Arama

Popüler aramalar

‘’Beşiktaş da bataklığa dalacak‘’

Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, oyunu-futbolu geliştirmek için atılan tek olumlu adım yokken ortalığı sadece kuru gürültünün kaplıyor olması kimseyi şaşırtmıyor, isyan ettirmiyor. Her dara düştüğünde 'mucize beklentisi'yle Fatih Terim'in ipine sarılmaktan başka bir seçeneği kalmayan-bırakılmayan bir yer burası... Tek adama sıkışmış, sıkıştırılmış bir futbol iklimi!.. Onca yıldır eli yüzü düzgün, sürdürülebilir ve kendini yeniden üretebilen bir tek Fatih Terim projesi yokken 'Türkiye Futbol Direktörlüğü' gibi kallavi bir sıfatla ve büyük takdirlerle yeniden iş başı... Beri yandan, kuşkusuz ki ülkenin en kariyerli ve en başarılı teknik direktörü de Fatih Terim. Yani durum fazlasıyla Gülten Akın'ın şiirinde olduğu gibi; 'Atmacam bukağılı/ ağzında karanfili/ bu yaman çelişkiyi/ çözemem oğul...'

Sadece Olcan konuşuluyor

Düşünün, onca yıldır orta sahada ülkenin tutum ve davranışlarıyla en çok tartışılan oyuncularından -ki artık o da oyuncu olarak sona yaklaşıyor- Emre Belözoğlu'nu aşabilecek tek oyuncunun yetişmemiş/yetiştirilememiş olması üzerine tek söz edilmiyor...

Kimse, 'Nasıl oluyor da Olcan Adın gibi kariyerinin belki de son sözleşmesini imzalayacak bir oyuncu transfer gündemini böylesine meşgul edebiliyor? Bu denli futbol konuşulan bir ülkede başka oyuncu/oyuncular neden çıkmıyor? Varsa biz neden bilmiyoruz?' diye sormuyor....

Yetmezmiş gibi, sabahtan akşama futbol konuştuğunu zanneden büyük kalabalıklar, yapısal sorunları gündeme getirmek ve onları takip etmek yerine, yöneticilerin kendi aralarında kurup oynadığı 'gereksiz, zaman zaman da edep ve akıl sınırlarını aşan oyuna' iştah ve hevesle dahil oluyor. Son örnek, basketboldan... Galatasaray'ın, biraz da Ergin Ataman'ın provatakif durumu nedeniyle son maça çıkmaması, kendi taraftarının büyük bir kısmı tarafından kabul gördü.

Suni gerilimler zarar veriyor

Tahmin edilebileceği gibi ülkenin en kalabalık iki taraftar topluluğundan birine sahip olan Fenerbahçe de bundan ırak değil. Aziz Yıldırım ve son dönemlerde Mahmut Uslu'nun belirlediği seviyenin üzerini aşmak için gitgide daha az sayıda insanın sesi çıkar oluyor..

Galatasaray-Fenerbahçe, Fenerbahçe-Trabzonspor arasındaki 'suni gerilimler' en çok da futbola, futbolcuya, oyunun değerlerine, oyuna olan ilgiye insana ait kavramlar olan mutluluğa, muhabbete, hüsnüniyete, anlayışa zarar veriyor... Kimse oyunu ve geleceği düşünmüyor. Her şey bugün, burada ve şimdi imha edilmeye çalışılıyor! Yaşadığı mali sıkıntılar nedeniyle Beşiktaş en azından son iki yıl bu saçmalığın dışında gibi algılandı. Ancak emin olun biraz toparlanınca onlar da zaman kaybetmeksizin bu batağa dalacaktır.

