Arama

Popüler aramalar

‘’Önümüzdeki maçlara‘’

Müdafaada gerek sakatlık gerek oyuncu yetersizliği nedeniyle oluşan gedikleri kapatmak için Atiba’yı her derde deva merhem haline getirince de, mevkisinde devamlılık gösterebilecek yegane oyuncusundan da yararlanamıyor..

Ve haliyle ‘takım omurgası’nı da dik tutmak mümkün olamıyor. Maçın ilk beş dakikasındaki Trabzon ataklarında Atiba iki kez stoper olmak zorunda kalıyorsa Ersan/Necip ikilisinin mevkii dağınıklığı üzerine ne söylense boş. Haliyle yük iyiden iyiye müdafaaya binince orta sahada Oğuzhan/Fernades ikilisinin oyunu derleyip toparlaması da mümkün olamıyor. Beşiktaş topu ileri taşımayıp resmen ‘sürüklüyor.’ O da bir düzen içinde değil ancak kişisel gayretle... O zaman da, ‘Hugo ne yapsın?’ değil mi?

Trabzon, Mustafa Reşit Akçay’ın geçen haftalarda sözünü ettiği, ‘iyi müdafaa’yı en azından ilk yarı boyunca doğru uyguladı. İkinci yarı Trabzon’un kontrol oyunuyla biraz daha öne taşan Beşiktaş Almeida’ya cılız toplar indirirken aynı anda geride Atiba, stoper bölgesini onarmaya yardıma gittikçe, sağ kanat yırtıldıkça yırtıldı.

Malouda/Tolga karşılaşması onlardan sadece biriydi. İki takımda da kenardan gelerek oyuna ‘can verecek’ oyuncu olmayınca iş mecburen yine eskilere kalmıştı ki, Fernandes’den gelen korner Atiba/Onur/Hugo sarmalıyla maç berabere geldi. Nihayetinde ‘düşük tempo, aksak ritm’ şeklinde özetlenebilecek memleket vasatını aşamayan, izlemekten gına geldiğimiz maçlardan birini daha geride bıraktık. Daha iyileri önümüzdeki maçlarda inşallah!..

26 Ocak 2014, Pazar 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Türküleri yakanlar kanunları yapanlar‘’

Ergenekon’la başlayıp 17 Aralık operasyonlarına kadar devam eden süreç de esasen, ‘tarihin bügun şekillendirilmesi çabası’ndan başka bir şey değildir. Başbakan Erdoğan’ın yanı sıra Ergenekon sürecinin bir çok ideoloğu bugün düşünsel olarak rota değiştirmek için var güçleriyle sözcük üretmeye çabalıyor. Çünkü, ‘yanılsama dönemi’ bitti, bitiyor... Bu döneme elbette 3 Temmuz süreci de dahildi. Ancak davanın ötekilerden bir farkı oldu. Aziz Yıldırım’ın adı çevresinde sembolleşen bu dava, sıkça duyduğumuz bir futbol deyimini kullanmak gerekirse, belki de Ergenekon’la başlayan sürecin en önemli ‘kırılma anı’ydı.

Bu denli itiraz olmamıştı

Hükümet ile iktidarı oluşturan bloğun müttefiklerinden Gülen cemaatinin, PKK ile yürütülen Oslo görüşmeleri bahanesiyle MİT Başkanı Hakan Fidan’a yönelik taarruzu bile toplumda bu denli yüksek ve görünür bir itiraza neden olmamıştı.

3 Temmuz’un ardından ise duruma müdahale eden Fenerbahçeli yığınların gerek sokağa taşan gerekse toplum içerisinde dolaşıma giren sert tepkisi, o ana kadar itiraz edilmesine rağmen iktidarca kulak ardı edilen ‘Özel Yetkili Mahkemeler’ probleminin de su yüzüne çıkmasına vesile oldu. Devamını süreci takip edenler biliyordur... Önceki gün Yargıtay’ın onadığı davada da durum fazlasıyla 17 Aralık sonrası yaşanan iktidar bloğundaki gerilimin uzantısı olarak görünüyor. Gerçi Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, 12 Eylül referandumuyla şekillenen adli yapıdaki değişimleri, “Allahım verdikçe veriyor” diyerek keyif ve coşkuyla karşılıyordu. Ne var ki, bugün gelinen noktada “Paralel devlet”, “Milli orduya kumpas”, “Milli iradeye darbe” türünden retorikler sevincin fazla uzun sürmediğini gösteriyor. Yerel seçimler yaklaşırken yolsuzluk operasyonlarının üzerine bir de Fenerbahçe ve Aziz Yıldırım merkezli Yargıtay kararı hükümet açısından sıkıntının tuzu biberi oldu diyebiliriz. Ligin ikinci yarısının başlama düdüğüyle birlikte başta ilk Fenerbahçe maçı olmak üzere statlarda neler olacağını bende herkes kadar merak ediyorum doğrusu. Çünkü, yargı/polis ile hükümet arasındaki iktidar gerilimine bu kez tıpkı 3 Temmuz süreci ve Gezi direnişinde olduğu gibi yeni bir kitlesel müdahale söz konusu olabilir. Böylece 3 Temmuz sürecinden bu yana ajite haldeki Fenerbahçe kitlesi, toplumun diğer adelet arayan kesimlerinin aktif ucu haline gelebilir ve kendi tarihlerini kendileri yazmak için kolları sıvayabilir.

