Arama

Popüler aramalar

‘’HASTA ETMEYİN ÇOCUKLARIMIZI!‘’

Çünkü, hava buz gibi ve yağmur insanı kırbaçlıyor. Ne var ki, en az yarım saattir ısınan futbolcu abilerinin önünde seramoniye çıkmış çocuklar arasındaki dünya güzeli en küçük sabi ısınabilmek için bir gayret ellerine hohluyor. Üzerinde tiril bir forma! Daha o çocukları korumayı beceremeyen bir organizasyon koca oyunu nasıl korusun?
Beşiktaş, Atiba’nın olmadığı orta sahada ilk yarı boyunca top kesme ve kapma konusunda sıkıntı yaşasa da topu ele geçirdiği anlarda Oğuzhan merkezli organizasyonlarla tempoyu yükselterek tehlikeli olmaya çalıştı. Bunda takımın tüm hatlarıyla birbirine yakın oynuyor oluşunun payı büyüktü kuşkusuz; “Birimiz yoksa hepimiz varız...”

Hücumda ise çoğu maçta olduğu gibi bu maçta da bariz ‘balans sorunu’ yine göze çarptı. Ramon Motta’nın soldan öne taşığıdı takımda ‘balansı’ yakalayabilmek için sağ tarafında benzeri biçimde işlemesi gerekiyor. Gelin görün ki Serdar o dengeyi kurabilecek oyuncu değil. “Çağdaş bir kanat oyuncusunun ne yapması gerektiğini öğrenmesi için gelişmiş liglerdeki mevkiidaşlarını daha çok izlemesi gerek” diyeceğim ama artık onun için fazlasıyla geç gibi görünüyor!

Eskişehir’in ‘oynatmama kaygılı’ düzeniyle maç ikinci yarıda “Atan kazanır” dengesine geldi. Beşiktaş lehine çözüldüğü yer ise memleketin temel sorunlarından en belirgini olan ‘duran top’la mümkün oldu. Birçok takım gibi Beşiktaş’ın önemli sıkıntılarından biri de duran top arama ve onu yaratma konusundaki yetersizlik. Tesadüfen yakalananlar ise yeterli ve planlı çalışma olmadığı için işlevsel kullanılamıyor. Golün geldiği pozisyonu düşünün; Gökhan Töre ortasında Eskişehir savunması bu denli ağırkanlı davranıp Ersan Gülüm’e “Düşün, taşın öyle vur” şansı vermese maç belki de golsuz bitecek. Neticede Beşiktaş “Atan kazanır”ın, atıp kazananı oldu. Ve golün ardından tribünde yaşanan sevinç de o havada oraya kadar gelen insanların tesellisi...

10 Mart 2014, Pazartesi 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Uç uç böceğim!‘’

Bu durum sosyal ve siyasal yaşam için ne kadar böyleyse örneğin, son yıllardaki içi boş açılımlar gibi, futbolda da o denli benzerdir. Bakınız, Türkiye Futbol Direktörü Fatih Terim, “Futbolda çağın önüne geçeceğiz” türünden içi boş umutlar dağıtmaktan geri durmaz. Çünkü mevcut yapılar projelerin denetlenmesine imkan verecek şeffaflıktan yoksundur. Daha önce yaşanan olumsuzluklar toplumsal hafızadan hızla silinir. Ve iş yapmanın temel ölçütü bilgi ve deneyim ya da yeterlilik değil ‘yönetici keyfiyeti’dir. Hal böyle olunca da ortalık sloganlara sarılmış ‘umut taciri’ yöneticiden geçilmez.

Beşiktaş Başkanı Fikret Orman da Sapanca’da yöneticilerle girdikleri kampta coşmuş! Öncelikle ‘Gelecek 10 yıl’ diyerek hedefi 2024’e kadar yaymış Orman... Ancak bunu yaparken iki sezonluk icraatı unutmuş olmalı ki, ‘Daha önceden olduğu gibi 15 oyuncu gelsin, 20 tanesi gitsin şeklindeki deneme yanılma çalışmaları artık çok geride kaldı’ demiş.

Aybaba döneminde duyduk!

Hatırlanırsa, geçen sezonu lig üçüncüsü bitiren Beşiktaş, bu yıl 12 oyuncu ile takviye edildi. Geldiği gibi gönderilen Eneramo’yu dışarıda tutalım; Serdar Kurtuluş, Pedro Franco, Sezer Öztürk, Kerim Frei ve Ömer Şişmanoğlu’nun durumları belli. Ramon Motta, Dany ve yeni transfer Jones’tan alınacak verim soru işareti! Hal böyle olunca ‘15 oyuncu gelsin 20’si gitsin dönemi bitti’ türünden açıklamalar ne denli inandırıcı olabilir? Kaldı ki geçen sezonun başında benzeri sözleri teknik direktör Samet Aybaba için duymuş ve okumuştuk! Ancak sezon bitmeden Aybaba ile yollar ayrılırken çıkan maraza çoğumuzun hafızasındadır!.. Ancak bu bölümlerdeki tutarsızlıklar, Orman’ın özellikle ‘futbol ekonomisinin işleyişi’ne dair temel tutarsızlığı şu ifadelerde aranmalı; ‘Başkanlık dönemimde Avrupa’da şampiyonluk hayalim var. Avrupa’dan bir kupa müzemize gelecek. Öyle ya da böyle bunu başaracağız. İşte o zaman rakiplerimizin önüne geçeceğiz.”

Ligde başarı şart

Orman denklemi ters kuruyor. Rakiplerin önüne geçme konusunda hangi kriteri ölçü aldığı belirsiz. Mesele ‘yeni stat ve gelir’ denklemiyle çözülecek denli basit olsa Avrupa’nın kalburüstü takımlarında bile görülmeyen 20-25 milyon taraftara sahip oldukları iddia edilen Galatasaray ve Fenerbahçe’nin, çoktan ‘Atı alıp Üsküdar’ı geçmiş’ olmaları gerekirdi. Ha, ‘Onların yöneticileri kulüp yönetmeyi bilmiyor. Biz alasını biliyoruz’ deniyorsa o daha uzun bir yazının konusu olur. Şimdilik Orman’ın bu ‘ham hayalleri’ne şöyle nokta koyalım... Bir kere Avrupa’da bir kupa deniyorsa adı konulmalı; UEFA Avrupa Ligi Kupası. Bunu kazandıktan sonra ‘rakiplerin önüne geçmek’ iddiası ise mantıken tutarsızdır. Bu sadece bir ‘moral üstünlük’ sağlar o kadar. Kupa kazanılır belki ama rakiplerinin önüne geçmek gerçekleşmez. Örneğin, Galatasaray’ın kazandığı UEFA Kupası ve uzun yıllar Fenerbahçe ile arasındaki ‘mesafe.’ Ya da Şampiyonlar Ligi Kupası’nı kaldırdıktan sonra çöken Borussia Dortmund! Rakiplerin önüne geçmek için evvela bizim ligde kalıcı başarı ve sürdürülebilir bir yapılanma şarttır. Yoksa bundan gayrısı kuru slogandır ve pikniğe gitmiş çocuğun omzuna konan uğur böceği temennisini aşacak güce sahip değildir; ‘Uç uç böceğim, annem sana terlik pabuç alacak!..’

05 Mart 2014, Çarşamba 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Fener golü aradı durdu‘’

'Eşit vatandaşlık hakkı'nın göz göre göre ihlal edildiği bir maç daha... Bu acayip durumun huzur içinde kabul gördüğü bir ülkenin son yıllarda seri bağlı ve giderek şiddetlenen 'hukuk tartışmaları' yaşıyor olması bir ironi değilse, nedir? Örneğin Feryal Pere gibi Fenerbahçe tutkulusu bir kadın hem ceza alınan maçta hem cezanı çekildiği maçta olabilir. Ancak onun kadar takımına tutkulu bir erkek işlemediği suç yüzünden Gençlerbirliği maçına gidemiyor! Bu topraklara özgü tuhaflığa nokta koyup maça geçelim...

Son gelişmelerin yarattığı atmosfer dolayısıyla kaygılı olabileceğini düşündüğüm Fenerbahçeli oyuncular, tam tersine iştahlı. Maçın başından ilk yarının sonuna kadar golü arayıp durdular. Gençlerbirliği temkinle beklerken onlar sağdan sola dalıp duruyorlar rakip sahaya. Oyun tamamen Gençler yarı sahasında sıkıştı ve düğümü çözmek ikinci yarıya kaldı.

İKİNCİ YARI

Fenerbahçe ikinci yarıya da ülkenin en iyi oyuncusu olma yolunda büyük yol alan Caner Erkin'in takımını öne çeken üstün gayretinin etkisiyle baskın başladı. Caner çağırdı takımı, yüklendikçe yüklendi. Gençler, direnişi çaresizce sürdürürken tahmin edilen oldu ve penaltılar üst üste geldi... Ülkenin en tartışmalı oyuncusu Emre'nin penaltılarının ardından maç koptu. Gençler'in ilk kornerini 82. dakikada attığı düşünülürse maçın vaziyeti de anlaşılır. İkinci penaltı golünün ardından coşku gitti yerine ülkeye özgü 'yavan oyun' geldi ve maç soldu.

Fenerbahçe'nin kadınları zaman zaman ülke gündemine göndermeler yapan sloganlar atarken bu meseleyi sadece 'erkek sorunu' olarak algılayan muktedirler de ne denli çaresiz olduklarını anlamışlardır sanırım. Hele ki anneleri/ablaları ile gelen çocuklar da düşünülürse...

01 Mart 2014, Cumartesi 18:50
YAZININ DEVAMI

‘’Vasat olana rıza göstermek‘’

Taraftar futbolun ruhudur, anlamını verendir. Hele ki Beşiktaş gibi bir takımda bunu daha yakından hissedersiniz. Bu sezon yönetiminin anlaşılmaz kararlarıyla sürekli stat değiştiren Beşiktaş, çeşitli nedenlerle zaten oyununu geliştirme problemleri yaşıyor. Taraftarsızlık ise dünkü vasat oyunun tuzu biberi oldu. Şu açık, bu statta 30 binin üzerinde kalabalık toplayamazsanız tribün etkisi yaratamıyorsunuz.

Dün gece Beşiktaş ilk yarı boyunca yine ‘vasatı’ aşamazken Slaven Biliç’in her fırsatta 4. hakem Bülent Gökçü’ye yaptığı el kol hareketleri saha içinde çare üretemiyor oluşuna bağlanmalı kanımca. Sahadaki ekip bir şey yapamazken bunun tek sorumlusu hakemler gibi bir izlenim yaratmaya çalışmak, ‘sosyalizm retoriği’ne pek uymasa gerek!

Beşiktaşlıların gözlerinden biri, ‘mucize yaratması’ beklenen Jermain Jones’taydı. Sanırım Jones daha ilk maçta ‘futbolu bayat’ bir ülkeye geldiğini anlamıştır. O da zamanla daha iyi öğrenecek buradaki kuralı; “Oynama, oynatma! Her yerde rakibe direkt temas et!” Beri yandan bir başka şeyi daha anlayacaktır; bu ülkenin son dönem mitolojilerinden olan ‘dikine oynama’nın bu düzenler içinde o denli kolay olmadığını...
Atiba/Jones/Veli ile oluşturduğu üç kesicili orta sahadan Jones/Oğuzhan değişikliğiyle ‘bir yaratıcı’lı düzene dönen Biliç bu sayede oyuna bir nebze ritm kazandırdı. Onca yıldır Beşiktaş’ta oynayan/idman yapan dün gecenin ‘sağ bek’i Necip’in yapması gerekenleri Atiba’nın yapıyor olması sizce de tuhaf değil mi! Atiba’nın kenardan getirdiği toplar sayesinde Almeida maçtaki en kritik üç, dört pozisyondan ikisinin bizzat içinde yer aldı. Ne var ki, sakatlanıp çıkınca kendisine en ihtiyaç hissedilen oyunun son bölümünde takımını ‘hücumda başsız’ bırakmış oldu.

Maçın son bölümündeki tempoya aldanmayın, onun itici gücü akıl değil ‘can havli’dir. Ve son düdük çaldığında gerek statta gerek televizyon başındaki taraftarlar şu soruyu sorsa yanlış mı yapmış olur; “Biz bu maçı neden izledik?”

01 Mart 2014, Cumartesi 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Tutarlılık!‘’

Temel problem; tutarsızlık

Beşiktaş’ın bugününü anlamaya çalışırken Yıldırım Demirören yönetiminden devralınan ‘yıkıntı’yı ihmal etmemek gerek. Fakat şunu da unutmamak gerek ki, ‘yıkıntı’yı onarırken geliştirdiğiniz yöntem bundan sonra yapacaklarınız ve iddialarınızı gerçekleştirme konusunda ciddi ipuçları verir. Başta belirteyim, Beşiktaş kulübünde son yıllarda çok temel bir problem var; tutarsızlık! Bu kulüp bu sorunu aşamıyor ne yazık ki. Geçmişteki tutarsız ve yalpalama halindeki seyir bugün de devam ediyor. Takımdaki temel sorun, çok başlı yönetim ve ‘kronik tutarsızlık’ halinin çözümü engelleyici özelliği. Örneğin, sezon başındaki Sezer Öztürk ve Michael Eneramo transferlerinin hangi gerekçe ve ölçütlerle yapıldığını hâlâ kimse bilmiyor

Sorunlara çözüm aranmadı


Sezonun ilk devresinin sonuna doğru maçların ikinci yarılarında Beşiktaş paralize oluyordu. Buna çözüm aramak yerine, devre arası Ronaldinho haberleriyle geçiştirildi. Ve şapkadan çıka çıka, Galatasaray’da sahaya çıktığında hocası da dahil tüm tribünü tedirgin eden Dany çıktı! Bu da gösteriyor ki, Beşiktaş’ta memleketin sorunlu
bölgeleri sağ/sol bek ve stoper mevkiileri için enine boyuna bir çalışma yapılmamış. Dany için böyle düşünmemin nedeni son maçta neden olduğu penaltı değil, onun artık fazladan kanıt gerektirmeyen dengesiz tarzı! Lakin gelin görün ki, böylesi savruk bir oyuncu sadece ‘hızlı olduğu gerekçesiyle’ bu ülkenin önemli takımları
arasında gidip gelebiliyor

‘Mucize doktor’ neyi değiştirdi?

Peki ya, Jermaine Jones? Ligin sadece ikinci yarısında takıma katkı vermesi için kiralanan ancak uzun süredir sakat olan ve ne zaman sıhhat bulacağı bilmece olan bir
oyuncunun transferi nasıl açıklanabilir? Bu oyuncu problem çözmesi gerektiği en kritik maçta sahada olamayacaksa hangi maç/maçlar için takıma dahil edilmiş
olabilir? Üstelik bu takım ligin ilk yarısında sürekli sakatlıklarla boğuşan bir takım ise! Şimdi size fazlaca soyutlama yapıyorum gibi gelebilir ama Beşiktaş, ‘sağlıklı
oyuncu’ ve ‘verimlilik’ parametreleri üzerinden düşünüldüğünde bile iyi yönetilmeyen, zararda bir takım. Bu başlığı başka bir yazıda uzun uzadıya ele alırız. Son maçta iki kaleci çeşitli gerekçelerle ‘hafıza kaybı’ yaşadı. Ki Cenk Gönen’in yaşadığının hayli ciddi olduğunu hepimiz gördük. Ben kendi adıma Ertuğrul Karanlık’a, Fenerbahçe
döneminin ardından Moussa Sow ile medyada yaşadığı tartışma nedeniyle hep uzak oldum. Tıp etiğini hiçe sayıp doktor/hasta ilişkisini medya malzemesi haline
getiren biri için fazla söze gerek yok. Ve sormadan edemiyorum; geçen yıl da benzer sayıda sakatlık yaşamış Beşiktaş’ta doktor İsmail Başöz yerine ‘mucize doktor’ olarak anılan Karanlık’ın getirisi nedir acaba?

Hilbert’in alternatifi Serdar!

Beşiktaş ile ilgili yazılması gerekenler hayli fazla ama, şu ‘sağ bek’ sorunu hayli elzem görünüyor. Çünkü ‘takım mühendisliği’ sorununun en açık görüldüğü yer bu bölge. Geçen yıllarda bu takımın sağ beki Roberto Hilbert şu anda Bundesliga 2.’si Bayer Leverkusen’de banko oynuyor. Peki o mevkiiyi kimle kollamak istedi Beşiktaş? Serdar Kurtuluş!.. Olmadı Atiba Hutchinson... Devamında ise Dany ve stopersiz kalınca Necip! Şimdi sorarım size, bir bölgesi böylesine belirsiz bir takım, balans tutar mı?

Başarı varsa, insanlar neden mutsuz?

Bilic, “Necip sağ bekte Sneijder’i oynatmadı” mealinden bir şeyler söyledi. Maçı bir daha izleyin. Atak sayısı sınırlı Galatasaray’ın, iki ciddi atağında başrol Sneijder’in. Birinde ceza sahasından attığı şut Atiba’ya çarptı, diğerinde Burak soldan akarken Sneijder ceza sahası içinde bomboştu ve Necip en az 10 metre ardındaydı!.. Bilindiği gibi sağ bek sadece savunmacı değil aynı zamanda ‘kanat açığı’dır da. Elinizde Almeida gibi ‘yüksek top’ avantajı olan bir oyuncu varken, kenar oyuncunuz olmadığından onu sürekli byerden toplarla oyuna dahil etmeye çalışırsanız, sonuç böyle olunca, “Şu iyi oynadı bu iyi oynadı” demek zorunda kalırsınız. Evet, Beşiktaş
Galatasaray’ı ön bölgeden uzak tuttu ancak kendi de o bölgeye gidemedi. Eğer bu ‘başarı’ ise doğru, Beşiktaş başarılı! Peki o zaman bu kadar insan neden mutsuz ve umutsuz?

25 Şubat 2014, Salı 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Biri 'Al sana Dany' dese!...‘’

İlk olarak şunu belirlemek gerek; Beşiktaş’ın neredeyse her hafta değişik kadro ve farklı dizilişle sahaya çıkma zorunluluğu bir oyun modeli ezberleme ve onu disiplin içinde geliştirmesine de engel oluyor. Bunda en büyük etken ise takım yapısı oluşturulurken sağ ve sol beke seçilen oyuncuların deyim yerindeyse ‘geçiştirilmiş’ olması. Örneğin sağ bekte Serdar Kurtuluş, Atiba, Dany ya da Necip türünden geçici çözümler takımın ritmini olumsuz etkilemekten öte direkt olarak bozuyor! Galatasaray’daki performansı belli olan ve ‘dengesiz oyunuyla meşhur’ Dany’nin tribünden gelen tüm itirazlara rağmen stoper için tercih edilmesi de başka bir sancılı durum. En azından neden olduğu penaltıda böyle düşünenleri haksız çıkarmadı Dany.

Deplasman karnesi iyi olan Beşiktaş’ın maçın genelinde bundan önceki deplasman çizgisine ulaştığını söylemek mümkün. Galatasaray’ın iki kenar oyuncusu Alex Telles ve Veysel’i geri itme konusunda uzun süre başarılı oldularsa da Veysel’in penaltı pozisyonundaki ısrarlı mücadelesini engelleyememek onlara pahalıya patladı.

Galatasaray, biraz da Burak’ın savruk ve kontrolsüz oyunu nedeniyle hücumda istediği oranda etkili olamadığı maçta yine de istediği sonucu almayı başardı. Bunda kenar yönetiminin oyuna yaptığı yerinde müdahaleler kadar Beşiktaş’ın gole en yakın ismi Almeida’yı yüksek değil de sürekli alçak toplarda buluşturmaya gayret etmesinin etkisi de yok değildi. Şampiyonlar ligi hedefli Beşiktaş, yedek kulübesinde oyun ritmini değiştirecek oyuncusu olmamasının ıstırabını bu çok kritik maçta bir kez daha yaşadı. Tekrarlamakta fayda var, oynanan oyunun seviyesini birazdan daha fazla ‘takım mühendisliği’ belirler ve bu durum Beşiktaş’ta hayli sıkıntılı. Son not olarak da şunu belirteyim... Sahadaki Beşiktaşlı oyuncuların yüzüne lazer tutmaya çalışan ‘dünyadan habersiz vatandaş’ futboldan ve hayattan ne denli bihaberse, öteden beri büyük muhabbet beslediğim Semih Kaya’nın korner kararı vermesinde hakeme yaptığı yardım da o denli muazzamdı.

23 Şubat 2014, Pazar 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Doğru oyun kaza kurbanı‘’

İki takım arasında gerek oyuncu kapasiteleri gerek tarihi derinlik gerek ‘kulüp genetiği’ açısından farkın bu denli açık olduğu durumlarda oyunu dengede tutmak öncelikle kendi analizinizi doğru yapabilmekten geçer. Taraftarları beğensin beğenmesin Mustafa Reşit Akçay eldeki kadroya bakıp bu analizi doğru yapmıştı. İlk hedef, doğru ve etkili müdafaa oynayabilmekti.

Dün Trabzonspor, stoper dengesini bozan o saçma sapan ‘kaza golü’ dışında oyun ritmini ve hızını kendi kapasitesine göre ayarlama konusunda Juventus’tan daha başarılıydı. Bu anlamda müdafaa yapma konusunda doğru ve etkiliydi. Kuşkusuz ki rakibinden ‘daha iyi oynamadı’ ama olanakları doğrultusunda ‘daha doğru oynadı.’
Öyle ki, yasak olduğu defalarca vurgulanmış hatta Fenerbahçe bu yüzden ağır biçimde cezalandırılmışken 61. dakikada marifetmiş gibi tribünde meşale yakıp maytap atma saçmalığına kadar Hami Mandıralı’nın planı küçük hatalar dışında gayet iyi işledi. Düşünün ki Onur bizim lig dahil en iş düşmeyen maçlarından birini oynadı.

Mandıralı, takımı yenik durumdayken Bourceanu/Yusuf değişikliğiyle daha önce yaptığı Emre/Henrique hamlesini 67. dakika itibarıyla daha işler hale getirmek istedi. Henrique’nin vuruşunda ya da devamında top çizgiyi aşmadan Yusuf yetişmiş olsa bu plan da tutmuş olacaktı. (Ağır çekim görüntü 6 hakem uygulamasını adalet dağıtımı için elzem görenleri bir kez daha utandırmıştır sanırım!) Gerek o saçma kaza golü gerekse uzatmada yay üstünde unutulan Pogba’nın mahir vuruşuyla gelen ikinci gole rağmen Trabzon’un son bölüme taşıdığı etkili oyunuyla gerek sahadaki gerekse tribündeki Juventuslular için yeni bir ‘korku efekti’ yarattığı açık.

Şimdi hep birlikte düşünmemiz gereken soru şu; bizim takımlar nasıl oluyor da Avrupa’da daha heyecan verici olabiliyorlar? Bunun temel nedeni bizim ülkedeki ‘vasat oyun bağımlılığı’ olmasın!

21 Şubat 2014, Cuma 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bi susun diyen yok mu!‘’

“Kirlilik içinde meseleyi ‘takımdaşlık faşizmi’ne indirgeyen yöneticiler doğruları istedikleri gibi gözden kaçırıyor”

“Taraftar ise, ‘Bu yıl olmadı bir sonraki sezon yıldızlarla ya da yeni statla uçacağız’ palavrasıyla avunmayı sürdürüyor”

“Ülkede hala iki ön libero, ikişer sağ ve sol bek çıkmıyorsa, kafa ve ayaklar yerine çenelerin boş yere çalışmasındandır”

Malumunuz futbol, endüstriyel bir faaliyete dönüşeliberi sahadan çok medyada oynanıyor. Stadyumların insan kapasitesinin sınırlı olması gibi nedenler, hele de bizim gibi üç takım çevresine kümelenmiş geniş kalabalıkların olduğu bir ülkede işi iyiden iyiye bir ‘medya oyunu’na çeviriyor. O nedenle dikkat edin ortalık içi boş slogandan, fuzuli demeçten, zeka içermeyen sataşmadan geçilmiyor. Çünkü bu ülkede futbolcuların değil ‘yöneticilerin oyunu’nu izliyoruz çoktandır. Beri yandan ‘oyunun değeri’ni de sahada oynayanlar ile onları stadyumda izleyenler değil, futbolu yönetenler belirliyor. Düşünün bir, Alper Potuk’un sadece bonservisi 7.250 milyon euro artı Henri Bienvenu takası.. Hadi bir de dünyadan örnek verelim; Gareth Bale’in bonservisi 99.5 milyon euro. Bunları hangi eli yüzü düzgün iktisat doktrini açıklayabilir ki?

Durum bu kadar ‘akıl dışı’ iken bu ‘demeç kirliliği’ni ‘akıl içi’ verilerle analiz etmeye çalışmak başlı başına tuhaflıktır. Ne derler bilirsiniz; ‘Yanlış hayat doğru yaşanamaz...’

Taraftar inanıyor!


Futbol geldiğimiz noktada tam da bu ‘akıl dışı’ yapısı nedeniyle yöneticileri futbolculardan daha görünür kılıyor. Bu görünürlüğün yegane aracı da medya olduğu için ‘güçlü görünen yöneticiler’ bu çok sevdiğimiz oyunu alabildiğine işgal ediyor. Üstüne üstlük ağızlarını her açtıklarından açık seçik belli oluyor ki çoğu oyunun dinamiklerinden de bihaber! Peki taraftarlar? Onların takım tutma hadisesini bir ‘kimlik mücadelesi’ne çevirdikleri açık. Tuttukları takımın yöneticilerinin ağzından çıkan her olur olmaz sözü kayıtsız şartsız doğru kabul edip, bu hastalıklı hali çoğaltıp yaygınlaştırıyorlar. Bu noktadaki temel motivasyonları ise ‘gelişme/ilerleme’ değil “Önce rakip bir tökezlesin hele” oluyor. Haliyle böylesi bir atmosferde ne futbolcunun gelişimi üzerine akıl yürütülüyor, ne hakemlik kurumu üzerine doğru düzgün bir tartışma yapılabiliyor, ne takım olgusu ve ihtiyaçlar rasyonel olarak incelenebiliyor ne de futbolun gündelik hayatımızla bağı doğru olarak kurulabiliyor.

Kayıkçı kavgası...


Bu kirlilik içinde meseleyi ‘takımdaşlık faşizmi’ne indirgeyen yöneticiler de doğruları istedikleri gibi gözden kaçırmayı başarıyor. Taraftar ise, “Bu yıl olmadı bir sonraki sezon yıldızlarla ya da yeni statla uçacağız” palavrasıyla avunmayı sürdürüyor. Neticede, her sezon benzeri şeyleri tartışıyor benzeri kayıkçı kavgalarını izliyorsak... Bütün bunlar olup biterken ülkede hâlâ eli yüzü düzgün iki ön libero, ikişer sağ ve sol bek çıkmıyorsa bu, kafa ve ayaklar yerine çenelerin boş yere çalışmasındandır. Ve taraftarlar, “Bi susun da şu oyunu zevkle izleyelim abi” diye yüksek perdeden itiraz etmeyi başaramadıkça bu yönetici tiyatrosu - haliyle onları taklit eden futbolcu dalaşısürüp gidecektir.

Arkadaşlar! Tufaya düşmeyelim..

Başladığı günden bu yana tek bahis kuponu doldurmamış dahası nasıl doldurulduğunu bilmeyen biri olarak, yaklaşık iki haftadır 10’a yakın mail aldım. Çoğu, “Abi bu sen misin?” bazıları da “İnsanları dolandırmaya utanmıyor musun?” diyordu. Facebook hayatımıza girdiğinde iş gereği bir sayfa açmış ancak bir ay sonra bana uymadığını anlayarak derhal uzamıştım! Anlaşılıyor ki biri/birileri ‘Cem Dizdar’ diye sayfalar açıp kupon ve hayal ticareti yapıyor. Kolay yoldan para kazanma heveslisi insanlar da bu yola sapıyor. Nihayetinde bir bölüm insan kandırıldığını anlayıp “Bu sen misin?” diye soruyor. Soruyu başta sorsalar bu tuzağa düşmeyecekler. Belki bu işi kurgulayan vatandaşın(ların) adı ve soyadı da Cem Dizdar, onu da bilemiyorum. Neyse... Diyeceğim şu; ben bahis işinden zerrece anlamam. Facebook ve Twitter’da yokum.. Uyanık olun, kolay para kazanacağız diye tufaya düşmeyin!.

19 Şubat 2014, Çarşamba 01:30
YAZININ DEVAMI