Arama

Popüler aramalar

‘’Kusursuz oyun, beklenen son‘’

Yıllardır müdafaa hattında fark yaratacak dikişleri tutturamayan Beşiktaş, bu maçta da iki bölgeye ‘geçici pansuman’ yapmak zorundaydı. ‘Geçici çözüm’ Opare ilk maçta Motta’nın düştüğü durumlara düşmeyip, Lallana’nın da yokluğunda Ibe’ı etkisizleştirince o kanat rahatladı. Necip ise yine basit, gösterişsiz, hatasız ve işlevsel oynayıp Balotelli’yi yıldırınca partneri Pedro da rahatladı. Bunlara Serdar’ın güvenli oyunu eklenince bir iki Liverpool atağında iş Cenk’e düştü ki, o da gereğini yapıp problem çıkmasını önledi. İlk yarı boyunca kenarlardaki Olcay ve Töre’yi, savunmanın önündeki Veli/Atiba’ya yakın oynatan Bilic rakibin orta sahasıyla hücum hattının bağını kopardı ancak bu durumda topu öne taşımak zorlaştı. Sosa ve Demba’nın görünmezliği esasen ilk yarıda oynanan bu ‘doğru oyun’un doğal sonucuydu. Çünkü Beşiktaş, maçı taşıyabileceği kadar son bölüme taşıma hedefindeydi, bunu da başardı.

Uygun anı bekliyordu

İkinci devrenin başlamasıyla durağan tablo değişti ve Beşiktaş kenarları oyuna sürüp oyunu ‘bir tık’ ileri taşıyarak rakibi geri itti. Bilic uygun anı bekliyordu ve 60. dakikada etkisiz Sosa ile oyunu iki yönlü oynayabilen Tolgay’ı değiştirerek öne doğru bir hamle daha yaptı. Artık Beşiktaş ittikçe Liverpool iyice geriledi. 70’lere doğru tansiyon tam istenen seviyeye yükselmişti ki, az önce kaleyi yoklayan Tolgay’ın Demba Ba katkılı şahane golü geldi. İpler artık hayli eksik Liverpool karşısında tamamen Bilic’in eline geçmişti. O da tek oyuncu değişikliğinde kalıp ‘uzatma planı’nı devreye soktu. Demba Ba’nın maç boyunca buluştuğu ilk top son dakika direkten dönmese o plana bile gerek kalmayacak ve Bilic’in sözünü ettiği tatlının zevkine varılacaktı ama olmadı.

Bilic’i dinlediler

Uzatmalar da dahil tüm maçı doğru planlayan Bilic’i dinleyip doğru oyunu kusursuz oynayan futbolcu ekibi dezavantajla çıktıkları bu zorlu maçı penaltılara taşıyarak çok zor bir işin altından kalkmayı başardı. Ve doğru oynanan maçın sonunda penaltılarda da olması gereken oldu; Beşiktaş UEFA’da ilk 16’ya kaldı...

27 Şubat 2015, Cuma 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Riskli kadro pahalıya patladı‘’

Futbolcular arası ‘seviye/performans denkliği’ takım kalitesinin en önemli belirleyicilerindendir. Bir oyuncu denkliğin altındaysa balans bozulur ve bu takım aleyhine zincirleme etkiye neden olur. Olcay’ın son haftalardaki düşen performansını bu açıdan değerlendirmek gerek. Sürekli Motta’yı desteklemek zorunda kaldığından hücumda kaybettiği mesafeler onu eskiye oranla ‘düşük’ göstermektedir, ki öyledir. Eskişehir maçına her hattında ‘sabit omurgası’ndan bir eksikle çıkan Beşiktaş tüm ilk yarı Motta’nın açtığı gediği onarmaya uğraştı, başaramadı!