Evrensel hukukun yolu açılır

Çünkü... Kiminin Thales’e kiminin Shakespeare’e atfettiği özlü sözde dendiği gibi; ‘Bir ülkenin türkülerini yakanlar o ülkenin kanunlarını yapanlardan daha güçlüdür.’ Eğer Fenerbahçe kitlesi, Vamos Bien’in tüylerimizi diken diken eden marşı, “Daha 19 yaşında, düşlerinde özgür dünya/Öptüğü çubuklu forma yaşayacak anısında/Ali İsmail Korkmaz Fenerbahçe yıkılmaz”ı hep birlikte söylemeye başlarsa, ülkedeki tüm katmanların iradesi ve itirazına rağmen tesis edilmeye çalışılan her tür düzenleme buharlaşabilir. Birimizin akli itirazı hepimizin itirazı haline gelebildiğinde hukuk da içinden çıkılmaz bir denklem olmaktan uzaklaşır. Ve böylece aralarından ‘şike davası’nın da bulunduğu onca davanın evrensel hukuk normları içinde ele alınmasının yolu açılır. Sonuçta, herkes gibi bizim de düşümüz adil ve eşit bir dünyada yaşamak değil mi? Futbol buna bir pencere açıyorsa, bırakalım ışık içeri dolsun...

19 Ocak 2014, Pazar 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’İyi Beşiktaşlı hakkını arayandır‘’

Bilinir, transfer haberleri taraftarın ‘gözbağı’dır. Bu tür haberler onu gelecek için umut vaat eden tatlı rüyalara daldırırken gözüne/zihnine çekilen perde nedeniyle gerçek gündemi algılaması da engellenir. Ve akabinde yöneticiler kolları sıvar!.. Gecikmiş de olsa federasyon tarafından tekrar kararı verilen Kasımpaşa maçıyla ilgili iki takım yöneticisi arasında yaşanan ‘kayıkçı kavgası’ hafızalardadır. O dönemde Beşiktaş yönetiminden bazı isimlerin bu ‘kayıkçı kavgasından bir fırsat yaratır mıyız acaba?’ diye düşünerek “Bu durumda biz de maçlarımızı başka statlarda oynayabiliriz” mealindeki sözleri hafızalardadır. Gerçi olası seçenekler ‘satılmış kombine biletler’ nedeniyle hukuken mümkün görünmese de kimsenin bu durumu umursamayacağını düşünen Beşiktaş yöneticileri tartışmayı bir süre yüksek perdeden sürdürdüler. Sonrasında beklenen ve olması gereken karar çıktı; “Maçlarımızı ligin ikinci yarısında Kasımpaşa Recep Tayyip Erdoğan Stadı’nda oynayacağız” Ancak ifadenin ekini atlamamak gerek; “Maçlar için tek bilet satılmayacak...”

Gidilemeyen maçın güzel yanı olur mu?

Bir yandan “Stat gelirimiz yok” derken tek bilet satmamak... Tuhaf!.. Bir tuhaflıkta böylesi bir uygulamaya “Oyunun güzel yanlarından konuşalım”ı dillerinden düşürmeyen federasyon yetkililerinin sesini çıkarmaması. Gidilemeyen maçın hangi güzel yanı konuşulacak ki?! Ve yine bir başka ve esas tuhaflık böylesi bir durum karşısında, “Ronaldinho gelecek dertler bitecek” diye ‘yağmur duası’na çıkan Beşiktaş taraftarından çıt çıkmaması. Yahu, diyelim buldular parayı getirdiler Ronaldinho’yu, Robinho’yu, Ronaldo’yu... Sen gidip izleyemeyeceksin ki kombinen olmadığı için! Tepebaşı’nda kendine yeni bir Beleştepe uydurup o yüksekten izleyeceksin canın gibi hatta ondan fazla sevdiğini iddia ettiğin takımını...