Yönetimdeki düzenleme Demirören'in gerisine götürür

Öte yandan Beşiktaş'ın durumu yine son yıllarında olduğu gibi evlere şenlik... 'Kendi paramızla yapacağımız stadımızı 30 Ağustos'ta açacağız' demogojisi erkenden gerçekle yüzleşiyor. Kulübün gelecek yılları krediler üzerinden tıpkı geçmiş yıllarda olduğu yeni ipotekler altına alınıyor. Yani, Yıldırım Demirören döneminde neler oluyorsa benzer yöntemler devreye giriyor ve bunlara karşı sesi çıkan insan sayısı gitgide azalıyor. Neden? Çünkü, 'Stat yapılınca Beşiktaş kurtulacak' türünden safiyane bir inanış çoğunluğun içini rahatlatıyor. Oysa iktisat alanındaki 'eşitsiz ve bileşik gelişme yasası' tam tersini söylüyor; 'Sen büyürken daha büyükler çarpan etkisiyle büyür..'

Bu oligarşik futbol yapısı içinde 'forması bile üçüncü olmaya yeten Beşiktaş' iki üçüncülüğünün ardından bu kez yeni ve bir başka 'futbol bilgesi' Ahmet Nur Çebi'nin projelendirmelerine mazhar olacak gibi görünüyor. Ve görünüyor ki yeni dönemde futbolu bilen, kafa yoran, çalışan, düşünce üreten Önder Özen'in işi ya hayli zor olacak ya da Önder Özen'in yapmak istedikleri konusunda geçmiş yıl içinde 'yöneticilik'le denge oyunu oynamak zorunda kaldığını tahmin etmek zor olmasa gerek. Özen'i eleyerek ya da etkisizleştirerek hayata geçirilecek bir başka kurgu emin olun Beşiktaş'ı Demirören yıllarının gerisine götürür. Yetersiz bilgiye rağmen daha çok görünür olmak isteyen yöneticinin tutulduğu salgın hastalık bir kez daha Beşiktaş'ın kapısını çalmış görünüyor.

İlk yapılması gereken kanamayı durdurmak

Kısaca... En önemli varlığı olan taraftarıyla arasındaki açı gitgide büyüyen, mali olanakları düşünüldüğünde gelecek sezon geçmişten daha dirençli bir takım kurma konusunda hayli sıkıntılı olan, stadı olmayan Beşiktaş'ta, ilk yapılması gereken şey iki sezondur yapılamayan 'kanamayı durdurma' çalışması olmalı. Tedbir ve tasarruf! Bu ikisini öne koymak yerine, Sadi Hoşses hocanın şahane bestesi 'Yıldızlı semalardaki haşmet ne güzel şey'i söylemeye çalışmak zaten detone olan Beşiktaş'a birkaç yıl daha kaybettirir, o kadar!

23 Haziran 2014, Pazartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Karanlık zamanlar‘’

Bu dünyayı ısıtıp/aydınlatan emekçiler evlerine üç kuruş götürebilmek için girdikleri Soma ocağında göz göre göre ölüme gönderilmişken...
Sorumluluğu üstlenme erdemi göstermelerini beklemediğimiz siyaset erbabı kast, kalantor patronlar, denetlemekle yükümlü elemanlar ağızlarını her açtıklarında hepimizle pişkince alay ederken...
Acıdan kaskatı kesilmiş insanlar “Neden önlem almadınız?” bile diyemeden tekmelenip, tokatlanırken...
Her itiraz edenin koluna üç polis girerken...
Hukukun en önemli ayaklarından olan avukatlar, hukuk dışı uygulamalarla kelepçelenip ‘alıkonur’ ve savcı emrine rağmen meslektaşlarıyla görüştürülmezken...
Yakınlarını, tanıdıklarını artık hiçbir zaman göremeyecek insanların üzerine biber gazı sıkılıp, çoluk çocuk TOMA marifetiyle kovalanırken...
Hayatımızın her alanını kuşatmış insanlar zalimce politikalar izleyip hayatı sadece biz insanlara değil, bu ülkede/gezegende yaşayan tüm canlılara zindan ederken...
Bu kadar rezil ve zalim bir düzeni kurup, kollayanlar yani sorunların tam da nedeni olanlar bir yanda da büyük kalabalığı “Düzelteceğiz” kandırmacasıyla uyuturken...
“Evet, yaşadığımız hayat berbat, mutsuzuz ama ya istikrar bozulursa” ile başlayan ahmakça cümleler etrafımızı kuşatmışken...
Yardım etmek için Soma’ya gitmeye ve fotoğraf vermeye gerek yokken, ‘bir sürü işe yaramaz mühim şahsiyet’in denetleyici edasıyla bu büyük insanlık hadisesini ‘magazinleştirmesine’ rıza gösterirken...
İnsanın ‘iyi, güzel ve yaşayan’ yanıyla ilgili olan futbol ve bir zamanlar tribününe ‘Halkın Takımı’ pankartları gerilen Beşiktaş’ın Gençlerbirliği maçı üzerine böylesi zamanlarda bunlardan öte ne yazılabilir?

