Arama

Popüler aramalar

‘’1-0 yapmayı ve korumayı bilmek!‘’

Geçen yılki kadrosundan çok önemli oyuncularını kaybeden Bursa’nın ‘şaşkın’ olması anlaşılır elbette. Özellikle hücum bölgesindeki eksikliklerini (Volkan, Fernandao) geçmiş yıldan kalma ‘efor oyunu’ ile kapatmaya çalıştılarsa da alışkanlıkları değiştirmek zaman ister. Şener Özbayraklı’nın yokluğu da cabası... Buna rağmen oyunu ilk bölümdeki ‘tempo’larıyla ele geçirmeye gayret ettiler. Lakin takım omurgasını dik tutan Felipe Melo’dan yoksun Galatasaray sakin ve dengeli kalmayı başardı. Maçın başındaki ilk keskin Bursa atağında geçen yıldan kalan iki performans “Bıraktığımız yerden devam ediyoruz” diyordu. Geçen yıl ‘net vuruş’larla skora katkı sıkıntısı yaşayan Bakambu da bıraktığı yerdeydi, hem onun şutunu hem Ozan Tufan’ın takip vuruşunu çıkaran Fernando Muslera da!...

Selçuk Melo olmaya çalıştı

Bursa ilk yarı ağırlıklı olarak Emre Taşdemir üzerinden Sabri Sarıoğlu’nu hedefledi ancak gelin görün ki, golü de oradan yedi! Sneijder’in 21. dakikadaki yoklama vuruşunun (!) ardından Yasin Öztekin, Bursa’nın gücünü hissettirdiği kanattan gelip Sabri’nin attığı şahane ‘boş koşu’nun da etkisiyle golünü yaptı. Yani bir anlamda, ‘’Hücum iyidir ama müdafaa yoksa işlevsizdir’’ demiş oldu! Selçuk İnan maç boyu hem topu dağıtma hem ‘Melo işlevi’ görmek için çırpındı. Sadece fiziksel özellikleriyle oynayan yakın arkadaşı Burak Yılmaz ise ‘oyun bilgisi’ni geliştirme konusunda bir arpa boyu yol kat edemediğini bir kez daha gösterdi. Geçen sezonun son haftalarında 1-0’larla şampiyon olan Galatasaray bu maçta elde ettiği skoru koruma tecrübesini kullanarak, maçın son bölümünde Ozan Tufan merkezli Bursa gayretlerini ceza sahası önünde söndürüp kupaya uzanmasını bildi. Sahi, şu 2010-11 sezonunun tescilli şampiyonu Fenerbahçe ise ve Beşiktaş ile ilgili mahkeme süreci de ‘rota değiştirdi’ ise o sezonun Süper Kupası’na ne oldu? Ve bitirirken yine şu Allah’ın belası meşale meselesi! Sahi kim, nasıl denetliyor bu tribünleri? Hadi yakanı bulacak kadar yetkin değilsiniz bari içeri sokturan sorumlulara ceza verin de şu oyunun birilerince yönetildiğini düşünebilelim!

09 Ağustos 2015, Pazar 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ayrıntıları halledememek‘’

İstanbul’daki maçın ilk 30 dakikasından çıkarılan derslere bağlı olarak ‘kontrol oyunu’nu tercih eden Fenerbahçe’nin temel prensibi “En azından ilk yarı boyunca pozisyon vermemek” üzerine kuruluydu.