Bu tiyatroyu kim sahneliyor?

Trabzonspor Başkanı İbrahim Hacıosmanoğlu, bir önceki başkan Sadri Şener’in 2010-11 sezonundaki ‘kupa iadesi mücadelesi’ni yetersiz bulmuş ve hayli radikal bir söylemin ardından koltuğu devralmıştı. Doğrusu, Hacıosmanoğlu ilk günden yakın zamana kadar bu konudaki politikasını tutarlılıkla sürdürdü. Hatta, Hacıosmanoğlu’nun spor/siyaset ilişkisine dair teamüllere karşı AKP mitinglerinde Başbakan Erdoğan’ın hemen arkasında boy göstermesi çoğu kişide ‘kupanın iadesi mücadelesi’nin bir parçası olduğu fikrine yol açtı. Ta ki, Başbakan Erdoğan 17 Aralık operasyonlarını ‘hükümete darbe’ olarak niteleyene kadar. Böylece 17 Aralık’ta değişen politik paradigma Trabzonspor’un kupa mücadelesini de akamete uğratmış oldu. Öyle ya, artık aralarında ‘şike operasyonu’nun da bulunduğu bir çok dava bizzat Başbakan’ın açıklamalarının ardından tartışılır hale geldi hatta bazıları ‘kumpas’ olarak nitelendirildi. Bu davaların ‘paralel devlet’, ‘devlet içindeki bir çete’ tarafından kurgulandığı bile dile getirildi. Netice itibarıyla Trabzonspor Başkanı’nın ‘politik tercihi’ de ister istemez ayağına dolaşmış oldu. Öyle olduğu için Başkan Hacıosmanoğlu son olarak; “Bu konuda tek bir şey söyleyeceğim, başka da bir şey Ronaldinho sizleri tatlı rüyalara götürürken, asıl meseleyi engelledi. Diyelim para bulundu yıldızlar geldi. Sen gidip izleyemeyeceksin ki kombinen olmadığı için! Tepebaşı'nda kendine yeni bir Beleştepe uydurup o yüksekten izleyeceksin, canın gibi hatta ondan fazla sevdiğini iddia ettiğin takımını...

konuşmayacağım. Tiyatroyu bekleyelim, izleyelim, ondan sonra konuşuruz ” dedi ve çekildi!.. Acaba Başkan Hacıosmanoğlu bu kez de ‘tiyatro’ derken neyi kast etmiş olabilir? Ve acaba bu tiyatroyu kim sahnelemektedir? Merak işte!..

Sanma ki iyi Beşiktaşlısın...

Farkında değil misin? Anayasal hakkını elinden alıyorlar. Özgür seyahat, kültürel sanatsal faaliyetlerden eşit yararlanma hakkını gasp ediyorlar. Sen hala “Olsun büyüklerimiz öyle uygun gördüyse, para biriktirip tek maça gitmemizi istemiyorlarsa, gitmeyiz” diyorsan sanma ki iyi bir Beşiktaşlısın... Değilsin benim güzel kardeşim, değilsin...

Yönetime uygun olur değil mi!

Ha bu arada unutmadan! Ligin ikinci yarısında muhtemelen Olimpiyat Stadı’nda oynanacak Beşiktaş-Fenerbahçe maçına da sadece kombine biletleri olanlar mı - ki yanlarında bir kişi daha götürebiliyorlar- gidebilecek? Öyle ya, Kasımpaşa Stadı’ndaki maçlara tek bilet satılmayıp o maçta satılırsa hayli tuhaf ama bir o kadar da Beşiktaş yönetim tarzına uygun bir davranış olur değil mi!...

Hakemler taş değil onlar da konuşsun!


Kasımpaşa-Beşiktaş maçı için TFF’nin aldığı “Kural hatası var tekrar oynatılmalı” kararı Tahkim sürecini bekliyor malum. Bu davanın böylesi kanamalı hale gelmesinde kuşkusuz ki, Merkez Hakem Kurulu Başkanı Zekeriya Alp’in hakeme sahip çıkma saikiyle yaptığı alelacele açıklamaların da önemli payı oldu. MHK Başkanı olarak Alp’in bu aceleceğini doğru bulmamakla birlikte anlayabiliyorum. Fakat şunu anlayamıyorum... Cüneyt Çakır, Bahattin Duran ve Tarık Ongun bu ülkenin gidemediği Dünya Kupası için görev aldılar. “Ülkemizi temsil edecekler, bizi gururlandıracaklar” türünden sözcükler aklımın ucundan bile geçmez. Hiçbir zaman, bu ülke sınırları dışına taşan etkinliklerden kendime bir ‘milli gurur’ çıkarma hevesinde olmadım hatta bu bakış açısına da hep şüpheyle yaklaştım. Diyeceğim şu; eğer Zekeriya Alp hem hakemleri korumak hem de onların doğru anlaşılmasını istiyorsa bıraksın da şu insanlar hangi duygular içinde bunu onların ağzından, kendi ses tonlarından duyalım.
Onların da duyguları var