18 Mayıs 2014, Pazar 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’İnsanın değil kaderin oyunu!‘’

Maçlardaki en büyük aksiyonun, 'top kontrolü' ve 'tek top oynama' konusunda U17 seviyesini aşamayan futbolcuların hakemle yaşadıkları 'itiraz pandomimleri'... Televizyonda 'hakem asmaca'... Kendi haklarını savunma konusunda kılı kıpırdamayan taraftarların ana avrat küfür etmek için pusuda yattığı bayat bir gösteri...

Dün de Elazığ'da böyle bir maç vardı. İnanmayın, 'İki takımın da hedefi var' palavrasına. 'Kazan da nasıl kazanırsan kazan' aldatmacasıyla bu hızda bir oyuna 'rıza gösterenler' daha iyisini ancak kullandığı 'iyi otomobil'in üretildiği ülkede bulabilir! O da televizyondan yayımlanıyorsa.

Televizyonda maçları anlatan arkadaşların sık sık 'nefes kesen' tanımını kullanıyor oluşu bile ne denli acıklı halde olduğumuzu gösterir. En fazla üç pozisyonun olduğu maçlarda kaçan pozisyon için 'kader anı' denilmesi de bundandır.

Beşiktaş'ın 'Şampiyonlar Ligi ipi' Galatasaray'ın elindeydi ve rakibi 'ülke vasatı'nda oynayan Trabzon'u farklı yenerek ayağına gelmiş fırsatı tepmedi. Bana sorulursa Beşiktaş bu kadro ve yönetici yapısıyla ligde olabileceği en muaazzam noktada. Elazığ'ın kaderi 'pamuk ipliği'ne bağlıydı ve Gökhan Töre, maç boyu attığı -ki Beşiktaş'ın yegane pozisyonları- iki şuttan birinde o ipi kopardı. Geriye şu soru kaldı; 'Okan Buruk seneye hangi takımı alacak?'

Özelde bu maç genelde tüm lig için Gencebay'la bitirelim; 'Bana kaderimin bir oyunu mu bu? / Aldı sevdiğimi, verdi zulmü!..'

12 Mayıs 2014, Pazartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Boş tribünler‘’

Büyük büyük laflar eden nezih yöneticiler, toplumu futboldan futbolu da toplumdan soyutlamak için el ve söz birliği etmiş görünüyorlar. Passolig, e-bilet derken tribünleri ıssız bırakmayı başardılar nihayet. Taraftar yok, protesto yok! Ne mutlu!

Beşiktaş Yönetimi de bu kervanda... Fikret Orman takımı boş tribünlere oynatırken, sürekli kulüpten nemalanmak isteyen birilerinden söz ediyor. Güya bunlara tavır koyuyor... Düşünün, ilk devre Galatasaray maçına 80 binden fazla taraftar gitmiş. Bu maçta o stat bayağı bayağı boş! Acaba gelmeyen/gelemeyen yaklaşık 60 bin kişi kulüpten nemalanan insanlar mı? Yoksa o bir grup bu denli büyük bir kalabalığı yönlendirebilecek kadar güçlü mü? Fikret Orman, hangi takıma başkan olduğunu bilmiyor ve insan iradesini hiçe sayıyor, bu açık. 1 Mayıs günü Beşiktaş semtinde olsa ve elbette niyeti de olsa durumu bir parça kavrayabilirdi. Açıkça şu gözüküyor; borçları belki ama futbolla ilgili süreci doğru yönetemeyen Fikret Orman sürekli demagoji yapıyor.

