Arama

Popüler aramalar

‘’Onur'un elleri‘’

Kendi vurduğumuz kafa topu Ceyhun’dan dönüp rakibe gidince, Babel’le 45’te gelen gol maçın şanssızlığıydı bizce. Pazartesi günkü M.City maçını daha fazla önemseyen Roy Hugdson önemli silahlarını kenarda oturtsa da Liverpool maçı kazanmak için herşeyi denedi.

Şenol Hoca, maç öncesinde belli ki iyi çalışmış, yeni hocasıyla daha agresif, hücum bölgesinde daha fazla çoğalarak oynayan rakibini önce önde basarak kontrol altına almayı düşünmüştü. Umut, Burak, Teo üçlüsü maçın büyük bölümünde rakibi baskı altında tutarak rahatsız ettiler. Alanzinho’nun ilk 11’de başlamaması, herkese tuhaf gelmiştir ama, Şenol hoca bu kararında da ikili maç oynayacağı için haklıydı. Onlar kadar koşan, orta sahada çok mücadele edip, rakibi rahatsız edebilen oyunculara ihtiyacı vardı. Bu bölgeyi de Selçuk, Ceyhun ve Colman’la rahat kontrol edebildi. Fizik gücü yüksek bu üç futbolcunun en büyük artısı; topun arkasına çabuk geçebilmeleri ve çıkışta kaybedilen topları çabuk kesmeleriydi. Böylelikle İngilizler’in istediği boşalanları bırakmayıp, defansın ani kontra yemesini önlediler. Serkan, Cale’den daha çalışkandı. Oyunun ön tarafına da katkı sağladı. Egemen ve Glowacki, Torres’in olmadığı anlarda iyi işler yaptılar. Savundukları kadar, oyunu da öne doğru iterek tehlikeyi kaleden uzakta tutmayı da bildiler. En önemlisi, iki kenar oyuncuyla birlikte doğru kademe yaptılar. Trabzon’un en büyük avantajı da takım olarak maçtan hiç kopmayıp, oyuna iyi konsantre olmalarıydı.

Gecenin yıldızı şüphesiz Onur’du. Maçın ilk kırılma anı tam da devre biterken yenilen gol gibi göründü ama, esas maçın kopacağı anda penaltıyı kurtaran Onur, belki de 34 yıl sonra o dönemde alınanın tersi bir skorla Trabzon’a turu getirecek biçimde oyuna el koyan futbolcuydu.

20 Ağustos 2010, Cuma 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Coşkuyla...‘’

Nemli hava da, bozuk zemin de kalitesi yüksek Beşiktaş’ı ve galibiyete inanan İnönü’deki taraftarı da durdurumadı. Sakatı çok, anlaşması askıya alınmış futbolcusu bol olsa da kadrosu geniş Beşiktaş’ın dün gözüken en iyi tarafı, iştahıydı... İsteğiydi... İnanmışlığıydı... Bu hem tribüne hem de ekran başındakilere ayrı bir zevk veriyor, takımın içinde de itici bir güç oluyor.

Enteresan bir yapısı oluştu Kartal’ın... Gençleri var; uzun yıllar hizmet edecek, tecrübeli abileri var; kulübün kültürünü onlara öğretecek ve kaliteli yabancıları var; rakibin gözünü korkutacak, oyunu istediği yöne çekecek. Gerekli olan biraz zaman, biraz sabır. Cenk’ten soldaki İsmail’e, emekçi Ekrem’den sol şerit belalısı Q7’ye, kontrol kulesi gibi çalışan Guti, Ernst, Tabata’ya, arada bir çaksa da ‘Ben yararlı olacağım’ diyen Hilbert’ten ‘Bana takımda yer açın’ diyen Zapo’ya kadar tüm Kartallar yüksekten uçtu. Sert Finlandiyalılar sınırlı futbollarını Beşiktaş’ı sadece bozmaya kullandılar. Bu da oyunun başında biraz başarılı oldu. Q7’nin koşusu, Tabata’nın indirdiği top ve Hilbert’in golüyle biraz dirençleri düşse de kendi ülkelerinin karakteristik özelliğiyle oyun disiplinlerinden hiç ödün vermedi Finlandiyalılar. Böyle anlarda adam eksilterek oynamak, sahayı daraltıp rakibi oyundan düşürmek için daha çabuk pas trafiği işletmek zor. Dün gece bu görevi Tabata yapmaya çalıştı. Çabuk düşündü ama geç uyguladı. Kartal pozisyonları bu yavaş oyundan ötürü çok az bulabildi. Aslında bu takım Beşiktaş’ın karşısında bu kadar direnebilecek ve dayanabilecek kapasitede değil. Bu sezon önde çoğalarak oynayan Beşiktaş bu tip sıkışık maçlarda mutlaka rakibi daha çok üstüne çekip, özellikle 2 kanadındaki Quaresma ve Hilbert’in koşu yollarını açarak oynamalı. Ortaya sıkışıp kalırlarsa pozisyon üretmekte de sıkıntı yaşayabilirler.

