Arama

Popüler aramalar

‘’Hesap hatası‘’

Maçın sonucuyla daha çok kaybedeceği olan Fenerbahçe işleri yolunda giden Kara Kartal’a karşı biraz ürkek biraz tedirgin, fazlaca kontrollü başladı maça. Önce durdurup sonra vurmayı planlamıştı. Selçuk-Emre ikilisi Alex’ten gerekli yardımı almayınca geriye gömülüp, Siyah-Beyazlılar’ı karşılamakla ilk 20 dakikayı geçirdiler. Bu dakikaya kadar Guti ise Alex’ten daha etkili Ernts ve Marco’ya yaklaşarak önde de Nobre’yi besleyerek Beşiktaş’ı oyunun hakimi yapmasını bildi. Beşiktaş tempo artırdığı, pas yaptırmadığı, baskıyı fazlalaştırdığı anlarda gol bulsa, Sarı-Lacivertliler için Saracoğlu gecesi hüzün dolu olurdu.

Aslında Schuster, Aykut hocaya yardımcı olmuş kalesinde kullandığı Cenk’in yerine Hakan’la, önde ise birkaç haftanın formsuzu Nihat ile başlamıştı. Çok da hazır olmayan Marco sigorta vazifesini iyi yaptı. Schuster’in şanssızlığı beklemediği sakatlıklardı. Yedek oyuncuların tercihi ise, onun adına kulübe hatasıydı.

Aykut hocanın kafasında Beşiktaş’ı topla oynatıp, kendi sahasında kabul edip Niang ve Dia’nın hızlı çıkışları ile gol bulmak vardı. Zayıf rakiplere bile bol pozisyon veren Beşiktaş savunması için çok da yanlış bir düşünce değildi. Ama bu düşüncenin başarılı olabilmesi için hızlı oyuncuların gelen arkadaşlarına ihtiyacı vardı. Onlar da rötarlı geldiler. Her iki takımdan da ‘şu oyuncu maçın kaderini etkiledi’ diyebileceğiniz, öne çıkan, futbolcu aslında yok. Guti’yi bunun dışında tutalım. Nobre’nin çalışkanlığını, Ernst’in iş ahlakını bir kenara not edelim.

Kanarya şampiyon olmak istiyorsa önce hoca inanarak daha sonra kadrosunu inandırarak karşı kalede bir büyük takıma yakışacak şekilde çoğalarak ve baskı kurarak oynamalıdır. Yoksa hesap hatası olur.

20 Eylül 2010, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Marka değeri‘’

Ayıptır, yazıktır, günahtır... Oynayana eziyet, seyredene ızdırap, futbol adına kabus yaratan bu sahalara bakmadan milyon dolarları kasaya koyup, ‘marka değeri’ diye zırvalayanlara yazıklar olsun. Patates, domates, soğan eksen zor çıkacak bu tarlada (!), bu maçlar oynanmadan çok bilmişler acaba ‘bilmişçesine’ inceleme (!!!) yapmışlar mıdır? Biliyoruz laf salatası çok, mutlaka mazeret koyarlar, protokolde yerlerini almaya devam ederler.