Acemilik golü getirdi

Üstelik önde tek oyuncu ile oynayan rakibinin ilk uzun topunda ‘seri acemilikler’ sonucu golü de yedi. Yetmedi, Raheem Lawal’ın örgütlediği Eskişehir orta sahası az sayıda oyuncuyla ceza alanı içine taşıdıkları hemen her topu gol pozisyona çevirdi. Arjantinli Mori arkadan biraz daha destek alabilse iş Beşiktaş için daha 60. dakika geldiğinde içinden çıkılmaz bir hal alabilirdi.

Yedikleri golün ardından kanat değiştiren Olcay ilk anlarda biraz kıpırdanır gibiydi. Ancak Atibasız kalan Veli tek başına topu kaptıysa da, Oğuzhan ve Sosa’ya topu geçiremediğinden onlar da oyun kurmakta aktif hale gelemediler. Biliç de baktı olmuyor, işlevsiz iki kenar oyuncusu Serdar ve Motta’yı söküp top kapıcı Atiba ile kudretli doğaçlamacı Töre’yi oyuna sürdü. Ne var ki baştaki riskli kadronun hasarı kolay kolay onarılacak gibi değildi.

En ufak ışık bile vermedi

Müdafaaya Mustafa Yumlu’nun koordinesinde beşli başlayan Eskişehir, rakibi hücum ederken bu sayıyı duruma göre altı hatta yediye çıkarak geride gedik vermedikçe Beşiktaş gerildi!.. Oyunun son bölümüne kadar topa sahip olsa da, bilinçle oyun kurgulayamayıp fazlasıyla ‘kişisel beceri’ye muhtaç görünen Beşiktaş maçı kazanabileceğine dair en ufak bir ışık vermedi dersek yanlış olmaz. Zaten eksik kadroda Veli/Atiba’yı bozarak maça başlamak riskti, o risk de pahalıya patladı.

23 Şubat 2015, Pazartesi 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Sen elinden geleni yap, gerisini hayat halleder‘’

"Kartal’ın hem savunup, hem hücüm etmesi gerek. Tıpkı Tottenham maçında olduğu gibi sabırlı bir oyun sergilenmesi halinde rakibin hata ihtimali yükselecektir. Beşiktaş’ın ilk planı gol yememek olmalı"

Beşiktaş, Premier Lig’in en formda takımına karşı deplasmanda oynayabileceği en doğru oyunu oynadı, doğru. Ancak düzeni, ‘kazanmak’ değil ‘kaybetmemek’ üzerineydi. İstanbul’da ise ‘kazanmak’
zorunda. Bu da golü gerektiriyor... ve bunun yaratacağı telaş, ‘erken gol yemek’ gibi tahmin edilebilir sonuçlara gebe. Üstelik bir stoper ve ‘varlığı bir, yokluğu bambaşka bir dert’ olan sol bekten de yoksun.
Haliyle hem kendini doğru savunup hem kazanmak için hücum etmek gerekiyor. İlk maça göre Liverpool’un daha rahat olacağı da muhakkak. Beşiktaş’ın 1. planı gol yememek olmalı. Hele ki müdafaanın nasıl tahkim edileceği belirsizken!.. Tribüne gidecek onca insanı sıkma pahasına oyunun son bölümüne kadar ritmi düşük tutmayı becermek önemli. Örnek İstanbul’daki Tottenham maçı. Maçın süre olarak boyu kısaldıkça rakibin ‘korunma refleksi’ artacak ve hata yapma oranı yükselecektir. Maçın uzaması seçeneğinin ise eksik kalmaması halinde Beşiktaş’ın lehine olacağını düşünüyorum. Deplasmandaki gibi hızlı hücumlar organize etmek zor olacaktır. O nedenle driplingi yüksek, doğaçlaması kudretli Gökhan Töre ve Kerim içeri sızma, Demba Ba’yı besleme dahası ceza sahası çevresinde duran top kazanmada kilit önemde olacaklar. Kritik yol ayrımı ise “Savunması iyi Olcay mı yoksa driplingi yüksek Kerim mi?” sorusunun yanıtında. İlk maçta ortalıkta görünmeyen Sosa’nın gol için daha aktif hale getirilmesi elzem. İlk maçın aksine oyun merkezini biraz daha geriye, çekip kenarlara koşu alanı yaratılabilir. Bu da ceza sahası içine sızmalarda, güçlü ama dengesiz Skartel ile Emre Can’ın Motta’nınkine benzer penaltılara yol açmalarına sebebiyet verebilir. Velev ki, en başta hesapta olmayan bir gol yendi. Böyle bir takıma gol yemeden üç gol atmak kuşkusuz ki zor. Ancak Liverpool’u alt etme için gösterilecek direncin ligdeki şampiyonluk yarışındaki rakipler için ürkütücü olacağını da akıldan çıkarmamak gerek. Yani, “Sen elinden geleni yap, gerisini hayat halleder...”

