Arama

Popüler aramalar

‘’Müthiş maç mı ?‘’

Bu ülkede futbol, 'takım tutma' ve oyunu bu 'takım tutma' hadisesine saplanmadan açıklamaya çalışma hattına geçmedikten sonra doğru verilerle tartışılamayacak ve sanırım bu nedenle de gelişemeyecek. Ligin 'en değerli' dört takımından ikisi karşılaşıyor ve maçtaki pas kalitesi amatör karşılaşma seviyesini aşamıyor. Ne sahayı kullanabiliyorlar ne de topu! Tek fark para. Fenerbahçe bütçe olarak daha yüksek değerli oyuncularla dolu ve haliyle ilk yarı boyunca daha baskın görünüyor, ancak bu sadece 'görüntü.' Orta sahasında top yapıcı Alper Potuk, Samuel Holmen ve kesici Mehmet Topal, Trabzonsporluların hatasına bağlı bir performans çizgisindeler. Tek olumlu şey Dirk Kuyt, Pierre Webo ve Moussa Sow takım topu kaptırdığı an müdafaa önündeki yerlerini anında alıyor. Ancak bu durumun dezavantajı da şu; hücuma yerleşirken zaman kaybı oluyor ve Trabzon müdafaası dengeyi kuruyor. Alper şaşırtıcı derecede olumsuz pas tercihleri yapıyor ve oyunu hızlandırma konusunda gereken etkiyi gösteremiyor.

Trabzon, Malouda'ya kilitli görünüyor... Oynadı oynuyor, oynamadı bekliyor. İkinci devre Adrian ortaya çıkmadan farkı da yaratamayacak diye düşünüyorum. Olcan sol bekte oynamakta hücum sezgisini yitirmiş gibi. Bir Paulo Henrique çalışıyor ama onun da en yakın arkadaşı 15-20 metre uzağında.

İlk devre sonunda yayıncı kuruluşta maç anlatan arkadaşlar yüksek volümde ilk yarı kalitesinden söz ediyorlardı. Son 5-7 dakikayı -ki o da şuursuz bir baskı - dışarda tutarsak sanırım televizyon başka bir maçı yayınlıyor bizim olduğumuz yerde.

Gelelim ikinci yarıya...

Yayıncı kuruluşta maçı anlatan arkadaşlar ilk yarıda ne gördülerse aslında ikinci yarıda da o vardı; plansız oyun, savruk hücum. Kim adına? Fenerbahçe. Trabzonspor futbolcu kalibresine göre oynarken bekledi ki, rakibi plan değiştirsin. Ersun Yanal, sürekli artık her şeyin değiştiği yolunda röportajlar veriyor ancak şu oyunla neyin değiştiğini tespit etmek pek mümkün olamıyor. İnsan sormadan edemiyor, Baroni oyuna etki edecek bir oyuncu değil mi ya da etki edecek bir ritme kavuşturalamadı mı? Bu maç için Fenerbahçe aleyhine eksik olan, 'oyun aklı'ydı. O da Baroni'yle tesis edilebilirdi.

Trabzon ise sol tarafta nedense Yusuf Erdoğan gibi 'fark yaratacak' bir oyuncuyu sağ tarafta pasifize etti ki, maçın en heyecan vuruşlarından birinde yine o vardı.

Maçın en iyisinin Didier Zokora olduğu düşünülürse varın gerisini siz düşünün.

Netice itibarıyla heyecanı yüksek, oyun becerisi açısından vasatı aşamayan bir maç daha izledik. Üstelik bunlar ligin en sükseli takımlarından ikisi arasında geçti.

Maç biterken esasen ilk devreden memnun olmayan ancak yayıncı olmanın zorunlu sonucu olarak vasatı aşamayan bir maçı öven arkadaşlar bu kez 'sportmence bir mücadele' klişesine sığındılar. Lakin aynı anda ortalık karışmıştı. Ekranda Fenerbahçeliler Didier Zokora'ya 'dalıyordu'. Böylece sportmence 'mücadele' retoriği de taca çıktı.

Ardından hemen 'Maraton'da yayın başladı... Şansal Büyüka'nın ligin bu haftası için açılıştaki ilk sözü "müthiş mücadele"ydi. Oysa iki maçı tam, iki maçı da fasıllarla izlemiş biriydim... Oyun fukarası bu tarz için 'müthiş mücadele' tanımını zekama hakaret ediyorlar diye düşünüp kapatacaktım ki, Hakan Şükür aynı telden topa girdi. "Ya Basta" dedim kendime. Türkçesi "Yeter artık" gibi bir şey. Olay mahallini hızla terk ederken iki gündür başta Premier lig ve Bundesliga olmak üzere iki üç maç izlemiş biri olarak, "Bunlar seni kandırmaya çalışıyorlar ancak sen bu tuzağa düşme" diyerek olay mahallini hızla terk edip, Kavacık Dörtyola doğru yola çıktım...

07 Ekim 2013, Pazartesi 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Böyle hücum planı olur mu!‘’

Oysa Eskişehir müdafaası belki on kez çıkarken yakalandı. Ancak kapılan topların tamamı olgun bir atağa dönüşemeden eriyip gitti.

Öte yandan Ertuğrul Sağlam gibi bir hocanın Veysel Sarı’nın aksadığı sağ kanadı maç boyunca onaracak bir plan geliştirememesi de ilginçti. Beşiktaş hem golü ordan buldu hem de maç boyunca cılız da olsa ataklarını oradan geliştirdi.

Bu maç istisna sayılamaz. Bu ligin ‘hız ortalaması düşük’ olduğundan maçların çoğu yavan ve zevksiz. Şu maç televizyon başında ‘yavaşlatılmış tekrar ve ayrıntılı gösterimlere’ rağmen bu kadar sıkıcıysa buz gibi havada stada gidenlerin çektiklerini varın siz düşünün.

Beşiktaş ağır, Eskişehir ondan ağır... E peki bunca idman neden yapılıyor, bu kadar teknik eleman neden istihdam ediliyor?

Bunca gereksiz polemik futbolu geliştirecek gerçek tartışmaları da geri itiyor.

Ve son notlar... Serdar Kurtuluş ve Eneramo hangi metrik değerler gözetilerek takıma dahil edildi merak ediyorum.

Erkan Zengin ve Erman Kılıç’ı toptan koparan Veli/Necip ikilisi ne denli faydalıysa diğer ikili o denli sıradan. Fernandes ve Gökhan Töre daha basit ve işlevsel oynarsa takım bir parça hızlanır. Olcay’ın ceza sahası içinde pozisyonu ve golü düşünmek yerine penaltı kolaycılığına kaçması da belki son dakikadaki pozisyonla iki puana mal olabilirdi, değil mi?

06 Ekim 2013, Pazar 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Biri olmayınca!‘’

Tüm planı da orta sahadaki ‘tek usta’lı düzen olunca Samet Aybaba’nın bu duruma kolayca önlem alması da zor olmadı. Olcay ve Veli’deki anlaşılamaz düşüş orta sahayı aynı zamanda ‘güçsüz’ bırakınca Aybaba için işler hücum yanında da tıkırında gitti.

Lamine Diarra’nın Atiba/Escude kıskacından çıkıp Sivok’un uzağına kaçarak attığı gol, o çok sözü edilen “Müdafaa çalışacağız”ı da doğrulamamıza el vermiyor. Hele ki ondan bir tane daha yemişsen. Beşiktaş oyuna neredeyse hiç bir anında irade koyamadı. Maç öncesi 3 puanla ligin dibinde olan bir takımla tepe adayı bir takım arasındaki bu denli şaşırtıcı farkı kim bekleyebilirdi? Antalya, iyi oynadı dahası rahat oynadı. Rakibini bu denli ‘rahat oynatan’ Beşiktaş’taki temel sorun ise kanımca 60’lı dakikalarda oyuna hücum yönünde etki edecek yedek kulübesinde oyuncu olmamasıdır. Yedek kulübesi ağırlıklı olarak ‘oyunu çeşitleyecek’ değil de ‘tutacak’ futbolcularla dolu olunca bu tip sonuçlar da kaçınılmaz oluyor. Ancak gerçek sorun, ‘takım olgusu’nun Oğuzhan’ın yokluğunda işleyiş sıkıntısı çekmesi ve bu maç özelinde diğer rakiplerin de bu düzene çalışacak olması. Çünkü Fernandes kreatifliğine bu denli muhtaçlık takımı hayli kırılgan yapıyor. Bakalım Biliç bu sorunu nasıl aşacak?

01 Ekim 2013, Salı 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Hayal kırıklığı notları!‘’

* Maça bir saat 10 dakika var. Herkes koşar adım içeri girmeye çalışıyor. Maç başlamış da geç kalmış gibi acele ediyor insanlar.
* Kombinemizin olduğu kapı biletlilere ayrılmış nedense! K kapısına yönlendirliyoruz.
* Giriyorum. Kapıya dizilmiş çevik kuvvet polislerinden bana en yakın ve bence en genç olanı, “Cem bey, Çarşı yandaki kapıyı patlattı. Biz iyi niyetliyiz ama yapılan doğru değil. Bunu da yazar mısınız?” diyor. “Yazarım” diyorum, yazıyorum.
* Olimpiyat stadı tuvaleti pislik içinde. Kolera, tifo geliyor aklıma.. “Kendi halkına olimpiyat yapamayan başkasına nasıl yapacaktı” diye düşünerek kıyıdan kıyıdan uzaklaşırken arkamda iki genç konuşuyor; “Asgari ücretle çalışıyoruz kardeşim. Taa İzmit’ten geldik bilet de yok. Tabii ki kıracağız kapıyı!!”
* Tribün ‘uçuyor.’ Sanki ligin sondan üçüncü maçı ve Beşiktaş yenerse şampiyon olacak türünden bir hava asılı olimpiyatın üzerinde.
* Maç öncesi stadın tamamına yakını “Her yer Taksim” ve “Sık bakalım”la yıkılıyor.
* En güzel pankart Güney kale arkasına gerili; “Bana ne abi! Çocuklar ölmesin..”
* İlk devre Fernandes ve Almeida daha dikkatli olsa maçın kopması işten bile değil. İlk devrenin ilk ve son beşinci dakikası hariç Beşiktaş topa da oyuna da hakim.
* Galatasaray tüm devre savruk olan hücumlarını 40-45 arası düzene sokuyor ve Tolga’ya sezon başından bu yana ilk kez iş düşüyor.
* Gökhan Töre karşı karşıyayı kaçırıyor, Tolga biri ilk devre Burak’ın iki mutlak gollük vuruşunu kurtarıyor.
* Beşiktaş golünün mimarı Serdar basit ötesi bir hata yapıyor. Bruma’yı tanımıyor, riske giriyor, risk pahalıya patlıyor Drogba maçı skor olarak da dengeye getiriyor.
* Oğuzhan’ın yokluğu hissediliyor. Fernandes tek kalınca ‘su yüzüne çıkamıyor.’
* Drogba bu koşu performansıyla bu ligde bu kadar rahat gol atıyorsa ya Beşiktaş müdafaasında ya da genel olarak bu ligde ciddi bir sorun var diye düşünüyorum kendi kendime.
* Maç bitiyor, bir anons; ‘Arkadaşlar lütfen sahaya girmeyin...’ Derken, tüm stat sahaya iniyor, soyunma odasına bir ordu koşuyor... Felaketin eşiğinden dönülüyor.

23 Eylül 2013, Pazartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Kilit orta sahada‘’

Sarı-Kırmızılılar her zamanki gibi ilk 20-25 dakikada baskıyla oyunu domine edip, Beşiktaş’ın düzenini bozmaya çalışacak. O nedenle maçta ağırlıklı olarak sonucu orta sahada oyuna irade koyacak blok belirleyecek.

Beşiktaş taraftarının uzun yıllardır görmedikleri bir başlangıçla lige giriş yapan takımlarının gidişatından heyecan duydukları aşikar. Özellikle ligin dişli takımlarından Bursaspor karşısında ortaya konan baskılı, kararlı, ısrarcı ve yaratıcı oyun tüm Beşiktaşlılar’ı meftun etti.
Öte yandan Galatasaray’ın ligdeki puan durumu, Şampiyonlar Ligi’nde alınan frapan mağlubiyetle birleşince ortalama Beşiktaşlı algısının, “Onları en kötü zamanlarında yakaladık” biçiminde tezahür edeceğini tahmin etmek de zor olmasa gerek. Ancak, aynı zamanda rehavet ve işlerin maç içinde kötü gidebileceği anlarda tribün öfkesini de beraberinde getirebilecek bu algının tuzağına düşmemek gerek.

Oğuzhan’ın yeri doldurulabilecek mi?

Galatasaray ise teknik heyetinden oyuncusuna, idarecisinden taraftarına kadar hiç kuşku yok ki bu maçı ‘onarım sürecinin başlangıcı’ olarak görecektir. Haliyle Fatih Terim ve tüm takım hazırlığını buna göre yapacak. Elbette Pepe’nin darbesiyle sakatlanıp Real Madrid karşısında oyundan çıkmak zorunda kalan Didier Drogba’nın derbi de olmama ihtimali Galatasaray için handikap gibi duruyor. Ancak Terim’in o bölgeyi onaracak Umut Bulut gibi bir oyuncusu var. Ne var ki Beşiktaş’ın, Oğuzhan Özyakup’un yerine ikame edecek bir oyuncusu var mı, orası meçhul! İki sezondur takımın ‘işler halde’ olduğu her maçta Oğuzhan’dan söz ediyor olmamız tesadüfi değil. Onun basit ve işlevsel hamleleri Beşiktaş’ın takım olarak hızlanmasının temel dinamiğini oluştururken takımın en gösterişli oyuncusu Manuel Fernandes’in de daha görünür hale gelmesine yol açıyor. O nedenle kanımca Beşiktaş, Oğuzhan’ın yokluğunda oyun düzeni açısından, Galatasaray’ın Drogba’dan yararlanamamasından daha fazla zarar görecektir.

Önder Özen’in etkisi çok büyük

Beşiktaş’ın büyük şansı ise başarılı olmuş ‘Arthur Zico/Önder Özen tandemi’ni bu kez ‘Slaven Bilic/Önder Özen tandemi’ne çevrilmiş olması. Hiç kuşkunuz olmasın ki, Beşiktaş’ın şimdiye değin rakipleri üzerinde bu denli kudretli baskı kurmasında Önder Özen’in bu lige ve bu ülkedeki oynama biçimlerine dair derin bilgisi yatmaktadır. Bu bilgi Slaven Bilic gibi oyunu da hayatı da tam da tarif edilmesi gerektiği yerden tarif eden birinin yöntemleriyle birleşince ortaya herkesi memnun eden bir takım çıktı.

Melo tek kalıyor, yük stoperlere biniyor

Tahmince Galatasaray her maçta olduğu gibi bu maçın da ilk 20-25 dakikasını yine baskıyla domine etmeye çalışacak ve Beşiktaş’ın algısını, düzenini bozmaya gayret edecektir. O nedenle maçta ağırlıklı olarak sonucu orta sahada oyuna irade koyacak blok belirleyecek. Real Madrid’in sertlik içeren oyunu nasıl Galatasaray’da çözülmeye yol açtıysa Beşiktaş başta Attiba Hutchinson ve eğer oynayabilirse Veli Kavlak ile bu hattı tahkim etmeye çalışacak ve topu Fernandes’e geçirip sonuca gitmeye çalışacaktır. Galatasaray’ın direnç noktası gibi görünen Felipe Melo’nun o bölgede ‘tek kalıyor olması’ yükü fazlasıyla stoperlerin olduğu bölgeye bindiriyor ve bunun ceremesini de son maçta fazlasıyla çektiler. Real Madrid karşısındaki sonucu bireysel hatalara bağlamak yerine ‘yerleşim ve parselasyon sorunları’nda aramak kanımca daha doğru olur ve çoğumuzun gördüğünü Bilic de bir kenara not etmiştir.

Bu maç bu çileyi kaldırır be mirim!

Olimpiyat Stadı hafta sonu tıklım tıklım dolacak gibi görünüyor. Benden bilet isteyen eş dost sayısına bakarak bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Nasıl oluyor bilmiyorum ama stadın önüne gelenler bilet bulamamışlarsa dahi sebat ettikleri takdirde bir yolunu bulup içeri giriyorlar. Tecrübeyle sabit. O nedenle ben pazar günü 80 bini aşkın bir kalabalık tahmin ediyorum tribünlerde. Bu da kuşkusuz Beşiktaş’a takım olarak olumlu etki edecektir. Evet, tribünlerin mimarisi taraftarın organize olmasını engelliyor. Evet, sahayı görmek, oyuncuyu seçmek
birçok yerden pek mümkün olamıyor. Evet, oraya gitmek bir dert, dönmek ise daha büyük bir dert. Ama bu oyun, bu maç, bu kadar çileyi kaldırıyor be mirim!

Not: Maça gideceklere önerim motosikletli bir arkadaş bulmaları yönünde olacaktır. Ben bu kez ulaşım için bu formülü deneyeceğim.