Shuster’in dün gece oyuna dokunduğu anların doğru olduğunu belirtelim. ..Ve Siyahıyla beyazıyla coşkulu tribünleriyle ‘Ben geliyorum’ diyen ışıl ışıl Beşiktaş’ı alkışlayalım...

18 Ağustos 2010, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Hazırlık mı!‘’

Hazırlık maçlarının skoru oldum olası beni ilgilendirmez. 3 de yersiniz, 5 de atarsınız. Bu, tribünler için üzüntü ya da sevinç nedeni olabilir, ama ismi üstünde, teknik adamlar için resmi maçların provasıdır bu tip karşılaşmalar. Uyduruk bir penaltı olmasa, bizden daha iyi konsantre olan Romanya’yı açamazdık. Ve sonraki golü de psikolojik dağınıklıkları olmasa bulamazdık. Onun için skora değil oyuna bakalım diyoruz...

Hedef Kazakistan’sa yeni dönemde, yeni hocayla, yeni bir şeyler yapıp o maçı ve sonrasını nasıl geçeceğimizi görmeliydik sahada. Dün gece yenilenen veya yeni olan bir düşünce sahaya yansımadı. Hiddink’in basın toplantısında söylediği: “Hücum oynayan bir takım heyecan verir, ama defans yapmasını bilmezseniz takım olamazsınız” deyişi Saracoğlu’nda karşılığını bulmadı, içi boş bir istek olarak gözüktü. Türkiye’nin zaten geçmiş dönemde hücumda sorunu yok, ama defansı sorunluydu. Romenler dün aralara atılan toplarla eksiğin var olduğunu gösterdiler.
Hiddink düşüncede çabuk top yapan, hızlı çıkan bir takım kurgusu ile sahaya sürmüştü Ay-Yıldızlıları. İlk yarı zaten tempomuz düşüktü, çabuk çıkmak için gerekli olan öne doğru oynamak yerine, top bizde kalsın diye sürekli yana ve geriye oynayınca ‘baygın bir 45 dakika’ seyrettik Marko ve Nuri birbirinin markajını yaptılar. Emre’yle Arda da top alamayınca gelip kendi işlerini kendileri halletmeye kalkınca pozisyon da üretemedik. Değişiklikler maça hareket getirdiler. Önümüzdeki süreçte milli takımımızın en büyük sorunu çok şey beklediğimiz gurbetçiler olabilir, dikkat. Hazır mıyız? Şimdilik değil...

12 Ağustos 2010, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Yazık... Çok yazık...‘’

Klasik laftır, futbol her sonuca açık da diyebilirsiniz, futbolun güzelliği bu kimin galip, kimin mağlup olacağı belirsiz olduğu için heyecan verir de... Ama isminiz Fenerbahçeyse, kadronuz rakibin beş kat önündeyse, hedefiniz rakipten 10 kat daha ilerideyse, ne oynadığınız oyun ne de çıkan sonuç böyle olmamalı ve hiçbir mazeretin arkasına saklanmamalısınız. Apolet takıp Şampiyonlar Ligi vitrininde yer almak varken üstelik de rakip sahada 2 gol bulmuşken; sıradan, futbol kalitesi sınırlı, sadece iyi niyetle mücadele eden bir takıma iki maçta da aynı yanlışları yaparak tur dışına çıkmanız izah edilemez. Oyuna çekinerek başlayan Young Boys, daha sonra Fenerbahçe’nin halini görünce yine ilk maçtaki gibi önde kalabalıklaşmaya, alanı daraltmaya ve Sarı-Lacivertliler’i pas hatası yapmaya zorlayınca Saracoğlu’nda kabus gecesi başladı. 30. dakikada Young Boys dört korner atmıştı, biz ise hiç... Kaleyi bulan şutta da topa sahip olmada da kendi sahamızda rakibe üstünlük verdik. Bu da bu oyun planıyla son derece doğaldı. Dağınık oynadık, Baroni sorumluluktan kaçtıkça Emre içeriye girip bulunması gereken bölgenin dışına çıktı. Alex ile bağ koptu. Stoch dikine ileri gideceğine topu alıp içeri girdi. Sürekli bunu yapınca adamını da içeri çekti. “Bari Dos Santos oraya girse” dedik, O da herhalde ilk maçın korkusuyla olsa gerek yerinden kımıldamadı. Sonra aklı başına geldi. Yardımlaşmadık, dönen topları alamadık. Rakibin pas trafiğini de bozamadık. Bu kadar yanlıştan elbet doğru çıkmazdı, çıkmadı da... İlk maç yazımızda kırmızı karttan bahsetmiştik. Yönetimin hep bir hamle geç yaptığından dem vurmuştuk. Bu maçın sonunda ne kadar haklı olduğumuzu anladık. Yazık... Çok yazık...

05 Ağustos 2010, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Prag Hakan'ı‘’

Bir gece öncesinde Fenerbahçe’yi Volkan, dün de Beşiktaşı da Hakan, milyon Euro’luk hüsrandan kurtardı. Düz oynayan, iyi niyetli ve kalitesi olmayan Çekler’e karşı Siyah-Beyazlılar, heyecan verici yeni oyun düşüncesiyle sahaya çıktı. Geçen senenin geride bekleyip oyunu seteden, sürpriz adam çıkararak veya kanatlardan çabuk sarkarak gol arayan Beşiktaş’ın yerine Schuster, rakip sahada daha çok adamla bulunmayı, orada baskı yapmayı, topu kapıp gol bölgesindeki kaliteli ayaklarına çabuk pozisyon üretmeyi düşünmüş. Kağıt üstünde heyecan verici ama, çime çıkınca hayalkırıklığı yaratan bu plan eldeki kadroya göre; Guti’yidoğru yere monte etmeden Beşiktaş’ın başına dert olur...

Çünkü: Önde kalabalık olacaksanız arkaya atılan toplara da çabuk dönmelisiniz. Ne Delgado ne Nihat ne Quaresma ne Hilbert ne Nobre ve hatta sonradan giren Bobo böyle oyuncular değil. Savunmacılarınız da eğer çabuk olmazsa göbekte de Ernst’ü tek bırakır, o yalnızlığını çaresizliğe dönüştürürseniz, ‘Atı alan Üsküdar’ı geçer’, toparlanana kadar da çok puan güme gider. Nihat çıkıp, Necip girince Ernst’ün yanı doldu, Delgado daha çok ortaya çıktı. Bu da bizim söylediğimizin sahadaki uygulamanın ispatıydı. Birinci yarıda rakip sahada kalabalık olmamıza rağmen dönen topları yine alamıyorduk. Hücumda çeşitlilik yaratamadık. Rakip, oyunu sıkıştırıp bizi göbeğe mahkum ettikçe, biz de onların istediği oyun tarzını anlamsız şekilde oynadık. Ernst’e dönmedik, kanatlara top atamadık, sıkıştık kaldık. Pozisyon üretemedik ama Hakan’ı gecenin kahramanı yapacak kadar pozisyon verdik.

Beşiktaş’ın hâlâ sağbeki yok. Üst düzey maçlar için, stoper eksikliği var. En önemlisi de kanatlarda oynayan iki ön oyuncunun kademe ve yardımlaşma disiplini yok. Bu kadar yoka Schuster mutlaka müdahale etmeli. İlk 45’teki gibi kendi haline bırakıp, seyretmemeli.

30 Temmuz 2010, Cuma 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Volkan patladı‘’

Fenerbahçe’yi sezon başlarında anlamak mümkün değil. Ya hocalarını geç buluyorlar ya kadroya gerekli futbolcuları almak için geç kalıyorlar... Ya da her ikisini birden yapıp, bir de üstüne üstlük yönetim boşluğu bırakıyorlar... Bu tip ön eleme turlarında da taraftarın yüreğini ağzına getiriyorlar.

