Arama

Popüler aramalar

‘’Harakiri‘’

Düşünüp, taşınsanız herkesin puan kaybettiği haftada, ancak bu kadar saçmalarsınız. Zirve yarışçısı Galatasaray, düşme telaşlısı Kocaelispor’a nasıl teslim oldu anlatalım. Bordeaux maçının yorgunluğu dillere dolandı. Bu pazarın kadrosu, önümüzdeki perşembe rövanşa göre sahaya sürüldü. Bir kere şunun bilinmesi lazım; Galatasaray, çarşambadan sonra oynadığı pazar maçıyla pazardan sonra oynayacağı perşembe günün rövanş maçını yorgunluk lafını ağzına alabilecek acemilikte değil. Oyuncuları geldikleri camianın büyüklüğünü, haftada 2 kere maç yapabileceğini bilmeliler; bilmiyorlarsa onlara birileri öğretmeli. Ama öğretecek kişi, kesinlikle Skibbe değil. Çünkü o, şirin görünmek uğruna, sürekli sırt sıvazlayan, taviz veren ve Galatasaray’ın ne olduğunu bilmeyen yedek bir antrenör. Sahaya çıkan kadro yedek değildi, kulübedeki antrenör yedekti. Başantrenörü ise, Galatasaray’dan daha önce kovulan akıl hocası Feldkamp da dün gece felaketti.
Hücum ağırlıklı kadroyla çıktınız... Peki! Rakip hücum ederken, ne yapacağınızı iki Alman biraraya gelip, düşündünüz mü? İki Mehmet’ten ne umdunuz? Üçlü oynarken bunlardan en az ikisini çabuk adam olma zorunluluğunu nasıl unuttunuz? Üstelik de orta sahayı kalabalık tutan Kocaelispor’a karşı, çağdaş futbolu inkar edercesine yavaş oynadınız. Gollere davetiye çıkarırken kulübede Skibbe’nin, tribünde akıl hocası Feldkamp’ın kafasında Bordeaux mu vardı? Bu sistemde gerideki üçlünün önünde oynayan orta sahanın kanat adamları çok önemli demiştik. Bir düşünün Sabri ile Kewell ne yaptılar? Galatasaray seyircisinin sabırla beklediği Lincoln, golün dışında neredeydi?
Harakiri yaptınız, tribündeki az sayıdaki taraftarı, televizyon başında size gönül veren milyonları kahrettiniz. Bakalım; enkaz kaldırma çalışması nasıl olacak?

23 Şubat 2009, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Sadece goller‘’

1 hafta öncenin Trabzon maçının temposu, hırsı ve isteği ilk 45 dakikada ortalıkta yoktu. Delgado, Holosko ve Beşiktaş’ın mücadele gücüne çok şey katan Ekrem Dağ yokluğu belki de etkilemişti Kara Kartallar’ı... Elbetteki Antep’in de eli armut toplamıyor. Kırmızı-Siyahlılar iyi bir takım, kaliteli oyuncuları var, üstelik kendi sahalarında güzel de işler yapıyorlar. Bizim eleştirimiz Gaziantep’i yok kabul ettiğimizden değil, şampiyonluğa oynayan Beşiktaş’tan daha çok şeyler beklediğimizdendir.
Öncelikle çift santrfor diye bağıranlara sözümüz. Bundan önceki haftalarda da yazdık. Çok santrforla, çok gol atılmaz. Çok hücumcu, çok pozisyon getirmez. Tekrar edelim, o bölgeye top taşıyacak adam sayınız ve kaliteniz, top kazanma isteğiniz sizi 3 puana götürür. Beşiktaş’ta da sorun bu oldu. Topa sahip olamadı, sahip olamadığı için de oyunu istediği gibi yönlendiremedi. Rakip Antep de, tek blok halinde oynayınca ilk 45 dakikaki sıkıntı ortaya çıktı.
Devre arasında Mustafa hoca, Ernst ve Nobre haricinde kenara kimi alsa itiraz edebilir miydiniz? Cisse yalandan ayağını uzatıyor, Serdar Özkan bir alem, Tello ise maçın çoğunda yok. Defansın ortası Beto’nun ‘çarşı pazar’ koridoru gibiydi. Ama futbol bu, bir duran top ile gelen Nobre golü, sonra Nobre baskısı ile farkı ikileyen Tello’nun vuruş şıklığı oyunu kopartıverdi. Sadece goller güzel, oyunu düşündürücü, 3 puanı ise şampiyonluk yolunda umut verici.

21 Şubat 2009, Cumartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Paylaştılar‘’

Berabere kalınca; skordan memnun olmayanlar, Sivas’ın puan kaybını gündeme getirenler, Galatasaray’ın Antalya yenilgisini hatırlatanlar elden fırsat kaçtığını söyleyecekler. Puan açısından bunlar doğru olabilir. Ama mücadele, istek, hırs Beşiktaş adına sevindirici görüntüdeydi. Mustafa hoca, Trabzon’un sahanın her yerinde çoğalan, çok adamla bulunan, rakibine basıp, top çalan; çaldığı topla çabuk çıkan ve müthiş coşkuyla oynayan Trabzon’a karşı iki sigortayla çıktı. Neden çift santrfor çıkmadığını, çift önlibero ile oynamanın Beşiktaş’ı pozisyonsuz bırakacağını söyleyenlere hatırlatmak istediğimiz; Trabzonspor’un orta saha kalabalığı olmayan takımlara karşı, nasıl çabuk gole gittiğini, kasetleri seyredip anlasınlar. Çok santrforlu oynamak, çok pozisyona girmek anlamını taşımaz, bunu hatırlatalım bir... Ve iki; çok forvet, onlara top atacak organizasyonu yapmayan, yapamayan orta sahanız varsa, hiçbir şey ifade etmez. Gökhan’ın golüne kadar Beşiktaş’ın temposu, bulduğu pozisyonlar, final vuruşları iyi olsa, şimdi skor için yazanlar başka cümlelere yer verirlerdi sanıyorum.
Son pişmanlık fayda etmez. Serdar Özkan toparlanmalı, abilerine ayak uydurmalı. Trabzon’da gecenin iyileri Song ve Egemen ise, maçın üstün tarafını siz karar verin. Beşiktaş dönen topları topladı, sonuna kadar mücadele etti. Bu arada klasikleşen hatayla golü yediler, puanları paylaştılar.

16 Şubat 2009, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Şifre Şifo‘’

Daha önceki 10 deplasman maçında 14 puan alıp, 16 puanı rakiplerine bırakmış Cim Bom. Lig tarihinde de Antalyaspor’un Galatasaray’a karşı galibiyeti yok. 1 gün sonrasının maçlarına bakarsan Beşiktaş Trabzon’a, Bursa da Sivas’a puan kaybı yaşatabilir. Sahaya bunları düşünerek çıkmak gerekli değil mi? Deplasman hovardalığına, puan dağıtma kampanyasına son vermek için maça konsantre olup çıkmak gerekmez mi? Ama nerede...
Şimdi bazıları akılları Bordeaux’daydı diyebilir. Buna katılmak mümkün mü? Bu takımda sorun var dediğimizde Adnan Polat, “En iyi bilenler işin başında” diyor. Merak ediyorum, hâlâ sahadaki Baros’u, Nonda’yı seyrettiğinde, gelmiyen Lincoln ile Kewell’ı bunların yanına koyduğunda, takımın yerli-yabancı dengesi kaçık görüntüsüne karşın, bu düşüncesi devam ediyor mu? Galatasaray taraftarının geçen senenin mücadele eden takımına ilave edilen transferlerden sonra göreceği tablo bu mu olmalı? Bizce Polat şapkayı önüne koyup bu işi toparlamalı. İş körlüğünü bir tarafa bırakmalı. İşin iyice tadı kaçmadan gereğini yapmalı.
Gelelim maça... Antalya’da Şifo’nun şifresi doğru çözüm getirdi. Zitouni bir yanda, Tita diğer yanda Volkan ve Sabri’yi tedirgin ettiler. Huni şeklinde sahayı daraltan Antalya, Galatasaray’ı göbekten hücum etmek zonunda bıraktı. Nonda, Baros, Arda ve Ayhan’ın göbekte kısa paslarla önünde set kuran defansı açamayacaklarını, kulübe de anlamadı. Oyunun içinde de hücumu çeşitlendirecek akılda hiç kimse yoktu. Konsantrasyon sorunu hem Baros’u hem Nonda’yı vurdumduymaz yapmış. Arda ve Servet Milli Takım yorgunu!! Meira da ağır vasıta gibiydi. Barış ise ısrarla söylüyoruz, Galatasaray’ın oyuncusu değil. Topal’daki düşüş de sürüyor, hâl böyle olunca ibre de oyunu çok isteyerek oynayan Antalya’ya döndü. Şifo ve öğrencilerine yürekten alkış, Galatasaray’ın bundan sonrası ise galiba kara kış!

15 Şubat 2009, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’İki yüzlü oyun‘’

İzmir belli ki milli maçı özlemiş, Federasyonda akıllılık etmiş, bilet fiyatlarını ucuzlatınca 50 bini aşkın Egeli Milli Takıma destek için tribünleri doldurmuştu. Psikolojik olarak bu futbolcuda motivasyon yaratır, ki öyle de oldu. Oyuna hızlı başladık. Oyunun iyi yüzü o dakikalarda ortaya çıktı. Sıkıştığımız anlarda dar alandan çıkmak için çabuk paslar yapabildik. Arda, Tuncay, Caner iyi üçgenler yaptılar. Sağ tarafımız aksadı, bu da uzun süredir oynamayan Hamit’ten kaynaklandı. Ama istediklerimizi ilk 20 dakikada yapabildik. Çabuk topla defans arkasına, çok hücumcu ile sarktık. Tuncay’ın pasıyla Gökhan’ın müthiş füzesi bu düşüncenin ürünüydü. Sonra oyunun ikinci yüzü, kötü olanı çıktı. Basit top kayıpları yapmaya başladık. Çok hücumcuyla oynamanın, çok pozisyon bulmak anlamına gelmediğini gördük. O hücumculara top atacak, oyuna yön verecek, topa sahip olacak oyuncu eksikliği ortaya çıktı. 25. dakikadan sonra Fatih Hoca da bunu görmüş olmalı ki yalnız kalan Marco’nun yanına Hamit’i çekti, bu da çare olmadı. Duran topların tamamı yine zayıf tarafımızdı. Uzunlarımız var ama pozisyon hatası yapıyoruz. Kopuk kopuk oynuyoruz. Tamam mazereti var, bu maç hazırlık için. Eee iyi de hazırlandığın şeye dikkat etmek gerekmez mi? İspanya çabuk defans adamlarıyla, bize pozisyon verir mi, alan daraltarak kompakt oynayan yapısı dün geceki iki yüzlü görüntünün kötü yüzünü affeder mi?...

12 Şubat 2009, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Dağıtın beyler!‘’

Ligin altındaki ateşin içine düşmek istemeyen Konyaspor, elinden gelenin fazlasını yaptı. Peki şampiyonluğa oynayan, rakibi önceki gün puan kaybetmişken onun ensesine gelme fırsatını tepen Kartal’a ne demeli. Bu kadar puan dağıtılır mı, bu kadar sorumsuz oynanır mı beyler... İsim isim ayırmak gereksiz. Biraz Üzülmez’i kenara koyalım, Ernst’i de yanına yazalım gerisinin ne yaptığını anlayabilen varsa aşkolsun. Kadrosu geniş, kulübe zengin bunu anladık. Ama bu sahaya yansımıyor, üç puana dönmüyorsa, anlamsız olmuyor mu. Holosko çıkıyor Serdar Özkan giriyor, Yusuf çıkıyor İnceman giriyor, Ernst çıkıyor Nobre giriyor ama değişen bir şey olmuyor. Demek ki içeride oynayanla, dışarıdakiler arasında oyunu değiştirme açısından bir fark ortaya konmuyor. Holosko kendine güvenenlere ancak bu kadar zarar verir. Tello da, Holosko’dan aşağıya kalır kötülükte değil. Maç boyunca Konyalılar çabuk çıktılar, çabuk döndüler. Siyah-Beyazlılar’ın bir kısmı çıktı, bir kısmı durdu, dönerken de taksitli kampanya gibiydiler. Bobo yalnızlığı görülmedi mi, anlamadık. Yusuf beklenenin dışında, Serdar Kurtuluş ve Zapotocny ise kendilerini inkar eder vaziyetteydiler. Karşılarındaki Veysel, bizim bildiğimiz Veysel. Hani ‘ağır’ dediğimiz, sadece gol vuruşlarında gördüğümüz Veysel. Bu ikili onu kahraman yapabildiler. Kazandığı topları rakibe teslim eden Zan’a, ne demeli. Serdar Özkan ise koca bir soru işareti. Hani misal vardır ya, deveye sormuşlar ‘sırtın niye eğri’, o da ‘nerem doğru ki’ demiş. Dün de Beşiktaş’a sorsalar, ‘şurası mı eğri’ diye, biz de cevap veririz ‘neresi doğru ki...’

09 Şubat 2009, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Usta hesap kesti‘’

Umut olmuş Yeşil-Beyazlılar, tribünlere akmıştı. Hava güzel rakip de büyük olunca Bursa Atatürk Stadı’nı heyecan sarmıştı. Daha önce oynadığı 5 kupa maçında hiç gol yemeden ve yenilmeden Bursa’ya gelen Kanarya oyunun ilk 10 dakikasında biraz fazla pas hatası, biraz da fazla telaş yapınca Yeşil-Beyazlılar adına sanki bir şey olacakmış görüntüsü çıksa da 23. dakikada Deivid’den gelen topla Alex Usta hesabı kesti. Çok geçmeden 25. dakikada yine aynı usta düşüncesini ve kalitesini gösterdi maçın da gazını, tadını, tuzunu Bursa adına kaçırdı. Fenerbahçe’nin doğruları kupa gecesinde ne kadar fazlaysa Bursa’nın yanlışları da o kadar fazlaydı. Türkiye Ligi’nin iki sert ve çalışkan ön liberosu Kirita ve Mustafa Sarp, Bursa’nın iki stoperiyle birlikte kendilerinden beklenmeyecek kadar kötüydüler. Ali Tandoğan’ın hataları ise Fenerbahçe’yi erken rahatlattı. Bursa’ya gelen yeni transferlerle Yeşil-Beyazlılar ne kazanır göreceğiz. Ama Yusuf’un gidişiyle ne kaybettiklerini dün gece açıkça gördük.

Fener’in okçusu 40. dakikada okunu nihayet kınından çıkardığında aslında Fenerbahçe adına yapılan doğruları da tam 12’den gösteriyordu. Ne demek istediğimizi açalım. Alex gol bölgesine yakın oynayınca Güiza da rahat ediyor, usta ayak Alex de, Deivid de bildiğimiz çalışkanlığıyla o bölgeye girmeye başlayınca rakip için zor anlar yaşatıyorlar. Aragones de herhalde Alex’i 50 metrelik uzun parkurda kullanmak yerine bundan böyle gol bölgesine daha yakın ve orada diri kalacak taktik anlayışta oynatır. Tabi bunda Emre ve Selçuk’un oyuna dün geceki gibi büyük ölçüdeki katkıları şart. Vederson’u da unutmayalım. Roberto Carlos’un tüm çıkışlarında ve gerideki kademe hatalarında olumlu işler yaptı.
Aragones’in dün geceki önemli doğrusu 44. dakikada kızarmadan Emre’yi dışarı almasıydı. Devre beklense olmaz mıydı diye aklınızdan geçebilir... Tabii ki beklenebilir. Ama Emre de bilmeli ki takımı 10 kişi bırakma lüksü yok ve kenarda da kırbaç gibi bir hoca var. Bu da ona bir dakikalık terbiyedir.

06 Şubat 2009, Cuma 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Helal olsun sizlere...‘’

Helal olsun... Temposuyla, mücadelesiyle kupa gününe hem heyecan, hem de ciddiye alınmamaya başlayan kupaya prestij getirdiler. İşini ciddiye alarak futbolseverlerin saygısını kazanacak işler yaptılar. Onun için hepsine helal olsun... Bir diğer pencere de, Sivas’taki maç öncesi güzelliği açmak lazım. ‘Laf atacağına’, çiçek atmayı tercih eden Sivaslı tribünler ile onlarla kucaklaşan her iki takım futbolcuları da ayrı bir güzellik olarak futbol sayfalarına geçtiler.
Sylla-İbrahim Dağaşan anlaşmazlığıyla Arda Cim Bom adına golü kazandırmadan önceki görüntü şöyleydi: Galatasaray elde ne varsa onunla sahaya çıkmış, Sivas ise oynaması gereken yerlerde oynayacakların en iyisini seçme şansıyla takımı sahaya sürmüştü. Hal böyle olunca, o Arda golü gelene kadar ‘Galatasaray çok zorlanacak’ diye düşünüyorduk. İstanbul’da bıraktıklarıyla götürüp kulübeye oturtamadıklarını yan yana koyarsanız, sahadaki 11’den fazla sayı bulacağınız Cim Bom, özellikle ilk 45 dakikada zorlu Sivas’a müthiş direnç gösterdi. Zemin buzsuz, ama pas yapmaya müsait değildi. Havanın soğukluğunu her iki takım sahada ısıttı. Sivas oyunu set edip atak olgunlaştırmaya çalışırken, Galatasaray’ın yürekten oynayan gençleri rakibi yerleşmeden çabuk oynamaya çabaladılar. İlk 45’te de bunu becerdiler. Golü de bu baskıda ve çabuk düşünüp, çabuk uygulama anında buldular.

Sahada Sarı-Kırmızılılar adına ayağına hakim tek oyuncu Arda idi, ilk 45 dakikada da oyunu o forse etti. Kırılma onları, dönüm noktaları, akıl almayacak kaçan golleri, bireysel hatalardan gelen 90 dakikalık uzatma skoruyla, penaltılarıyla, futbol adına her şeyi sahaya koyan tüm futbolcuları, (aslında isimleri ayrılacak olan var ama) alınlarından öpüyor, Sivas’a da yolun açık olsun diyoruz.

04 Şubat 2009, Çarşamba 03:30
YAZININ DEVAMI