Galatasaray kötü oynadığı Sami Yen gecesinden sonra iyi oynamadığı-oynayamadığı İzmir gecesinden de tek golle 3 puanı almasını bildi. Kötü oynarken kazanmak zor günlerde moral bozulmadan 3 puanı cebine koymak elbette güzel ve önemli. Ama bir de bu işin gerçeği var; Cim Bom bir türlü oturmuş takım havasında görüntü vermiyor. Bir hafta öncesinin işleyen kanadı, öbür hafta işlemez hale geliyor. Saha içindeki yanlışlar tribünden gözüküyor ama, herhalde kulübeden gözükmüyor. Oyuna müdahale yan tarafta yapılırken, skoru ileri taşıyacak hamleler yapılmıyor. Dün gece elbette saha kötüydü, Galatasaray pas yaparak pozisyon üreten bir ekip olduğu için bunu yapamayınca tabii ki zorlandı. Ama burada geçen haftayı da hatırlarsak gözüken o ki, Galatasaray’da sistematik bir sorun var. Misimoviç hâlâ daha demlenme safhasında, Pino süratli ama kuvvetsiz... Elano hocadan çizik yemiş, Baros henüz kendine gelmemiş, sinirli Kewell 60 dakikaya programlanmış ve orta sahası topa koşan ama pas trafiğini işletemeyen görüntüde hâlâ... Böyle bir sahada oyunu öne iterek rakip ceza sahasında daha çok süre alabilse Sarı-Kırmızılılar, zeminin azizliğinden ya karambol golü ya da penaltı bulabilirlerdi. Yapamadılar. Cim Bom sahanın her yerini dengeli kullanamıyor. Ya sağa sıkışıyor ya solda birikiyor. Oyunu terse çevirecek akla ve ikaza ihtiyacı var. Dün gecenin Ayhan’ı olmasa Cim Bom için tatlı İzmir gecesi ekşi biterdi.

19 Eylül 2010, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ne değişti?‘’

3 puan almaksa hedef ve başarı günlük olarak ölçümlenecekse mesele yok. Galatasaray dün gece tek golle 3 puan alarak işini halletti. 3 puanı cebine koydu ve hedefine ulaştı... Ama bizce bugünden yarına bakmak lazım. Olanlarla olmayanları bir kenarda toplayıp, değerlendirip, eksiği gediği anlamak ve anlatmak gerekli. Günler geçiyor, haftalar geçiyor, üstüne üstlük milli takım haftası ve arada bayram da geçiyor. Ama Galatasaray’da sorunlar devam ediyor. İsim isim bakarsak alt alta yazarsak Galatasaray’ın kadrosu iyi gözüküyor. Sahadaki durum ise hiç de öyle değil. Öncelikle Cim Bom, bırakın Avrupa Ligi’ni, Türkiye Ligi için bile çok düşük tempoda oynuyor. Orta sahası ya çok pas hatası yapıyor, ya da anlamsız top kaybı. Defansta ise Servet kendini yeni buluyor. Ali Turan Allah’a emanet. Tolunay hoca eski takımı Kayseri’de yaptığını yine yaparak başladığı Sami Yen gecesinde Beto, Julio Cesar ve Olcan’ı defansın üstüne yollayıp, Sarı-Kırmızılılar’ın geriden oyun kurmasını öncelikle engelledi. İki stoper Anteplilerle başa çıkamayıp Mustafa Sarp kademeye gelince ilk 45 dakikada Galatasaray hücum edemedi. Ne çalışılmış bir pas organizasyonu ne de şut. Galatasaray adına bomboş, sıkıcı, anlamsız bir süreçti ilk yarı. Rijkaard, eğer Sabri sakat değilse en azından milli maç performansına bakıp onunla başlamalıydı (ki ikinci 45 dakika herhalde ona anlaması için yardımcı olmuştur). Elano’yu çizgiye koyup oynamıyormuş gibi görmesi Hollandalı’nın ne kadar hatası ise Aydın-Sabri kombinasyonunun tam işlemeye başladığı anda Pino’yu o bölgeye kaydırması da bir o kadar hataydı. Merak edenlere yeni transferler için görüşümüzü aktaralım. İnsua yararlı, daha da iyi olacak. Misimovic bize daha önce aktarıldığı gibi ağır ve topu bekleyerek oynuyor. Pino ise 4-3-3’ün kanat oyuncusu. Sistem böyle olursa ne ala. Değilse?? Ve genç kaleci Ufuk, Sami Yen’de senin takımın sadece 1-0 öndeyse 78’inci dakikadan itibaren vakit geçirmek gibi küçük düşünmeye hakkın yok. Futbolsuz gecenin sahada diğer sırıtanı ise 27’nci dakikada Sarp’ın pozisyonunu çift vuruşla kesen ve ikinci yarıda El Saka’ya ikinci sarı kartı göstereceğine Kewell’ı sarartan Bünyamin Gezer’di.

14 Eylül 2010, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Beşiktaş bayramı‘’

Kartal maça sıkıntılı başladı. 4’lü defansın önünda 3’lü orta saha ile Ankaragücü’nün 4’lü orta sahası içinde sıkıştı. Üstelik de Bobo ve Nihat takım defansına önde çok fazla katkı yapmayınca sıkışmış pozisyon üretemeyen bir Beşiktaş ortaya çıktı. İsmail ve Ekrem 4’lü orta saha oynayan Ankaragücü’nün kanatları da iyi kontrol etmesiyle oyuna istenildiği kadar katkı yapamamalarından ötürü Kartal kanat bindirmelerinde de sıkıntı çekti.

Quaresma’nın olmadığı yerde Necip’i o çizgiye mahkum edip oynatmak da doğru değildi. Gecenin durgunu Nihat çıkınca Guti o pozisyonu aldı ve taşlar yerine oturdu, Beşiktaş bayramı başladı.

Siyah-Beyazlı futbolcular Guti’nin futbol dilinden biraz daha anlasalar (ki zamanla olacak diye umut ediyoruz) tribünleri ayağa kaldırıp, puan cetvelinde bol skorla hep yukarıda gözükürler. Çok pozisyon üretemediği anlarda bile, zaman zaman pas kaybı yapsalar da Siyah-Beyazlılar’ın en iyi tarafı oyundaki coşkuları, dirençleri ve inançları.

Nobre’nin çalışkanlığı, Ernst’in profesyonellik anlayışı, Guti’nin derslik pasları, İsmail’in ‘ben Beşiktaş’ın geleceğiyim’ ışıltıları, Kartal’ın bayram şekerleriydi.

12 Eylül 2010, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kazak ördük‘’

2012 yolculuğuna 3 golle ve 3 puanla başladık. Hem puan cetveline hem averaja yarayacak skorla döndük. Bu da iyi. Bu tip turnuvaların daha önce başımıza dert olan küçük takımlara harcadığımız puanları kaybetmeden başlamış olduk. Bu da iyi. Kadro tartışılırken bu skorla morallenip Türkiye’ye dönmek elbette ki iyi...

İyi de, bu futbol, bu milli takım görüntüsü, bizim için kendi sahamızda mutlak kazanmamız gereken Belçika maçı için yeterli mi? İşte bu noktada yukarıda saydığımız iyileri biraz azaltacağız gibi görülüyor. Denilebilir ki suni çimde, suni futbol oynadık. Veya çok da konsantre olamadık! Bunlar kabulümüz değil. Önce Hiddink,dikine oynayan, önde çabuk koşu yapabilen, hücum varyasyonunu geriyle kontrol eden bir şablon koymuş. Sahadaki görüntü ise bu düşüncenin ‘kekeme’ haliydi. Emre koordinasyonunda, Marko destekli, Hamit çıkışlı, Arda’nın futbol zekasına dayalı, Nihat’ın fırsatçılığı ve bitirici vuruşları beklentili, Tuncay’ın yıpratıcı özelliği, Hiddink’i belli ki cesaretlendirmiş. Haksız da değil. Bu isimler iyi olduklarında hocalarını güldürebilirler. Ama dün gece bir vardılar, bir yoktular. Bir parladılar, bir söndüler. Organize atakla gelen çok pozisyonumuz da yoktu. 2-0’ken kalemizde tehlike yaşatan Kazaklar’ın az adamla yakalanan kalesini de çok zorlayamadık. Geri dönüşlerde yavaştık, tempoyu da düşük tuttuk. Top bizde kalsın diye çok pas yapmaya çalıştık, çok koşan Kazakları bu pas trafiğinde eksiltemedik. Bir başka sorun da Kazakistan gibi bir takıma duran ve yan toplarda veriğimiz pozisyonlardı. İkinci maç öncesi küçük uyarılardır bunlar, diyelim. Bir turnuva daha kaçırmamak için, Ay-Yıldızlı çocuklarımızı Saracoğlu’nda çarşamba günü sonuna kadar desteklemeye gidelim.

04 Eylül 2010, Cumartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Moral gecesi‘’

Mert’in kurtardığı kadar İlker de kurtarsaydı eğer, dün geceki skor ters yazılabilirdi. Fenerbahçe yönetiminin yaptığı, “2 sene daha Aykut hocayla devam” açıklaması, futbolcuları kamçılayacağına, takımı disipline edeceğine sanki tam tersi olmuş... Aykut Hoca’nın geleceğini, ‘sahada alacağımız sonuçlar belirler’ mesajı verir hale gelmişti. Kötü skorlu günlerde çok eleştirmek yıkıcı etki yapabilir ama böyle skorların arkasında olumsuzlukları yazarsak bunun Fenerbahçe’ye yararı olur düşüncesindeyim. Dün gecenin görüntüsünde son dönemlerin moda deyimiyle ‘eksen kayması’ vardı. Takım bütünlüğü yerine kopuk kopuk oynayanlar, bolca top kayıpları ile bir büyük takıma yakışmayacak mücadelesizlik ve inançsızlık sahadaydı. Avrupa felaketinden Türkiye Ligi’ne dönüştü. Tribünde seyirci olmasa da böyle oynamaya, sahada bu görüntüde olmaya kimsenin hakkı yok. Kaç Fenerbahçeli’nin içine şu Bilica ile Baroni siniyor. Bu fizik gücü Sarı-Lacivertliler’e gönül verenleri memnun ediyor mu? Bu kadar ‘Euro harcaması’, ahı gitmiş vahı kalmış Manisa karşısında bu kadar kötü futbol için mi yapıldı? Manisa, iki dengesiz stoperin üstüne, üç süratli oyuncuyla gitmeyi düşün-müştü. Orta sahayı da çabuk geçmek için Simpson, Emreciksin ve Isaac’i uzun toplarla buluşturmaya çalıştılar. Bunu yapacak kalitede ayakları olmamasına rağmen Mert ile beş kez karşı karşıya kaldılar. Defans yoktu, peki önündekiler neredeydi sessiz gecede?

Onların da ruhu sessiz kalmıştı anlaşılan!... Moral gecesinin iyi tarafı, Gökhan abisinin özverisiyle oynayan Okan ile Fenerbahçe’nin senelerdir aradığı basit ve akıllı gol vuruşu yapabilen Niang’ın ışıltılarıydı.

Bir ufak detay da; Alex’in oyundan çıkarken, kaptanlık bandını yanındaki Emre yerine, Selçuk’a vermesi oldu(!)