Kötü başladığımız İsviçre gecesinde muhteşem kombinasyonla 5.dakikaya girerken, Emre ile bulduğumuz gol bizi rahatlatacak, oyunu çevirecek, rakibi bozacak derken Volkan’ı kahraman yapan futbol adına kötü görüntüler ortaya koyduğumuz maç ortaya çıktı. Aykut hoca, futbol felsefesi olarak daha önce çalıştığı takımlarda total futbol veya kompakt oyun dediğimiz birbirine yakın, yardımlaşan, alan daraltan, hep birlikte baskı yapabilen futbolu oynatırdı. Belli ki, hazırlık dönemi; kısıtlı kadro, yaşanan sakatlıklar, Dünya Kupası’ndan geç gelenler Aykut hocayı uygulamada çaresiz bırakmıştı.

Young Boys enterasan bir takım; kalitesi yok, mücadelesi ve coşkusu çok. Bir sürü gol de bulabilir, çuvalla gol de yiyebilir. Çok koştukları için akıllılık edip, Fenerbahçe’nin sahasında önde basıp, çoğalarak oynadılar ve oyunu domine eden taraf oldular.

Sarı-Lacivertler’in kalitesi, tecrübesi; Volkan’ı kahraman, direkleri de gecenin aktörü yapacak görüntüleri ortadan kaldırmalıydı. Christian’ın bolca yerini kaybettiği, Emre’ye kocaman bir alan bırakarak onu aşırı yorduğu, Dos Santos’un Degen ile Sutter karşısındaki çaresizliği, iki dirsek vurmasına rağmen almadığı kartlar, Kazım’ın devam eden umursamazlığı, sorumsuzluğu, geri dönmeyen oyuncuların çokluğu önlem bekleyen acil konular. Stoch iyi kumaş, Emre’yle birlikte Saraçoğlu’na heyecan verir.

Saraçoğlu, İsviçreliler’e ikinci turun veda gecesi olur.

29 Temmuz 2010, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Köşe kapmaca‘’

E, hadi bakalım hayırlı olsun... Kırık kalpler sokağındaki dizi filmin sezon finali yapıldı. Veee nur topu gibi bir tosuncuk ‘problem’ ismiyle dünyaya geldi Kadıköy’de...

Anlamak mümkün değildi bizler açısından ama; herhalde anlatmak da mümkün olmadı ki Fenerbahçe’li yöneticiler tarafından, onlar da bu kutlu doğumu Daum’la bir basın toplantısı ile duyurmadılar. Veya duyuramadılar.

Herkesin gözünün içine bakarak, ‘içimize sinerek ve de inanarak, Daum’la devam ediyoruz’ diyemediler! Onun yerine ne oldu? Yönetim manifestosu yayınlandı. ‘Sportif direktörlük modeline bağlı olarak’ ibaresiyle başlayan; ‘korse’ benzeri, sıkıyönetim tebliği içerikli talimatlandırmayla, Daum’u dikenli tellerin içine aldılar. Hayırlı olsun...

TV’lerde söyledik, geçen sezonun başından beri zaman zaman da yazdık, ‘kayda geçsin’ diye yine yazalım: Teknik adam, antrenör, etiketli sportif direktör olmaz. Tekrar edelim OLMAZ!!! O başka bir formasyon, başka da bir donanım gerektirir. Teknik adamlık yanına bunları da koyarsan, işte o zaman olur.

Geçen sezon başı, “Aykut hoca bu ülkeye lazım, onu ‘teknik danışman’ yapın, ama üstüne idari görev taşıyan bu etiketi yapıştırmayın” diye az söylenmedik. ‘Bir gün Fenerbahçe’ye gelir, ama böyle değil’ diye de ilave ederek anlatmaya çalıştık derdimizi. Ama nafile... Çünkü burası Türkiye... Futbolu, sporu tribünden seyrederken bildiğini zannedip bilmediğini anlayana kadar kulüpleri iflas noktasına getirenlerin omuzlandığı bir yer! ‘Günlük alkış’ ülkesi yaparsın, olmazsa olmaz. Sonra bir daha yaparsın, hem de aynı hatalarla, yine olmazsa olmaz.