21 Şubat 2015, Cumartesi 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Doğru oyun yanlış adam‘’

Daha önce iki Londralı’ya karşı hayli kullanışlı bir şablon geliştiren Beşiktaş, Veli/Atiba merkezli savunmasıyla Liverpool’un da hızını kesip yetenekli oyuncularını işlevsizleştirdi. Bu iyi kurgulanmış düzende rakibin duran top dışında ilk yarı boyunca tek seçeneği vardı; takımın yumuşak karnı Ramon Motta üzerine İbe ve Sturridge ile saldırmak. Onlar da zaman zaman sıkıntı yarattıysa da o denli korkutucu olamadılar.

Beri yandan Beşiktaş işin hücum yanında Sosa’yı haliyle de önündeki Demba Ba’yı oyuna sokacak üretkenliği gösteremedi. Oysa 13. dakikada Veli’nin cılız şutuyla sonuçlanan bol ve tek pasa dayalı atak hücum için gereken şablonun da ipuçlarını vermişti. Çünkü, saldırırken kolaylıkla kenarlara doğru genişleyen Liverpool topu kaptırınca aynı beceriyle arkada daralamıyordu. Bu sadece onların değil, ‘daha izlenir/satılır oyunu tercih etmek zorunda olan Ada futbolu’nun -bir ikisi hariç- temel açmazıdır. Ne var ki ilk yarı Töre’nin saldırılarına -ki bunlarda Serdar’ın katkısı da önemli- ters kanattan katılım olamayınca hücum çoğunlukla tek boyutlu kaldı. Oysa sürprize ihtiyaç vardı. O da 35. dakikada Veli/Sosa/Veli/Ba düzenli müthiş kontrayla geldi. Gol olmadı ama ilk yarının en net pozisyonuydu ve Beşiktaş’tan gelmişti. Moreno ve Henderson vuruşları ise akılda kalan diğer aksiyonlardı.

İkinci yarının hemen başındaki sıkıntı yaratan Liverpool akınlarına da ‘ritim düşürerek’ çözüm üreten Beşiktaş, kaybeder gibi olduğu moral etkiyi süratle tazeledi. Ne var ki, Gökhan Töre’yi ‘özgürleştirecek’ bir düzen tesis edilemediğinden ‘savunma oyunu’nun ötesine geçilemiyordu. Bu nedenle ‘sessiz’ Sosa ile Oğuzhan yer değiştirilip oyun merkezi biraz daha geri kaydırıldı. Yeni formasyonun hedefi, kenarlara özgürlük savunmaya sağlamlıktı... Ne kadar becerildiği tartışılır ama öncekinden daha işlevsel olduğu su götürmezdi. Ancak “Geliyorum” diyen geldi ve Motta maç boyu gücünün yetmediği İbe’yi indirip doğru oyunu berhava etti.

Yine de Beşiktaş doğru oynayıp turu İstanbul’daki maça taşımayı becerdi dersek yanlış olmaz. Artık iş, daha az gösterişli olsa da Tottenham maçında olduğu gibi sonuç odaklı bir plana kaldı.

