Arama

Popüler aramalar

‘’Revizyon şart!‘’

Ne var ki bu durum, sadece milli takım değil ülke futbolunun genel gidişatıyla doğrudan ilgili ve en çok ihmal edilen de işin bu yanı. Gerek oyuncu yetiştirme konusu gerek futbola yeni perspektifler kazandıracak teknik direktör/antrenör sayısının sınırlılığı gerek taraftarların oyuna bakışı gerekse da ‘sonuç odaklı’ medya dili sorunların hallini güçleştiren önemli etkiler.

Yine de milli takım özelinde düşünmeyi sürdürürsek, ben Abdullah Avcı’nın teorik olarak eksik olduğunu düşünmüyorum. Yine de bu kadar ‘kazaya uğramış bir takım’ için revizyon şart görünüyor. Sorun daha çok ülke futbolunun ahvaliyle ilgili olduğu kadar bir parça da Avcı’nın ekibinde gibi. Sanki kısa vadede Avcı’nın ‘dünya futbolunu da yakından izleyen daha yetkin bir yardımcı kadroyla yola devam etmesi en azından milli takım için ‘umut verici’ bir perspektifin yakalanmasını sağlayabilir. Yoksa “O gitsin, bu gelsin”le bu mesele eski ve bilinenin tekrarından öte bir anlam taşımaz...

03 Haziran 2013, Pazartesi 20:00
YAZININ DEVAMI

‘’O dozerle yıkılmaz!‘’

Ancak, sorumluluğa ortak olması gerekenler -ki bu noktada başta Beşiktaş olmak üzere tüm taraftarlar- ‘izleyici koltukları’ndan kalkıp sahnelenen oyuna müdahil olmaya karar verdiklerinde bu süreçler emin olun, daha sağlıklı bir rotada ilerleyecektir.

‘Ne olacağı belirsiz’
Son ‘oldu bitti’lerden biri de yıkılacağı vaaz olunan İnönü Statı ile ilgili gelişmelerde açık seçik kendini gösteriyor. Fikret Orman yönetimi, ‘Beşiktaş’ın geleceği’ demagojisiyle bir ‘oldu bitti’ye kalkışmış görünüyor.

Düşünün, önce Spor Genel Müdürü Mehmet Baykan, “Stadın yıkım izni çıkmadı. İzin çıkmadan İnönü Stadı yıkılamaz” diyor. Ardından Gençlik Ve Spor Bakanı Suat Kılıç, “İnönü Stadı’nın yıkılabilmesi için, yerine inşa edilecek stadın yapım ihalesinin bitmiş ve ortaya çıkmış olması lazım. Resmi evrak olmadan ‘devletin malı’nı yıkıp, yarın ne olacağı belirsiz bir atmosfere bu olayı sürükleyemeyiz” diyor ve devam ediyor; “Çünkü stadyumun inşaat ihalesi henüz yapılmadı!..”

Beri yandan Fikret Orman, inşaat ruhsatı alma konusundaki hünerlerine güveniyor olmalı ki ‘oldu bitti’de hayli kararlı görünüyor ve bu nedenle statta bir ‘yıkım kokteyli’ düzenliyor.

Esasen, “Gençlebirliği maçı son maçtır” dedikten sonra İnönü’de ‘hatıra yağması’nın yolunu açarak yıkımı ‘meşru göstermeye çalışmıştı Orman yönetimi. Ancak ‘mızrak çuvala sığmadı!’ Stat yapımından sorumlu yönetim kurulu üyesi Umut Güner’in Hürriyet’ten Kenan Başaran’a söyledikleri durumun pervasızlığını açık seçik ortaya koyuyor.

Stat mı olur AVM mi?Bir soru sormuş Umut Güner, diyor ki; “Şayet Bakanlıktan onay almasaydık belediye avan projeyi onaylar mıydı?” Peki, Bakan Kılıç ne diyor; “Resmi evrak olmadan ‘devletin malı’nı yıktırmayız..” Yani ya ben okuma yazma bilmiyorum ya da okuduğumu anlamıyorum? Ya da Umut Güner, benim okuduklarımı başka bir dilde okuyor ve başka sonuçlara ulaşıyor?

