‘’Deplasman hovardası!‘’
Daha önce hiç deplasman galibiyeti olmayan Fenerbahçe, son haftalardaki güzel futbolunu Manisa’da da devam ettirip, ilk maçını kazanıp bir de deplasman taçı takmak için Manisa’da sahadaydı. Maçın başındaki bu düşünce keşke sonuça da yansısaydı. Galiba Kanarya’nın iyi oynaması için rakibin isminin yabancı olması gerekiyor. Enteresan bir maç oldu. İlk 3 dakikada Volkan’ın kalesinde 3 tehlike yaşandı, sonraki 3 dakikada da Manisa kalesinde. Ve 6. dakikada gelen gol ile Fenerbahçe gecenin futbol şovuna başlıyor derken 9. dakikada kalesinde gördüğü golle, eski bal yapmayan arı görünümüne büründü. Manisa’nın akıllı oyun planını hazırlayan Giray hoca, Alex’i tecrübeli Ümit Bozkurt’la kilitleyince Kanarya’nın boğazı sıkılmış gibi oldu. Manisa’nın gücünü bilerek ve 90 dakikayı ekonomik kullanarak yaptığı takım savunması da Sarı-Lacivertliler’i bunalttı. Fenerbahçe’yi, alanı daraltarak karşıladılar. Alex’in de yaratıcılığının markaja takıldığı böyle anlarda Sarı-Lacivertliler geriden top çıkaracak sürpriz oyuncuları orta sahaya sürmeliler... Giray hocanın, takımın oyun boyunu kısaltarak orta alanı sıkıştırdığı gecede kenarları da akıllı kontrol edince Manisa, Fenerbahçe’yi kendi kalesinin önünden uzakta top yapmaya mecbur etti. Holosko’nun olmadığı gece, aslında Kanarya için şanstı. Rafael’i tek bırakan, diğer santrforu Metin’i de, Ümit Bozkurt, Alex’e markaj yaptığı için orta alana yakın oynatan Manisa’ya karşı galibiyete ihtiyacı olan Fenerbahçe, bu tip kalabalıklaşan takımlara gol atmak için iki ön liberodan birini feda etip fırsatçı golcü Semih’i oyuna daha önce alsaydı, Kezman da atılmazdı. Deivid’in de göbeğe gelmesiyle Fenerbahçe önde çoğalacağına hep ortada birikti. Bundan önceki deplasmanlarda durarak oynadığı için puan kaybeden Fenerbahçe, bu sefer koşarak puan kaybetti. İçeridekiler koştuğuna göre, acaba “Kenarda mı?” taktiksel eksiklik vardı. Cevabını siz verin. Bence “Evet”... Sizce?..
‘’Yolun açık olsun‘’
Galatasaray, özlediği seyircisiyle adeta düğün yaptı Ali Sami Yen’de dün gece. Sarı-Kırmızılılar maça tam konsantreydi. Maçın başında Orkun ve Song’un sürekli oyunu takip edip, arkadaşlarını sesli uyarmasını, dersini iyi çalışmış Volkan ve Uğur’un iki bek olarak yaptıklarını, Linderoth’un gösterişsiz ama tempo yükselten oyununu, Ümit Karan’ın ben golcüyüm ‘süksesi’ ile attığı golleri, iki ‘figürlü’ ayak Arda ve Lincoln de taçlandırınca, tribünleri mest eden renkler çıktı ortaya.
İlk maçta 30 dakikada üç gol yiyen Cim Bom rövanşta aynı skoru yedi dakika farkla kaçırdı. 37. dakikada skor 3-0 olduğunda zevk de doruktaydı Sami Yen’de. Cim Bom hatırladığı Avrupa defterini, maestro Lincoln ile sahneye koyarken, insanın aklına ‘Bu takımdan, Cim Bom nasıl üç gol yer?’ sorusu takılıyordu. Gaz dedektörü ile gelen Sion Başkanı’na tavsiyemiz; birkaç tane de futbolcu arayan dedektörle seyahat etmesi. Sion oyunu geride kabul edip, öndeki çabuk adamlarına kontratağa kaldıracak toplar atmaktan ibaret bir oyun planına sahip. Kısıtlı ve kısır futbolu ile zaten Cim Bom’un rakibi olamayacak kalitede. Bir de Cim Bom iyi oynayınca, İsviçreliler kaçınılmaz sonla karşılaştılar. Lincoln’e Vanczak’la kelepçe takıp Galatasaray’ı durduracağını zannederek yanılgıya düşen İsviçreliler, Arda’yı unutmuşlardı. Ayrıca kitlediklerini zannettikleri Lincoln’ün, şeytan zekasını da hiç anlamadılar.
Lincoln’ün sahada oynayıp tribündekileri zevkten oynattığı, Arda’nın Nişantaşı’ndan daha rahat İsviçre defansının arasında dolaştığı, Ümit’in ‘ben golcüyüm’ diye bağırdığı Cim Bom’un nostalji gecesi, eski defterlerden fırlayan zafer abidesi gibi, taraftarı mest etti. Kaderin cilvesi; Galatasaray’a üç atan İsviçreliler, sonunda hep 5 yiyor.
‘’Futbola helal olsun‘’
Şampiyonlar Ligi’nin gruptan çıkış anahtarı; kendi sahanda galip gelip, dışarıdan puan almaktır. Marsilya’daki kayıp, Beşiktaş’ın ‘Porto maçından mutlak galibiyetle ayrılmasını gerektirir’ tablo ortaya çıkarınca, Kartal buna uygun plan ve istekle İnönü’de sahadaydı.
İki Serdar’la sağ, Üzülmez, Tello ile sol kanatı kapatarak Ertuğrul hoca, Porto’ya bildiği ve sevdiği kanat bindirmeleri ile oynama imkanı vermedi. İbrahim Akın tercihi, Tello’nun öne daha rahat çıkışını sağladı. Dengeli geçen ilk 10 dakikanın sonrasında özellikle Cisse’nin en iyi performansıyla oynaması, Üzülmez ve Serdar Kurtuluş’un kontrollü müdahaleleri ve topları oyuna olumlu sokmaları, Tello ve Serdar Özkan’ın Porto üzerinde kurduğu baskı, ilk yarıda pozisyon zenginliğini ve oyun hakimiyetini Beşiktaş’a getirdi. Kurtuluş-Cisse-Bobo-Toraman mutlak gol şanslarını değerlendirebilseler, akıtılan terin karşılığı alınmış olacaktı. Porto iyi bir takım, gruptaki son şampiyon. Önde baskıyı tek tek değil, takım olarak yapıyorlar. Bu da Beşiktaş’ın geriden oyun kurmasını zorlaştırdı. Delgado ortaya çıkıp, mesuliyet alıp atacağı paslarla bu baskıyı bozmalıydı, bunu yapmadı. Takım savunmasını iyi yapan Porto’yu, Kartal terse açtığı uzun toplarla hep dengesini bozarak yakalayabilirdi. Bunu da yapmayınca Porto gol yolunda etkili olmasa da, kalesini garantiye alabildi. İki kaş, bir kaburga, bir de Kurtuluş bu savaştan arda kalanlar olurken, bu pozisyonlarda sarı kart çıkmadı. Erken sakatlıklar, Ertuğrul hocayı zora soktu. Unutulmamalı ki Şampiyonlar Ligi üst düzey kalite gerektiriyor. Bulduğunu atamazsan, hem para hem maç gidiyor.
Gecenin tesellisi ‘helal olsun’ dedirtecek futbol, üzüntüsü ise Devler Ligi’ne veda idi.
‘’Derbi tıraşı‘’
Sahanın içinden daha fazla, dışındaki gelişmelerin konuşulduğu futbolsuz derbi vardı dün Ali Sami Yen’de. Yenilgisiz iki büyük, adlarına yakışmayacak küçüklükte futbol oynadılar 90 dakika boyunca. Seyircisiz ilk derbinin, tuhaf ‘ilkleri’ni de düşünürseniz aslında, futbolun dün stada gelmemesinin nedenlerini de bulursunuz. Siyah-Beyazlılar’ın Başkanı açıklama cezasından stada gelmemişti. Zamanlama hatası yapan Sevgili Celal Kolot, dumanı tüten istifasının ardından maça gelemedi. Usta ayaklardan Ricardinho sakatlığından, ‘alkışçı’ Cisse cezasından ortada yoktular. Cim Bom seyircisi, geçen seneden kalan cezası nedeniyle yoktu. Sarı-Kırmızılılar’ın Başkanı Özhan abi ameliyat olduğundan gelemedi. Ve ayrı bir yazı konusu olacak; Hakan Şükür-Lincoln ikilisi Alman’a takıldığı için stada gelip, sahaya inemediler. Ayhan ve Hasan Şaş sakatlıktan, anlamsız transfer Bouzid de ‘yeterlilik belgesi’ olmadığından sahada yoktu. Bu kadar yoklukta var olanlar ise: Erciyes’ten gelen Orkun, Kayseri’de oynamış Uğur, Sivas’tan Servet, düşen Antalya’dan Volkan. Manisa’dan Hakan Balta, Almanya’dan Barış, sakatlığı yeni bitmiş Arda ve kıvamına gelen Nonda. İşte Beşiktaş böyle bir Galatasaray’a karşı ürkek başladığı maçta, korkusunun cezasını yenilerek gördü. Sadece tempo ve çabuk oyun yapabilseydi, Aslan’ın evinde galibiyete ulaşabilirlerdi. Süper Lig’in birincisi ve ikincisinin oynadığı bu maçta iki büyüğe yakışmayacak karşılaşmadan çıkarılacak ders; Ustalar olmadan derbiler tıraş oluyor.
‘’Mazeretim var asabiyim!‘’
Milli maç aralığı öncesi, Kayseri maçı sonrasında, kora kor mücadeleden yaralanan Kartal sonucu biraz hakeme
biraz da rakibin sertliğine bağlayarak
işi geçiştirdiğini düşündü.
Ankaraspor maçında takke düştü
oyun kötüydü.
İmdada doksana sığmayan,
uzatmanın sonuna taşan,
sayılmayan gol yetişti.
Mazeret bulunmuş, asabi olunmuştu.
Sonrası mağlum,
yumruktan bahisle,
“Altında kalan ezilir” çıkışı,
Federasyona “ultimatom” ıslığı
ve Denizlispor maçındaki
oyun bozukluğu,
10 dakikada amatör takım hafifliğinde
yenilen iki gol,
sonra zorla atılan üç gol,
sona doğru Denizli kasabının
Nobre’ye vurduğu “Amele tekmesi”
yine imdada yetişen
hakem “ötelemesi.”
Ve ‘Mazeretim var asabiyim ben’ nameleriyle, bu maçların ortasında ekmek arası, bir de Marsilya maçı sonrasında, hakeme çıkartılan günah haçı.
Beşiktaş’ın kolay lokma sanıldığını,
ona saldırıldığını zannedenlerin;
içerideki arızayı unutturan,
dışarıya ilgiyi taşıyan,
hedef şaşırtan sözde sert çıkışları.
İşin özü şudur ki,
Bunlar laf-ı güzaftır.
Beşiktaş’a saldıran da yoktur,
saldırabilecek kuvvette olan da.
‘Sallamak isteyen çoktur’
derseniz itirazımız olmaz.
İşin doğrusu, bunların arkasına sığınarak
yolunda gitmeyenlere “çare” bulunmaz.
Kartal içeride ne olduğunu
neden ve niçinleriyle acele bulmalı,
futbolcu dinlendireceğim derken,
onları kaybetmemelidir.
Kaş İbrahim, Akın ibrahim,
Yavru Kartal Batuhan, Yılmaz Burak solmamalı, kontenjan dolduran; Diatta, Cisse ve de Higuain laf olsun diye oynamamalıdır.
Kartal aşkı ile, cesur yüreğini futbolcular sahaya koymalı,
Sağlam komutan hakemi de, rakipleri de,
nerede ne varsa hepsini birden,
üst üste koyup yenebileceklerini onlara anlatmalıdır.
Mazeretten doğan asabiyet de, bir an önce bitmelidir.
Tersi sonuçta; yüzü bambaşka,
dönem başlamadan,
meselenin özünü, iş bilenin gözüyle, görmelidir Beşiktaş.
Mazeretim var şarkısını da, bırakın M.F.Ö. söylesin.
‘’Tabutta rövaşata‘’
Yıllar önceydi, “Ahmet Uğurlu’nun yeni filmi muhteşem olacak, iyi bir yapım geliyor” dediklerinde ben de filmin isminin ne olduğunu sormuştum. “Tabutta Rövaşata” cevabı beni ‘tuhaflaştırmıştı’. Nereye koyacağımı bilemediğim duygularla bir yandan komedyen Ahmet Uğurlu’nun tabutta ne işi olduğunu düşünürken, “Rövaşata yapılması en zor yer tabuttur” diye de söyleniyordum.
Geçtiğimiz hafta sonu Galatasaray’ı da seyrederken ısdırap çeken takımı, kısır koşuşturmalardan çıkarmak istedikleri golün sıkıntısını çektikleri anları izlerken aynı duygu tuhaflığını hissettim. Takım gibi olmaya başlayan, rakiplerinden ‘önde’ görüntü veren Cim Bom, kendisine ‘efelenen’ Kasımpaşa karşısında bocalarken, moralini penaltıda bırakan golcüsü Ümit Karan ile tabut darlığında bir aralıkta, mest eden çabuklukta rövaşata ile ‘o’ maçı kurtardı. Yanında bir sürü soru işareti bırakarak 3 puanı alırken Cim Bom, İsviçre’den gelen aksaklıkları da bu maçta yine yaşadı. Kalli’nin “Bu stat sadece resim çekilmesine yarar” dediği, rüzgârın sörf yaptırdığı Olimpiyat Stadı’nın şartları ne kadar olumsuz olursa olsun, ligin ‘yenisine’ karşı oynanan ‘kabız’ futbolun mazeretini usta hoca bu şekilde anlatmamalıydı. Bir hafta öncesinin bol gollü Konyaspor galibiyetinden sonra ‘Abartmayalım’ tespitinin doğruluğunu ne kadar alkışladıysak, Kasımpaşa maçının sonrasındaki mazereti de o denli yargıladık. Golden sonra Karan’ın; kendisinin konmak istediği tabuttaki, muhteşem rövaşatası ile rahatsızlık zincirini kırıp hayata dönüş görüntüsü de sanki bir yerlere mesaj içerir nitelikteydi, belirtelim. Diğer pencereden Kasımpaşa maçını derbiye bakarak değerlendirirsek: Çok paralı transfer Lincoln’ün az performanslı futbolu, Ayhan’ın top kayıpları ile Hasan’ın iyi niyetli ama sonuçsuz oyunu ve hâlâ daha hocasının kendisine güvendiğini ve arkasında sonuna kadar durduğuna inanmamışlığının verdiği tedirginlik, Bouzid’in sağlam üstü, yavaş ayakları, baltası henüz uyum sürecinde olan yeni Hakan, Arda’nın ve Sabri’nin milli maç gaziliği, Servet’in önce ıskası sonra kırık kaburgası, Şükür’ün değişen gol ortakları, Linderoth’un yeni biten sakatlığı, Barış ve Serkan’ın Galatasaray ve Süper Lig acemisi olması, maçtan maça değişmeye başlayan konsantrasyon oynaklığı, Ramazan’la birlikte başlayan oruçlu günlerin fizik sorunu, derbi öncesi Sarı-Kırmızılılar’ın başını ağrıtacak konular gibi gözüküyor bize.
Ekonomik ve sportif tabut darlığının Seyrantepe rövaşatası ile Galatasaray camiasına beklenen ferahlığı getirip-getirmeyeceğini ileride göreceğiz diyerek, derbide görüşmek üzere hoşçakalın...
‘’Saz mı caz mı?‘’
İlk 10 dakikası bu haftaki maçların hepsinden daha çok futbol kokuyordu. Fenerbahçe doğruların hepsini birden yaparken, Bursa da bir o kadar futbol doğrusu ortaya koyuyordu oyunun başında. Lugano-Edu ikilisi önlerindeki Marco ve Deniz’e yakınlaşarak oynarken, sol kanada hareket getiren Vederson, Alex ve Deivid ile takım bütünlüğünü sağlayacak yakınlıkta oynayınca, Kanaryalar maçı başta koparacak görüntüsü verdiler. Ancak ne olduysa 15. dakikadan sonra şifre çözüldü, Bursa’nın önde yaptığı baskı sonuç verdi, Fenerbahçe’nin kopuk film görüntüsü ortaya çıktı. Bursa akıllı bir planla Sarı-Lacivertliler’in tehlikeli ayaklarını kendi gol bölgelerinden uzakta, baskıyla durdurarak, kalelerine yaklaştırmadı. Öncelikle Sumilukovski ve Mustafa Sarp ile orta sahada oyunu kontrol ettiği anlarda, Fenerbahçe’nin pas yaparak, orta sahada oyun kurmasını engellediler. Deivid’in anlamsızca sol tarafa geldiği dakikalarda o bölgede Roberto Carlos ve Vederson ile birlikte sadece kalabalık oluştu. Serbest oynama isteğini Deivid, Semih’in yanına doğru yapsaydı, takımı için daha olumlu olurdu. Egemen ve Ömer’in arasına sıkışan Semih’in yalnızları oynadığı anlarda, dönen toplarda sadece Alex vardı. Sarı-Lacivertliler hiç çoğalamadı... Tum’un golünden sonra defans arkasına top atmayı akıl eden Fenerbahçe, sıkışan oyunu açmanın aslında formülünü de bulmuş oldu. Ama çok geçti... Kenardan da bu yönde ikaz gelmeyince, Kanarya 90 dakika boyunca ‘debelenip’ durdu.
Lugano’nun hemen hemen her pozisyonda hakemle toplantı yaptığı, örnek futbolcu Roberto Carlos’un yumruk gösterdiği, Deniz’in enerjisini itiraza harcadığı görüntüleri yetkililer önlemeli.
Dışarıda nefis caz yapan Fenerbahçe, içeride saz çalmaya devam ediyor...
‘’Ava giderken‘’
İsmi Şampiyonlar Ligi olunca futbol olarak bir renk bekliyorsunuz. Dün gece yedi maçta bir galibiyet alabilmiş Marsilya’da, Ankara’dan buruk dönen Beşiktaş’da bu lige yakışacak futbol güzelliğinde değildi.
Maç başında Cisse’nin tek kaldığı Beşiktaş orta sahası ‘S.O.S’ verince, Marsilya Kartal’ın zayıf tarafını bulmuş oldu. Hem sert, hem çok adamla orta alanı ve oyunu kontrol etmeyi başaran Fransızlar, sürekli Kartalın sahasında top alışverişi yaptılar. Cisse’nin gömülerek oynaması da rakibin işini kolaylaştırdı. Diatta’nın Toraman’la uyumu, Üzülmez ve Serdar Kurtuluş’un kademe dikkati bu baskıyı ilk 45’de kazasız geçirtti.
Arkaya yaslanarak oynadığımız zamanlarda yanlışımız, kazandığımız topları hiç olmazsa hızlı kanatlarımıza çabuk gönderememiz oldu. Eğer arkaya bu kadar yaslanıyorsanız, oyunu da kontrol edemiyorsanız, yapılacak iş öndeki Bobo’ya ve onun indireceği toplarla gol bölgesine girecek Serdar Özkan, Tello ve Delgado’nun ara koşularını kullanmak olmalıydı. Oysa Kartal, hem gömülerek oynadı hem de kazandığı topları yana ve geriye kullanarak rakibinin kalabalıklaşmasına izin verdi.
Serdar ve etkisiz Ricardinho’nun sakatlanmalarıyla erken değişiklik yapma zorunda kalan Ertuğrul hocanın da planları Marsilya önünde bozuldu. Başta Zenden ve diğer Marsilyalılar’ın faulleri, Ankara’dan sonra bir özür de Fransa’da beklenilecek gibiydi. Yediğimiz ilk gol de kornerden gelen topun direğe vurup, pozisyon olması ne kadar şansızlık ise, orada gol vuruşu yaptırmakta o kadar şaşkınlıktı. Tam avlanacak kıvama getirdiğimizi zannettiğimiz Marsilya, ava giderken bizi avladı.