Maça gelirsek... Türkiye’de genellikle ilk 20-25 dakikadaki tempo maçın gidişatını belirliyor. Beşiktaş’ın Veli, Atiba, Necip/Jones, Oğuzhan, Olcaylı dayanıklı orta sahası bu sezon işin bitirildiği bölge oldu. Bu maçta olduğu gibi özellikle Veli ve Oğuzhan’ın öne çıktığı maçlar onlar açısından olumlu sonuçlandı.

Beşiktaş teknik olarak iyi yolda. Oyunu kontrol etme konusunda hayli yol kat etti. Ancak bunca olumsuzluğa, ligde sürekli salınımlı bir çizgi izlemesine rağmen şu an bulunduğu yer gösterse gösterse ligin seviyesini gösterir, başka bir şeyi değil...

04 Mayıs 2014, Pazar 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bir oyun nasıl yönetilemez!‘’

Eğer futbol, oynayan ve yönetenden çok izleyenin oyunu olamıyorsa, sadece ‘güç’ ve ‘para kazanma’ faaliyetine indirgenmiş demektir. Böylesi kritik bir maçta Beşiktaş, yönetiminin de üstün öngörü ve gayretleri sonucu (!) öyle bir statta ‘bir avuç’ seyirciye oynuyorsa, bu işte yanlış giden çok şey olmalı! Anladık ki, bu cin fikirli ‘E-Bilet’çiler, aslında bize ne söylemiş oluyorlar; “Güvenlik her şey, futbol hiçbir şeydir!” Kafa kurcalayan bir soru... Onca kontrol mekanizmasına, gelişmiş yöntemlere rağmen acaba insanlar ‘kolaylıkla tespit edilebilecekleri koltuklarında oturmuş mudur? Öyle ya, 50. dakikalara doğru tribünden ‘tanıdık’ küfürlü bir tezahürat yükseliyor. Bu, eskiden saha kapatmaya neden olan bir ‘suç’tu! “Suçtu” diyorum lakin artık ‘Passolig’ kartı var ve oradan aldığınız ‘E-Bilet’le herkesin yeri yurdu belli! En azından iş teoride böyle! Artık, suçluları bulup cezalandırmak bu sistemi kuran görevlilerin yetki alanında. Bakalım ne yapacaklar? Diğer bir soru da şu... Statlarda polis görmek istemeyen UEFA’cılar, saha kenarındaki dizi dizi polisleri görünce gelecek sezon en kıymetli organizasyonları olan Şampiyonlar Ligi’nin marka değeri için neler düşünmüştür acaba?

Ve bir başka soru.. Biz nerede yaşıyoruz? ‘Karşı’ gazetesi kapandı ama Olimpiyat’a aday ülkenin Olimpiyat Stadı’nda hâlâ gazetenin reklamları dönüyor! Allahım sen aklımızı koru! Maç 1-1 bitiyor. Sanırım en çok konuşulacak şey, 87. dakikada hakem Halis Özkahya’nın, Dany’nin saçma sapan hareketinden sonra çıkarttığı sarı kart ve ardından Fenerbahçeli Caner Erkin’in gol olma ihtimali olan serbest atışta topu taca atması olacak... Kim haklı? Dany mi, Halis Özkahya mı, Caner mi? Üç bilinmeyenli bir denklem daha... Kendisini pek severim, Melih Şendil maç bitimi, “Sahadaki futbolla konuşulacak bir maç” mealinden bir bitiriş yaptı. Kusura bakmasın... Böylesi bir maç sahada oynananla değil ancak ‘futbol’la konuşulur ve bu oyun Yiğiter Uluğ’un yerli yerinde çevirisiyle söylersek; “Futbol asla sadece futbol değildir.” Peki bu maç ne öğretmiş olmalı; “Bir ülke nasıl yönetilemez...” İşte onu...

