‘’Büyük fırsat kaçırdık‘’
Kuralar ilk çekildiğinde bu eşleşme oldukça zor ve beklentilerin düşük olduğu bir eşleşmeydi. Ancak Portekiz’in girdiği sakatlık ve Covid problemiyle kritik oyuncularının eksilmesi, hatta maç boyunca Portekiz’in savunma açısından ne kadar sorunlu bir takım olduğunu görmemizin ardından kazanmamızın mümkün olmadığı değil aksine elimizden kayıp giden bir maç olduğunu söylemek çok da yanlış olmaz. Üstüne Kuzey Makedonya’nın İtalya’yı elemesi de iyice keyifleri kaçıran bir detay oldu.
Doğru plan doğru oyuncularla oynanır
Her ne kadar sorunları olsa da üzerine düşünülmüş bir oyun planı, rakibin tehditlerine karşı nispeten önlem alınmış bir milli takım izledik. Avrupa Şampiyonası’ndaki reaktif ve rakiplerinin oyunundan bihaber takımdan oldukça farklı bir takım sahadaydı. Portekiz’in üçlü savunmalara karşı yaşadığı problemler göz önünde bulundurulmuş ve yine üçlü savunmalı bir dizilişle sahaya çıkılmış. Ancak Stefan Kuntz oyuncu seçimlerinde biraz hatalı kararlar vermiş desek çok da yanlış olmaz.
En çok tartışılan tercihlerden biri olan Berkan’ı ilk 11’de gördüğümde sahte bek rolüyle orta sahaya yardım edeceğini, bu sayede merkezdeki savunma yönüyle zayıf olan Hakan ve Orkun’a destek vereceğini düşünmüştüm. Bu sebeple de Kuntz hocadan beklentim artmıştı. Ancak Berkan’ın klasik bir kanat beki şeklinde oynaması o bölgede Berkan’ın alışık olmamasından kaynaklı bir performans düşüklüğüne sebep olurken, öte yandan da merkezde sayısal olarak eksik ve oyun stilleri nedeniyle oldukça geçirgen bir yapıdaki Orkun-Hakan ikilisiyle büyük açıklar vermemize sebep oldu. Buna rağmen Portekiz’in tamamen oyunu ele alamaması aslında onların da gerçekten iyi günlerinde olmadığının bir başka göstergesiydi.
Portekiz orta sahası da Bernardo-Moutinho-Fernandes üçlüsüyle fiziksel açıdan oldukça zayıf ve geçirgen olmaya müsait bir yapıydı. Bu sebeple zaman zaman önde pres yapmayı denediğimiz kıpırdanmalarımız bile sonuç vererek pozisyonlara dönüştü. Hatta attığımız goldeki pozisyonun başlangıcı da bu şekildeydi. Bu sebeple pres oyununu bu maç özelinde ana plan yapmak önemliydi. Ancak en uçta Burak ile oynadığınız zaman bu oyunu oynamak mümkün olmuyor.
Bu kadar formda ve fizik kalitesi üst seviyede olan bir Enes varken de aldığı her topu kaleye vurmaya çalışan, takıma artık gerçekten yük olan bir Burak ile oynamak çok da akılcı olmuyor. Bu sebeple doğru plan kurulsa bile doğru oyuncularla oynanmadıkça kurduğunuz planın çok da bir önemi kalmıyor. Kadromuzda çok fazla yetenekli oyuncu var ancak gerektiğinde bu oyuncuların bir kısmından plan dahilinde feragat etmek gerekiyor.
Analiz iyi, uygulama kötü
Rakip analizi için çaba sarf edilmiş olsa da oyuncuların uygulamaya geçiremediği de çok net görüldü. İlk golde savunma oyuncularının hiçbiri dönen topu almak için hamle yapmazken Otavio’nun o top için çoktan koşuya başlamış olması bazı şeyleri çok net anlatıyor. İkinci golün aynısını ise Jota bu sezon gerek milli takım formasıyla gerekse Liverpool defalarca attı.
Açıkçası golü atan Jota’nın da ortayı yapan Otavio’nun da istediklerini rahat rahat yapacak zaman bulmaları da savunmamızın zafiyeti olarak göze çarptı. Duran toplarda da rakibimize çok net gol fırsatları verdik. Şunu unutmamak lazım ki maç her ne kadar kaçan penaltıyla elimizden kayıp gitse de attıkları goller kadar bir o kadar da kaçırdılar. Biraz daha becerikli olsalar çok net bir şekilde 5-6 gol atabilecekleri pozisyonları buldular.
