelde milli takıma yeni bir hoca yeni bir taz, yeni bir bakış açısı aranacaktır.

16 Ağustos 2013, Cuma 20:00
YAZININ DEVAMI

‘’Daha vasat olan kaybetti‘’

Ülkenin en encamlı iki takımı adı ‘Süper’ olan bir kupa için karşı karşıya geliyor ve iki takım da koca bir ilk yarı boyunca eli yüzü düzgün tek organize atak yapmayı beceremiyorsa bu problemin nedenini nerde aramalı? Oyuncularda mı, hocalarda mı? Yoksa konu ne olursa olsun mangalda kül bırakmayan ancak iş, ‘düşünce, bilgi ve haliyle insan geliştirme’ye gelince daha ilk sınıfı geçemeyen ülke kültüründe mi?

Oyun kurma kararlılığı ve ısrarı göstermek yerine rakip oyuncuların hatalarını kovalayıp böylece avantaj yakalama üzerinden işledi iki takımın da planı.

İkinci yarı Galatasaray ‘arzu’ faktörünü devreye soktu da bu sayede oyuna orta sahası sayesinde, bir parça yetenek ve ‘bilinç’ yüklendi. Bruno Alves’in iki dakika içinde kendini oyundan attırmayı başarmış olması da bu ‘bilinç’in daha işler hale gelmesine yol açtı. Ancak eksik Fenerbahçe, Kadlec sayesinde en azından maçı uzatmaya taşımayı başardı. Ne var ki, hücum etmeyi beceremeyince kaçınılmaz olandan da kaçamadı. Ülkede farkı yaratacak mevkii olan sağ sol beklerden biri işleyince -Hakan Balta- Drogba da klasına yakışır bir gol atıp, vasat oyununun takımı lehine tamamlanmasını sağladı.

Ve son sözlerden ilki... Bu maçtan da belli oldu ki, kendilerini geliştirme konusunda hayli cimri olan futbolcular iş hakeme itiraza gelince; bu yıl da ‘bonkör’lüğü elden bırakmayacaklar. Eğer ülkede, ‘futbolda şiddet’ten söz edilecekse buna ‘hakemlere şiddet’e karşı durmaktan başlamak gerekmiyor mu?

İkincisi... Maçtan önce polisin başta, ‘alkol kontrolü’ olmak üzere olağanüstü önlemler alacağını okumuştuk gazetelerde. Yapılmış da! Acaba kaç promil içeri giremeyecekti, bilen var mı? Herhalde bu keyfi ‘nefes avcılığı’ uygulamasına dalmış olmalı ki polisler, gerçek tehlike olan meşale girişlerini yine gözden kaçırmışlar!

12 Ağustos 2013, Pazartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Kapıdaki 'görünen' tehlike‘’

Son örnek, Beşiktaş. Eleştiri geçirmez, dar görüşlü ‘paralı yöneticileri’nin yerle yeksan etmeye uğraştığı Beşiktaş, bu saldırıları tarihsel derinliği, dayanıklı genleri ve tüm bunların vücut bulduğu taraftarıyla her dönem aşmayı becermiş bir kulüptür. Böyle olsa bile işleyiş yine de can sıkıcıdır.
Son olarak Slaven Bilic’i takımın başına getiren yönetim görülüyor ki ‘transfer politikası’nda başta belirlendiği açıklanan ilkelerden sapmış durumda.
‘Alternatif oyuncu’ diye kadroya dahil edilen oyunculara -hadi örnek Sezer Öztürk olsun- asıl oyunculardan -bunlarda Oğuzhan Özyakup, Olcay Şahan, Veli Kavlak olsun- daha fazla yıllık ücret ödemek nasıl bir politikadır?
Peki ya, Önder Özen’in altını çizmiş olmasına rağmen kamp alanında cirit atan menacerler için yönetici Ahmet Kavalcı’nın savunmasına ne demeli; “O menacer başkanımız ile birlikte geldi. Koyduğumuz kural hala devam ediyor.” Böyle kural mı olur? Ya da Fikret Orman başkan değil de yanında menacer gezdiren bir kral mı?
Demirören döneminde menacerlerin çevresinde fink attığı Beşiktaş’ı, ardından gelinen noktayı ve yapılan tartışmaları bir hatırlayın bakalım!.. Madem başkan yanında menacer gezdirecek, o zaman ‘kurumsallık’, “Önder Özen tam yetkilidir” sözlerini nasıl okuyalım?.. Beri yandan böyle bir şeyi söyleyecekse de bunu Önder Özen söylemeliydi, her fırsatta herkesten rol çalmaya çalışan yöneticiler değil.
Birbirimizi kandırmayalım, para ve güç sahibinin çok konuştuğu yerde akıl/bilgi bacadan uçar gider.
Gelelim transferlere... Şu anda Hilbert’siz kalacağı tahmin edilen sağ kanatla ‘kimsesiz kalmış’ sol kanat dururken bu Michael Eneramo işini anlayan varsa lütfen anlatsın. Eğer Bilic o mevkiileri ‘no name’ oyuncularla doldurabileceği iddiasındaysa büyük ihtimalle geldiği ülkeyi sadece futbolcu değil, büyük sporcuların da yetiştiği kendi büyüdüğü coğrafyayla karıştırıyor. Geçen sezonu ilk ikide bitiren iki hocadan biri, Fatih Terim iki sezondur sol bek arıyor. Aykut Kocaman geçen sezonun ortasında gördü ki, milli takım sol beki Hasan Ali Kaldırım hala yeterli seviyede değil o nedenle vazgeçtiği plan olan Reto Ziegler’e döndü.
Eğer Bilic bu transfer politikasıyla bu ülkedeki oynama halllerini hafife alıyorsa “Eyvah”... Hafife almıyor bunu doğru biliyorsa daha büyük bir “Eyvah”... Haaa iki ‘eyvah’ da değilse geriye üçüncü “Eyvah” kalıyor ki, işte o zaman işler en azından transfer/hoca/menacer hattında sanıldığından kötü gidecek demektir.
Futbolun her ülkede farklı işleyiş mantığı vardır ve buna yol açan da bir çok parametre. Beşiktaş’ta tüm bu süreç Önder Özen’in bilgisi, tavrı ve perspektifinden uzak sürdürülmeye çalışılırsa, emin olun sonuç bundan önceki hayal kırıklıklarından daha ağır olur. Bir örnek yeter; geçen sezon başı İbrahim Altınsay benzer gerekçelerle ilk adımlarda yolu ayırmıştı. Ondan da geriye kala kala Oğuzhan Özyakup kalmıştı.. Dileyelim aynı şeyler Önder Özen’e yaşatılmasın ve geriye o kültürden sadece Pedro Franco kalmasın!

10 Temmuz 2013, Çarşamba 12:00
YAZININ DEVAMI