Biz maça gidenler hakemleri hep, duygusuz insanlar olarak algılıyoruz. Öyle ya, bizim takım gol atınca futbolcu sevinçten çıldırıyor ya da gol yediğinde üzüntüden kahroluyor. Biz de öyle. Koca statta olan biten karşısında duygularını belli etmeyenler belki de sadece hakemler! Bırakın da bari böylesi tarihi anlarda -ki Bahattin Duran ve Tarık Ongun bir Dünya Kupası’nda yardımcı (yan) hakem olarak bu ülkeden görev alan ilk kişiler - onların sesini duyabilelim. Böylece onların da bizim gibi sevinen üzülen, coşan tükenen birileri olduğunun farkına varabilelim. Ve yine böylece bundan sonraki maçlarda onlara tribünlerden hürmet edilmesinin kapısını aralayalım. Yani artık bu işleri ‘idare etmeyi’ bırakıp ‘yönetmeye başlayalım...”

17 Ocak 2014, Cuma 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Futbol bize hayatı öğretiyor‘’

Ama tıpkı hayatta olduğu gibi bu mesele de görüldüğü kadar basit değildir. Tam da bu nedenle olsa gerek, tuttuğumuz takım ‘güçlü’ bile olsa çoğumuzun kalbi her daim ‘güçsüz görünen’den yana atar.

Dün akşam iki ayrı ‘gelir grubundan’ takım karşılaştı TT Arena’da. Selçuk/Sneijder merkezli Galatasaray Burak/Umut ikilisine top taşımaya uğraşırken Tokatlı futbolcular da geçit vermemek için didiniyorlardı. Onlar açısından maçın 4. dakikasında Galatasaray’ın üçlü müdafaasının sol tarafı açık verdiğinde 3-4 pasla oraya inip Melo ’nun kayarak müdahale ettiği pozisyon ve 85. dakikada eveleyip geveledikleri dışında dişe dokunur pozisyon bulamamaları şaşırtıcı olmasa gerek. Ki, iki pozisyon da ‘dişe dokunurdu’. Sonuçta geçen yıl Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek final oynamış bu yıl da gruplardan çıkmayı başarmış Galatasaray ’a karşı oynayan 2. Lig Beyaz Grup takımının oyuncularıydı hepsi. Başta kalecileri Mehmet Dönmezdemir ki, dün geceki performansıyla bu ülkedeki en zengin oyuncu varlığının kaleciler olduğunun kanıtıydı adeta- tüm futbolcular şimdiye dek yaptıklarının katbekat üstüne çıktıklarını hissettiren bir oyun oynadılar.

Galatasaray maç boyunca olanca baskısına, tüm arayışına, her tür çeşitlemeyi yapmasına rağmen uzun süre golü bulamadı. Burak’ın yaptırıp Selçuk’un gole çevirdiği penaltıya kadar her şeyi denedi ama kaleci Mehmet tüm arayışları boşa çıkardı.

Şunu söylemek yanlış olmaz, gerek tıkanıklık anlarında çözüm üretme gerekse bireysel oyunla takım oyununu birleştirme konusunda hala ciddi sıkıntıları var Mancini ’nin takımının. Bir de müdafaa üzerine daha çok çalışmaları gerektiği ortaya çıktı. Onlar açısından bu karşılaşma iyi bir ‘röntgen’ oldu diyebiliriz.
Unutmadan bir de; şu ‘bakan adam’/’duran adam’/’bakıpduran adam’ fotoğrafına bir son mu verilse artık! Fazla tekrar, mizahı da içeriği de bayağılaştırıyor çünkü...

16 Ocak 2014, Perşembe 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Beklendiği kadar işe yaramaz‘’

Ronaldinho kadroya katılırsa nasıl bir etki yaratır?