Gelecek adına umut veren bir takım
İşler her ne kadar iyi gitmese de geriden gelen ve penaltıdan golü bularak o ivmeyle maçı çevirebilecek fırsatı bulsak da değerlendiremedik. Skoru yakalayamamış olsak da Portekiz gibi bir ekip karşısında 2-0’dan geri gelecek dirayeti göstermek, farklı sistemlerle farklı rakiplere karşı farklı planlar üretebilen bir milli takım görmek gelecek adına umut verici. Önümüzdeki yıllarda bu takımın kendi jenerasyonunun iyi ekiplerinden biri olmaması için hiçbir sebep yok.
‘’El Clasico'da Barcelona şovu‘’
Diğer rakiplerine attığı farkla ve fikstür avantajıyla birlikte La Liga’da şampiyonluğu büyük ölçüde garantileyen Real Madrid, devre arası transferleriyle birlikte müthiş form tutan ve ikinci sırayı zorlayan Barcelona ile karşılaştı. Önümüzdeki sezonun fragmanı niteliğinde olması beklenen maç, beklentilerin oldukça dışında geçti. Santiago Bernabeu’nun etkisini ve maçın daha 51’de 4-0 olduğu düşünülürse Real Madrid için bu sonuç başarılı geçen bu sezona bir gölge düşürecek nitelikte oldu.
Benzema’nın yokluğu
Maçın kırılma anı aslında maç öncesinden geliyor. Sahadaki etkisiz Real Madrid’in ortaya çıkmasındaki ana sebep Benzema’nın sakatlığıydı. Benzema’nın yerinde oynayabilecek oyuncuların gerek maç eksiği gerekse Benzema seviyesine yaklaşamayacak oyunları sebebiyle Ancelotti ne Jovic’i ne Mariano’yu 11 başlatmadı. Bu sebeple önce Modric’i daha sonra Valverde’yi o bölgede denese de sonuç alamadı. İlk yarıda en son 4-6-0 gibi bir dizilişe dönmeye çalıştıysa da Barcelona gibi büyük bir maçta alışık olunmayan bir sistemle oynamak kolay değildi ve başarıya da ulaşamadılar. Özellikle ilk yarıda Modric’in en uca atılışı Real’de 9 numara sorununu çözmezken, aynı zamanda orta sahada müthiş bir oyun kontrolcüsünü de o bölgeden çekerek Barcelona orta sahasına oyunu dikte etme fırsatı verdi. Böylece ilk yarıdaki Barcelona dominasyonu ortaya çıktı. İlk 10 dakikada Real’in hücumda Vinicius Jr. dışında bir tehdidi olmadığını gören Barcelona, rakip yarı sahaya iyice yerleşerek oyunu dikte etmekten çekinmedi. Çünkü Vinicius Jr. kenarda topu alıp ceza sahasına yolladığında bile topu kale içine gönderecek bir oyuncunun olmayışı Barcelona’nın elini rahatlattı.
Barça zayıflıkları kullandı
Barcelona ise sezonun en kolay galibiyetlerinden birini aldı. Diziliş ve taktik anlamında çok da özel bir plan yapmadan klasik oyununu oynayarak bunu yapmış olması da gelecek sezonki rekabet adına çok şey anlatıyor. Real’in önlem alınması gereken tek bölgesi olan sol kenara defansif yönü daha kuvvetli Araujo’yu yerleştirerek bu sorunu büyük ölçüde çözen Xavi, Vinicius Jr.’un hücum görevlerinden dolayı savunmaya yarattığı zafiyeti iyi kullandı. İç oyuncuları De Jong ve Pedri’nin kenarlara iyice açılarak burada sayısal avantaj yarattığı da düşünülürse özellikle Vinicius Jr.’un savunmadığı sağ kenardan birçok tehdit oluşturdu. Nacho’nun yetersizliği Dembele’nin de iyi bir gününde olmasıyla birleşince gol aksiyonları hep bu kanattan geldi ki zaten ilk gol de bu şekilde oluştu.
Ancelotti ucuz kurtuldu
İkinci yarıya risk alan ancak anlaşılmaz bir taktikle çıkan Real Madrid önce üçlü savunma denedi. Sadece iki dakikada gelen üçüncü golün ardından hatasını anlayıp Casemiro’yu stoper yapan Ancelotti, Kroos’u da devre arasından çıkarmış bulununca orta sahada ne fizik ne teknik kalite kaldı. Her değişiklikle daha fazla açık veren Real Madrid’de ileri atılan topları tutabilen oyuncu eksikliği maç boyu büyük bir sorunken bir de ribauntları toplayan oyuncu da eksilince top kontrolü iyice Barcelona’ya geçti. İkinci yarının ilk beş dakikasındaki plan hatası Real kalesinde üç net gol pozisyonuna sebep olurken Barcelona iki tanesini değerlendirebildi. Barcelona’lı oyuncular nasılsa milli araya gidiyoruz diyerek maçı rölantiye almamış olsalar Ancelotti’nin biletini bugün kesecek kadar farka gidebilirlerdi.