Devam ediyor Güner; “Biz bu stadın yıkım ve yapımı konusunda bakanlığa gerekli taahhütleri verdik. Engel yok..” Eee peki ama ülkenin spordan sorumlu bakanı “Resmi evrak da yok, yapılmış stat ihalesi de” diyorsa kim doğruyu söylüyor?. Şu ihtimal de yok değil tabii! Acaba, Umut bey ve ekibi evrakları örneğin Tarım Ve Köyişleri Bakanlığı’na teslim etmiş olmasın! Öyle ya sonuçta işin içinde ‘çim’ ve ‘toprak’ var!..

Ancak ‘oldu bitti’nin sözcülerinden Umut bey, devamında sürecin nasıl planlandığını, neyin ne olduğunu bilerek ya da bilmeyerek(!) itiraf ediyor... Dinleyin; “Yıkım bittikten sonra projemizin detayları belli olacak ve bunlar onaya sunulacak. İhale işlemleri de buna paralel yürür.”

Siz de Bakan Kılıç, Genel Müdür Baykan ve benim gibi anladınız değil mi söylenenleri? Tamamlanmış bir proje yok. Yani arkadaşların İnönü Statı projesi aynen şu; “Hele bir statı yıkalım da inşaatı kim yapar, yapacak olan stat mı yapar, otel mi, yoksa Gezi Parkı projesinde söylendiği gibi AVM ya da rezidans mı? Yoksa düz bir arazi olarak mı kalır, ona da o zaman bakarız!”

Sonuçta devlet malı
İnönü Statı bu zamana kadar belletilmeye çalışıldığı gibi ‘Beşiktaş’ın değil’ Bakan Kılıç’ın yerli yerinde söylediği gibi ‘devletin malı’dır. Yani bu ülkenin Ağrı’sından Edirne’sine, Sinop’un da Mersin’ine kadar tüm vatandaşlarının hakkının olduğu bir yer.

Bir ‘oldu bitti’ ile yıkılmaya çalışılan ve yerine henüz neyin nasıl konacağını ‘yıkıcılarının’ bile bilmediğini itiraf ettikleri İnönü Statı, gözünü rant bürümüş müteahhitlere bırakılmayacak kadar kıymetli bir tarihsel varlıktır.
Bir de şu var... Bu kadar muğlak bir projenin Beşiktaş seçimi öncesi aceleye getirilmeye çalışılmasının nedeni ne olabilir?.. Düşünün bakalım yanıtlarınız sizi nereye götürücek?

Cem Dizdar

03 Haziran 2013, Pazartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Gerçek ihtiyaç!‘’

“Feda projesini biz değil basın ortaya attı” dedi... “Ben varken Samet Aybaba kulübe giremez” diye konuştu, ardından Aybaba’yı teknik direktör yaptı... “Beşiktaş’ta her yıl değişen hoca devri bitti” dedikten sonra sezon sonu hocayı gönderdi... Yola çıktığı arkadaşlarının yarısını ‘silkeledi..’ Tüzük öncesi “Başkan iki dönem kalacak” dedi, tüzükle üçe çıkarttı.. Stadı harabeye çevirtti ama hala takımın nerede oynayacağı konusunda netlik sağlayamadı... Adımları arasındaki belki de tek doğru en sondaki Önder Özen tercihi oldu.

Bunca savruluş da ister istemez ‘Nereye gidiyoruz?’ sorularını beraberinde getirdi. ‘Eski tanıdık’ Serdal Adalı biraz da çevresine ‘eskileri’ toplayarak aday oldu ama mevcut durumda kazanabilmesi zor görünüyor.

Çünkü, şu andaki sıkıntılı durumun oluşmasında hatırı sayılır bir katkısı var. Bu unutulmaz! Yani, ‘Hesap sorsana’ sloganının adreslerinden biri ister istemez Adalı’yı da kapsıyor. Evet, 3 Temmuz sürecinin sıkıntılarını yaşayan Beşiktaşlılar’dan biriyse de onun adıyla anılan ‘sihirli transferler’in neredeyse tamamı -Fernandes de dahil- süreç içinde bekleneni veremedi. Çoğu adı var kendi yok karakterlerdi. Sonuçta takıma dair elle tutulur ve gelişmeye açık bir kavrayışı olduğunu düşünmüyorum. Daha çok ‘paralı, transferci başkan portresi’ni çağrıştırıyor bana ve bunun acı tecrübelerini çok yakın zamanda yaşadı Beşiktaş.

Bir de ‘gerçek ihtiyaç’ anlarında ortaya çıkmama gerekçelerini doğrusu çok merak ediyorum...

25 Mayıs 2013, Cumartesi 20:00
YAZININ DEVAMI

‘’Marka değeri!‘’

Bu öylesine derinlikli bir kültür ki, düşünün Fikret Orman ve Samet Aybaba gibi yakın zamana kadar ciddiye alınmayan özneleri bile kısa sürede ‘özel biri’ haline getirmeyi başardı.

Kuşkusuz Orman’ın da Aybaba’nın da önemli katkıları oldu takımın bu mertebeye ulaşmasında. Ancak kendi adıma ikinci önemli belirleyicinin ‘ligin kalite parametresi’ olduğunu düşünüyorum.

Aybaba, takıma ‘bilgi/kalite’ kazandıramadıysa da ligin işleyişini bilen/belirleyen hocalardan biri olarak ‘sonuç odaklı’ planlamalarıyla ligi olabilecek en iyi yerde tamamlattı takımına. Hepimiz gibi onun da eleştirilecek çok yanı var kuşkusuz ancak sadece sonuçtan bakıldığında bile Samet Aybaba’ya karşı tutturulan dili fazlaca insafsız bulanlardanım.

Beri yandan insan düşünmeden edemiyor; eğer söylendiği gibi yönetim kurulunun önemli bölümü değişecekse... Yine söylendiği gibi teknik direktör de değiştirilecekse... Tüm bu kararların altında imzası olan başkanı ‘başarı skalası’ içinde nereye konumlamak gerekecek?

Bir de şu var... Beşiktaş’ın eldeki kadrosu içinde tahtaya ismi ilk yazılacak oyuncular açıkça belli. Sol beki olmayan, Gökhan Gönül’ü aşabilecek bir sağ bek de yetiştiremeyen bu futbol ikliminde Roberto Hilbert gibi ‘garanti oyuncu’nun gönderileceğinden söz ediliyor. Size de tuhaf gelmiyor mu? Fenerbahçe’nin Reto Ziegler’e dönüşü de hala kafa açmıyorsa, bu ülkede takım planlaması konusunda söylenecek fazla şey kalmıyor doğrusu.

Gelelim dün akşam oynanan maça... Kayseri hak ettiği galibiyeti alırken, bizi ‘tutucu futbol’a esir eden onlarca hocanın olduğu bu ligde gençleri olgunlarla iyi harmanlayıp, öne oynayan kaliteli bir takım yaratan Robert Prosinecki’den öğrenilecek çok şey olduğu açık değil mi?

20 Mayıs 2013, Pazartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Bıkmadan bir daha dene!‘’

Dün İzmir’de, bütün sezon canını dişine takmış iki takım, Göztepe ve Tavşanlı Linyit, ‘trajik’ bir karşılaşmaya çıktılar.

Maçın ilk bölümü Göztepe’nin kontrolünde geçtiyse de 40’tan sonra ‘kaliteli atak’, ‘olgun pozisyon’ konusunda Tavşanlı Linyit oyuna daha hakim görünüyordu. Özellikle Agbetu’nun süreklediği ataklarda sürekli rakip kalede tehdit yarattılar. Ve nihayet 80’de belki de maçın kaderine etki eden oyuncu olan Agbetu başından sonuna kadar spektaküler bir gol atarak takımının ligde tutunmasını sağladı. ‘Enerji’nin, emeğin takımı ligde kalmayı hak etti doğrusu...

Ülke futbolunun en köklü takımlarından Göztepe ise tarihinde bıkmadan usanmadan defalarca denediğini bir kez daha denemek durumunda kalacak. Bu gece Körfez’in çocuklarının gözüne uyku girmeyecek kuşkusuz. Ama şoku atlattıktan sonra defalarca yaptıklarını bir kez daha yapmak için kolları sıvayacaklar. Başaracaklar da... Çünkü gerek tribün geleneği gerekse kulüp genleri bunu emrediyor... Bunu da dayanışmayla aşabilirler... Ancak kafa patlatılması gereken sorunları da yok değil; doğru yönetim, doğru planlama vs. gibi...

Cem Dizdar

13 Mayıs 2013, Pazartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’'Baba evi' yıkılırken!‘’

Hırslı ve haris çocuk, ‘baba evi’nin bir an önce ‘göbekli müteahhit’e verilip yerine apartmanın kondurulmasını ve bir an önce paranın getireceğini umduğu ‘mutluluk havası’na girmek için aileye olmadık baskılar yapardı. Sonunda muradına da ererdi. Koca iş makinası eski mahalledeki ahşap cumbalı eve girişirken mahalleli de toplanıp bu ‘büyük gelişmeyi’ yakından izlerdi.

Dün İnönü aynen böyle bir ‘izleyici kalabalığı’nı ağırladı. Çoğu tarih dersini ‘kazanılmış savaş’lardan ibaret sanan kitle, kameralı cep telefonlarıyla bu kez Fikret Orman’ın yazmaya giriştiği tarihe tanıklık etmeye gelmişti! Hırslı çocuk/çocuklar sadece Beşiktaş’ın değil memleket futbolunun da ‘baba evi’ni yıkma kararlarını kutlarken, bu tarihsel cinayeti izlemek için stada dolan Beşiktaşlılar harıl harıl bir daha bakmayacakları hatıra fotoğrafları çektiriyordu. İyileştirmek yerine Emek Sineması, Sulukule ya da Taksim’e yapılanlar İnönü’ye de reva görülürken sanıyorlardı ki ‘yeni ev’ daha büyük mutluluk demektir. Başta müteahhitler olmak üzere birileri mutlu olacak kuşkusuz ama emin olun bu sevinç tablosuna yıkımı sevinçle karşılayan ‘mahalleli’ katılamayacak. Kale arkasına sürülecek olan taraftarlar artık bu oyunun temel aktörlerinden biri değil de kendilerine biçilen ‘sirkin sevimli korosu’ rolüne razı olmak zorunda kalacaklar tıpkı diğer statlarda olduğu gibi. Sonra desibelcilik oynayacak, sürekli ceplerinden para çekme planı yapan yöneticilerin ‘Büyük taraftarımız’ palavrasıyla tatmin olmaya çalışılacak. Ve sanacaklar ki, yeni stadın localarından gelecek gelirle Beşiktaş bir ‘dünya markası’ olacak ve önlerinde ‘dünya yıldızları’ cirit atacak. O Yeşilçam filmlerinin sonunu hatırlayın... Hırslı ve haris çocuk, eski mahallede yükselen apartmandaki daireleri satıp yer ve mutsuz hayatına kaldığı yerden devam eder. Olan da ‘baba evi’ne olur. Bir de sahi İnönü’nün yerine nasıl bir şey yapılacağını bilen var mı? Yani tadil edilen son planda neler var, bilmek istemez misiniz? Ortaya Taksim’deki gibi rezidans ya da bir AVM çıkarsa şaşırır mısınız?

12 Mayıs 2013, Pazar 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Vasat ama kazançlı!‘’

Ancak ilk yarı boyunca bu beklenti hep teoride kaldı. Bir dönem ‘takım lideri’ olarak sunulan Manuel Fernandes sorumluluk almak yerine ‘kaçak güreşip’ sadece duran toplarda ortaya çıkınca pas yükü Oğuzhan’a bindi. Doğrusu o da yenilen gole kadar işini iyi ve doğru yaptı. Ancak iki ‘güçsüz’ Niang ve Mustafa Pektemek orta sahadakiler için ‘yardımcı hamle’leri yapamayınca Beşiktaş topu ayağında tuttuysa da işlevsel olamadı. Şüphesiz ki bunda müdafaa göbeğini kalabalık tutup oradan açılmayı hedefleyen Eskişehir’in oyun planının da etkisi büyüktü. Zaten Oğuzhan’ın götürüp 4 Beşiktaşlı’dan en olmayacak olana atıp, Fernandes’in de berbat ettiği pozisyonun dönüşünde Alper Potuk merkezli hızlı hücumun Özgür Çek tarafından golle tamamlanması tam da bu planının doğru uygulamasıydı.
İkinci yarı Eskişehir, Alper-Tello-Serol-Erkan hattıyla en uçtaki Kamara’ya hayli yaklaşıp oyunu Beşiktaş sahasına yığınca Samet Aybaba da orta saha direncini artırmak için mecburen ‘yaratıcılıktan’ feda edip Oğuzhan/Necip değişikliğine gitti. Oyun yine dengeye gelmişti ki, Holosko’nun indirdiği topta o ana kadar silik görünen Pektemek golü yoktan varederek vasat oyununa rağmen UEFA Kupası için elzem olan 3 puanı kazandırdı takımına.
Cenk’in kritik kurtarışları, Erkan’ın topla kurduğu zarif ilişki maçın izlenesi anlarıydı. Müdafaa görevine kitlenen Olcay’ın hücuma katılamaması, ‘mutsuz ifadeli’ Fernandes’in etkisizliği gibi nedenlere rağmen Beşiktaş, vasat oyunla da olsa kazanmayı bildi.

06 Mayıs 2013, Pazartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Oğuzhan da olmasa‘’

Koca ilk yarının Beşiktaş açısından pozisyon fukarası geçmesinin en büyük nedeni, ‘yaratıcılık’tı kuşkusuz. Ordu gibi ‘canıyla boğuşan’ bir takıma karşı ‘yok hükmü’nde ataklar planlayan bir takımda eğer ‘lider oyuncu’ diye tanımladığınız karakter kendini kaybettirmek için özel çaba sarf ediyor gibi görünüyorsa orada işler hiç de iyiye gitmiyordur. Öyle ya, Fernandes ‘küskün lider’ havasındayken Beşiktaş’ın rakip ceza sahası içinde varlık göstermesi beklenemezdi.

‘Uyku modu’nda geçen ilk yarı henüz ‘etkisiz eleman’ çizgisini aşmayan Mustafa Pektemek’in ikinci yarı başında sakatlanıp çıkmasıyla hareketlenir gibi oldu. Çünkü yerine ‘ikinci yaratıcı’ Oğuzhan girdi. Lakin sahada koşturan ya da doğrusu ‘koşturuyor gibi yapan’ siyah beyaz giymiş oyuncular çok zor bir matematik denklemi çözmeye çalışan öğrenciler gibiydi. Ne eğlence, ne ‘’Bizi birileri izliyor onlar için oynamalıyız’’ kaygısı... Daha çok, ‘’Bulduk bir kaza golü bitse de gitsek’’ havası...

Aybaba’nın 60 sonrası problem çözücü hamlesi olan Oğuzhan’ın gayreti ve estetik arayışları da olmasa ne tribün ne televizyon çekilirdi kanımca.‘Halsiz’ ve temiz oynayan Orduspor’un ligdeki yeri de oynama hali de malum. Ya Beşiktaş’ın?

Neyse ki Oğuzhan zorlaya zorlaya ‘tatsız’ giden maçın ‘tuzsuz’ bitmesine engel oldu. Aldı/verdi, aldı/gitti, kaptı/kaçtı... Öyle ya da böyle golü yarattı..Beşiktaş UEFA Avrupa Ligi hedefine yaklaştı ancak bu maçtan geriye futbol adına ne kaldı, işte orası meçhul?

Bu atmosferde biri gider ama kim?

Taraftar sonuna kadar takımını destekliyor ama kafaya koymuş... Ne oynanan oyun memnun ediyor ne de ne yapsalar takımı hareketlendirebiliyorlar!. Korkarım içerdeki son maçta enteresan şeyler olacak. Son bir iki maç Samet Aybaba’ya yüklendiler ama artık sanırım o durumu da aştılar. Durun bakalım iş nereye varacak?

Samet Aybaba’nın çözemediği problem

Futbol, akılla olduğu kadar duygularla da oynanan bir oyundur. Evet, strateji ve taktik önemlidir ancak onları uygulayacak oyuncuların durumu daha da önemlidir. Samet Aybaba sezon başından bu yana oyuncularıyla özellikle hayli ‘didişen’ bir dil tutturdu. Böylesi bir atmosferde gerek oyuncuları maça hazırlamak gerekse onları maç içinde idare etmek çok güç bir işti. Aybaba’nın en büyük problemi de bu oldu. Ne oyuncularla ne de onları izleyen taraftarların büyük bölümüyle doğru kontaklar kurmayı başarabildi.

Pektemek için bir öneri

Önemli ve iyi bir oyuncu Mustafa Pektemek, becerili ve yetenekli.. Ne var ki, ‘olgunlaşma hızı’nda sorun var. Kenardan gelen ve buluşamadığı her top sonrası arkadaşını tekrar ve daha iyisine cesaretlendirmek yerine yüzüne sitemkar ve ağlak bir ifade takıyor. Bundan süratle vazgeçmeli. Böylesi bir tutum, gelişimini tahmin bile edemeyeceği kadar hızlandırır.

28 Nisan 2013, Pazar 12:00
YAZININ DEVAMI