Ancak bu seviyedeki maçların sonucunu ‘isim’lerden öte, plana bağlı olarak ‘küçük ayrıntılar’ ve ele geçirilen sınırlı sayıdaki pozisyonu değerlendirme becerisi belirliyor. Genel olarak ilk yarının tamamı, özel olarak da golün geldiği 3-4 dakikalık bölümde Caner Erkin’i nefessiz bırakan Shakhtar baskısı, sol stoper Bruno Alves’in ‘çocukça sayılabilecek’ hatasının ardından golü buldu. Esasen ilk yarı boyunca skoru etkilecek iki önemli pozisyon vardı dersek yanlış olmaz. İlkini rakip attı, daha basit olanını Musa Sow kaçırdı! İlk yarı için bir not da Diego Ribas için düşmek gerek. Fenerbahçe’nin topa, haliyle oyuna hükmedememesinde pas trafifiğinin merkezindeki Diego’nun etkisi büyüktü. Gerek ele geçirilen toplarda oyunun hızlandırılması, gerekse topun takımda kalması konusunda Diego kendisinden beklenen seviyeye ulaşamayınca gerek Nani gibi bireysel becerisi yüksek oyuncular gerekse de takım ‘görünür hale gelemedi.’

Düzen ve moral bozulunca...

İkinci yarıya her koşulda atılması gereken o ‘tek gol’ fifikrinin verdiği motivasyonla tempolu başladı Fenerbahçe. Ama bu durum, böylesi durmuş oturmuş, ne yapacağını bilen bir takım karşısında ilk maçtaki ilk 30 dakikanın ortaya çıkması riskini de taşıyordu. Fenerbahçe, baskıyı kurup, üstünlüğü de ele geçirmişti. Taa ki... “Sahada karakterimi yansıtan bir takım istiyorum” türünden sözler eden Pereira’nın, - biraz da oyuna tempo ve agresiflflik katmak için hem de tam oyuncu değişikliği yapmak üzereyken - Fred ile girdiği gereksiz itiş kakış sonucu kendini attırmasına kadar... Akabinde Kjaer/Volkan dengesizliği sonucu gelen penaltı, düzeni de morali de bozup, maçı da çözdü. Bu seviyelerde futbol öncelikle ‘duygusal’ değil ‘akıl ve uygulanabilir planlar’la oynanmak zorunda. ‘Yeni düzen’deki Fenerbahçe ilk ciddi sınavında ‘ayrıntıların önemi’ne takıldı. Bundan sonraki hedeflfleri önce lig ve beraberinde Avrupa Ligi’nde Aykut Kocaman takımının çıtasını aşmak olmalı

06 Ağustos 2015, Perşembe 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Lucescu için zor olacak‘’

Sadece 3 haftadır bir arada olan yepyeni bir takım ile hocası tarafından 11 yıldır tüm ‘kayıplarına’ rağmen -ki futbolda buna kazanç deniyor- ince elenip sık dokunmuş bir takım karşı karşıya... İlk devre boyunca Shakhtar en bilinen iki özelliğini öne çıkardığı anlarda net gol pozisyonları buldu. İlk planları kontralardı ki, birisi yürekleri ağıza getirdi. İkinci plan, hızlı hücum niteliğindeki ‘hızlandırılmış set oyunları’ydı. İkinci planın temel karakteri genellikle sağ bek pozisyonundaki Dario Srna oldu. Oysa Lucescu’nun takımının böyle oynadığı ezberden biliniyordu. Lakin, “anlamak çözmeye yetmez”di!.. Futbol bunu bir kez daha gösterdi.

En çok tartışılan ayakta durdu

Neyse ki, Fenerbahçe verdiği çok net pozisyonları, tüm yaz boyunca en çok tartışılan iki oyuncusundan Volkan Demirel sayesinde -diğeri Emre Belözoğlu- savuşturdu. İlk yarı boyunca hücumda çok etkili görünemedilerse bu, Gökhan Gönül’ün yokluğu kadar Topal/Souza ikilisinin aynı mevkideki rakiplerine göre top kapma konusundaki istatistikleriyle de ilgiliydi kuşkusuz. Diego’ya kenardan gönderilen ‘pusula’yı biraz da bu zaviyeden okumak gerek sanırım! Yine de ilk yarının 35. dakikasından sonra oyun kontrolünü hafiften ele geçiren Fenerbahçe, ikinci yarı oyunu düzenlemek için ciddi veriler elde etti.

Persie rengi değiştirdi

İkinci yarı da farklı başlamadı oyun. Topu gezdiren, geniş alanlar bulan, kaptığı topları değerlendirmeye çalışan bir Shakhtar izledik. Ancak ilk yarıya göre daha çelimsizdi atakları. Raul ile Van Persie peşpeşe oyuna dahil olunca işin rengi de değişti. Bu andan itibaren, ki Diego’nun 70. dakikada direğin dibinden giden şutu da bu sürece dahil, oyunun ritmi, akışı değişti. Taraftar desteğinin de yükselişiyle Fenerbahçe daha akışkan bir oyun düzenine geçti. Fenerbahçe net pozisyon bulamadıysa da, daha az bir arada oynamış olmasına rağmen özellikle ikinci yarı ‘oyun kontrolü’ konusunda onca yıldır olgunlaştırılan Shakhtar’a karşı son derece olumlu sinyaller verdi. Böylesi önemli bir sınavı ikinci maçta tamamlayacağı ‘eksikleri’ni de hesaba katarak düşünürsek “tek gol”lü bir plana indirgemeyi başardı Vitor Pereira.

Daha zor olacak

Bence ikinci maç Mircea Lucescu için ilkinden daha zorlu geçecektir. Çünkü burada ‘hesabı tutmadı.’ Fenerbahçe’nin her geçen gün olgunlaşacağı düşünülürse pekala daha büyük risk altında olan takımın Lucescu’nun Shakhtar’ı olduğunu söyleyebiliriz. İlki maçta öne çıkmayan ‘bireysel performans’lar ikinci de görünür hale gelebilirse ki, gelmemeleri için bir neden yok, Fenerbahçe bir sonraki tura da, lige de fevkalade yüksek bir moralle girebilir... Tersini şimdilik düşünmenin gereği yok sanırım..

29 Temmuz 2015, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kabahatin çoğu kimde canım kardeşim?‘’

Tutarsızlık, oportünizm ve çelişkiler içindeki ‘yönetici kast’ tarafından ablukaya alınmış futbolda hepimizin gözü önünde bir ‘seçim oyunu’ oynanıyor. Haberler diyor ki, ülkesinin hiçbir statında gönül rahatlığıyla maça gidemeyen mevcut başkana ‘destek imzaları’ yağıyor. Ne var ki, henüz hiç birimiz, “Peki öyleyse futbol neden bu durumda?” sorusuna dişe dokunur bir yanıtını alabilmiş değiliz!

Futbola ne kattın?

Örneğin, Türkiye Futbol Direktörü’nün ‘aylarca çalışıp’ vücuda getirdiği ve Yıldırım Demirören’in ‘yerli devrimi’ olarak sunmak konusunda gereksiz ısrar ettiği 14 yabancı kuralı! Sormak gerek, örneğin Bilal Kısa ile Sabri Sarıoğlu’nun yıllık kazançları neden o çok beklenen ‘ülke normalleri’ne dönemedi? Ya da şu; Kjaer veya Nani benzeri bir futbolcuyu buraya ‘kaç para masraf’ ederek getirebilmek öngörülüyordu?

Demirören, NTV Spor’da Ercan Taner’in hakkındaki eleştirileri hatırlatması üzerine, “Ben kendimi biliyorum” dedi ve devamını, “Futbola bir şeyler kattık” türünden sözcüklerle tamamladı. Şimdi bir kez daha soralım, “Nedir futbola katılan bu ‘bir şeyler’ ve neden başkaları daha da fazlasını katamaz?” Beşiktaş’taki icraatları da hatırlanırsa, bu yönetici grubunun kerameti nedir?

İktidar için kenetlendiler

Çok açık ki, mevcut kadrolar ‘futbola bir şeyler kattığını’ düşünürken hemen hemen her şey ‘geriledi’. Hem de göz göre göre.. Fatih Terim diyordu ki, “Allah’a şükür 58’den geldik 32’ye FIFA sıralamasında. Bu 4 sene zarfında Dünya Kupası’na doğru tek haneli rakamları hedefliyoruz.” Bu yazı yazılırken Türkiye FIFA listesinde 57. sıradaydı ve UEFA’da 4. kategoriye -tanıdık deyişle 4. torba- gerilemişti. Seyirci sayısı, futbolcu yetiştirememe çoraklığı vb. konulara hiç girmeyelim.

Ancak görüyoruz ki, tüm bunlara rağmen kaskatı kesilmiş becerisiz ve yetersiz ‘yönetici sınıf’, iktidarlarını korumak için birbirlerine sıkıca kenetlenmiş durumda. Bu öyle bir kenetlenme ki, kimileri iddialarını çöpe atmak konusunda şaşırtıcı derecede tutarsız davranmayı bile göze almış görünüyor. Örnek mi? Beşiktaş Başkanı Fikret Orman...

Beceriyle kurgulanmış bir oyun

Stat, futbolcu, sportif ya da teknik direktör tercihleri gibi ‘bildik’ konuları geçiyorum. Demirören ile kulüp arasındaki alacak/verecek meselesini de... Hatırlanırsa, ‘Feda sezonu’ndan bu yana ‘yabancı kontenjanı’ konusunda zaman zaman boşa volüm yükselten Fikret Orman ve ekibi, ‘açık destek’ verdikleri federasyona güvenip ‘yerli oyunculu’ düzen için organize olmuşlardı! İlk sezonu için 1.7 milyon Euro garanti para verilen ve performansı ortada olan Cenk Tosun örneklerden sadece biri... Gelinen noktada yabancı kotası -yerli devrimi (!) - ortadayken ve federasyon Beşiktaş’a -ve Fenerbahçe’ye- aminaye tabirle ‘kazık atmış’ken hâlâ açık destek!..

Bu acıklı durum aslında bize diyor ki; gerçekten de gerek federasyon gerek başta Beşiktaş olmak üzere kulüpler ehil kişilerce yönetiliyor!.. Artık kim ne kadar inanırsa!.. Biz de oturup bu ‘beceriyle kurgulanmış oyun’u para verip izliyoruz... Hani diyordu şair, durum aynen öyle; “...ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak kabahat senin, demeğe de dilim varmıyor ama kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!”

23 Haziran 2015, Salı 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bir ‘Her şey güzel olacak' filmi daha!‘’

TFF Başkanı Yıldırım Demirören önceki akşam TRT Spor’da Ersin Düzen ve Hakan Ünsal’ın karşısında da ezberlediği retoriği tekrarladı durdu. Ona göre ‘zaten çok güzel olan herşey’, ‘gelecekte çok daha güzel olacak’tı!.. İnanırsanız!...

Her uygulaması bir önceki icraatını tekzip eden Demirören’in yeni dönem stratejisinin ipuçlarını da haberlerden öğreniyoruz; mevcut yöneticileri sistemin güçlülerinin arzu ettikleriyle değiştirip ‘koltuğu/makamı korumak’! Dikkat edin, normalde burada ‘koltuk/makam’ yerine ‘yola devam etmek’ kullanılır. Ben ‘yola devam etmek’ ifadesini kullanmadım çünkü devam edilen herhangi bir yol yok...

İllüzyon bütünü!

Sadece seri ‘u dönüşleri’nin ‘yol alıyormuş’ gibi gösterilmeye çalışıldığı illüzyonlar bütünü var...

Bir kez daha belirtelim; Demirören adında birleşmiş görünen ‘futbol yönetici kastı’nın yegane derdi değer üretme değil ‘harcama hakkını eskiden olduğu gibi sınırsızca kullanmak’tan ibaret!..
Demirören röportajında ilgimi çeken ‘çelişik başlık’lardan biri de Fatih Terim’le ilgili söyledikleriydi... Malum tribünde meşale yakmak, küfür etmek ceza gerektiriyor. İki gündür gazetelerde Türkiye Futbol Direktörü Fatih Terim’in Göztepe kutlamalarındaki meşale sallayan fotoğraflarını görmüşsünüzdür.. Aynı Terim, yakın zamanda Adana Genç İşadamları’na yaptığı konuşmada da, “Küfür bana yakışmıyor ama bazen yiyenin üzerine iyi oturuyor” mealinde izleyenleri hayli güldüren bir şeyler söylemişti... Demirören’in kendisine yöneticilik teklif ettiği düşünülürse işlerin en azından tribün düzeyinde neden hallolmadığını anlamak pek de zor olmasa gerek!..

Umut tacirliği...

Yine transfer dönemi haberlerinde görüyoruz ki, ‘yabancı kuralı’ da -Demirören’e göre ‘yerli kararı’- öyle pek işe yaramıyor. ‘İş yapacak oyuncu’lar için talep edilen paralar eskiyle aynı seviyelerde!.. Buralı oyuncuları geliştirecek yönetici/teknik adam yetersizliği apaçık ortadayken ‘yerli devrimi’ türünden içi boş sloganlar, “Bizim bahçenin çimeni mavidir” demek gibi bir şey... Oyuncunun ‘yabancı rekabeti’ ile değil ‘bilgi, becerinin geliştirilmesi’yle yükseleceğini anlamayanlar hâlâ ‘umut tacirliği’ yapmaya çalışıyor. Demirören röportajı üzerine yazılacak çok şey var ama ona ne kağıt ne de sabır yeter!...

17 Haziran 2015, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Demek her şey yolunda ki!..‘’

Ülke, seçim sonuçlarının getirdiği alt üst oluşun ardından ‘yenilenme projeleri’ni tartışmaya hazırlanırken, ‘yenilenmesini beklediğimiz’ alanlardan futbolda yaprak kıpırdamıyor.

Gördük ki, Süper Lig kulüp yöneticilerinin önemli bölümü mevcut başkan Yıldırım Demirören’e destek açıklamış. Sezon boyunca gerek birbirlerine gerekse federasyon işleyişine en sert ve çoğunlukla problemli bir üslupla ‘reaksiyon gösterir gibi yapan yöneticiler’ bir kez daha aynı cephede!.. Sadece komik...

Öte yanda ‘taraftar kimliği’ ile futbol konuşuyor gibi yapan geniş yığınlar ise yöneticilerin hazırladığı düşünsel bataklıkta “Bizim takımın hakkı yendi” çocuksuluğuyla meşgul!..

SORULAR SORULAR


Düşünün, o dillerden düşürülmeyen ‘futbolun marka değeri’ yerlerde sürünürken...

Lig ortalaması 7800 (yazı ile yedi bin sekiz yüz) izleyiciye düşmüşken...

Bazı cin fikirliler adını ‘Süleyman Seba Sezonu’ olarak belirleyip ‘itibar kamuflajı’ yaptıklarını düşünürken...

Futbolun başındaki isim Yıldırım Demirören ülkenin statlarında maç izleyemiyorken...

Kulüplerini borç batağına sürükleyen yöneticiler tarafından yeniden ‘başkan’ olarak belirleniyorsa bu duruma tuhaf mı demeli yoksa acıklı mı?..

Yani bu ülke bu kadar çaresiz mi?...

Onca yapısal soruna, problemli duruma neden olanlar aynı işleri aynı biçimde sürdürmeye devam mı etsin?...

Bu koca ülkede futbolu çok daha iyi yönetebilecek donanımda insanların olmadığını mı düşünüyoruz? Eğer böyle düşünüyorsak geriye konuşacak bir şey kalıyor mu?..

Öyle bir noktaya geldik ki, herhangi bir sorunun sahibi olmadığı gibi hiç kimse hiçbir olumsuzluktan sorumlu da olmuyor!..

GÖRÜNEN KÖY!

Yapısal sorunları geçiyorum görünen sorunları bile merak edip tartışan yok. Örneğin, Futbol Direktörü Fatih Terim’in tüm iddialı açıklamalarına rağmen milli takım hem uluslararası sıralamalarda gerilere düşmüş hem de yakın hedef Avrupa Şampiyonası’ndan bunca uzaklaşmışken... Terim’in yardımcısı Vedat İnceefe’nin başında bulunduğu geleceğin elit futbolcularının toplandığı U19 Milli Takımı
aralarından Gürcistan’ın da bulunduğu grupta 13 gol yiyerek (sadece 2 gol atabildi) sıfır puan almışken... UEFA Pro lisans kurslarına ‘eğitim yeterliliği’ olmayanlar katılıp ‘teknik direktör’ oluyorken ve daha
nice sorun göz önündeyken...

Yani ‘her şey hızla bozulurken hiçbir şey olmuyorsa...’ Sadece takımları lehine şikayetçi olan taraftarlar bu çarkı döndürenlerin arkasında ısrarla saf tutuyorsa... En büyük marifet ‘muhalefete muhalefet etmek’ olarak bellenmişse... Bu devran kimler tarafından nasıl değiştirilecek ve bu oyun nasıl geliştirilecek?..

Bir düşünelim bakalım!..

11 Haziran 2015, Perşembe 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Futbolun değişmezi; sevinç ve hüzün‘’

Ülkenin ekonomik potansiyeli yüksek ancak organizasyon ve planlama sorunları nedeniyle kudretlerinin hayli altındaki iki kenti; Samsun ve Antalya. Kentsel organizasyon sorunlarının net görüldüğü alanlardan biri de kuşkusuz ki, bir kültür ve ekonomik faaliyet alanı olan futboldur...

Doğup büyüdüğüm, futbolu bana sevdiren hadi biraz daha ileri gideyim ‘öğreten’ kent olan Samsun, birinci ve ikinci lig arasında geçerdiği yaşamıyla ‘asansör takım’ tanımının mucididir. Renkdaşı Antalya da Samsun kadar olmasa bile benzeri bir kadere sahiptir! Geçen yıl Süper Lig’in kapısına kadar gelen Samsun yine aynı kapıya dayandı...

Samsun daha aktif göründü

Sezon boyunca üç hoca değiştiren Antalya da ‘güçlü gen’leri sayesinde aynı kapının önünde. İlk yarı boyunca topu gezdiren, kullanan Samsun gibi görünse de ilk yaptığı kombine ve kalabalık atakla golü bulan Antalya oldu. Topu ansızın önünde bulan Erman Kılıç’ın ‘yoklama şutu’ Lamine Diarra’nın takip, kurnazlık ve bilgi kokan hamlesiyle tamamlandı.

Pozisyonsuz geçen ilk yarıboyunca göze çarpan şey oyuncuların yaptığı kayarak müdahale sayısının fazlalığıydı. Unutulmasın ki, kayarak müdahale -hem de bu denli çok sayıda- ‘oyuncu yetersizliği’nin önemli göstergelerinden biridir. Bir de insan şunu sormadan edemiyor; “Acaba bu ülkede hakeme olur olmaz itiraz etme konusunda futbolculara ‘gizli ve özel bir eğitim’ mi veriliyor?’’

Değişiklikler ‘nefes’ getirdi

İkinci yarı Antalya önde olmanın da avantajıyla oyunu kenarlara yayarak biraz daha öne taşımayı başardı. Maç boyu rakip ceza sahası içine top taşıma ve çoğalma sorunları yaşayan Samsun ise enerjik lakin etkisiz görünüyordu. Mustafa Sevgi/Eren Tozlu değişikliği ataletin atılmasına yetmeyince yapılan Musa Aydın/Recep Niyaz değişikliği Samsun’a ‘nefes’ ve ‘akıl’ getirdi. Ve Antalya’nın yine bir top yekun atağında kaptırılan topta Samsun iki hızlısı Ofoedu-Mbilla işbirliğiyle beraberliği buldu.

Akabinde Antalya’nın oyunu çekip çeviren aktörü Sezer Badur ‘çift daldığı’ için atılıp buna itiraz eden Yusuf Şimşek de tribüne gönderilince ibre Samsun’a döndü. Lakin ‘kayarak müdahale’ demiştik!

Meşale sorunu!

Taha Yalçıner uzatmaya giderken 3-5 dakikada kendini attırınca maç yine dengeye oturdu. Uzatmadaki birer golün ardından iş, futbol denen bu oyunun ruhuna tamamen aykırı bulduğum ‘penaltı atışları’na kaldı. Ve sonuçta birinci lige çıkan Antalya olurken, ikinci kez aynı yerde kaybeden Samsun’un payına düşen ise yine hüzündü...

İlk yarı Antalya ikinci yarı Samsun tribünlerinde yakılan onlarca meşaleye gelince... Bu durum hem berbat bir eğlence anlayışının hem de bu ülkede ‘futbolun sağlığı’nı koruma iddiasıyla yönetici koltuklarına oturanların yetersizliğinin en açık göstergesidir.

06 Haziran 2015, Cumartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Soru şu; neden Bilic'le değil ?‘’

Başarının gelişme-ilerleme değil sadece ‘şampiyonluk’ olarak algılandığı bir ülkede futbol konuşup, ‘tartışır gibi’ yapıyoruz. O nedenle Slaven Bilic’in gidişi-gönderilişine de kimse şaşmadı! Oysa ortada bir ‘başarısızlık’ varsa bunun birincil sorumluları en üsttekiler olmalı değil mi ? Akademisyen arkadaşım Kasım Kıroğlu, geçenlerde üniversitelerde okutulan ‘ölçme değerlendirme’ dersinden şöyle bir not göndermişti; “İstenilen hedefe ulaşılamadıysa bir sonraki hedefe geçilemez. Başa dönülüp hedefler, içerik ve süreç öğeleri gözden geçirilip tekrar ölçme değerlendirme yapılır.”

Bu tanımdan bakınca Bilic kararıyla birlikte Fikret Orman yönetiminin. ‘başa dönüp hedefler, içerik ve süreç öğelerini gözden geçirdiği’ düşünülebilir. Ancak göreve geldikleri andan bu yana belirledikleri hiçbir hedefi tutturamamış, mali rahatlama yaratamamış, stadı bitirme vaatlerini hep ötelemiş ve belirsiz bırakmış yönetici kadronun ‘bu gözden geçirme’ konusunda yetkin olduklarına dair hiçbir ipucuna sahip değiliz. Bu açıdan yegane sorumlu olarak Bilic’in görülmesi yanlıştır. Yönetimin taktiği bellidir; olası tüm kârı cebe atmaya çalış, oluşan reel zararı da bölüştür...

Yapılması gereken özeleştiri

Evet, Bilic ligi planlamak, oyuncu geliştirmek, bu ülkede oynanan oyunun kodlarını çözmek gibi konulardaki eleştiri geçirmez tavrı nedeniyle sorgulanabilir ancak tüm bunlar Orman yönetiminin vaat edip yapamadıklarını örtmek için yeterli değildir. Artık sezon bitti... Şimdi yapılması gereken vaatler değil, göreve geldikten bu yana yapılamayanlara dair çok ciddi ve kabul edilebilir bir özeleştiridir. Yoksa sağa sola bağırıp atarlanarak, farklı dil kuran herkesi ‘bölücülük ve yıkıcılık’la suçlayarak üç sezondur yapıla(maya)nların ötesine geçmek mümkün olmaz.

Örneğin, Orman yönetiminin yanıtlaması gereken ilk soru şu olmalı; “Neden Bilic’le devam etmek mümkün değil?” Bu soruya verilecek yanıt bundan sonra atılacak adımların da neler olacağının ipuçlarını bulmamızı sağlayacaktır.

30 Mayıs 2015, Cumartesi 02:30
YAZININ DEVAMI