20 Şubat 2015, Cuma 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Daha çok isteyen kazandı!‘’

Önde oynama iştah ve becerisi yüksek iki takımın karşılaşmasında belirleyici olan, çoğu maçta olduğu gibi yine Beşiktaş’ın müdafaa hattı olacaktı. Geri dörtlünün performansı öndeki ikili, Veli ve Atiba’ya üst seviyede muhtaçlık duyduğundan işin arkaya sarkmaması gerekiyordu. Bursa’ya golü getiren ilk atağa dikkat edilirse Josue, Beşiktaş’ın gerçek savunmasından Veli-Atiba arasından kurtulmuş adamı Bakambu’yu gözlüyordu ve bulması hiç de zor olmadı!..

Yine verim alamadılar

Beşiktaş, kadro yapısı gereği topu mümkün mertebe müdafaasından uzak tutmak zorunda. Ancak bunun için kapılan topu elde tutmak şart. Evet, rüzgar ile zemin, seri ve düzenli pas yapmayı engeldi. Bu nedenle iki takım da orta sahada bu kadar pas hatası yaptı ve maç bir tür ‘kaybedilen top’ oyununa döndü. Yine de Beşiktaş, en azından ikinci devre daha baskılı göründü. Ancak bu görüntü, bir düzen tutturup oyuna hükmetmesinin sonucu değildi. Onlar adına iş yine becerili Sosa, Gökhan Töre ile sonradan oyuna dahil olan Kerim ve Oğuzhan’ın ‘doğaçlama’larına muhtaç hale gelmişti. Çünkü oyunu kenarlara genişlettikleri anlarda arkadaki iki kanat bekinden ‘tehlike riski yüksek’ bu maçta da yine verim alamadılar.

Son bölümde goller geldi

Çok istediklerini belli ettikleri maçta problemi tam Töre’nin muazzam işçiliğiyle çözdüler derken iş karıştı. Önce iki dakikalık Bursa baskısında Ozan Tufan topu iğne deliğinden geçirdi, ardından son Beşiktaş atağında kırmız kart ve Demba Ba’nın penaltı golü geldi. Şaşkınlık, hayal kırıklığı ve geri dönüşler... Özetle futbol denen oyun bize diyor ki; en zor zamanlarda bile yaşamdan umudunu kesme...
Bursa’nın bekleyip, ritmi elinde tutmaya çalışarak oynadığı maçın onlar açısından en iyisi belki de maçın en iyisi kaleci Harun Tekin’di. Sosa’nın çekip çevirdiği, Töre’nin renklendirdiği Beşiktaş’ta ise yenilen goldeki yer tutma ve hız sorunu yaşasa da Atınç’ın Bursa hızlı hücumlarında yaptığı kritik ‘pas araları’nı hanesine artı olarak not etmek gerek.

16 Şubat 2015, Pazartesi 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bakalım kaç çocuk daha tokatlanacak?‘’

Anormal olanın süratle normalleştiği güzide ülkemizde çeşitli suçlar da sıradan şeyler gibi algılanır oldu. Hem milli takım hem Galatasaray’a hocalık yapan Ergin Ataman’ın, oyuncusu Göktürk Ural’ı dövmesi de bu sıradanlık içinde seyrediyor. ‘Konuyu uyutmak için’ sistemli değilse de vurdumduymazlığa, kanıksatmaya bağlı bir gayret olduğu açık. Sporda başarı uğruna oyun dışı etkileri devreye sokma konusunda ‘sosyal sabıkalı’ olan Ataman’ın, öğrencisini dövdüğü için utanmasını beklemek ise Ekvator kuşağına kar yağması gibi bir durum. ‘’Bu bizim mahremimiz, olayı büyütmeyelim’’ türünden bir şeyler buyuran Ataman gibilerin ‘mahrem’ tanımları yüzünden ülkede neredeyse her gün bir kadın cinayeti yaşanıyor. Yani, saçma sapan üslup nedeniyle ülkeyi Sırbistan ile diplomatik bir skandalın kapısına getiren Ataman nedeniyle artık ‘adam dövmek’ meşrulaşacak, öyle mi?

Albayrak’a ne demeli

Ya hamilerinden biri olan Abdürrahim Albayrak’a ne demeli? Kulübünün borç batağının sorumlularından olan Albayrak, ‘’Ben görevde olduğum sürece Ataman kalacak’’ demiş. Paraları ödenmeyen sporcular idmana çıkmazken gıkı çıkmayan biri söylüyor bunu!.. Soruşturmaya uğramayacağını bildiği için suç duyurusu niteliği taşıyan ‘’Futbolculardan alacağım yoktur imzalı kağıtlar aldık’’ diyen birinden konuya ilişkin ne tür savunma beklenir ki? Ama kabul etmek de gerek, sahada maç oynanırken televizyon ekranında bazı futbolculardan daha çok görünebilmeyi becermek de özel yöneticilik yeteneği ister, değil mi!..

Erdenay neyi yönetiyor!

Ya Basketbol Federasyonu’nun Milli Takımlar Sorumlusu, zamanının büyük basketbolcusu ‘Pegasus Harun Erdenay’!.. Geçmişte bu tür davranışların normal karşılandığını ancak günümüzde insanlara garip geldiğini belirtmiş konuşmasına başlamadan. Dayağın suç olmadığı geçmiş çok eskidir. Erdenay’ın yaşı o kadar eskiye yetmez sanırım... Ve şunları söylemiş devamında: “Tabii kimse tokat atma, küfür etme hakkına sahip değil ama bence bu Galatasaray içinde çözülecek bir sorun. Biz Federasyon olarak, bir kez yaşanmış talihsiz bir olay nedeniyle milli takım antrenörü hakkında karar alma veya antrenör değiştirme olayını gündemimize almadık, almayacağız.”

Sormak gerek, ‘’Erdenay acaba hangi oyunu yönetiyor? Milli takım hocasının bir marifeti neden sadece Galatasaray’ın sorunu oluyor? İkisinin de olamaz mı?’’ Erdenay’a hatırlatırım; ‘’Dünkü Hürriyet Gazetesi’ni bulup okuyun. Hukukçular diyor ki; ‘Ataman’ın yaptığı suçtur..’ Yani sizin dediğiniz gibi ‘talihsiz bir olay’ değil. Şöyle söyleyeyim, kapınızdan arabanız çalındığında yaşadığınız ‘talihsiz bir olay’ değil ‘suç’tur. Bu da öyle. Yani en azından konuyu mutlaka ‘gündeminize almalısınız.’’

Hukuk nedir bilmiyorlar

Bu örnekte de görülüyor ki, ülkede spor yönetilemiyor. Yetersiz yöneticilerin çoğu ‘hukuk nedir’ bilmiyor. İdare-i maslahat yönetim sayılıyor. Bunların yaşandığı yerlerde ne maç izlenir, ne sporcu yetişir, ne oyuna ilgi duyulur. Ama günler süren ‘şahane hakem kararı tartışmaları’ yapılır ve bu arada hepimiz gencecik Göktürk Ural’ın yediği dayağın kesilememiş cezasının utancıyla yaşarız!..

14 Şubat 2015, Cumartesi 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Korkusuz Rize düzensiz Beşiktaş‘’

Beşiktaş’ı izleyenler, uzun süredir maçların ilk yarılarının ‘nafile’ kabilinden oynandığına şahittir. Bu maç için de aynı tespiti yapmak mümkün. İlk yarı onlar adına ‘boş geçti’ desek yeridir. Atiba yerine Oğuzhan ile sahaya çıkmayı tercih eden Bilic, kuşkusuz ki daha çok top yapmayı hedefliyordu. Lakin, bunu gerçekleştirebilmek için önce topu kapmak gerekiyordu ve Oğuzhan, bu konuda Atiba kadar yetkin değildi! Haliyle top kapma yükü yine Veli’nin omuzlarına bindi. Oysa Rize’nin orta sahadaki ‘direnç merkezi’ Kıvanç daha ilk dakikada sarı kart görmüş, bu nedenle ‘temkinli mod’a geçmişti. Ancak Beşiktaş topu ele geçirmekte zorlanıp top yapamayınca Rize’nin bu handikapı ilk yarıda bir avantaja dönüşemedi. Temposuz ve durgun geçen ilk yarının özeti olarak, ‘’Rize’nin arayışlarıyla geçti’’ demek yanlış olmaz...

İkinci yarıyla birlikte daha ‘görünür hale’ gelen Sosa, Beşiktaş’ı topyekun öne çağırdığında ‘durağan maç’ın hal ve gidişinin değişeceği de belliydi. Önce Sosa’nın ‘usta işi’, sonra Sercan’ın ‘Tolga’nın usta ikramı’ndan gelen golleri... Ancak maçın gerçek belirleyicisi temkinli olmaları gerekirken fevrileşen Kıvanç ile Koray’ın kendilerini kısa aralıklar içinde attırmaları oldu. Düzenler bozuldu... Dokuz kişilik Rize’nin geriye yığılıp ‘güvenlik duvarı’nı yükselteceği tahmin edilse de Hikmet Karaman tersine Lafferty’yi oyuna alıp topu ‘önde istediğini’ belli etti. Onlar eksik olmasına rağmen düzenli oynadıkça Beşiktaş’ı gol telaşı sardı. Maç boyunca topa sahip olma sıkıntısı yaşayan Beşiktaş kenarlardaki Olcay/Töre hattını işletemeyip Demba Ba’yı uygun pozisyonlarda topla buluşturamadı. İki kişi eksik rakibine 30 dakika boyunca hükmedemeyen Beşiktaş’ta işler ‘doğaçlama’ya kalmıştı ki, o fırsat da bir pozisyonda kenara sızan Sosa’nın yaptırdığı penaltı olarak yakalandı. Neticede, garantili Veli/Atiba düzeninden vazgeçmek Bilic’e hayli pahalıya patlıyordu. Bu maçı ucuz atlattılar ama Beşiktaş son maçlardaki düşüşüne acil çare üretmek zorunda. Yoksa sıkıntı büyür...

09 Şubat 2015, Pazartesi 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Eline, beline, diline... Bu mudur resmi görüş!‘’

Yakın zamanda İlhan Cavcav ile ilgili resmi siteye konan yaşına bağlı sağlık durumuyla ilgili incitici ve iç acıtıcı yazıya, dün de Fikret Orman ile ilgili magazin çağrışımlı bir başkası eklendi. Fenerbahçe içinden beklenen ‘vicdani itiraz’ın zayıflığı bir kenara not edilmeli!..

Daha çok konuşup daha çok bağıranın ‘doğru’ ve ‘haklı’ bulunduğu yurdumuzda yüksek perdeden konuşan muktedirlerden biri de Aziz Yıldırım’dır. Az sayıdaki ‘doğru’yu olumsuzlukların arasına serpiştirerek sık sık gündemi belirler. Bu durumdan şikayetçi gibi görünmesi ise ‘muhteşem vahşi dünya’nın ironisidir! Ülkede son yılların stratejik siyasi çizgisi olan “Sürekli düşman yarat ki, arkana yığılan kalabalık inde kalsın” ilkesiyle hareket ettiklerini düşündüğüm Yıldırım ve ekibi, Fenerbahçe amblemini de ‘düşük seviye açıklamaların’ imzası haline getirmekte sakınca görmez. Yakın zamanda İlhan Cavcav ile ilgili resmi siteye konan yaşına bağlı sağlık durumuyla ilgili incitici ve iç acıtıcı yazıya, dün de Fikret Orman ile ilgili magazin çağrışımlı bir başkası eklendi. Alevi-Bektaşi geleneğinin düsturu olarak bilinen sözü - “Eline, beline, diline hakim ol” - siteye nakş edenler, durumun insanların çocukları ve aileleri ile ilgili acıtıcılığını bir an bile akıllarına düşürmemişler belli ki. Öte yandan böylesi kabul edilemez dilin ‘resmi görüş’ olarak tescillenmesine Fenerbahçe içinden beklenen ‘vicdani itiraz’ın zayıflığı da bir kenara not edilmeli!..

Federasyonun durumu elini güçlendiriyor

Beri yandan Yıldırım ve ekibinin, toplumda yaygın olan ‘kazanmanın her şey olduğu’ inancına çok güvendikleri belli. ‘Güç’e tapılan coğrafyamızda ‘Fenerbahçe’nin haklarını koruyoruz’ demogojisiyle ambalajladıkları bu tutum ‘havuz problemi’nde açık seçik görülüyor. İktisat, sosyoloji, tarih vb. disiplinleri kulak ardı edenlerin hesaplarını ‘kurnaz tüccar işletmeciliği’ üzerine inşa ettikleri açık. Bu tartışmayı başka bir gün rakamlarla uzatacağım... Bugün konuya başka bir yerden devam ediyorum...

Kabul etmek gerekir ki, ‘karşı taraf’ olarak bellettikleri ‘Türkiye Futbol Federasyonu’nun tutarsız, çelişkili ve zayıf halleri ellerini hayli güçlendiriyor ve ‘doğru söylüyorlar’ gibi algılanmalarına yol açıyor!

Gazetelere de yansıyan Fenerbahçe Dergisi’nin son sayısındaki Aziz Yıldırım açıklamalarında başta ‘yabancı kuralı ile ilgili itirazlar’ olmak üzere doğrular var. Lakin tartışılacak ve eleştirilecek görüşler onlardan daha fazla.

Kimdir bu ‘biz’?

Örneğin, söyleşiye hakim olan şu ‘biz’ dili dikkat çekici. İnsan merak ediyor, kim bu ‘biz’? İkide bir, ülke futbolunun hakimi olduklarını yüzümüze haykırmaktan çekinmeyen ‘Üç İstanbullu’ mu kast ediliyor? Yoksa ‘biz’, sadece Fenerbahçe mi? Ya da bizatihi kendisini Fenerbahçe ile özdeş görmemizi arzulayan Aziz Yıldırım mı? Sahi kim? Eğer sonuncusu ise Theodor W. Adorno’nun şu sözünü hatırlatmakta fayda var; “Biz derken ‘ben’i kast etmek hakaretlerin en örtülüsüdür...”

Büyüklük konusunda böbürlenmekten bir an bile geri durmayan Aziz Yıldırım, reytingi olmadıkları için önemsiz de olduklarını ima ettiği ‘küçük takımlara, “Asıl biz olmazsak -havuzda-, siz yer alamazsınız. Biz Vefa’yla oynarız, Beykoz’la oynarız, yine alırız ama siz aranızda oynarsanız gelirleriniz çok önemli miktarlarda kayba uğrar’ dedik” diyor... İnsan düşünmeden edemiyor, “Vefa ile Beykoz ‘biz’e mi dahil ‘siz’e mi?” Onlarla oynanırsa Vefa ile Beykoz ne alacaktır? Biz maçlara rekabet düşük olsa bile sadece bir takımı çılgınca seviyoruz diye mi gidiyor, izliyoruz Eğer durum gerçekten Yıldırım’ın iddia ettiği gibiyse, Türkiye Kupası’nda neden kimse diğerleri gibi Fenerbahçe’yi de izlemiyor? Saracoğlu’ndaki ‘tribün fukaralığı’ yalnızca ‘passolig’le mi açıklanır? Statlardan kaçışta o çok arzulanan, tribünlerin yüksek gelir grubuna dahil ‘elitler’ce doldurulmaya çalışılmasının payı ne kadardır? Sorular sorular...

‘Havuz problemi’ni ise önümüzdeki yazılarda ayrıntılarıyla ele almaya çalışacağım...

04 Şubat 2015, Çarşamba 01:30
YAZININ DEVAMI