Geleceği etkileyecek bir El Clasico
Bu maç şüphesiz iki takım için de önümüzdeki sezon planlamasına etki edecek bir sonuç ortaya çıkardı. Ancelotti’nin geleceğine de, Real Madrid’in transfer politikasına da Barcelona’nın önümüzdeki sezon planlamasına da bu maçın sonucunun büyük etkisi olacaktır.
‘’Sağlık olsun‘’
İki takım arasındaki kalite uçurumu ve Galatasaray’ın bu sezonki durumu düşünüldüğünde her makro ve mikro planın en ince detayına kadar düşünülüp bunlar hakkında sıfır hata ile doğru kararların alınması rakibi yenebilmenin tek yoluydu. Galatasaray bunu ilk maçta yapabilmişti ancak bu maçta makro planda hata olmasa da mikro planlardaki küçük hatalar turun Barcelona’ya kaymasına sebep oldu. Ancak bu sebepten dolayı ne Torrent’e ne de oyunculara bir kabahat bulmak haksızca olur. Çünkü kimse mükemmel olmadığı için eleştirilmeyi hak etmez. İmkânsız bir görevi yerine getirme konusunda 180 dakika boyunca oldukça iyi bir iş çıkarıp, Barcelona’yı eleme ihtimalini sürekli canlı tutmak bile bu takım için oldukça büyük bir başarıdır.
Detaylar sonucu belirledi
Yazının başında da belirttiğim gibi makro planda çok büyük hatalar olmasa ufak tefek mikro hatalar mevcuttu. Bunlardan ilki Gomis’in ilk 11 başlamasıydı. Bu kadar savunma odaklı çıkılan bir karşılaşmada topun rakipte olduğu her an savunma yapması gerekecek, gerektiğinde top saklayarak takımını rahatlatabilecek bir santrafora ihtiyaç vardı. Ayrıca Gomis’in yaşı ve şu anki fizik kalitesi düşünüldüğünde de kısa periyotlarda rakibin yorulmuş savunmasına karşı daha etkili olabileceği de aşikar. Her iki açıdan bakıldığında da Gomis yerine Mohamed kadroda olmalıydı.
İkincisiyse Babel’in görevlendirmeleriydi. Sağda savunma görevlerinden takıma göre daha muaf ve biraz daha ileride oynayan Babel, Gomis’in yapamadığı ilerde top tutarak takımı rahatlatma görevini üstleniyordu. Ancak bunu total savunma yaptığınız bir oyunda kanat oyuncunuzdan beklerseniz aynı kanatta savunma zafiyetleri de yaşarsınız. Çünkü ters kanatta Kerem’in yaptığı savunmaya baktığınız zaman orada Van Aanholt, Kerem’in geriye yaptığı destekle kenara çok fazla açılmayarak daha küçük bir alanda hatasız savunma yapmayı başardı. Hatta o kanatta Adama Traore o kadar etkisiz kaldı ki devre sonunda yerini Dembele’ye bıraktı. Sol tarafta ise Babel’in savunmaya olan yardımının azlığı Boey’nin kenarda savunması gereken alanı genişletti. Bunu kullanan Barcelona Torres’i kenara çekip Boey ile Marcao arasında kullanılabilecek bir boşluk yaratmayı başardı. Ne tesadüftür ki rakibin belki de en tehlikeli oyuncusu olan sol içteki Pedri de ilk golde tam olarak o bölgeden ceza sahasına girerek skor yaptı.
Geriye düşülmemesi gereken bir maçtı
Aslında bu maçta Galatasaray’ın en büyük sorunu toplu oyun oynayamayacak bir kadroyla sahada olmasıydı. Bu tamamen kadro planlaması ile alakalı bir durum olsa da bu maçla ilgili kısımlarından söz edelim. Toplu oyun oynanamıyor oluşu asla geriye düşmemeyi zorunlu kılıyor. Bu da Galatasaray’ın Avrupa Ligi macerasını özetliyor aslında. Bu maçta gol atması için ya mükemmel bir kontraya ya da bir duran top organizasyonuna muhtaç Galatasaray, o golü bulup rüya gibi bir başlangıç yapsa da daha sonrasında çok zayıf bir kontra tehdidinin olması Barcelona’nın iyice üstüne gelmesine yol açtı. Bir takım bu kadar üstünüze gelince de illa ki birkaç ufak tefek hataya zorluyor. Marcao’nun ilk golde ayakta kalamayışı da ikinci golde savunmanın Barcelona’ya üç kere şut attırması da bu yüzden. Barcelona’nın şansı da golleri paniklemelerine gerek kalmayacak kadar kısa sürede bulmaları oldu. Galatasaray en azından ilk yarıyı gol yemeden kapatabilmiş olsa maçın havası çok farklı olabilirdi.