21 Nisan 2014, Pazartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’'Dayanıklı' olan istediğini alır‘’

‘İçi boş tartışma’ların anayurdunda haftanın temel sorularından biri de “Fenerbahçe Beşiktaş’a yatar mı?” oldu. Genel olarak ülkede özel olarak futbolda yaşananlar ışığında bu soruyu sorunları art niyetle suçlamak fazlasıyla yersiz olur. Yaşamdan topladıkları veriler insanları doğrudan bu ve benzeri sorulara götürüyor ki bunda da şaşacak bir şey yok!. Oyuna dönersek, iki takım arasındaki ‘futbol dengesi’ bize neler söylüyor? Önce lider Fenerbahçe’den başlayalım... Ülkenin en iyi iki arka kenar oyuncusu, Gökhan ve Caner bu takımda. Aralarında, topu oyuna sokma konusunda sıkıntılı olsalar da, gerek yüksek toplar gerekse müdafaa dengesi oluşturmada lig
ortalamasının üzerinde bir tandem; Alves/Bekir... Yedekleri Egemen ve Kadlec.. Ki, bu oyuncu aynı zamanda sol arka hatta sol ön oynayabiliyor.

Önlerinde, ülkenin en sağlam yerli oyuncularından Mehmet Topal ve ekibi; Emre Belözoğlu, Portekiz milli Raul Meirelles, basit ve doğru oynayan değişmez futbolcu Dirk Kuyt ve ters çizgisinde Moussa Sow... İleride ise, elinden kaçırdığında koşarak yetişmenin zor olduğu Emenike! Peki ya yedekler; arkada Hasan Ali.. Ortada Salih, Baroni, Mehmet Topuz.

Yedek kulübesinden çok güçlü destek alma şansına sahip bu takım, özellikle hücumda sürekli yer değiştirmelerle rakip savunmaya sıkıntı yaratma konusunda ülkenin şu andaki en iyisi konumunda.

Kara Kartal’da sağ bekte sıkıntı var

Gelelim Beşiktaş’a... Kadro yapısına rağmen ligdeki yerine tıpkı bir önceki sezonda olduğu gibi çoğu insan sanırım şaşırıyordur. Bu durum da esasen ligin vasatisinin en önemli göstergesi! Kalecisi, devamlılık gösteren en iyi iki oyuncusundan biri; Tolga Zengin. Çoğu maçtan onun sayesinde başları dik ayrıldılar. Geride sağ bek boş! Hilbert’in yerine alınan Serdar Kurtuluş, tamamen idman futbolcusuna dönmüş durumda. O boşluğu ‘kesici’ ama sağ bek özelliği gösteremeyen iki oyuncu, Necip ya da Atiba Hutchinson ile yamamaya gayret ediyor Biliç. Çünkü, seçenekler sınırlı. Solda Ramon Motta, ki son maçta yerini İsmail Köybaşı’na bırakarak sol ön oynadı ve onun yerinde oynayan Köybaşı o maçta takımın en aksayanıydı. İki bekin arasında, ‘yeniden keşfedilen’ Pedro Franco ile transferiyle Galatasaray’ı ferahlatan ve kaybedilen iki
maçta gollere neden olan kritik hataların merkezindeki Dany.

Beşiktaş’ın da en sağlam yeri müdafaa önündeki ekip; garanti olduğu kadar ‘joker’ özelliği de gösteren Atiba Hutchinson, Jermain Jones ve modern orta sahanın
nasıl oynaması gerektiğini her maç tekrar tekrar gösteren Veli Kavlak. Beşiktaş geçen sezona göre bu kadar az gol yediyse, aslan payını Atiba ile Veli’ye vermemek
haksızlıkların en büyüğü olur. Ve elbette Fernandes sonrasının ‘seçeneksiz ve vazgeçilmezi’ Oğuzhan Özyakup. Tek top ve futbolu ‘bilinç’le oynamanın sahadaki sureti. Orta sahanın son ismi, topla içeri kat ederek rakibi sıkıntıya sokan ve bu sezon takım lehine fark yaratan Gökhan Töre. Ve önde takımdan uzak bir ‘yalnız adam’; Hugo Almeida. O da son bir güçlü kontrat için Portekiz milli takımı ile Brezilya yolcusu.

13 transfere rağmen kulübe yetersiz

Çoğu karşılaşmada olduğu gibi bu maçta da Biliç’i en çok kenardan alabileceği katkının sınırlı olması zorlayacak. Oysa Beşiktaş bu sezon 13 transfer yaptı! Yine de farklı oynama düzenlerine rağmen iki takımın sahadaki 11’leri arasında büyük uçurum yok gibi. Beşiktaş sezonun ilk maçının ilk devresini parmak ısırtacak bir düzende oynamış ve rakibine 3 gol atmıştı. Ancak ikinci yarı düzenini koruyamadı. Biliç ve ekibi, bu kritik maçta en azından o ilk yarıyı tekrarlamaya çalışacaklar. Eğer bunu maçın son
bölümünde yapabilirlerse o maçtaki hayal kırıklığı da tekrarlanmaz. Haliyle baştaki fuzuli soru kafanızı karıştırmasın, iki takım da oynamak için sahada olacak oyunculardan kurulu. Elbetteki Beşiktaş, kendi sahasında değilse de kendi taraftarı önünde oynama avantajına sahip. Ve bu tip derbilerin temel kuralını da unutmamak gerek; “Kazanması gereken kazanır!

17 Nisan 2014, Perşembe 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Savunma 'evet' ama ya 'hücum'!‘’

Örneğin, ‘neden’ Antalya deplasmanında 100 kadar Konya taraftarı küfürlü tezahüratta bulundu diye koca Konya Stadı boş ve ‘niçin’ Beşiktaş taraftarları da cezalı? Merak eden var mı? Buna bizim oralarda “Saçmalığın daniskası” derler. Bu saçmalığı icra edenler de, “Futbolun marka değeri” saçmalığını karşımızda çiğneyip duracaklar!

Beşiktaş, tıpkı geçen sezon olduğu gibi ‘sınırlı kadrosu’yla kimsenin tahmin edemeyeceği bir yerde. Ligin kalitesi vasatın altında olunca böylesi durumlar da kaçınılmaz oluyor. Düşünün, ameliyattan sayılı günler önce çıkmış Gökhan Töre maçın gidişatına etki ediyor! Kuşkusuz ki, bunu ‘mucize doktor’un mucizevi tedavilerine bağlayanlar olacaktır ancak kimse iyileşemeyen diğer oyuncuların, örneğin “İlk kez Voltaren vurulmadan tedavi oluyorum” diyen Sivok’un, nerede olduğunu sormayacaktır!..

Özellikle 30 ila 45. dakikalar arasında tempo yükselttiğinde rakibini paralize edip, üst üste gol pozisyonu bulan Beşiktaş maçı bu bölümde koparmayı başaramadı. Bunda da fark yaratacak ‘ön oyuncu’ sayısının eksikliği önemlidir kanımca.

Ne var ki, ikinci yarının önemli bölümünü de Konya’ya teslim etti Beşiktaş. Yine de Gökhan Töre merkezli, Oğuzhan finalli bir pozisyonla gole ulaşmayı başardı.

Doğrusu Beşiktaş, geçen yıldanfarklı olarak bu sezon kendini daha iyi savunuyor. Bunda başta kritik kurtarışlar yapan Tolga Zengin olmak üzere takımın ‘müdafaa yönü güçlü’ oyunculardan kurulu olmasının payı büyük. Ne var ki, bu oyunda temel dinamik ‘oyuna hükmetmek’. Golü bulmuş olmasına rağmen oyuna hükmetme konusunda o denli etkili olamayan Beşiktaş, Teofanis Gekas ve arkadaşlarını en kritik anda ve en kritik bölgede savunamayınca Şampiyonlar Ligi yolunda önemli bir avantajı da kaybetmiş görünüyor.

Şimdi iş geldi, neye yaradığı ve neden bu maçta uygulandığı belli olmayan ‘passolig kart’la girilecek Fenerbahçe maçına. Dur bakalım, bundan sonra ne olacak?

12 Nisan 2014, Cumartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bak şu konuşana!‘’

"Zaman en iyi güreşçidir!" der Anadolu’nun yerli yerinde sözü... Her yarayı sarar, umutsuzu umuda, dertliyi çareye vardırır... Devrilmez görüneni devirir... Yeter ki, yaşadıklarımızı ‘hatırlayalım’. Bu hatırlama işi mühimdir. Kimi bunu hafızayla yapar kimi arşivde yatan bilgilerle... Biz bugün TFF Başkanı Yıldırım Demirören’in son konuşmasından bazı bölümleri değerlendirirken hem hafıza hem de arşivlerden yararlanacağız.

O ZAMAN NEDEN KIZIYORDUN!
Tuhaf bir ülkede yaşadığımız çoğumuzun malumu! Kızdığı, köpürdüğü şeylerle şıp diye barışıveren bir sürü insan var çevremizde. Öyle ki bazıları hayatımızı yönetiyor. Demirören de onlardan biri. Örneğin, hafızalarımızdadır federasyon başkanı olduktan sonra kimi spor programlarını eleştirirken kullandığı ‘sert üslup’!.. Sonra... Sonra, o en çok çıkıştığı programlarda boy gösterdiği de. Bir tür ‘dönme dolap oyunu’ anlayacağınız...

HABERE GÖRE ‘NOUMA KALSIN’ DEMİŞ

Demirören, geldiği günden bu yana tartışmalı bir futbolcu olan Felipe Melo için son derbideki davranışlarından ötürü Galatasaray yöneticileri'ne bir öneride bulunmuş çıktığı televizyon programında; “Galatasaray, Beşiktaş’ın Nouma kararını emsal olarak almalı. Beşiktaş’ın Nouma’ya yaptığını, Galatasaray da Melo’ya yapmalı” diyor. Aynı günlerde Hürriyet Gazetesi’nden bir haber, birlikte okuyalım; “Beşiktaş’ta şok gelişme... Siyah-Beyazlı yönetim, Fenerbahçe maçında attığı golden uygunsuz hareket yapan Pascal Nouma’nın sözleşmesini tek taraflı olarak feshetti. Başkan Serdar Bilgili, dün tüm yöneticileri tek tek telefonla arayarak, Nouma için oylama yaptırdı. Bilgili’nin yaptığı tele-oylama sonucunda 13 yönetici gönderilmesinden yana tavır alırken sadece 3 kişi, Yıldırım Demirören, Kıvanç Oktay ve Haşmet Kürüm kalmasını istedi.” Kaldı ki, Pascal Nouma Beşiktaş’tan ‘kovulduktan’ sonra bile bu ülkenin hayatında bir magazin karakteri olarak varlığını sürdürdü, sürdürüyor. Reklamlarda, yarışma programlarında, dizilerde sık sık izliyor halkımız kendilerini!.. Hâlâ Beşiktaşlılar’ın yanında ciddi bir
kalabalık için fenomen Nouma!...

AHLAKI TEMİZE ÇEKMEK!

Beri yandan hatırlanırsa, aynı Melo takım arkadaşı Albert Riera’yı soyunma odasına kilitleyip doktor müdahalesine gerek duyacak kadar fena hırpalamış ve bir süre sonra başta şimdinin Türkiye Futbol Direktörü Fatih Terim’in de ‘olur’uyla bugünlere gelmişti. Peki neden? Nedeni gayet açık; bu ülke Melo’nun mevkiisine birkaç oyuncu yetiştirecek düzeyde kurumsal futbola sahip olmadığı ve elbette, kazanmak her şeydir’ olduğu için... Şimdi Melo’nun davranışları üzerinden herkesin kendi ‘ahlak’ını temize çekmeye gayret etmesine aldanmayın. Bu ve benzerlerinden daha çok yaşayacağız, yaşatacağız!..

SÖZ UÇAR İMZA KALIR!

Bir başka yerde şöyle diyor aynı zamanda işadamı da olan Demirören; “Bir kulüp başkanının sözü mü kağıdı imzalaması mı önemlidir? Dünyanın her yerinde söz önemlidir. Ben bu kararı başkanların ağzından çıkan sözle aldım.” Eski sözdür bilinir, “söz uçar yazı (imza) kalır.” Tıpkı, Beşiktaş Başkanı görevini bırakırken alacaklarının hibe edeceği sözünü verip, devamında kendisine verilmiş ‘imzalı senet’ler nedeniyle işin çıkmaza girmesi gibi!... Beşiktaş ‘mali denklik’ sıkıntısını biraz da bu imzalanmış senetler yüzünden yaşamıyor mu? Fikret Orman, bunları duyduktan sonra içinden “Keşke imza değil de söz verilseydi” diyor mudur acaba!...

