‘’Galatasaray 'devam' diyor‘’
İki Sivas maçı sonrası, belki de onların fiziki yorgunluğu veya istenmeyen sonuçların getirdiği psikolojik sorunlar Sarı-Kırmızılılar’da 90 dakika boyunca kötü görüntüler çıkarmıştı. Denizli’de saha daha güzel, rakip de tam morallenecek kıvamdaydı. Ne sertliği vardı, ne de oyun içinde aşırı baskısı. Hafta içinde yapılan operasyonla gelen yabancıları sahaya ilk 11’de sürme riski, kimin aklına gelmişti bilmiyorum. Ümit hocanın tecrübesi ‘yenileri’ hep birlikte değil, oyunun ilerleyen süresinde kullanırdı diye düşünüyorum. Kısacası risk almıştı Denizlispor, üstelik de puan cetvelinde bu riski almaması gereken bu dönemde.
Cim Bom ise riski ortadan kaldıracak Servet dönüşü ile, daha güvenli hissediyordu kendini. Ayhan-Topal ve Barış’ın tempolu orta alan oyunu maçın başında Denizlispor’u iyice zorladı. 6. dakikada Bangoura’nın hatasıyla Galatasaray’ın bulduğu pozisyon, Denizli’yi herhalde ürküttü ki, kale önüne yığılıp oynamaya başlayınca Galatasaray üstün göründü ilk 45 dakikada. Nonda-Baros ikilisi Skibbe’nin “çabuk 3 puan istiyorum” mesajı gibiydi.
İkinci 45 dakikada Galatasaray bütün iyi yaptıklarını, soyunma odasında bırakıp sahaya çıkmıştı. Aşırı top kaybettiler, birbirlerinden kopuktular. Önce Topal, sonra da zaten başından beri yetersiz oynayan Barış oyundan düştü. Nonda, lotodan çıkan golü olmasa hayalet benzeriydi. Baros ise gol haricinde kendini inkar eder görüntüdeydi. Dönüşü olmayan çıkışlar kabus yaşatır diye düşünürken, Denizli’nin de kötü oyunuyla zirve yarışına Cim Bom ‘devam’ dedi.
‘’Her türlü kazandı‘’
Beşiktaş açısından skor dışında da kazanımları olan maçtı. Kupa maçı olduğu için, Mustafa hoca kadroda daha önce denemediklerini, 11’de sahaya sürme imkanı buldu. Tello, Yusuf, Üzülmez ve Nobre’yi ilk 11’de kullanmayan Mustafa hoca, riski olmayan bir oyun anlayışıyla daha önce denemediği futbolcuları, taktik şablonu içine yerleştirmişti.
Arkadaki 4’lü Serdar Kurtuluş hariç, sınıfı geçti. Ekrem’i konuşmaya gerek yok. Sezon başından bu yana zaten nazar boncukluk işler yapıyor. İbrahim Toraman ve Gökhan Zan da, hata yapmadan maçı bitirip, Zapo ile Sivok’a, ‘Buralarda biz de varız. Bir daha kartla dışarı çıkarsanız, zor dönersiniz’ mesajı verdiler. Gökhan Zan, konsantre olduğunda rakip için geçirmesi zor bir futbolcu. Dün, Djiehoua fizik kuvvetiyle Zan’ı yıldıramadı. Yanındaki çabuk forvetler Zitouni ve Tita’ya da Ekrem ve İbrahim Toraman hem çabuklukları hem de doğru kademe anlayışlarıyla, geçit vermedi. Sulu sahayı, kuru saha temposuyla ilk 45 dakikada oynadı Kara Kartallar. Doğru yardımlaştılar, ağır zemine rağmen çabuk paslaştılar. Kendilerinden çok, topu koşturmasını bildiler. Gerideki 4’lünün önünde Sivok, olumlu işler yaptı. Cisse ve Uğur İnceman, Serdar Özkan ile birlikte hem etkisiz hem de anlamsız şekilde isteksizlerdi. Bobo ise, Holosko ile birlikte, Beşiktaş’ın vurucu gücündeki etkilerini dün sahaya yansıttılar.
İlk maçın ardından; 2 Serdar’ın olumsuz durumu, İnceman’ın tuhaf görüntüsü, Cisse’nin gönülsüzlüğü, Zapo’nun olmadığında defansın neler yapılabileceğini görmek adına Mustafa hoca ve Beşiktaş için avantajlı skorun haricinde, önemli kazançlardı.
‘’Galip sayılırlar‘’
Hani elimizde bir yetki olsa, torbamızda da 6 puan... Çıkarır 3’ünü Fenerbahçe’ye, 3’ünü de Trabzonspor’a, anasının ak sütü gibi helal ederek, verirdim. Müthiş bir tempoyla, futbol adına doğruları yaparak iki takım da seyredenleri kendinden geçirecek maç oynadılar Kadıköy’de. Her zaman maçın adamını sorarlar, genelde 11’lerden ya da oyuna sonradan girenlerden biri seçilir. Ama bizce maçın adamı; bütün hazırlıklarını son derece akıllıca yapan Ersun hoca ve ekibi idi. Ağır dediğimiz Fenerbahçe stoperlerine, İsaac ve Yattara çabuluğunu kullanacak diye düşünenleri, doğru bir planlama ile adeta ters köşeye yatırdı. Umut ve Gökhan ile başlayarak, iki stoperi kendi sahasına hapsetti. Geriden oyun kurmalarını ve ayağa pasla çıkmalarını engellemiş oldu. Carlos-Uğur tarafını ise sürekli tedirginlik yaratacak şekilde, Yattara ile bozdu. Selçuk ve Emre ‘Trabzon’daki görevdaşları’ Hüseyin ve Selçuk İnan’dan daha akılcı işler yaptılar. İki takımın oyun anlayışındaki temel farklılık, Fenerbahçe’nin topa daha fazla sahip olarak oynama isteği, Trabzonspor’un ise kazandığı topları en çabuk şekilde gol bölgesine uzun topla girerek, oradaki diri oyuncularından gol vuruşu beklemesiydi. Eğer şans Traszonspor’un yanında olsaydı, 5 maçlık pozisyonu, sadece bir 90 dakikada yaratıp, gole çevirmeden Kadıköy’den ayrılmazlardı. Ne bilelim, 10 senenin tılsımı bozulmasın diye, mistik güçler pozisyonları engellemiştir. Şaka bir yana Trabzonspor son vuruşlarda Volkan’a çarptı. Güiza’nın kısırlığına sabırların tükendiği gecede, Bünyamin Gezer, ayrı bir takım gibiydi. Harika bir maç yönetti.
‘’Istıraplı oldu‘’
Son 8 deplasman maçından 1 puan çıkarabilen Denizlispor karşısında, 28. dakikadaki Kratochvil’in kendi kalesine attığı gole kadar, ıstırap çekti Siyah-Beyazlılar. İlk net pozisyon 18. dakikada Nobre’nin kafasının, kaleci Cenk’e takılmasıydı. Tello sağda, Serdar Özkan solda, ters koşularla, Nobre’nin ortadaki mücadelesiyle boşaltacağı alanlara Yusuf uyanıklığıyla girecek, Holosko ile gol planlamıştı Beşiktaş. Adeta bir dönüm maçıydı... Yukarıyla arası daha fazla açılmadan, üstelik de rakibi Galatasaray, Sivas’ta 3 puan bırakmışken, bütün planların doğru işlemesi gerekiyordu. Peki öyle mi oldu? Hayır. Yusuf’un orta saha yalnızlığı, Denizlispor’un akıllıca uyguladığı birbirine yakın pozisyonda, oyun boyunu uzatmadan oynaması, Beşiktaş’ın elini kolunu bağladı. Top yaparken zorluk çekti. Orta alanı kalabalık tutan Denizlispor, her ayağına top alan Beşiktaşlı’ya iki futbolcuyla bastı. Yusuf’la top alışverişini kesmeyi başardığı anlarda, dengesiz hücum organizasyonları çıktı Beşiktaş adına. Belki mazaret üretmek isteyenler çıkabilir. Gökhan Zan karttan, Delgado-Bobo sakatlıktan yoktu diyebilirler. O zaman sorarız, sahadaki diğer yabancılar ve milli takım oyuncusu olan Türkler’in, elleri armut mu topluyordu. Tam da burada söylemek istediğimiz bir şey var: Beşiktaş’ın yabancılarında ya tedirginlik ya umursamazlık var. Daha önceki yazılarımızda yabancılarda arıza var demiştik, bu konuda ısrarımız sürüyor. Zor gecenin, kolay skoruyla, düşünülmesi gereken bir maç kazandı Beşiktaş.
‘’Hesap kesmeyin‘’
Ortalık toz duman oldu... Çok değil; kısa bir süre önce, Galatasaray ona karşı önlem almadığı için yenildi denilen, daha önce de milli takıma seçildiğinde geç bile kalındı bu kalitedeki futbolcu daha önce milli takıma davet edilmeliydi ortak düşüncesiyle alkışlanan Yusuf’un Beşiktaş’a transferi ile...
Neden alındığının mantığı çözülmeden veya araştırılmadan; niçin alındığı bağırışının daha kolaycılık olmasından herhalde olsa gerek, “yaşlı bir futbolcunun” (ki, geçen aylarda yaşlı dediklerine, tecrübeli diyorlardı) ne işi varmış! Üstelik de, bu fiyata eleştirisinde bulunanların bizce gerçek fikirleri bunlar değil!
Onların durumu biraz bağcıyı dövmekle, üzüm yemek arasında kalmış gibi görünüyor. Hedef Yusuf’u eleştirmek olsa: Başka takımdayken dikkat edilmesi gereken, üzerine adam markajı vermezseniz sizi dağıtabilir ahkamı kestikleri futbolcunun gelişine karşı çıkar mıydı, bugün bağıranlar diye düşünüyoruz. Öyle ya, dün rakip iken çekindikleri “tecrübe”nin, bugün kendi silahı olmasını başka neden istemezler ki? Mantıklı düşünürseniz... Anlaşılan o ki, Demirören’e vurmanın bir yöntemi olarak Yusuf kullanılıyor ve zaman zaman da önümüzdeki dönemde kullanılacak. Bizim de itirazımız bu şekilde hesap kesimine.
“Fenerbahçe eskilerini mi alacağız?” diye soranlara ise, bir hatırlatma: Şunu unutmayın, Yusuf başka takımlarda iyi oynadığı için Fenerbahçe’ye geldi. Mutlu olmadığı ve performansı düştüğü için de gitti. Bu şu demek, oranın malı da olmadı, oradan yetişmiş olmanın etiketini de üzerinde taşımadı. Sadece profesyonel olarak Sarı-Lacivert formayı giydi ve işi bitince de ayrıldı.
Bir ufak ayrıntı paylaşıp, bir de Beşiktaşlılar’a tüyo vermek istiyorum: Denizlispor’da genel menacerlik görevine getirildiğimde Yusuf Şimşek kadrodışı kalmıştı. Takımdan uzaktaydı... Kendisini eskiden tanıyan ve güvenen biri olarak onu tekrar takıma döndürdük ve kaptanlık göreviyle de önemli bir sorumluluğu omuzlarına yükledik. Gerisi malum... Futbolseverler hatırlarlar, o sezon Yusuf son Fenerbahçe maçında dahil Denizlispor’u taşıyan isim oldu.
Anlatmak istediğim de budur işte. Ama anlayana, ön yargılı olmayanlara. Yapılacak iş ise: Yusuf’a tribünlerin sahip çıkıp, lüzumsuz tartışmaların yerine ona güvendiklerini ve sevdiklerini göstermeleridir. Böylelikle Kara Kartal şampiyonluk hedefine varacak önemli bir silahı da ateşlemiş olacaktır. Lincoln ve Alex hayranlığı ne ise, Beşiktaş’ta da Yusuf o olacaktır. 90 dakika oynamıyor eleştirisi getirenlere cevabımız ise, Yusuf kalitesinin 20 dakikasının bile Türkiye Ligi’ne yeteceğidir. Beşiktaşlılar, Delgado’nun belirsizliğinde Yusuf’un aralara bırakacağı toplarla müthiş coşkuyla İnönü Stadı’ndan ayrılmanın yollarını aramalıdır, boş yere tartışacağına.
Ligin ilk haftasında rakipler birbiriyle oynarken ve Galatasaray da Sivas deplasmanında zorlanacakken izlenmesi gereken yol, Beşiktaş’ın iç saha avantajıyla birlikte şampiyonluk yarışında rakipleri kadar şanslı olduğuna inanıp, o yönde birlik olmaktır.
Bir çift sözümüz de Yusuf’a. Tecrüben, olumsuzlukları duymayacak ve sana güvenenleri utandırmayacak büyüklükte, bunu çık İnönü’de herkese göster... Aksi olursa, bil ki seni en çok ben eleştireceğim.
‘’Gecenin rengi‘’
Ligin son maçında, senenin son derbisinde, elinde silahı daha çok olan ve daha çok isteyen Sarı Kırmızılılar futbol adına doğruları yaparak sahadan galibiyetle ayrıldı. İki takım arasındaki önemli fark, Galatasaray’ın hücuma çıktığı kadar çabuk geri dönebilmesindeydi. Bundan önceki maçlarda hızlı hücumcularla gol yoluna çabuk giden Beşiktaş’ın çıkışta kaptırdığı toplarda bundan önce de sorunu vardı, dün gece de devam etti. Oysa Galatasaray öne doğru çıkarken, ilerideki oyunculara yakın oynayan Ayhan, Mehmet Topal ve Barış hem dönen topları topladılar hem de aldıklarını doğru pas olarak kullandılar. Siyah Beyazlılar’da ise top kayıpları, birbirlerine uzak oynadıkları için oyun boyunca kocaman bir sorun olarak durdu. Cisse yine beklenenden uzaktı, Nobre kalabalık içinde kaybolup etkisizleşti, Holosko attığı gole rağmen oyun içinde kopuk kopuk vardı. Delgado ise formasına Lincoln ağırlığında hizmet edemedi. Seric’in oynayıp oynamadığını anlamadığımız için ona bir şey diyemiyorum. Durum böyle olunca iki takım arasındaki yabancı transferlerinin kalitesi de ortaya çıkıyor herhalde. Siyah-Beyazlılar maçı döndürecekleri anlarda kırılma noktalarında penaltılarla oyundan koptular. Bir de Delgado’nun atılması onları iyice oyundan düşürdü. Kaptan’ın ikinci sarıdan gelen kırmızı kartı tamamen iletişim hatası ve hakem işgüzarlığı. Arjantinli, bir pozisyon önceyi anlatırken kendini dışarıda buluverdi. Ama o da kartını unutup sorumsuzca davranmamalıydı. Skibbe’nin Beşiktaş’a göre çıkardığı takım, her şeyiyle gecenin rengini Sarı-Kırmızı yapma ve 3 puana damga vurmayı hak edecek işler yaptı.
‘’Moral gecesi‘’
Belli ki Sarı-Lacivertli futbolcular Dinamo Kiev maçı sonrası dün gecede puan kaybederlerse bunun nelere mal olacağını maç öncesi iyi düşünmüşlerdi. Yaklaşan devre arası transfer dedikoduları, gelecek ve gideceklerin çokça konuşulduğu günler, mecbur kılmıştı Sarı-Lacivertli futbolcuları adeta...
İstekli başladı Sarı Kanaryalar. Daha önceki maçlarda göremediğimiz kadar üçüncü bölgede çoğaldılar. Guiza’nın yanına çok adam soktular. Diri gibi görünen Antalya’ya aynı sertlikte cevap verdiler. Onlar kadar bastılar ama Antalya’dan daha çok koştular. Ve de en önemlisi mutlaka 3 puan olmazsa olmazlarıydı kafalarında Fenerbahçeli futbolcuların. Bol şut denediler kenarlardan, özellikle sağ kanattan Gökhan ve Kazım’la akıllıca geldiler. Solda ise Uğur Boral belki de bu senenin en hızlı gecesini yaşıyordu. İçeri kat ettiğinde, Carlos dış kulvarı iyi kullansa Kanarya’nın kanat organizasyonları Saracoğlu’nda bulunanları ve televizyonu başındakileri mest edecek güzelliğe kavuşurdu. 11. dakikada suskun golcü Güiza atamazsa akıllara zarar verecek golü attığı anda Sarı-Lacivertliler daha güvenli ve daha yaratıcı oynamaya başladı. Top alışverişleri bilinçli hale geldi. Bir de tribünlere hoş görünmek için kendileri çok koşacağına, futbol aklına hoş gelebilecek topu koştursalardı; hem Antalya’yı yorarlar, hem de kendileri 90 dakika daha diri kalırlardı. Antalya ise defansının geri çekilerek, ileri uçtaki adamlarının da anlamsızca önde baskı yapacağım diye uğraştığı ve takım savunmasını yapamadığı görüntüsüyle, Fenerbahçeliler’e moral verecek sonucu hazırlayan takım oldu.
‘’Erken terhis!‘’
Mazereti olmaz böyle günlerin. Ne hava soğukluğu ne de zemin. Sakatlar listesi Fenerbahçe’de ne ise, Ukraynalılar’da da bizden 1 fazla. Üstelik cezalı Aliyev cabası. Duruma buradan bakınca, ‘kem-küm’ etmeye gerek yok. Yakışmayacak bir skor ve beklenmedik Avrupa Kupaları yoksulluğu yaşadı Fenerbahçe. Volkan 20. dakikada erken terk ettiği kalesinde erken golü görünce, bu da Fenerbahçe’nin Avrupa Kupaları’ndan ‘erken terhis’i oldu. Maçtan önce umudumuz, Fenerbahçe’nin ‘ya hep ya hiç’ maçına çıkıyor olmasıydı. Çünkü Sarı-Lacivertliler, hem Avrupa Kupaları’nda Türkiye Ligi’nden daha farklı oynuyorlardı hem de böylesine final havasındaki maçlarda çok daha hırslı ve istekli görüntü veriyorlardı ama, dün gece bunların hiçbiri olmadı. Adeta pas kaybetmek için yarışıp, durdu Fenerbahçeli oyuncular. Düşünün mutlak galibiyet ihtiyacı olan Kanarya’nın ilk pozisyonu Gökhan’ın getirip, Güiza’nın 37’de vurduğu kafaydı. Ayakta kalan Selçuk’tu... O da 59’da çıkıp, Maldonado girince, geriye ve yana oynayanlar çoğaldı. Fener istediğini alamayacak hale geldi.
Kafamızdaki soru işareti ise; Şampiyonlar Ligi’nde bu kadar çok pas yapmaya çalışıp da öne doğru gidemeyen takım var mı acaba? Sayıyorsunuz: 1... 2... 5... 10... Hâlâ orta sahayı geçememiş Fenerbahçe. Selçuk’un öne hamleleri de olmasa, aradan sürpriz koşular yapacak futbolcu olmayacak Kanarya’da. Zaten Aragones de bunu hüznüyle olsa gerek, başını sürekli iki elinin arasında tuttu ve kulübeden çıkmadı. Alex’in durgunluğu; Güiza’nın hüzünlü suratı ve yalnızlığı; Josico’nun izah edilemez oyun stili; kulübedekilerin oyuna girince, sonuca etki edemeyecek kalitede olmaları bu kadar beklentiye bu kadar büyük bütçeye uyuyor mu sizce?