Barcelona elenmeyecek bir takım değildi
Galatasaray belki de sezon sonunda Avrupa Ligi’ni kazanacak bir ekibe karşı 180 dakika boyunca tur umudunu koruyarak elendi. Sezon başında biraz daha iyi bir kadro mühendisliği yapılsa, Kerem dışında bir hücum silahı olsa şu mücadele ve oyun disipliniyle Barcelona elenmeyecek takım değildi. Ancak kaliteli takımlar kalitelerini küçük detaylarda gösteriyorlar. Dolayısıyla şans da onların yanında olmaya meyilli oluyor. Bu sebeple Galatasaray için ne söylenirse söylensin en sonunda ‘sağlık olsun’ demek şart oluyor.
‘’Liverpool, Arsenal deplamanında fırsatı tepmedi‘’
Şampiyonluk mücadelesinin en kritik maçlarından birinde Liverpool, ligin belki de en formda takımı olan Arsenal karşısında 2-0 ile kazandı. Özellikle Manchester City’nin puan kaybettiği bu haftada ekstra motivasyonla saha çıkan Liverpool’un Arsenal’i bu en zirve döneminde bu kadar kolay yenmeleri şampiyonluğa ne kadar odaklandıklarının en büyük göstergesi. Arsenal içinse sezonun en yüksek seviyesinde olmalarına karşın daha Liverpool ve Manchester City’nin seviyelerine gelmeleri için önlerinde daha uzun bir süreç olduğunu bir kez daha görmüş olduk.
Kontrol oyunu
Beklendiği gibi yüksek tempoda başlayan maç iki takımın da birbirini kontrol ettiği bir oyun şeklindeydi. Özellikle ilk yarıda iki takımın da beklerini hücuma göndermeden oynamaları oyunu pozisyon açısından kısırlaştırdı. Topa daha çok sahip olan taraf Liverpool, hücumda sayısal dezavantajına ek olarak en önemli hücum silahlarıyla üçüncü bölgede olamadı ancak savunmada da kaptığı toplarla dikine oynayarak birkaç saniyede karşı kaleye gitmek isteyen Arsenal’in istediği o boşlukları vermedi. Durum böyle olunca da ilk yarının 0-0 bitmesi kaçınılmaz oldu. İkinci yarı ise ilk yarıda yüksek olan tempo daha da yükseldi. İki takım da hücum aksiyonlarında bulunmaya başlasa da Liverpool gerçek tehditleri bulan taraftı. Topa sahip olurken oyunu karşı kaleye yıkmaya başlayıp ilk yarıda eksik olan oyun akışkanlığını kazandılar. Ancak yine de Liverpool için Arsenal’i kendi yarı sahasında baskı altına alıp tamamen savunmaya zorladığını söyleyemeyiz.
Küçük detaylar fark yarattı
Küçük detayların fark yarattığı bir maç oldu. Arsenal her ne kadar kaliteli ve gelecek vadeden bir takım olsa da henüz olgunlaşma sürecindeler. Bu tip maçlarda her an uyanık ve durumun farkında olmak gerekiyor. İlk golde çok küçük bir detay farkla Liverpool öne geçti. Thiago pas atmak için boşluk aradığı anda Mane’nin koşusuyla Ben White’ı ters yöne çekip Jota’ya alan açtığını gördük. Bu boşluğu değerlendirip golü buldular. Maç boyunca farkı yaratan bu ve bunun gibi detaylar oldu. Arsenal’in bir üst seviyeye çıkabilmesi için bu ince detayları da geliştirmesi şart. Ayrıca bu tarz yüksek seviye rakipler karşısında topu alıp oynayabilme yetisi kazandıklarında belki de o seviyeye biraz daha yaklaşmış olacaklar.
Arsenal’in sorunları
Arsenal’in şu an en büyük problemi yüksek profilli maçlarda reaksiyon verememesi. Geriye düşmelerinin ardından veremedikleri o reaksiyon sonrası Liverpool baskısını iyice artırdı. İkinci golü de bulunca Liverpool karşısında geri dönmeniz çok da mümkün olmuyor. İkinci büyük problemi ise kadro derinliği. Arsenal’in çok iyi bir ilk 11’i hatta bir iki tane de hamle için iyi oyuncusu var ama 13 oyuncuyla Premier Lig gitmiyor. Geriye düştüğünüzde hamle yapabilecek alanınızın kalmaması oyununuzu sekteye uğratıyor. Bu sebeple Arsenal için en önemli konu bu yaz kadro derinliğini sağlayacak oyuncuları takıma kazandırmak olmalı.