19 Eylül 2013, Perşembe 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Bu takım ilham verir!‘’

Bursa’nın şaşırtıcı biçimdeki dağınıklığı da Beşiktaş’ın Oğuzhan/Fernandes merkezli orta sahasının işini iyiden iyiye kolaylaştırdı.

Tüm maç boyunca bir an olsun “Oyun Bursa’ya döner” denecek tek hamleye izin vermemenin sırrı ‘akıl’, ‘cesaret’ ve ‘dayanışma’ olarak özetlenebilir.

Düşünün koca maç boyunca herhangi bir, hatta bir an bile konsantrasyon kaybı olmadı. Öyle ki, kaleci Tolga Zengin bu kadar zorlu bir rakip karşısında kariyerinin en rahat maçlarından birini oynadı.

Her hattıyla dengeli, ne yaptığını dahası ne yapacağını bilen bir takım olarak Beşiktaş çok kısa süre sonra daha olgun bir takım haline dönecek gibi görünüyor. Şu haliyle bile lig ortalamasının hayli üzerinde oynayan bir takım olarak gelecek için taraftarını heyecanlandıran bu takım, basit oyununu geliştirdikçe bu ülkedeki oynama biçimine de çok önemli ilhamlar verecektir.

Beri yandan Slaven Biliç/Önder Özen işbirliğindeki teori ve pratik arasındaki bağı da gözden kaçırmamak gerekir...

16 Eylül 2013, Pazartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Ya 'Çarşı' parayı verip eski yerine oturursa?‘’

Orman, yıkımı süren İnönü Stadı için yerleşim düzenini de şimdiden ayarlamış görünüyor. Stat inşaatı proje yönetimi ve müşavirlik hizmetleri için verilen ilanda adı ‘Vodafone Arena’ olarak belirtilen ancak taahhüt edilen ‘İnönü’ adının bu ibarede nereye yerleştirileceği henüz belli olmayan yeni stadyumda Çarşı’ya - artık kimse bu insanlar - ‘yeni açık’ı uygun görmüş Orman. Diyor ki; “Eski statta Gazhane tarafında kalan ‘yeni açık’ tribünü ayırdık onlara.”
Şimdi bu durumda bir kaç “Acaba” sıralasam yanlış mı yapmış olurum!..

Acaba, “Hamili Çarşı üyesidir” ibareli tanıtım kartları dağıtıldı da birilerine benim mi haberim olmadı?

Acaba, ‘Çarşı’lı misafirlere ‘yeni açık’ ayrıldığına göre biletleri de kulüp tarafından şimdiden ücretsiz olarak hazırlandı mı?

Acaba, kendisine “Çarşılıyım” diyen Beşiktaşlılar şimdiki ‘kapalı tribüne’ denk gelen eski yerlerinden kombine ya da bilet almak istediklerinde tiplerine ya da güvenlik kamerası kayıtlarına bakılarak satış yapılmayacak mı?

Acaba, şimdiki ‘kapalı tribüne’ denk gelen o bölümdeki kombineler ya da biletler şimdiden ‘koltuk sahipleri’ için rezerve mi edildi?

Acaba, ‘Çarşı’ için ayrıldığı belirtilen tribün için “Emriniz olur, siz istedikten sonra elbette gider paşa paşa otururuz” diyen birileriyle mi konuşuldu?

Acaba, ‘Gezi Parkı direnişi’ ardından durduk yerde ilan edilen ‘1453 Kartalları’ için stadın hangi mevkiinde yer ayırdı Fikret Orman?

Acaba, geçmişte “Statın en değerli yeri” denilen kapalı tribün biletleri sponsorlar için ayrıldı ve önemli maçlarda orada sponsor şirketlerle yakın ilişki kurabilen diğer takım taraftarlarının da orada ‘huzur içinde maç izlemesini’ sağlamak için mi bu uygulamaya gidildi?

Acaba, ‘Çarşı’ kalabalığı çıkıp “Hooopp! Burası Beşiktaş alayına gider. Parasını veren istediği yere çöker” derse, ki uzak ihtimal değil, bunu engellemek için ne tür önlemler geliştiriyor Orman yönetimi?

Acaba, onca yıldır kapalı tribün kombinesi alan ben ve hayli kalabalık olan onca yıllık tribün dostlarımız için Orman’ın bir yer önerisi var mı?

Bu ‘acaba’lar uzar gider...

Hatırlanırsa Serdar Bilgili’nin başkanlık döneminde de benzeri bir uygulamaya gidilmiş, sonunda ‘Çarşı’nın dediği olmuştu.

‘Gezi Parkı’ süreci hiçbir şey öğretmediyse, insanların katılımcısı oldukları süreçlerde dikkate alınmadıklarında sonucun hiç de öngörülemeyeceğini bir kez daha öğretti çoğumuza.
Ancak, ‘mühendis Fikret Orman’ memlekette olan biteni sanki hala doğru okuyamıyor gibi görünüyor.



Bu kalem o anda ne yapıyor?


Tuhaf bir ülkede yaşıyoruz! En basit durumu bile muammaya çevirme konusunda elimize şu gezegende su dökecek birileri var mı, bilemiyorum. Fatih Terim milli takımla iki maça çıkıyor ve biz hala federasyonla bir sözleşme imzalayıp imzalamadığını öğrenemiyoruz. Ne var yani ‘Evet’ ya da ‘Hayır’ olarak açıklansa... Kıyamet mi kopacak?

Galatasaray Başkanı ünal Aysal, ‘belirsizlikten’ doğan gerilimi ‘düşük yoğunluklu’ seviyeye çekerken hafif kinaye içerdiğini düşündüğüm bir tonda şunları söylüyordu: “Fatih Terim ile TFF arasında bir mukavele olsaydı, bize verilirdi. Bizim buradan çıkardığımız netice, ortada bir mukavele olmadığı yönündedir.”

Bu durumda yukarıdaki fotoğraf için rahatlıkla şu ihtimalleri sıralayabiliriz..

A - Terim, o anda karikatür çiziyor ya da ‘karalama sanatı’yla uğraşıyor.
B - Milli takımla çıkacağı Andorra maçının planlamasını yapıyor.
C - TFF Başkanı Demirören’e gideceği yer için yol tarifi veriyor.
D - Hiç biri. - Ya da hepsi.-

Ha bir de şu soru geldi aklıma! Teknik ekipteki Hamza Hamzaoğlu, Alper Boğuşlu ile Julen Masach acaba hangi tür kalem kullanmayı tercih ediyorlar?

13 Eylül 2013, Cuma 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Atı olan el atına biner mi?‘’

Bu coğrafyada yaşayanların ağırlıklı çoğunluğu ‘birinin gelip kendilerini kurtaracağı inancıyla’ verir son nefesini. Büyük çoğunluk geleceğini bir kişinin mucizevi formülleri ve haliyle onun iki dudağının arasından çıkacak sözcüklere terk ettiği coğrafyalarda ne futbol, ne basketbol, ne bilim, ne de herhangi bir alanda hayatın ‘mutluluk’ ve ‘ilerleme ekseni’nde gelişmesi mümkün olabilir mi? Bu, hayatın da, futbolun da en sevmediği durumdur!

Sonu da böyle olur işte, geleceğin başkalarının yaptıklarına ya da yapamadıklarına bağlı kalır. Yani türküde söylendiği gibi, “Atı olan el atına biner mi?”
Kuşkusuz ki Fatih Terim bu ülkenin ‘notları en yüksek hocası’dır. Lakin sorun burada olamaz? Bu takımın -ya da basketbol milli takımının- oyuncu kadrosu gündelik yaşamları da dahil ‘mucizevi lidere’ ve onun motivasyonuna ihtiyaç duyarak oynamaya alışık olduğundan takım olmayı başaramıyorlar ve bu eksiklikleri dolayısıyla çoğunun ülke sınırları dışında hiçbir hükmü yok.

Ne garip ülkede yaşıyoruz değil mi? Olacağı iddia edilen her şey kısa sürede aslına rücu ediyor ve hiçbirimiz buna şaşırmıyoruz. “Şerbetli olmak” deniyor buna eski dilde..
Peki dün akşam ne oldu? Biz Andorra’yı yendik, Romanya ise Macaristan’ı. Demek ki neymiş mucize gerçekleşebilirmiş! Mucizeler olmazsa şu hayat yaşanır mı?
Peki “Maçın güzel hiç bir yanı mı yoktu” diye sorulacak olursa şunu söylerim; her golden sonra golü atan da, pası veren de, golü gören de çocuklar gibi şendi. Futbol da başka ne ki, o anlık mutluluk... Sonrası..
“Zaman en iyi güreşçidir..”

07 Eylül 2013, Cumartesi 12:00
YAZININ DEVAMI