FIFA’DAKİ 300 DOSYA VE BEŞİKTAŞ!

Soru ‘yabancı kontenjanı’na gelince daha bir unutkan görünüyor Demirören. Şunları söylüyor; “Yabancı kontenjanının artması Türk futbolu için doğru değildir. Türkiye’nin yabancı futbolculardan dolayı FIFA’da 300 dosyası bulunuyor. Bulgaristan’dan sonra 2. sıradayız. Bize göre bu rakam 5 olmalıdır. Yabancının artması futbola zarar verir.” Hafızayı tazelersek, uluslararası kurullarda başı en sıkışık takımlardan biri de Beşiktaş’tı ve o dönem Beşiktaş’ın başkanı Demirören’di. Birçok örnek var ama mahkeme tarafından alacakları misli misli ödemeye mahkum edilen iki frapan dava yeter. Biri Vicente Del Bosque diğeri Matteo Ferrari. Devamını merak edenler, ‘30 Kasım 2011 tarihinde sona eren dönem konsolide finansal tablolar ve dipnotları hakkında bağımsız denetçi inceleme raporu’na bir göz atabilir... Orada mevcut
Beşiktaş Yönetimi’nin boğuştuğu Demirören döneminde kalma davaların ayrıntılı listesini bulabilirsiniz. Elbette, kalbiniz sıkışmazsa... Ayrıca FIFA’daki mevcut 300 dosyanın denetiminden dolaylı da olsa aynı zamanda federasyon da sorumlu değil mi?..

CRISTIANO RONALDO GELDİ AMA...

“Quaresma dünyada tartışılmayan oyunculardan biri. Gönderilmesi konusunda yorum yapmam doğru olmaz” diyen TFF Başkanı Demirören ilginç bir anekdot da aktarıyor o döneme ait; “Beşiktaş’ta bir Guti, Galatasaray’da Drogba. Kulüplerin reklamıdır bunlar. Büyüklükler bazen
oyuncunun markalarıyla da büyür. Ben Cristiano Ronaldo ile konuştuğumda ‘sen başkan olursan’ gelirim demişti.” Unutmuş sanırım. Cristiano Ronaldo güzide ülkemizi şereflendirdi ancak başka gerekçeyle. İstiklal Caddesi’ndeki tartışmalı ‘Demirören AVM’nin açılışı vesilesiyle! Beri yandan Ronaldo’nun bu öneriyi nezaketen yapmış olması ihtimalini de atlamayalım. Geçenler de Zlatan İbrahimoviç de “Türkiye’ye gelebilirim” türünden bir şeyler söylüyordu gazetelerde!.. Sonuçtan bakıldığında Ronaldo’nun kendisi için en kötü kararı verdiği iddia edilebilir mi?! Bu arada Quaresma nedeniyle Beşiktaş’ın Porto ve Sporting Lizbon ile de FIFA’lık olduğunu hatırlatalım...


YABANCI KONUSUNDA BENZEŞİYORUZ!

“Hafıza-ı beşer nisyan ile maluldur” der eskiler. Zaman zaman hepimizin başına gelir. Yabancı kontenjanı konusunda haklı bir hatırlatma yaparken unutkanlık da yaşamış Demirören; “Galatasaray, UEFA Kupası’nı kazandığında 3 yabancısı vardı. (Arşive göre 4 yabancı sahada -Taffarel, Popescu, Capone ve Hagibiri de yedekti - Marcio -). Geri kalan oyuncular yerliydi. Tüm takımların altyapıya yatırım yapması lazım. Altyapılar futbolcu fabrikası olmalı. Biz sene başında altyapıdan oyuncu oynatırlarsa kulüplere dakika başına prim ödeyeceğimizi açıkladık. Bunu teşvik için yapıyoruz.” Geçmişi hatırlamadan bugünü aydınlatamaz, geleceği kuramayız.

09 Nisan 2014, Çarşamba 08:50
YAZININ DEVAMI