Ligin en zorlu virajını bu maçta da hasarsız atlatarak milli araya giren Liverpool, Manchester City ile puan farkını 1’e indirirken artık iyiden iyiye şampiyonluğa inanmış durumda. Sürücü koltuğundan Manchester City oturmasına rağmen geriden gelmenin özgüveniyle şu an mental üstünlüğe de sahip olan Liverpool, rakibiyle olan maçına kadar puan farkını bir maçlık seviyede tutmayı sürdürdüğü takdirde, Manchester City – Liverpool maçında ligin kırılımı yaşancak gibi görünüyor.
‘’Klasik Atletico, etkisiz Manchester United‘’
İlk maçta beraberliği zar zor kurtaran M. United, 180 dakika boyunca çok da formda olmayan klasik bir Simeone takımına karşı neredeyse hiçbir üretim sağlayamadan, tüm sezon boyunca yaşadığı set oyunu sorununu tüm maç boyunca yaşayan ve buna çözüm bulamayan, sonunda da risk almayı deneyip onu bile beceremeyen bir takım görüntüsündeydi. Durum böyle olunca çözüm olarak geriye sadece bireysel yetenekler kalıyor. Ronaldo’nun da her maçta Tottenham maçındaki etkisini göstermesi mümkün değil. Hal böyle olunca Atletico Madrid de çok özel bir performans ortaya koymadan klasik oyununu oynayarak tur atlamayı başardı.
Vasat altı bir oyun
Manchester United’a oyun olarak en ters gelecek ekiplerden biri Atletico Madrid. Topsuz oyunu belki de yıllardır en iyi oynayan takımlardan biri olan Atletico, toplu oyunda çok başarısız olan Manchester United karşısında sadece kendi oyununu oynadı. Topu alan M. United maç boyunca ne pas hızını ne de tempoyu artıramadığı için de Atletico savunmasında hiç boşluk yakalayamadı. Her ne kadar dar alanda merkezi kapatarak oynayan bir M. United olsa da merkez üstünlüğünü dizilişi gereği sayısal üstünlüğünden dolayı ele alan bir Atletico Madrid vardı. Buna ek olarak Atletico, üçlü savunma sisteminin en büyük artısı olan geniş alan oyunuyla M. United beklerinin savunma problemlerinden avantaj sağladı. Hatta klasik bir üçlü savunma takımının atacağı gollerden birini de bu sayede atmayı başardılar. Kanattan yapılan ortayı ters kanattaki kanat bekinin demarke pozisyonda uzak direk dibinde bitirmesi. Bu temel organizasyona bile önlem alamamış M. United, hücumda da herhangi bir özel performans gösteremeyince bu turu geçmeyi hak edecek tek bir şey yapmamış oldu.
Hatalı kadro seçimi, hatalı hamleler
M. United’da Rangnick takımın başına geldiğinden beri sürekli bir arayış içinde ancak bir türlü o ideal 11’i bulamadı. Ancak çok bariz bir durum var ki Elanga ilk 11 başlayabilecek kapasitede değil. İyi bir hamle oyuncusu olacak bir oyuncuyu, onun yerinde oynayabilecek Rashford yerine başlatmak iki oyuncuyu da verimsizleştiriyor. Bu yine bir kadro seçimi olup kabul edilebilir bir tercih olabilir. Ancak kriz anında M. United’ın yaptığı değişiklikler tamamen sınıfta kaldı. Bireysel yeteneklerin kilidi çözebileceği noktada Fernandes’in çıkışı büyük bir yanlıştı. Bunu yaparken maç boyu işlemeyen taktikte diretilmesi de bu kararın yanlışlığını ispatladı. Çünkü bu değişikliği taktiksel bir varyasyona bağlayamadık ve Fernandes’in çıkışının ardından takım arada sırada bulduğu pozisyonları da bulamamaya başladı. Bir başka skandal değişiklik ise ligde bir dakika bile süre almayan Mata’nın oyuna girişiydi. Oyun sürekli Lingard’ı çağırırken Mata’nın sahaya girişi Rangnick’in maç boyu aldığı kötü kararlarına yakışır bir son oldu.
M. United’da kriz doğabilir
Simeone M. United ne kadar hücumcu oyuna almaya çalıştıysa o kadar savunmacı oyuna alarak fazla risk almış olsa da hem M. United’ın etkisizliği hem Atletico disiplini bu kararları doğru göstermeyi başardı. Standart bir performans sergileyerek tur atlayan Atletico durumdan oldukça memnundur ancak özel bir çaba sarf etmeyen rakibi karşısında net pozisyon bile bulamadan elenen M. United’da bu durum ligdeki dördüncülük yarışında bile takımı olumsuz etkileyecek bir sürecin başlangıcı olabilir.
‘’Ronaldo, Tottenham'ı yıktı‘’
Premier Lig’in bu sezon oyunları adları kadar büyük olmayan iki takımının karşılaşmasında Manchester United evinde Tottenham karşısında dördüncülük yarışında çok kıymetli bir üç puan aldı. Aslında öyle bir maç oldu ki bu üç puanı Ronaldo aldı desek çok da yanlış olmaz.
Kilit nokta öne geçmekti
İki takım da maç öncesi beklentilerin çok da uzağında olmayan bir oyun anlayışıyla sahadaydı. İki takım için de beraberliğin kayıp anlamına gelmesi, iki takımda da oyun temposunu ve pres yoğunluğunu artırmak yerine iki takımın da daha kontrollü bir oyun benimsemesine sebep oldu. İki takım da top kayıplarının ardından rakibe ön alan baskısı uygulamak yerine çoğunlukla savunmalarına yerleşip daha kontrollü bir şekilde karşılama yaptılar. Bu da temponun yükselmesine engel olurken aynı zamanda da pozisyon sayısını da azaltıp oyunu dengeye getirdi. Maçın kilit noktasıysa M. United’ın maçın büyük çoğunluğunu skor olarak önde götürmesiydi. Skor avantajıyla hiç risk almayan topu tamamen rakibine verip geride beklemekten çekinmeyen M. United’a karşı Tottenham tarafından oyun olarak iyi bir cevap gelmedi. Çünkü iki takımın da toplu oyunda büyük sorunları bulunuyor. Geçiş oyununda daha iyi olan iki takımdan ilk hangisi öne geçerse topu rakibine verip geçiş oyunu oynama fırsatına sahip olacaktı. Böylece skor olarak sürekli önde olarak da kendilerine maçın kilit avantajını sağladılar.
Ronaldo faktörü
Bu kadar pozisyon kısırlığı olan maçta atılan beş golü oyunla anlatmak oldukça zor ama anlatmak için tek bir kelime kullanacak olsak bu kelime kesinlikle ‘Ronaldo’ olurdu. Bu sezon beklentilerin çok altında kalan ve artık bitti denilmeye başlanan Ronaldo, kendisini eleştirenlere kendisinin hala büyük maçlara damga vurabilecek seviyede olduğunu göstererek cevap verdi. Özellikle son birkaç maçta son vuruş keskinliğinde gerileme gözlenen Ronaldo, adeta eski günlerinden bir resital sundu. Ceza sahası içinden de dışından da, ayakla da kafayla da gol atan Ronaldo daha ne yapsın? Diğer takım arkadaşlarının en ufak bir pozisyona bile giremediği, takımının gol beklentisinin 0.9 olduğu maça tam üç gol sığdırdı. Üç golün tamamının öne geçiren goller olması da bu gollerin değerini artırıyor. Buna karşılık Tottenham’da kendisinin performansına denk bir oyuncu olmaması maçı getiren unsur oldu. Tottenham’ın iki golünün de M. United hatasından kaynaklandığını düşünürsek aslında Tottenham’ın bu maçta ne savunma ne de hücum anlamında hiç iyi bir iş çıkarmadığını söyleyebiliriz.
Arsenal takibi ve Avrupa Ligi hedefi
Premier Lig’de dördüncülük yarışı için beş takım kıyasıya rekabet etse de Arsenal şu an hem oyun hem de puan olarak üstün taraf olarak görülüyor. Ancak ilk dördün dışında kalındığı takdirde Avrupa Ligi’ne de sadece beşinci olan takımın gideceği düşünüldüğünde beşinci olmak da önemli hale geliyor. Bu yüzden M. United’ın bu galibiyeti dördüncülük için yeterli olmasa bile beşinci olma yolunda rakipleriyle puan farkını açan önemli bir üç puan olarak görülebilir.
‘’Kusursuz savunma‘’
Maç bittiğinde iyi bir oyunla alınan avantaj sağlayacak bir beraberlik başarı olarak görülebilir ancak bugün Galatasaray adına en büyük başarı, eşleşmenin ilk gününden itibaren çoğu Galatasaray taraftarında olmayan umudu taraftarların içine serpmesi oldu. Galatasaray her ne kadar ligde kötü gitse de geçiş oyunu oynamaya müsait kadrosuyla, tamamen savunmaya odaklandığında ortalama üstü iş çıkarabilmesiyle Avrupa’da rakiplerine kolay bir takım olmadığını gösteriyor.