30 Ağustos 2010, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Yunan oyunu‘’

Seyircisi seyircimizi, futbolcusu futbolcumuzu sinirlendirmek için Saracoğlu’ndaydı adeta... Biz de tribünlerde maçı bırakıp seyircisine, sahada da hacıyatmaz gibi yatıp ya da aşırı sertlik yaparak oynayan futbolcularının oyununa geldik. İnanmıştık, stadı da donatmıştık. İki açık tribün şiddetli deprem konumundaydı. Fenerbahçe’nin kalitesi de hedefleri de zaten PAOK’un önündeydi. Ama olmadı, olamadı!.. PAOK’lular Saracoğlu’nun ilk 15 dakikasının nasıl olacağını iyi analiz etmişlerdi. Ona göre oynadılar. Kora kor mücadele ettiler, önde bastılar, Sarı-Lacivertliler’i adeta kendi ceza sahaları önünde hataya zorladılar. Onların istediğini biz de yaptık. Top kaybettik, oyun boyunu uzun bıraktık, yakınlaşarak ve yardımlaşarak oynamadık. Üstüne üstlük Bilica ve Lugano ile uzun topla çıkma yanlışlığını da yaptık. Rakibin kucağında kaldık. Ve bizi oynatmak istedikleri alanda oynadık. Daha doğrusu oynarmış gibi yaptık. Çok top yaptığımız anlar, hep az mesafe aldığımız anlar oldu. Yana oynadık, geriye oynadık ama üçüncü bölgeye bir türlü gidemedik. Gittiğimiz anlarda da Niang’ın yalnızlığı, çaresizliğe dönüştü. Emre oyunun görünen, Stoch ise görünmeyen iyi işler yapanıydı. İkisi de dikine oynadılar. O anlarda etkili olduk ama bunu sürekli yapamadık. Duran top üstünlüğünü kullanamadık, ilk ciddi şut denemesini 50. dakikada Emre ile yaptık golü de bulduk. Devamı gelecek zannettik ama yanıldık. Gol sonrası baskı sürecinde ikinci golü bulamadık ve 62. dakikada Filomeno ile PAOK’un bulduğu pozisyon aslında gecenin kötü biteceğinin ilk sinyali oldu. Onu da anlamadık. ‘Futbol adına mücadele etmedik’ diyemeyeceğimiz ama sonuca gidecek doğru organizasyonları bir türlü beceremediğimiz, ağzımızın tadını kaçıran bir Kadıköy gecesi yaşadık.

27 Ağustos 2010, Cuma 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kaza (mı!)‘’

Maç öncesi Schuster 6+2’den şikayet ediyordu. Belli ki takımı kafasında oturtamamış ve tercihlerini yapamamıştı. Dün gece sahaya takım çıkınca, durumun da böyle olduğu zaten anlaşıldı. Büyüklerin belalısı, geçen sene onlara kök söktüren Belediye’ye karşı orta sahada üstünlüğü alıp oyunu yönlendirmek yerine, uzun toplarla ağır olarak düşündüğü rakibin defansına çullanıp, çabuk gol bulmayı hedeflemişti. Delgado, kale hariç en oynamayacağı yerde başlatıldı. Bütün yük Ernst’e bindi. Zaten oyunu set etmeye ve çok koşup, kalabalıklaşarak oynamaya alışkın Belediye’nin de bu oyun ekmeğine yağ sürdü. Schuster topu yere indirmeden dan dunla, iyi yerleşen bu tip takımlara böyle gol atmanın mümkün olmadığını Guti değişikliğini yapana kadar göremedi. Sonra da radikal değişiklikle Guti-Tabata ikilisini alıp, 4-4-2’ye döndü. O ana kadar Holosko’nun önde tek oynayamayacağını da anlamamış olsa gerek ki, skoru Hilbert-Quaresma’dan gelecek yan ortalarla Holosko’dan bekledi... Oysa ki kanatları Rızvan ve istikrar abidesi Ekrem başarıyla kapatmıştı.

Eh, arayan mevlasını da bulurmuş, saçma sapan işler yaparsan kalende iki golü de! Beşiktaş’ın coşkusu, tribünlerin inanılmaz katkısı ve yanlış hesap bile, Belediye’nin kazı çalışmasına takıldı. Umarız erken gelen bu kaza, bundan sonraki maçlarda takımları daha iyi analiz edip, elindeki yabancı kısıtlamasından şikayet etmek yerine, zengin kadro ile nasıl kazanılacağını Schuster’e gösterir. Quaresma’nın topu paylaşmaması, Nihat’ın sorumluluk almaması, Cenk’in kalesinden çok uzakta durması gecenin diğer notlarıydı. Hakemlerin şort ve tozlukları, Beşiktaş’ınkilerle aynıydı. Fırat Hoca tecrübesi, buna izin vermemeliydi.

22 Ağustos 2010, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI