‘’Barajı geçtik sıra sınavda!‘’
Arkada bıraktığımız sonuçlara sevinelim, ama asla sığınmayalım. Son iki maçta yeni tercihlerle denenen yeni kurgumuz da gösterdi ki, sıkıntılarımız var. En açıktaki sıkıntımız, her zaman belimizi büken savunma yetersizliği... Ancak önümüzdeki maçlarda yeni denediğimiz presli oyun tarzının da potansiyel riskleri fazla.Arnavutluk ve Gürcistan’ın amatör savunmalarını bu silahla vurduk vurmasına da, önümüzdeki oyunlarda aynı silah ters de tepebilir.Kollektif yapı ve pas uyumumuzun yeterli olmadığını açıkça izledik. Tek ön libero ve üç driplingçi ofansif orta alanla koyduğumuz preste topu kazanırsak ne âlâ... Yok; bu presi savuşturabilecek, geriden oyun kurabilen ve alan daraltan savunma gücüyle karşılaştığımızda riskimiz büyür. En iyi örnek, UEFA Şampiyonu Galatasaray’ın aynı sezon Şampiyonlar Ligi’nden elenmesine neden olan İstanbul’da 5-0 kaybettiği Chelsea maçı...Kısa adımlı pırpır orta alanımızın topu kaybettiğinde ya da preste kazanamadığında geri dönme şansı yok. Kollektif uyumu olgun, savunma dengesi yerinde ekipler, kendi alanlarından çabuk çıktıklarında bizi kendi silahımızla imha edebilirler.Özellikle de bundan sonra hayati önem taşıyan ilk maçımızda, tüm Avrupa’nın hücum çeşitlemelerini savuşturmayı başaran ve takımını şampiyon yapan Yunanistan’ın kurt hocası Otto Rehhagel’e karşı bu düzen en risklisi...İlk mermi atıldıEnteresandır, bu kez ilk mermi Karadeniz’den çıktı ve açılan ateş İstanbul’a düştü. Şampiyonluk mücadelesinin bundan sonraki bölümünün bugüne dek rastlanmadığı kadar sahadışı gelişmelere taşacağının sinyalleri de iyiden iyiye gelmeye başladı.Tüm amatör branşlarının kapısına kilit vurmayı göze alacak ölçüde 100. yılda sadece futbol takımının şampiyonluğuna endekslenen bir Galatasaray...Kendisinin olmadığı yerde Fenerbahçe’nin de olmaması için canını dişine takmayı kültür edinmiş bir Trabzonspor...Potadan uzak kaldığı halde ‘çorbada tuzum eksik kalmasın’ diye didinen bir Beşiktaş...Ve her türlü konforuna rağmen hala kendi takımının saha içi gücüne pek güvenemeyen Fenerbahçe...Ve Sarı-Lacivertliler’in kuş sütü eksik sofrasına bu kez üç atmaca birden göz dikmiş durumda...Evet; bu sezon, geçmişteki benzerlerinden çok daha farklı bir finişe doğru gidiyor...Çok farklı...
‘’Almancı...‘’
İşte o yüksek silindirli, geniş lastikli arabalara, Edirne’den içeri girdikten sonra bir haller olurdu... Almanya’da insana, radara ve trafik kurallarına son derece sadık ve itaatkar davranan direksiyonun, Türk şehirlerinde ve özellikle de İstanbul’da ikinci ruhu ortaya çıkardı.Bizdeki kuralsız ortam, o Almancı gençlerin iştahını müthiş kabartırdı. Çalıştığı ve yaşadığı ülkedeki otorite ile düzenden boğulacak derecede sıkılan gençlik, 150-200 beygirlik oyuncakları ile, kurtlarını Anavatan’da dökerdi...Kısaca; gaz ve fren pedalı ile direksiyon arasındaki takım oyununu, ne hikmetse ne kendimize ne de dışarıya yolladıklarımıza bir türlü öğretememiştik galiba...Yıldıray ile Hamit Altıntop’u, Hertha Berlin ve Schalke maçlarında yeterince izliyorum. Çok iyi oynadıkları maçlara da şahidim, vasat takıldıklarına da... Arnavutluk karşısında ikisini de sırtlarında Türk Milli forması ile çıplak gözle seyrederken, dikkatimi çekti; farklılar... Almanya’daki gibi değiller. Müthiş yetenekleri ve güçlü özellikleri olmasına rağmen, kendilerine oynuyorlar.Biz evvel - ahir’den beri şu takım oyunu meselesini zaten beceremiyoruz. Onların da hiç umursadıkları yok. Aksine, hala şu; kimlik midir, ispat mıdır, neyin nesi olduğunu anlayamadığımız bir içgüdü ile başına buyruklar.Almanya’da, sistem içinde görev yapıyorlar. Buraya, top oynamaya geliyorlar...
‘’5 dakikada bitti‘’
Nitekim beş dakikaya sığan hem penaltı hem de kendi kalelerine attıkları gol de Emre ve Yıldıray’ın presteki çabukluğunun eseriydi. Şok iki gol, hareketli bir orta alan ve yüksek toplarda etkili olabilecek bir forvete sahip Arnavutlar’ın mental kondisyonunu sarstı. Yine de oyunu bırakmadılar. Top rakipteyken bizde en doğru hamlelerin sahibi Koray’dı. Yeri geldi eksilen savunmayı tamamladı, yeri geldi oyun kurma görevini yerine getirdi. Çıkış paslarındaki isabet yüzdesi en yüksek oyuncumuzdu. İkinci yarı golü daha çok düşünen bir Arnavutluk sahaya çıkınca bize de rakip alanda kullanabileceğimiz genişlikler doğdu. Ancak bunları daha çok bireysel değerlendirmeyi düşündük. Özelikle Hamit ile Yıldıray’ın oynadıkları takımda sadakat gösterdikleri takım oyunundan kendilerini sıyırmalarını yadırgadık. Sonuçta ilk beş dakikada rakip hatasıyla bulduğumuz iki golle yetindik.Avusturyalı hakem iki takımın birer penaltısını süzemedi. Özellikle Necati’nin kaleci tarafından indirilişi çok açıktı.Ay - Yıldız’ın muhteşem ambiansının yürek kabartan güzelliği vardı. Ancak o bayrakları sallayanlardan aynı güzellikte örgütlü bir ses düzeni de beklemek hakkımızdı.
‘’Tümer sen ancak!..‘’
Futbol kabuk değiştirdikçe, lokal tespitler de yerini daha geniş açılımlara terk etmek zorunda galiba... Kimi zaman, siz rakip ceza alanının yanı başında iken, keyfe keder kaptırdığınız bir top, dönüp 10-15 saniye içinde kendi kalenize gol olarak yansıyorsa, sanırım artık takım oyununa gerekli saygıyı göstermeyen, her bölge futbolcusu için ‘bencillik yapıyor’ diye düşünmek gerek.Son 3-4 haftadır Beşiktaş’ta topu rakibe en fazla hediye eden oyuncu; takımın en teknik diye tabir edilen ismi, Tümer... Maç boyu en az 15-20 pas yanlışı ile boy gösteriyor. Peki, sol ayağındaki hünerin el isabetinden daha güçlü olduğunu ispat ettiği halde, bu futbolcu kardeşimizin ‘sorunu ne’ acaba?Geçtiği her aksiyonda oyunun başaktörü olma içgüdüsü...Başlangıç ile final arasındaki aşamayı tek başına üstlenme sevdası...Sadeliği aşağılama, her defasında alengirli ve zorlu olana tapma!..Paylaşmayı sadece sonucu kendine dönük olduğunda seçme...İşte bu ego; onu takımı adına yapması gerekenlerden bihaber duruma düşürüyor. En basit pozisyonlarda hataya sürüklüyor.Kendi istediği doğrultuda, belki defalarca başlayıp bitirdiği denemeleri oldu. Tüm telif hakları kendine ait pozisyonların kahramanı olduğunda ise, bu hazzı doruklarda yaşamaktan da kaçınmadı. Olumsuz eleştiriler karşısında, “Beni ancak Tanrı yargılar” dövmesi ile verdiği karşılık da, futboldaki hayatının ben merkezli döndüğüne olan aşırı inancın ifadesiydi.“Üstün ve fazla olduğuna inandığı beceri sahipliği” aslında onun en sinsi düşmanı...Ve bunu, eğer futbolculuğundan sonra teknik direktörlüğe soyunursa ve de takımında kendi futbolculuğuna birebir benzer oyuncu ile karşılaşırsa, ancak o zaman anlayacak...
‘’Bursa yörüngeye girdi‘’
Sivasspor’un dinamik orta alanı ile boğuşmayı seçmedi Bursaspor. Sağ kanat merkezli ataklarını yoğunlaştırdılar. Burada da Orhan’ın üretkenliği öne çıktı. Ama aynı paralelde sol kanattan İlyas’ın katkısı yetersizdi. Sivasspor’un yüksek fizik gücüne dayalı oyununa karşı, Bursaspor’un Süper Lig görgüsü taşıyan oyun planlamasının arasındaki fark, ilk yarım saatin ardından belirginleşmeye başladı. Bursaspor’un artan baskısı karşısında, Sivasspor’un adım adım kendi sahasına kapandığını gördük. Bu bölümde de savunmanın göbeğindeki Can ve Hakkı ile kaleci Akın’ın yükü de hayli ağırlaştı. Bir ölçü koymamız gerekirse, Süper Lig’in çoğu maçına oranla, gerek aksiyon gücü ve temposu, gerekse pozisyon fazlalığı olarak zengin bir karşılaşma izliyorduk. İkinci yarının tek hakimi Bursaspor’un ofansif anlamda hatrı sayılır çabaları, rakip ceza alanında son vuruş eksiğine takılıyor, ikinci çözümde sığınılan dış şutlar bilmem kaçıncı denemede nihayet evsahibinin en olgun oyuncusu Frasinanu’nun ayağından ağlara gidiyordu.Konuk ekip, beraberliği yakalamak için Mehmet Yıldız ile çok önemli iki fırsatı yakaladı ama sonuca ulaşamadı. Bursaspor hakettiği 3 puanı alarak umutlarını güçlendirdi.
‘’Adamın içinde olacak‘’
Enteresan olan güçlü ofansif zenginliğe sahip Trabzonspor’un savunmasında sorunlar olan Beşiktaş’a karşı 90 dakika boyunca pozisyon kısırlığında kalmasıydı. İbrahim Üzülmez, Yattara’yı tam anlamıyla sahadan silerken Toraman’ın da Gökdeniz’e yapışık oynaması Bordo-Mavililer’in hücum çeşitlemelerine set çekti. Koray doğru zaman hamleleriyle savunma dengesini iyi tuttu. Ahmed Hassan’ın çalışkanlığı ve Ahmet Dursun’un araştırıcılığı Beşiktaş’ı nispeten hareketli gösteren faktörlerdi. Eğer Szymkowiak gibi bir oyuncu Beşiktaş orta alanında olsaydı, futbol adına Siyah-Beyazlılar için de konuşulacak olumlu yönler çok daha fazla sıralanabilirdi. Daha Trabzon şehrini bile tamamen gezmemiştir sanırım... Ancak formasının sorumluluğunu ve kavgasını Trabzonlu çoğu oyuncudan çok daha öne çıkarmasıyla dikkat çekti Polonyalı. Futbol kalitesi olarak vasata yaklaşmayan oyun tam ‘berabere bitecek’ derken Beşiktaş’ın maçın başından sonuna kadar esirgemediği hırsı ona son dakika golü olarak geri döndü. Zorlama ile bu iş olamaz, adamın içinde olacak. Daha neresinden itelerseniz iteleyin Selçuk Dereli’nin hakemlik geleceği için fazla iyimser işaretler yok. Aynı şey tribünler için de geçerli. Küfürü önlemek, kampanya ile olmaz. Dedik ya adamın içinde olacak...
‘’Bölücü penaltı!‘’
Peki, mesele son derece basit bir teknik yorumu gerektirdiği halde, niye bu kadar dallanıp budaklandırıldı?Bu kez sebebi, odak noktasında Fenerbahçe’nin olması değil, hakem yorumcularının futbolumuza vurduklarına inanılan darbe.Gaye, pazar akşamlarının 3 spor programındaki hakem yorumcularının gittikçe yörüngesine kayan futbolu, bu kendini bilmezlerin elinden kurtarmak. Karşı bir cephe oluşturup, onların ‘siyah’ dediğine ‘beyaz’ diye direterek etkinliklerini kırmak. Bu sayede belirleyicilik ve bilgelikte yitirdiklerine inandıkları ‘söz sahipliği iktidarı’nı tekrar ele geçirmek.Bu oyun tarzı sonuç getirmez. Sizin takımı kendi ceza alanına hapseder. Kendi taraftarınız bile bu oyun şeklinizi yuhalar. Siz ona ‘penaltı’ derseniz, bugüne dek gittiğiniz bütün Dünya ve Avrupa Şampiyonaları’nın size turistik seyahatten başka yararı olmadığını da itiraf etmiş olursunuz. Millet de ‘keşke aldığınız o harcırahlar toplamı ile memlekete iki çim saha yapılsaydı’ diye iç çeker.Var var, hiç merak etmeyin. Sizin ağzınızın ve kaleminizin körü körüne boyunduruğu olmadan yazıp, konuştuklarınızı elekten geçirip, muhakemesini dimdik ayakta tutanlar da var. Şükürler olsun ki, o kadar da düşmedi bu halk. Aksine, onlarca TV’den yüzlerce maç izleyip kıtalar arasına uzanan standartlardan haberdar olanlar gün geçtikçe çoğalıyor. Ancak ne yazık ki, her seferinde olduğu gibi yine sessiz çoğunluk bunlar. Değerini ve doğruluğunu, aldıkları ağzı bozuk elektronik mesaj sayısı ile ölçenlerin dünyasından değiller. Size bu noktada katkı sağlayamazlar.Dikkat ediyorum da, reyting kuralları futbol kurallarını zorlamaya başladığından bu yana tribün terörü de hızla tırmanıyor. Küfürün ve şiddetin lanetlendiği köşeler ve ekranlar: Lütfen biraz daha standart.
‘’Koray gelsin!‘’
Çağdaş oyundayken, Beşiktaş’ın ön kötü oyuncusu Koray’dı. Çağdaş çıktıktan sonra, Beşiktaş’ın en iyi oyuncusu yine Koray’dı. “Amma da üstüne gittin. Senin yüzünden iki takım arkadaşının arası açılacak” diye düşünebilirsiniz. Ancak benim derdim, arası zaten açık olan Beşiktaş savunması ile ilgili... Savunma dediğimiz şey, sonuçta doğru yerleşimdeki doğru hamlelerin toplamıdır. Harcı da uyumdur... Hamledeki zamanlama yeteneklerini üst düzeyde diye tanımlayabileceğimiz Koray’ın bu kadar yanlışı üst üste yapmasının nedeni de göbekteki partneri ile yaşadığı uyumsuzluğu olmuştur.Burada önemli bir nokta daha var... Çalımbay oyuna müdahale edene kadar hemen hemen tüm hamleleri karavana olan bir Koray vardı. Ne olursa olsun bir oyuncu böyle bir yarım saat geçirdikten sonra demorolize olur ve oyundan düşer. Fakat aynı Koray, Çalımbay’ın müdahalesinden sonra değişen düzende, kalan bir saati hatasız geçirip, hatta oyunun ofansif yönüne de katkı sağlamıştır. Bu da onun mental kapasitesindeki olgunluğun bir belgesidir. Gelelim, Rıza Çalımbay’la ilk kez bir maçta atılan 4 gol meselesine...Savunma prensiplerini önde tutan felsefesinin etkisi, Çalımbay yönetimindeki Kartal’ın gol yollarındaki kısırlığının sebebi diye gösteriliyordu. Oysa bu maç da belli etti ki, Siyah - Beyazlı ekibin önceki oyunlarda ofansif aksiyondaki tek eksiği, çabukluk özelliği olmayan forvetlere bel bağlamasıydı.Veysel Cihan ve John Carew rakip savunmayı aşacak hız ve çabukluktan yoksundu. Bu ikiliden verim alınacak kanat etkinliği de üretilmediği için pozisyon sığlığı gündeme geliyordu.Ahmed Hassan ve Ahmet Dursun, hücumda hız ve çabukluğa öncelik tanındığında sonuç alınabileceğini gösterdi. Ahmet Dursun’u bilemem, ama bu birikimde Del Bosque döneminden bu yana Beşiktaş’ta gole en yakın isim olan Ahmed Hassan’ın forvette düşünülmesinin yararları, bundan sonraki maçlarda da görülebilir.