Savunma ‘konsantrasyon’u
Bu maç Galatasaray’la özdeşleşmiş ‘konsantrasyon’ kelimesiyle açıklanabilir. Çünkü ligde asla görülemeyen bu odaklanma, oyuncuların bu maça özel bir şekilde konsantre olduklarının göstergesi. Savunmada küçük pozisyonel hataların dışında büyük sakarlıkların yapılmadığı, herkesin standardının üstünde oynadığı ve en önemlisi oyuncuların birbirine yardım ettiği bir takım olgusu vardı. Tüm bunlar olduğunda da iyi çizilmiş bir oyun, Galatasaray’ın iyi bir sonuç almasını sağladı. Sahadaki 11 oyuncunun tamamının asli görevinin savunma olduğu, hücumda ise kapılan topları Kerem’le buluşturmak üzerine kurulu bir geçiş oyunu vardı. Topu tamamen Barcelona’ya bırakan ve rakibi kendi yarı sahasında savunan Galatasaray, merkezi iyi kapatarak rakibine cepheden fırsat vermedi. Bunu yaparken de en önemli detay olan savunma çizgisini önde kurabilmeyi de başaran Galatasaray bunu tempoyu yükseltmeden yer yer oyunu soğutup adeta rakibini uyutarak yaptı. Bu sayede özellikle ilk yarıda Barcelona oyuna hakim gibi görünse de sadece 0.2’lik gol beklentisine sahip olmaları ve tek gerçek tehlikeli atağın Kerem’in şutu olması durumu oldukça iyi anlatıyor.
Xavi’nin rehaveti
Barcelona as 11’inden 3 oyuncuyu yedek başlatmayı tercih etti. Açıkçası Xavi Galatasaray’ın bu kadar iyi oyun çıkaracağını tahmin etmeyerek hafif rotasyonlu bir kadroyla sahaya çıkmış. Maç öncesi ne kadar Galatasaray’ı küçümsemediklerinin altını çizen açıklamalarda bulunsa da içten içe maçı çok kolay bir şekilde kazanacaklarını düşündüğü ilk yarı sonunda yedek başlattığı üç oyuncuyu sahaya atışından belli oldu. Bu sayede Frenkie de Jong’u iç oyuncusu yaparak hücum opsiyonlarını artırırken bir yandan da Torres/Dembele değişikliğiyle etkisiz sol kanatlarını da çalıştırmayı başardılar. Tüm bunlara rağmen Nelsson-Marcao iş birliği sayesinde merkez savunmasının kilidini açamadıkları gibi kanat organizasyonları da kariyer maçını oynayan Boey ile Adama Traore savunmasında kusursuza yakın iş çıkaran Berkan ve van Aanholt ikilisi tarafından durdurulunca Barcelona tehlikeli olmayan birkaç pozisyon dışında etkili olamadı. O pozisyonlarda da Peña kulübüne ne kadar iyi olduğunu gösterdi. Özellikle Galatasaray tarafından yan toplara zorlanan Barcelona’nın gönderdiği bu toplarda Peña hatasız oynadı.
İkinci maçta hücum da etmek gerek
Galatasaray en iyi Barcelona ile karşılaşmadı belki ama en formda ve en takım oyunu oynayan Barcelona’lardan biriyle karşılaştı. Özellikle devre arası eklemeleriyle hücum hattı iyice güçlenen, teknik kapasitesi yüksek orta sahasıyla hem pas hem geçiş oyunlarını başarıyla oynayabilen bu takım geçen turda Napoli’ye iki maçta 5 gol attı. Ancak o turun ilk maçı da Camp Nou’da oynanmış ve berabere bitmesine rağmen ikinci maçta Barcelona diğer rakiplerine göz dağı vere vere turu geçmişti. Bu nedenle bu skora aldanmayıp ikinci maça da çok iyi hazırlanmak hatta ek olarak bu defa hücum planı hazırlamak da önemli. Çünkü ikinci maça bu maçtaki Galatasaray savunmasına çözümler üretmek için çalışacaklar. O bir golü bulurlarsa da bu defa nasıl hücum etmek gerektiğini de bilmek gerek. Diğer maçta ev sahibi avantajı ne kadar Galatasaray’da olsa da işler hiç kolay olmayacak. Her şeyin yolunda gittiği denklemde bile iki takım arasındaki fizik kalite farkı ikinci maçta kilit nokta olabilir. Özellikle maçın uzadığı senaryoda 120 dakikada Barcelona bu konuda büyük fark yaratacaktır.
‘’Hala Benzema, hala Madrid!‘’
Şampiyonlar Ligi’nde son 16 turunun erken finalinde bu sezonun ilk draması yaşandı. Kalite ve tecrübenin sayıca oldukça fazla olduğu maçta en kaliteli ayakların değil, kalitesini sahaya yansıtabilenlerin kazandığı bir maç oldu. Öyle ki 180 dakikalık turun sadece son 30 dakikasını üstün oynayan ve tecrübesini gerçekten sahaya yansıtabilen taraf turu geçmeyi başardı.