E bu kadar yanlışla yola devam edilir mi? Dert etmeyin edilir! Edilir de hangi yola gidilir, onu da okuyucuya bırakalım.

Şimdi Daum’u suçlayanlar var. Vallahi tebrikler. Bırakıp gitmedi diye, arkasına teneke bağlamaya çalışanlar da var. Onlara da vallahi bravo. Yahu bu muhterem Alman hoca gökten zembille gelmedi.

İğneden ipliğe, uçak biletinden oturacağı villaya, telefon faturasından kullanacağı arabaya kadar sözleşmesine madde koydurup imzalatırken hep beraber gülümsemiyor muydu ‘Kıymetli hazirun’?

Geçmişte giderken, paraya tapıyor imasında bulunanlar da aynıları değil miydi?
E şimdi ne oldu, ‘Aynı adam tapmasın paraya, dönsün Almanya’ya’ demenin mantığı var mı? Fenerbahçe Süper Lig’e ve Şampiyonlar Ligi’ne macera ile başlamamalı.

Daum’u yıldırmakla, ‘Yıldırım Başkan vakit kaybetmemeli.’ Fenerbahçe’nin dev bütçesinde Daum’a anlaşarak ödenecek tazminat, ileride ödenecek bedelden daha azdır, bizden uyarması. Çağırdınız geldi ise; ve de gönlünüzden ve aklınızdan da düştü ise Herr Daum, verirsiniz parasını gider.

Liverpool gibi, Real gibi, Bayern gibi...
Köşe kapmaca oynamazsınız. İmza atmak kolay değildir, atarken düşüneceksiniz, düşünceniz topal ise eğer, şimdi acısını da çekeceksiniz ki, bir daha imza atarken bin kere düşünesiniz. İnşallah!

20 Haziran 2010, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Flaş! Flaş! Flaş!‘’

26 yıldır Süper Lig’i birinci sırada bitiremeyen, özlem dolu, şampiyonluk hasreti ile yanıp tutuşan Anadolu, büyük şampiyonunu İstanbul’u inlete inlete, ders vere vere Bursa’dan çıkarmayı başardı. Kocaman yürekleriyle; bıkmadan usanmadan, yılmadan, tecrübeleri çok olmamasına rağmen kopmadan şampiyonluk ipini göğüslemeyi bildiler. Milyonluk transferler, köşelerden yapılan lobiler; hepsi geçersiz kaldı, Bursaspor alnının teriyle lig şampiyonluğunu kaptı! Tarihe geçti onlar. Beşinci şampiyonluğu tadan takım oldular Süper Lig’in...

Tanıklık edenlerle tarih yazanların Atatürk Stadı’nda buluştuğu gecede koca bir sezonun yorgunluğunu üzerinde taşıyan, mutlu sonu mutluluk göz yaşlarıyla buluşturan; başta teknik direktör Ertuğrul Sağlam ve ekibini, Başkan İbrahim Yazıcı ve Yönetim Kurulu’nu herkes ayağa kalkıp alkışlamalı. Unutulmayacak günlerin, uykusuz geçen gecelerin, tozun dumana karıştığı ortamların içinden çıkan güzellikler gibiydi Bursalı futbolcular. Hem atan, hem attıran kaleci İvankov’u mu anlatsak, hem sahanın hem transferin hızlı çocuğu Sercan’dan mı bahsetsek, kritik haftaların altın kafalı cesur yürekli kaptanı Ömer Erdoğan’dan mı? Yenilgiyi kabullenmeyen, terinin her damlasını sahaya akıtan Ali Tandoğan’dan mı? Sessiz kahraman, istikrar sembolü Mustafa Keçeli’den mi? Orta sahanın sigortası Hüseyin Cimşir’den mi? Sol şeridin belalısı Ozan İpek’ten mi? Asker gibi görev adamı, kaya gibi sağlam Turgay’dan mı? Dünya turu yapıp, her toprakta topa dokunmuş, dün gece en kıymetli altın golü atmış Batalla’dan mı? Yoksa sezon boyu patlayıp, külleri 3 büyüklerin hava sahasını uçuşa kapatan Volkan’dan mı...? Malzemecisi, masörü; stat önü seyyar satıcısıyla büyük yürüyüşü şampiyonlukla taçlandıran Bursalılar’a selam olsun!

17 Mayıs 2010, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI