‘’The End‘’
Ne matematik, ne geometri, ne de cebir, kimse boşa hesap yapmasın. Dün geceki görüntü Fenerbahçe için lig yolunun sonu oldu. Yata-kalka, dura-oynaya kekeme bir futbol gecesi geçirdik. Belli ki Sarı-Lacivertli futbolcuların zevki kaçmış, havası alınmış, konsantrasyonları bozulmuş. Kısacası her şeylerini kaybetmişler. Yoksa o forma cezalısını da, sakatını da üst üste koysan, geride kalanıyla, kendi mabedinde rahat maç kazanır. Yazması da, seyretmesi de ıstırap olan maça, Hikmet Hoca doğru taktik anlayışla, üstelik korkusuzca çıkmıştı. 3 forvet değil, birbirine çok benzeyen 3 santrforla sahaya sürdü takımını. Belli ki orta sahayı Emre’nin ve Alex’in yokluğunda çok fazla önemsememişti, haksız da değildi. Deniz ve Selçuk düz oyuncular. Adam eksilterek değil, aldığını yanına vererek oynadıkları için, tehlikeli orta saha organizasyonlarının olmayacağını düşünmüştü ve haklı da çıktı. Orta sahası düşük olan maçın, kazanılması için tek yol vardır o da; gol bölgesine en az pas ile en çabuk şekilde topu yollamak, defansın arkasına koşu yaptırmak ve sarkmaktır. Bir de rakibinizin defans dengesi ve uyumu zaten yoksa, balansı da bozuksa bu taktik çabuk gol getirir. Ankaragücü’nün hesabı buydu. Maçın başında da bu şekilde golü buldu. Fenerbahçe ne bastı, ne de baskıdan top kaçırabildi. Ankaragücü elini kolunu sallayarak çıkarken, rakibine de öndeki futbolcularıyla baskı yaptı, yana ve geriye oynamaya mecbur bıraktı. Ne çözümü bulacak Aragones, ne de dik durması ve gururla mücadele etmesi gereken futbolcular ortalıkta yoktular. Tribünden gelen çatlak seslere de bakarsak, Fenerbahçe bu sezona “the end” derken vizyona yeni film “kaos”u koydu.
‘’Kırık kanatla...‘’
Az sayıda seyircinin çok ses çıkardığı gecede, kanadı kırıldı ama Kartal hedefe kondu.Gönüllerinin istediği elbette galibiyetle İnönü’den ayrılmaktı. Ama başaramadılar. Başarmak için çalışmadılar mı? Çalıştılar. Ellerinden geleni iyi niyetleriyle Siyah-Beyazlı futbolcular sahaya yansıttılar.
İlk 25 dakikada iki takım arasındaki önemli fark, orta sahada oluştu. Cisse’nin her zamanki gibi yardım etmediği Ernst, Adem-Hürriyet-Weeks üçlüsünün arasında ıssız adam gibiydi. Böyle de olunca, ilk tehlikeli pozisyonları bulanda doğal olarak Ankaraspor oldu. Mehmet Çakır ve Meye, daha 3. dakikada, ‘Biz Beşiktaş’ın başına iş açacağız’ diye bas bas bağırdılar. Daha önce hiç yan yana oynamamış Gökhan Zan, Serdar Kurtuluş ikilisine, öndekiler yardım etmeyince hata yaptılar. Ekrem sağdan, Üzülmez ve Yusuf soldan bindirdiler, belli ki Mustafa hoca, göbeği çabuk ve iyi kademe ile kapatan Ankaraspor’u kanatlardan vurmayı hedeflemişti. Ama yan ortalara içeride çoğalamadı Kara Kartallar. Garip işler oldu maç içinde. Siyah-Beyazlılar zarif ve ince işler yaptılar. Yusuf-Holosko ve Delgado, zaman zaman da Bobo ile ince ayar çektiler Ankaraspor’a.
Ondan sonra da hem final vuruşlarında kendilerinden beklenmeyecek acemilikte işler yaptılar, hem de saçma sapan top kaybettiler. O güzel işleri yapanlar, bu abuk sabuk hataları nasıl yapıyorlar anlamak mümkün değil. Belli ki konsantrasyon eksikleri var. Bobo baş ağrısı gibi. Basıyor, alıyor, dönüyor... Tamam, şimdi diyorsunuz. Sonra bir bakıyorsunuz sahada yok. Cisse ise Beşiktaş’ın göbeğinin karın ağrısı olmaya devam ediyor. Eskişehirspor maçı öncesi iyi bir antrenman ve bir de kupada final hakkını elde ettiğini düşünürsek, yine de gecenin karlısı kupaya uçan Kartal oldu
‘’Çıkmayan candan...‘’
Travmatik bir hafta sonu geçirmişti Galatasaray, bu maç öncesinde. Sakatlara ilaveten bir de ceza kasırgası geçti üstünden. Şampiyonluk yolu tıkanmış gibi gözükürken, istediği 3 puanı aldı. Başkan Adnan Polat, maç öncesi, “Kalan 7 maçımızı da alacağız” iddiasında konuşurken, bizim dün gördüğümüz Cim Bom, Olimpiyat Stadı’nda hiç de öyle izlenim vermedi. Biliyorum okurken aklınızdan ‘bu kadar sakat, bu kadar cezalı oyuncu varken, iyi futbol nasıl beklenir ?’ sorusu geçiyor. Peki o zaman, dünkü kadroyu aklımızdan bir geçirelim, sonra karar verelim. En zayıf halkası Cim Bom’un daha önce bu dizilişle hiç yan yana oynamamış defansıydı. Bunda herhalde herkes hemfikir. Gelelim defansın önüne. Topal ve Ayhan bu sezonun en başarılı ikililerinden değil mi? Onların önünde oynayan Kewell, Barış, Lincoln, Baros, sonradan oyuna giren Nonda neyin nesi peki? Bu kadar kaliteli orta ve ön tarafı olan takımın dünkü görüntüsüdür bizi hayrete düşüren ve kafamıza takılan. Hazır olmayan Emre’nin erken çıkışının hesabını da sağlık ekibinden değil, hala durumu anlamayan yönetenlerinden sormalı Galatasaraylılar.
Yukarıdaki tabloda yapacağı tek şey Galatasaray’ın, defansından topu uzak tutmaktı. Bunu yapacaklar ise sahada sadece dolaşınca, isteksiz, 3 pas yapamayan, kale önünde çoğalamayan, takım savunması yapamayan Sarı-Kırmızı’lılar’ı seyrettik. Mühim olan 3 puan’ diyorsanız; ‘zor bir haftanın sonrasında kötü futbol olabilir’ mazeretini öne sürüyorsanız, buna da hayır demiyelim.
Ve, çıkmayan candan ümit kesilmez. Cim Bom eğer toparlanırsa, Avrupa kupaları için ben de varım diyebilir.
‘’Stres topu‘’
Ne bireysel silahlar, ne takım oyunu hepsi kocaman hikayeydi dün gece. Milyon dolarlık kramponlar itişip kakıştılar, sonra da kapıştılar. Koşturmacaya benzer, adına futbol denmeyecek garip bir oyun sergilediler. Oysa ki bu maçın tek sonucu yarıyordu onlara ve derbilerin 100. yılının ilk karşılaşmasında birbirlerinin ipini çektiler, en yaramayan sonuçla geceyi bitirdiler. Maçın teknik yorumunu yazmadan önce sonrmak istiyorum bu kadar marka olmuş kulüplere, 100 yıllık koca çınarlara, para verip oynattığınız bu futbolcuların hareketleri yakıştı mı? Sakın ola ki, Galatasaraylılar kendi penceresinden, Fenerbahçeliler de kendi pencerelerinden bakıp haklılık payı aramasınlar; futbola ihanet gecesi yaşattılar.
Fırat Aydınus iki dakika arayla sarı kartı hakeden Selçuk’u oyundan atmayınca, maçın esas ‘faili’ oldu. Her düdükten sonra bütün futbolcular hakemle toplantıya koştular. Sonda çıkardığı kırmızı kartları, başta çıkartsaydı Aydınus, futbol izlemek için stada koşanlar rezillik değil, futbol izlerlerdi.
‘Valiz toplama’ maçında her iki takım da gol yememeyi düşündü öncelikle... Alanı daralttılar, çok adamla baskı yaptılar, topu çaldılar, çaldıkları topu cömertçe harcadılar. Rekor düzeyde top kaybıyla oynadılar. Hal böyle olunca, top ayakta durmayınca, istedikleri gibi oyunu yönlendiremediler. Neresini anlatalım, 14. dakikada sakatlanan Gökhan’ı takip etmeyip, kulübede yere bakan, oyuna müdahale etmeyen Aragones’i mi, anlamsızca Nonda’yı 90+1’de sokan Bülent hocayı mı, yoksa sahada futbolculara yalvaran yöneticileri mi? Hepsi birbirinden beterdi, yazık hem de çok yazık...
‘’Mutlu son‘’
Daha ikinci dakikada 4 Beşiktaşlı’nın arasından geçen, maçın ve üç büyüklerin belalısı Taner Gülleri, elini kolunu sallayıp dolaşırken çıkardığı topla, Agbetu ile Kocaeli golü buldu ve Kartal’ ın bütün dengesi bozuldu. Gol geldiğinde Rüştü arkadaşlarına, ‘4 kişisiniz bir kişiye vurduruyorsunuz’ işareti yapıyordu, haksız da değildi.
Şampiyonluğa oynayan takım, böyle gol yemez, en önemlisi bu kadar kötü oyuna başlamaz ve 75 dakika da kötü oynamaz. 6. dakikada Taner Gülleri’nin çıkışı Beşiktaş adına şans, Kocaeli’nin oyun planını bozulması adına şanssızlıktı. Kocaeli akıllılık etmişti, kanatlarının çok işleyeceğini düşündüğü Beşiktaş’ı oralarda durdurup, ortaya dönük oynatmaya mecbur bıraktı. Fakat dün, hem Cisse, hem de sonradan giren Uğur göbekte oynayan iki “göbeğini kaşıyan adam” gibiydiler. Yusuf o bölgede adam eksiltmeye ve yaratıcı paslar atmaya çalıştı ama o da tek kaldı, kolu kanadı kırıktı. Toraman oynamadığı zaman Siyah-Beyazlılar’ın defans dengesi bozuluyor, Zapo hem zamanlama, hem de pozisyon hatası yapıyor, bu da yanında oynayanlara hata yaptırıyor. Koca bir 45 dakika geçti, Beşiktaş tek kaleyi bulan şut dahi atmadan soyunma odasına gitti. Mustafa Hoca, kanat savunmasında zayıf kalan Erkan ile turist gibi dolaşan Cisse’yi alıp, Uğur ve Holosko’yu koyunca, Kartal rahatladı. Trenin kaçtığını anlayınca Kartal maça asılmaya başladı, ayağıyla gecenin en iyi işlerini yapan Sadıgov, eliyle Beşiktaş’ın şampiyonluk yolunu açtı. Tello’nun çıkıp, Delgado’nun girişi Kocaeli’yi bozdu. Kötü oyundan, mutlu sona adeta korku tünelinden geçerek, taraftarına kalp testi yaptırırcasına, önemli 3 puanı kapmasını bildi Kara Kartal. Ama bu oyun, son 15 dakikası hariç ciddi uyarı gerektiriyor. Dikkat!
‘’Antep baklavası‘’
Kim ne derse desin, zor bir deplasman gecesiydi dün Galatasaray için. Önceki haftalara bakıp, kağıt üstünde hesap yapıldığında hoca değişikliğiyle çıkış yakalayan Antep, Galatasaray’ı zorlayacak gibi gözüküyordu. Son 9 haftada alması gerekenden daha çok puan kaybeden Sarı-Kırmızılılar hem sakatlık hem de “sürekli kılı dönen” ve kıldan problem yaratan Lincoln ile uğraşıyordu. Alışık olunmayan Süper Lig günüde, şampiyonluk yolundaki diğer rakiplerin puan almaları baskı da yaratıyordu. Şartlar böyle olunca, Nonda kafadan izin alınca, orta saha da Topal’sız kalınca, tatmin etmeyen futbol kalitesi çıktı Cim Bom adına,Antep gecesinde. Şimdi diyeceksiniz ki kaliteye ne gerek var, mühim olan 3 puan. Bu görüşe de hak vermemek mümkün değil. Tersini düşünsek mesela iyi oynasa Galatasaray ama kaybetse daha mı iyi olurdu? Elbette ki kötü oyun, çok puandır böyle gecelerde tercih edilen. Bildiğimiz gibi klasik dizilmişti Cim Bom. Arda milli maç yorgunuydu, zaman zaman oyunun içinde parladı. Kewell ise gecenin kahramanıydı. Baros’tan bahsetmeden geçmeyelim, enteresan bir futbolcu. Olmayacak pozisyonları kendi çabasıyla olura çeviriyor, bazen olacağı akıl almayacak şekilde olmaza döndürüyor. Attığı gol jeneriklikti, hem moral verdi, hem de maçın lezzeti oldu. Akılda kalan başka da bir şey yoktu. Bal yapmayan arı gibi oynayan Antep, Türkiye Lig’indeki diğer takımların tersine, Cim Bom’un üstüne sağ kanattan değil, Arda’nın boşalttığı sol kanattan yüklendi. Sarı-Kırmızılılar adına şans ise Antepliler’in son vuruş beceriksizliğiydi. Üç pasın arka arkaya yapılamadığı gecede, 3 puan Cim Bom’a Antep baklavası gibi geldi.
‘’Var mısın Yok musun‘’
Milli maç sonrası, sevgili Acun’un programında seyrederken Fenerbahçe’yi, aklıma pazar gecesi maçı takılmıştı. Lig yarışında da Fenerbahçe’nin kutusu açılacaktı. Soru da: Şampiyonluk yarışında ‘Var mısın Yok musun’ olacaktı. Sıkıntılı geçen 45 dakikanın sonunda görünen tablo şuydu; Eskişehirspor, sahanın her yerinde çoğalarak ve baskı yaparak oynuyor, Fenerbahçe ise bir türlü topa hakim olup, oyunu yönlendiremiyordu. Vites atıp, hızlanması gerekirken bunu yapmadı. Rakip çözücü Alex’in olmaması, takımı öne taşıyan Emre’nin yokluğu, bir de takımı ateşleyen Lugano’nun eksikliği hem tempo hem pozisyon sıkıntısı getirdi Sarı Kanaryalar’a. Çift santrforla başladılar, ama Güzia ve Semih’e ilk yarının sonuna kadar yeterli desteği veremediler. Onlar da destek alamayınca, orta sahaya gelip, kendi işlerini kendileri halletmeye kalktılar. Bu da rakiplerin işine geldi. Aragones’in Selçuk yanındaki yanlış tercihi Josico da Fenerbahçe’yi eksik bırakınca orta sahayı kalabalık tutan Eskişehirspor adeta aradığı madeni buldu. Doğa ve Engin Baytar, Eskişehir adına oyunun iki yönünde doğru işler yaptılar. Bir de final vuruşu olsaydı, istediklerini alabilirlerdi.
İkinci yarı, Edu’nun da çıkmasıyla, işler terse dönecek diye düşünürken, Aragones kendisinden mi yoksa ‘başka yerden gelen haberle’ mi bilemediğimiz ama en doğru işi yaptı. Geç de olsa Deniz’i sahaya sürdü. Tempo açısından oyun dengelendi, kalite farkı ortaya çıktı ve gol de geldi. Aragones, derbide daha dikkatli olmalı. Bu sıkıntılı tabloyu taraftara yaşatmamalı.
‘’Şampiyonluğu istiyorlar‘’
Tam da ıslıklanırken Serdar Özkan, öyle bir hareket yaptı ki şapka çıkarılacak cinsten. Topu da çıkardığı, usta ayak Yusuf olunca Kartal’ın beklediği, yapmak istediği oldu... 27.dakikada rahatladılar. Tam da vaktinde geldi gol, saldırmaktan bıkmıştı Kartal. Bobo haricinde gole kadar net pozisyon da çıkarmamıştı baskıları. Yüklenmekten neredeyse bıkmışlardı, oyunu doğru okumuşlardı, kanatlardan bindirdiler, olmadı oyunu göbeğe çektiler. Zamanında baskı yaptılar, görüntüleri ‘şampiyonluğu istiyorlar’ dedirtiyordu. İmdatlarına Yusuf’un ustalığıyla tek vuruştaki gol gelince, 32’de de Ali Turan iki haklı sarı kartla atılınca maçın tablosu iyice Siyah-Beyaz oldu. 41 ile 43. dakika arası, üç dakikada iki gol kaçırdılar. Onlar olsa, skor zenginliği Beşiktaş’ı daha mutlu ederdi, tribünleri de çılgına çevirirdi.
Kayserispor sağlam takım, mücadele güçleri yüksek, önde oynayan Aghahowa-Cangele ve Turgay, arkalarında hücuma katkısı olan Topuz ile tehlikeliler. Mustafa hoca da bunu bildiği için, orayı çabuk stoperlerle kapatmış. Doğru da yapmıştı. Toraman, milli kadroda olmamasına isyan edercesine çılgın tempoda oynadı. Sivok hem dengeli hem de defansı maestro gibi idare etti. Kısır skora bakıp aldanmamak lazım. Altı net gol pozisyonu ile, bir gol bulmak çok da hoş değil. Rakip on kişi de olsa, ‘buldun mu atacaksın’ önümüzdeki haftalar bu golleri yapamazsanız, başınıza iş alırsınız. İnönü’nün parlayan yıldızı Yusuf, genç futbolculara dün, çabuk düşünüp çabuk uygulamanın adeta dersini verdi. Bobo’nun ise hâlâ aklı başka yerlerde gibiydi. Maçın hakemi ilerleyen haftalarda MHK’nın başına dert olabilir, Oğuz hoca buna dikkat. Korner tek vuruştur, o pozisyon gol olsa, altından kalkamazdınız.