Uyuyan devi Donnarumma uyandırdı
İlk maçı domine eden hatta 1-0 kazandığı için üzülebilecek taraf olan PSG bu defa savunma anlamında geçen maç yaptıklarını yapmak yerine total bir savunma anlayışı benimsedi. Bekleri ileri çifter çifter göndermek yerine bir tanesini hep geride tuttu. Casemiro’nun yokluğunda Modric, Kroos, Valverde üçlüsüne karşı orta sahayı delip geçen PSG, bunu kullanarak oyunu tamamen domine edebilecek durumdayken çekinip yerinde durmayı tercih etti. Ancak PSG açısından düşününce bu da fena bir fikir gibi gelmiyor. Gol atmak için arkada boşluk verebilecek Real Madrid’in savunma arkasına sızabilecek Mbappe gibi bir oyuncunuz var. Nitekim haksız da çıkmadı ve tam olarak bu şekilde golü buldu. Aslında her şey yolunda giderken maçı izleyen çoğu kişi Benzema’nın 61’deki ilk golüne kadar PSG’nin çoktan turu geçtiğine inanıyordu. O gole kadar aslında PSG tempoyu düşürmüş, oyunu da uyutmaya başlamıştı. Ancak Real Madrid’in ihtiyaç duyduğu kıvılcımı Donnarumma tetikledi ve o dakikadan sonra Real Madrid tecrübesi devreye girdi.
Hamle kalitesi farkı oluşturdu
Donnarumma’nın Real Madrid’in fitilini ateşlemesinin ardından PSG’nin hataları da üst üste geldi. Takımın saha içindeki hatalarına ek olarak Pochettino’nun kenardaki karar hataları da buna dahil. Pochettino’nun hataları ne kadar kötüyse Ancelotti’ninkiler de bir o kadar iyiydi. Maça teknik bir kadroyla başlayan Real Madrid, dakikalar ilerledikçe fiziksel olarak düşen rakibine Rodrygo ve Camavinga’yı oyuna alarak üstünlük sağladı. Tek büyük tehdit Mbappe’yi tutabilmek için de Vazquez’i oyuna alan Ancelotti bu tehdidi de büyük ölçüde azalttı. Pochettino’nun kararları ise bir o kadar skandala yakındı. Takımın orta saha mücadelesindeki üstünlüğünü sağlayan Paredes’i oyundan aldı. Sarı kartı olması ve artık yorgunluktan ikinci sarıyı görmesinden endişelenmiş olabilir ancak yine de geriye düştüğü denklemde bu riski alması gerekirdi. Çünkü o andan sonra Modric kalan sürede ne istediyse onu yapabildi. Ama yine de en büyük skandalı Messi ve Neymar’ı 90 dakika boyunca sahada tutmasıydı. İki oyuncu da 90 dakika boyunca savunma yapmadıkları gibi hücumda da isimlerinin büyüklüğünün yarısı kadar katkı vermediler. Mbappe tek başına bir şeyler yapmaya çalışsa da uyuyan dev uyandıktan sonra 10 kişiyi 7 kişiyle savunmak zorunda kalan PSG, Mbappe’ye top bile iletemedi.
Tecrübe devreye girince
Tüm bu teknik taktik hatalar işin büyük kısmını oluştursa da bu maçı sadece bunlarla açıklamak oldukça yetersiz kalır. Bu maçta tecrübenin, zor anlarda soğukkanlı kalabilmenin önemini de gördük. Eğer Şampiyonlar Ligi’nde de tecrübeden bahsedeceksek akla zaten ilk Real Madrid gelir. Donnarumma’nın ilk goldeki hatası tamamen bu tecrübe eksikliğinden kaynaklanıyor. Bu hatadan ilk golü yedikten sonra maç bitene kadar PSG’li oyuncuların dizleri titredi. Hata üstüne hata geldi. Özellikle yedikleri üçüncü gol tamamen bunun eseriydi. Real Madrid tarafıysa hiç hata yapmadan, kağıt üstünde daha güçsüz taraf olmalarına karşın ikinci yarıyı neredeyse sıfır hata ile oynadılar. Benzema’nın yaş aldıkça ne kadar büyük bir oyuncuya dönüştüğünü ve takımını nasıl sırtladığını izlemek de büyük keyif. Özellikle son vuruşlarındaki keskinlik turu 15 dakikada almalarını sağladı.
Adına ister tecrübe diyelim ister rüzgarı arkaya almak diyelim ister uyuyan devi uyandırmak diyelim… Adına ne dersek diyelim sonuç Real Madrid’in 15 dakika içinde PSG’nin elinden bir Şampiyonlar Ligi turu almasına gidiyor. Mbappe’nin de neden hiçbir PSG teklifini kabul etmeyip Real Madrid’e gitmek istediğini de galiba en iyi bu durum açıklıyor.