Bir zamanlar Milliyet’te yazarken şöyle bir lakırdı etmişim; “Güzel oyunumuz, oyuncusu az, izleyeni çok olan bir gösteriye dönüşebilir ‘marka değeri’, ‘kârlılık’ gibi kavramlarla anılır oldu. Evet, arada bir ‘Ne güzel goldü’ dediğimiz de olmuyor değil ama o içten arzu da derhal biraz daha forma satmak için kullanışlı bir malzemeye dönüştürülüyor.” Aylardır sayfaları işgal eden ‘Ronaldinho transferi’ haberlerini oturtacağımız bağlamlardan biri bu; ‘forma satışı’ ve ‘marka değeri’! Gerçekleşmesi zor görünen ancak gerçekleştiğinde de beklendiği kadar işe yarayacağını düşünmediğim bir transfer girişimi olur bu. Sonucun nasıl olacağına dair bir örnek gerekirse, bir başka ‘görünür’ Ricardo Quaresma’da yaşanan ‘marka değeri/görünürlük/fayda/zarar’ sarmalını hatırlamak yeterli olur. Bu haberlerin bir başka ayağı ise takım değil de ‘yönetici görünürlüğü!’ Her Ronaldinho fotoğrafının bir kıyısında aylardır ikinci başkan Ahmet Nur Çebi’nin de fotoğrafına rastlıyor, adını okuyoruz değil mi? Meselenin bu yanını da gözden kaçırmamak gerek...

Manuel Fernandes’le sözleşme yenilenmeli mi?

Doğrusu ben Fernandes’in tartışıldığı kadar takıma katkı sağladığını düşünmüyorum. Öncelikle ‘devamlılığı olan’ bir oyuncu değil, ki Beşiktaş’ın bir futbolcuda en çok ihtiyacı olan şey bu. Çünkü, kadro dar ve haliyle her oyuncudan maksimum verim almak zorunlu. Beri yandan diğer bir ‘devamsız öğrenci’ Oğuzhan Özyakup’un olmadığı kadrolardaki performansı da yanlış düşünmediğimin göstergesi olur sanırım. Fernandes, basit ve işlevsel oynamak yani ‘topu oynatmak’ yerine ‘topla oynamayı’ tercih eden ve bu nedenle takımın ritmini düşüren bir oyuncu. Evet, top ayağındayken göze hoş gelen, ‘kreatif işler’ yapıyor ama ne kadar işlevsel o tartışılır. Yine de tüm handikaplarına rağmen makul şartlarda anlaşılırsa kalmasında fayda var çünkü en azından alışkanlıklar düzeyinde takımın önemli parçası ve şimdilik yerine birini bulmak zor. Bence esas sorun Fernandes değil de Hugo Almeida’da. O olmazsa Beşiktaş ileride ne yapar, işte büyük problem bu.

Takım, ikinci yarı iç saha maçlarını nerede oynayacak?

Bu sorunun yanıtı aslında basit; Kasımpaşa. Çünkü Olimpiyat Stad’ı kışın hem takım hem taraftar için zor koşullara gebe. Biraz ‘komplo teorisi’ gibi görünebilir ama şöyle bir analiz hiç akıl dışı değil; Beşiktaş yöneticileri önce Gezi, ardından da son siyasal gelişmelerle birlikte tribünde oluşan hükümet aleyhtarı muhalefetten fazlaca rahatsız oldu. Ve devam etmekte olan stat yapımı için epeyce kaygılandıklarından adı Recep Tayyip Erdoğan olan bir stattaki olası olumsuzlukları bertaraf etmeye çalışıyorlar. Bu nedenle Ahmet Nur Çebi, belki de murad ettiği bu değildi ancak hiç gereği yokken ve maç tekrarı kararında tek muhatap Türkiye Futbol Federasyonu iken Kasımpaşa için içinde ‘ezik’ kavramını barındıran cümleler kurdu ve manasız bir polemik ortamı yarattı. Ardından da bu “Nerede oynayacak” tartışması başlatıldı. Tek maç için bilet satılmayıp kombine satma uygulamasındaki ısrar da bu yöndeki şüpheleri güçlendiriyor. Öte yandan unutmamak gerekir ki, Beşiktaş’ın bu iki stat dışında bir yerde oynaması hukuki sorunlara neden olur. Öyle ya, sezon başında taraftarlarla yapılan sözleşmelerde Kasımpaşa için bir, Olimpiyat Statı için iki kombine verilmişti. Şimdi sözleşmeler ortadayken bir başka stata hicret etmek mümkün görünmüyor. Bir başka şehirde oynamak ise imkansız. Ayrıca, diyelim Şükrü Saracoğlu’nda anlaşıldı. Bu kez de kombinelerde “Tek mi çift mi?” sorunu ortaya çıkacak ki, işin içinden çıkmak zor görünüyor.

İlk yarıyı zirvenin uzağında bitiren Beşiktaş’ın ikinci yarıdaki şansı ne kadar?

Beşiktaş son maçların ikinci yarılarında çok ciddi tempo kaybına uğradı. Bunun kondisyonla ilgisi olduğunu sanmıyorum çünkü koşu mesafeleri çoğunlukla rakiplerin önünde çıkıyor. Ancak Slaven Bilic’in de belirlediği gibi takımda bir ‘sürat’ ve ‘kuvvet’ sorunu yaşandığı açık. Orta saha oyuncularının kronikleşen ‘devamsızlık sorunları’ gerek hücum gerekse müdafaa hattı için ciddi sıkıntı yaratıyor. Maçların ikinci devrelerindeki kopuşları buna bağlıyorum. Yedek kulübesindeki oyuncu varlığının yetersizliği bir başka olumsuz etki. Atiba’nın ister istemez ‘joker oyuncu’ya dönüştüğü bir takımda ‘omurga oluşturmak’ da imkansızlaşıyor. Bir diğer kronik sorun sakatlıklarıda parametreler arasına ekleyince işler iyice zorlaşıyor. Kendi adıma tüm ‘olumlu algısı’na rağmen Slaven Bilic’in fark yaratabildiğini söyleyemem. İbrahim Toraman gibi ligin gediklisi bir oyuncunun kullanılabileceği onca maçta göz ardı edilmesi, Pedro Franco’nun bir dakika bile süre alamaması büyük handikap! Bu sorunlara el atılmalı. Fenerbahçe ve Galatasaray’ın ritmini yakalayabilmek bu halde zor görünüyor. İkinci devre orta sahaya yapılacak bir transfer ve Almeida sorununun çözümü ilk üç sıra için Beşiktaş’ın kısa vadeli gerçekçi hedefi olarak görünüyor.

02 Ocak 2014, Perşembe 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Nazire yapar gibi!‘’

İlk 30 dakika daha doğrusu golü bulana kadar ağır aksak giden oyunun temposunu Antalya belirliyor. İbrahim Dağaşan başta olmak üzere Antalyalı oyuncular top ayaklarına ulaştığında, 'düşüne taşına' paslaşıp tempoyu iyice aşağı çekerken ağır Trabzon müdafaasının hatasını kolluyorlar. Ancak yeterli hıza ulaşamadıklarından o nekledikleri hata da bir türlü gelmiyor. Sonunda Sol Bamba bir yüksek tpu sektirebileceği en kötü yere doğru kafayla uzaklaştırıyor ve orada bekleyen Zeki de en iyi vuruşunu yapınca Antalya golüğ buluyor.

Gol sonrası Trabzon hafif tempoda kıpırdayınca maçın yüzüne de renk geliyor. Kaleci Fornezzi iki gollük vuruşu çıkartıyorsa bile Malouda'nın üçüncü gollük vuruşu olan penaltıyı doğru köşeyi bulmuş olsa da kurtaramıyor.

Zaplıyorum bir sonraki kanala... New Castle United-Arsenal oynamıyor, tek kelimeyle 'uçuyorlar.' Arsenal deplasmanda 0-1 önde. Tempo, hız, pas, mücadele ne ararsan var... Düşükten de düşük yoğunluklu Trabzon-Antalya maçına geri döndüğümde bir Müslüm Gürses şarkısı düşüyor aklıma: ''Hakkımız değil mi bizim de gülmek/Bizi bu fark yaraları öldürür...' İki oynama biçim arasında bu kadar fark olmak zorunda mı? Fark makul ve kabul edilebilinir bir seviyede olamaz mı?

İkinci yarıda da 'düşüne taşına oynama hali' aynen devam ediyor. Ancak roller ilk yarının tersine işliyor. Trabzon arıyor, Antalya fırsat kolluyor. Tabii bu arada Fornezzi'nin takımı lehine muazzam katkısı da devam ediyor.

Trabzon'da Malouda/Bosingwa ikilisi akıl koyarak oynamaya gayret ediyorlar. Lakin takımlarında onlara katılacak oyuncu sayısı sınırlı olduğundan herkes gibi onlar da vasat görünüyorlar. Bir tek Olcan Adın oyuna hız, tempo katma konusunda öne çıkıyor. Ancak o da takımın parçası olarak değil 'solo atarak' yapmaya çalışıyor tüm bunları. Ve bu durumu Emre'ye indirdiği gol pasıyla taçlandırıyor.

Maç 2-1 bitiyor, kurtuluyorum. Ve sevinçle iki ileri Chelsea-Liverpool maçına zaplıyorum..

30 Aralık 2013, Pazartesi 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Eldeki kadro bu‘’

Beşiktaş’ın ‘kadro mühendisliği’nin sorun yarattığına defalarca vurgu yapmıştım.Yedek kulübesi bu kadar sınırlı sayıda yetenekli oyuncu barındıran, en iyilerinin bu sıklıkta sakatlandığı bir takımda işleri yoluna koymak kuşkusuz ki zor olacaktı. Bu maç bunu bir kez daha gösterdi.

Sormak gerek... Atiba/Fernandes/Oğuzhan üçlüsünün olmadığı bir takımın kaptığı toplarla oyuna hükmedebilmesi için orta sahada kiminle oynamalı? Herhalde ‘top a∫ığı’ Gökhan Töre ya da yegane özelliği boş alanda topla buluştuğunda hamlelenmek olan Olcay Şahan’la değil! Ancak eldeki kadro başka bir plana imkan vermeyince ortaya da ister istemez böylesi oyunlar çıkıyor.

Maç başlayıp ilk 20 dakikayı izledikten sonra önümdeki kağıda şöyle bir not düşmüşüm; “Bu maç ancak Gençlerbirliği oyuncularının yapacağı büyük kazalarla Beşiktaş’a döner.” Ligin ilk dört haftasının aldatıcı olduğunu çoğu Beşiktaşlı tahmin etmek istemiyordu ancak durum oydu. Hele ki bu maçtan önce oynanan Elazığ maçının ölçü olması mümkün bile değildi. Ancak, unutmamak gerekir ki, ‘galibiyet aldatır.’ Bu da öyle oldu.

Beşiktaş, Veli/Necip orta saha savunma hattıyla topu ele geçirme konusunda büyük efor harcarken, topu kaptığı anlarda ise onu işlevsel kullanma konusunda herhangi bin plana sahip görünmüyordu. Bunun da nedeni, varsa o planı hayata geçirecek oyuncuların olmayışıydı. Geriye sadece, ‘kişisel performans’lar kalıyordu ve Mehmet Özdilek de ona hem ‘yakın oynatıp’ hem de olası gedikleri garanti oyuncularla kapatarak çözüm üretmişti. Örneğin, esasen müdafaa önü oyuncu olan Gosso’nun Beşiktaş’ın yegane saldırı kanadı olan sol tarafını kapatması gibi.

Beşiktaşlılar’ın topu kendi aralarında paylaşmasına izin vermeyen Gençlerbirliği oyuna hükmedemediyse de öne geçtiği ‘vasat oyun’un rakibine dönmesine de izin vermedi.

Son haftalarda ikinci yarıları oynayamama konusunda ciddi bir sabıkaya sahip olan Beşiktaş bu maçta da aynı sıkıntıyı yaşadı. Özellikle Mustafa Pektemek/Ömer Şişmanoğlu oyuna dahil olduktan sonra sadece ‘ileri uzun top’ ya da ceza sahası çevresinde yakalanan duran top pozisyonlarına bel bağlanıyorsa bu işte bir iş olmalı.

Bogdan Stancu 47. dakikada o akıl almaz golü kaçırmasa bu düzendeki Beşiktaş’ın iyice dağılacağını tahmin etmek zor olmasa gerek. Bir takımın en iyi oyuncusu topla buluştuğu kısa anlarda onu takımı lehine ‘verimli hale’ getirmeye çalışan en uçtaki Hugo Almeida’ysa ve ona top indirecek farklı planlarınız yoksa bu takımı iyileştirmek en azından kısa süre mümkün olmayacaktır.

En arzulu olanı Uğur

Uzun zaman futboldan uzak kalmış olmasına rağmen Beşiktaş’ın en arzulu oyuncusunun Almeida ile birlikte Uğur Boral olması şaşırtıcı değil mi? Bu tecrübeyle açıklanacaksa takımdaki gençlerin kafalarını ellerinin arasına alıp eni konu düşünmeleri gerekir. Gosso’nun orta sahaya kat ettiği anları fırsak kollayıp rakibin sağ kulvarına sızan Uğur, sınırlı sayıdaki olgun atakların baş aktörüyse Beşiktaş’ın işi hayli zor.

Olcay’ın yaptığı

Dakika 57. Hakem Özgür Yankaya faulu çalmış ki o pozisyonda karar tartışılabilir - ve ‘düdüğü bekle’ diye de not düşmüş. Kaleci hazırlanırken Olcay Şahan’ın topa vurmuş olmasını nasıl açıklamalı bilemiyorum. Gerçi Olcay, maç sonu “Hakem oyna” dedi gibisinden birşeyler söyledi ama ‘düdük işareti’ni bizim gibi o da görmüş olmalı. Beri yandan ‘top yapıcılar’ın olmadığı bir takımda Olcay’ın hele de Gökhan Töre çıktıktan sonra tüm samimiyetine rağmen yegane ‘top yapıcı’ olarak kalması Beşiktaş’ta hem ‘kadro’nun hem de işlerin çok çok zor olduğunun açık göstergesidir diye düşünmek gerek.

Toraman’ı bir kez daha düşünmek

Beşiktaş’ın kadrosu sınırlı... Beri yandan elde cezalı iki oyuncu var... Belki Sezer Öztürk kullanılabilir durumda değil ama Serdar Kurtuluş’un bu denli yetersiz kaldığı bir takımda İbrahim Toraman’a duyulan ihtiyaç - Atiba’nın yokluğu da düşünüldüğünde - gün gibi açık. Bu ligin tecrübeli oyuncularından İbrahim Toraman’ın gerektiğinde müdafaa önü, gerektiğinde stoper ya da sağ bek olarak kısa vade çözümler için işe yaracağını bir kez daha düşünmek gerek.

Hugo Almeida şart!

Bu maç bir kez daha gösterdi ki, Hugo Almeida bu takımın olmazsa olmazı. Fernandes’le sözleşme yapılmayabilir belki ama Almeida gibi hem takıma hücumda herkesten çok yarar sağlayan hem de Dünya Kupası’nda sükse yapma ihtimali olan bir oyuncuyla anlaşılma yolunun bulunması, Beşiktaş’ın menfaatine olacaktır diye düşünüyorum.

28 Aralık 2013, Cumartesi 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Zevkli maç‘’

İlk beş ve 20-30 arasında Trabzonspor maçta ağır basan taraf. Gol arıyor, pozisyon üretiyor. Hele 23. dakikada Gökhan Zan'ın bedeninin özelliklerini aşan 'çuvallamasında' Gustavo Colman karşı karşıyada topu dışarı atınca Roberto Mancini'nin yerinde olmak isteyen biri var mıdır acaba? 30. dakikada Mustafa Yumlu'nun arkaya aşırdığı topa 'foto finiş'le yetişemeyen Henrique maçın ritminin Trabzon'a dönmesini de engelledi.

Sonrası... Sonrası malum... Galatasaray vites yükseltiyor. Baskı "Gol her an gelecek" dedirtiyor ama o gol gelmiyor. 33'te Sneijder deniyor olmuyor... 40'ta yine Sneijder deniyor bu kez Onur şahane çıkarıyor. İlk yarı 0-0 bitiyor ama maç diyor ki; her an gol olabiliir, bekleyin... Bekliyoruz...

İkinci yarı ilk yarının izini sürerek başladı. Galatasaray, Sol Bamba'nın kurduğu direniş hattını aşmak için her yolu deniyor. Ancak Trabzon pusuya yatmış bekliyor. 59'da Yusuf-Henrique işbirliği sonuç alamadı. Ancak 60. dakikada Sneijder/Drogba/Sneijder/Burak şans golüne 67'da Olcan'ın şahsi gayretiyle verdiği yanıt oyuna renk üstüne kattı. Tam oyun dengeye gelir mi diye düşünürken Melo-Sabri-Selçuk-Burak bandının çalıştığı anda gol geldi.

Evet, Galatasaray maçı koparmıştı ve Trabzon'un işi 'kişisel beceriye' kalmışken 74. dakikada Drogba-Sneijder-Burak saldırısında top 'resmen ortada kaldığında' oralarda sarı-kırmızı formalı kimseler yoksa biraz da bunu iki ceza sahası içinde oynamaya alışmış Selçuk İnan'ın o an için pozisyona gücünün yetmemesine yani 'yokluğu'na bağlamak gerekmez mi?
Bir oyuncu, Onur Kıvrak, birçok maçta olduğu gibi bu maçta da takımının en iyisi ise bu işte bir iş olmalı. Sol Bamba ve Onur Kıvrak takımlarını ayakta tutuyorsa Mustafa Reşit Akçay'ın ve Trabzon yönetiminin biraz daha ders çalışması gerekir sanırım.

Galatasaray farklı kazanacağı bir maçı Onur Kıvrak'ın üstün performansı nedeniyle 2-1 tamamlayabildi. Ancak oynama düzeninde yarattığı gelişme, dahası Wesley Sneijder'ın ligin ikinci yarısında göstereceği yükseliş ligin düğümünü çözecek önemli hamlelerden biri olacaktır. Şampiyonlar Ligi ve Türkiye Kupası'ndaki performansları "yorulurlar" benzeri fazlasıyla fuzuli analizlerin tersine onları ligin tepesine doğru itecektir.

23 Aralık 2013, Pazartesi 01:30
YAZININ DEVAMI