‘’100. dakikadaki tablo‘’
O pankartları açanlar, azınlık. Olsa, olsa hepsi birkaç yüz kişinin iradesi. Ama maç bitimindeki alkışlar öyle mi? 50 bine yakın sporsever bir olup, alkış tuttu Kartal’a...En olumsuz koşullarda ayakta kalmayı başarabilen bir direnişe saygı gösterdiler. Kendi evlerindeki saltanatın, böyle bir darbe yemesini hazmedemeyebilirlerdi, tersini yaptılar. Müthiş bir olgunluk ve centilmenlik sergileyerek, saygınlıklarını öne çıkardılar. Böylelikle o pankartları da bir anlamda tekzip etmiş oldular. Kadıköy’deki bu tarihi derbi, elbette uzun süre hafızalardan çıkmayacak. Bu kesin, ancak bitiş düdüğünden sonraki tablo, her şeyden anlamlıydı...Buradan yola çıkalım. Yensek de, yenilsek de seyredelim, güzelleşelim.Beşiktaş Teknik Direktörü ÇalımbayÇok özel bir maçtı. Çalımbay’ın yaptıkları veya Daum’un yapamadıklarının değil, bunların çok ötesinde gelişenlerin damgasını vurduğu bir 90 dakika yaşandı, Kadıköy’de...Rıza Çalımbay, “Yenmekten başka çaremiz yok” dedi, doğru çıktı. “Barnebau’da oynasak, fark etmez” dedi, fark etmedi. Ama asla sahaya koyduğu taktiğin başarısı ile kazanmadı. Zaten bunu da söylemedi. Bu anlamlı galibiyeti, oyuncularının müthiş direnişine mal etti. Çünkü kendisi de gördü ki, adam markajı ve öne sürdüğü savunma ile durdurmayı planladığı Fenerbahçe, daha ilk 45 dakikanın sonunda tarihi bir farkla soyunma odasına giren taraf olabilirdi.Sadece Anelka’nın, Ali Güneş’i çarşı - pazar dolaştırması ile Beşiktaş kalesi zerzevat torbasına çevrilebilirdi.Bu sonuç, Beşiktaş teknik direktörlüğü için Rıza hocanın, rüştünü ispatlamaya yetecek ve artacaktır. Ancak Beşiktaş’ı teknik olarak yönetmenin tarzı asla bu olamaz...Şu an bekleme durumundayız. Bu, Rıza hocanın kucağına verilmiş bir kadro. Geçiş sürecinde bazı mecburiyetler olabilir. Çalımbay, kendine ait bir takım kurduktan sonra, Beşiktaş’ın esas tarzı da o zaman belli olacak...Kaleci Oscar Cordoba...Penaltı kararında Bülent Demirlek hatalı, tamam... Ancak Demirlek’i o düdüğe zorlamada, Cordoba’nın hiç mi günahı yok? Onun gibi bir tecrübe abidesinin, sırtı dönük aut çizgisine giden Tuncay’ı, üstelik de Çağdaş’ın yakın takibindeyken kovalaması ve bu şekilde kalesini terk etmesi mi gerekiyordu?Çok önemli bir maçın yıldızı konumundayken, iki hareketle skoru rakibine teslim eder duruma düşürmesi, Cordoba’nın kaleciliğinden çok, sorumluluk anlayışını sorgulamaya mecbur bırakıyor bizi.Beşiktaş da bu sorgulamayı, sezon sonunda yapmalı bence...
‘’Pancu, Rüştü'den iyiydi!‘’
Sadece ilk 20 dakikasına bakılacak olursa Fenerbahçe’nin 4-5 farklı öne geçmesi işten bile değildi. Bir maçtan çok düelloyu andırıyordu. Bir derbi için topun kalecilerin burnunun dibinde gezme yüzdesi hayli yüksekti. Fenerbahçe’nin ilk 15 dakikada kaçırdıkları hariç sonrasında her vuranın gol bulması gibi... Beşiktaş kendinden beklenmeyen ne varsa onu yaptı. En büyük direnişçisi Cordoba idi. Ta ki, önce Alex’in golünde, sonra da penaltıya sebebiyet verdiği pozisyona kadar. Fikirler değişmişti. Beşiktaş’ın en büyük direnişçisi maçı veriyordu adeta. Olmadı, yine bizi bir sürpriz bekliyordu. Pancu geçti kaleye. Lucescu döneminde bir kalede oynamadığı kalmıştı, o da bu tarihi düelloya kısmetmiş. Çırpındı, yattı, kalktı, bütün izleyicilerin şaşkın bakışları arasında belki de maçın en önemli şahsiyeti olarak sahayı terketti. Üstelik Cordoba’nın da namusunu temizleyerek... Dedik ya böylesi bir daha az yaşanacak. Maçın şık gollerini bile bu karambolde unuttuk. Özellikle İbrahim Akın’ın golü harikaydı. Kırılma noktasına gelince... 12. dakikada Çalımbay, onu, soldan sağa aldığında Ali Güneş’e neredeyse suni tenefüs gerekiyordu. İbrahim Toraman, Anelka’nın karşısına geçti, Fenerbahçe fırtınası dindi. Ondan sonrası mı... Olmayacak ne varsa oldu ve bitti.
‘’Tek kozlu Beşiktaş‘’
Dolayısıyla, Beşiktaş’ın yegane felsefesi oynatmama üzerine kurulu olacak.Bizim futbol düşüncemizde ‘mevzu, rakibi oynatmamak’ olduğunda, yaygın olan alternatif, kendi kalesine en yakın mevzideki savunma fazlalığıdır. ‘Kaynağından kurutma yöntemi’ pek düşünülmez.Örneğin; kanatları güçlü bir rakibin kenar aktivitelerine karşı, onların kenar ortalarını önlemek yerine, ceza alanına bir fazla savunmacı eklenir. Oysa fizik gücünüz elverişliyse, kaynağından kurutma yöntemi daha geçerlidir. Bu şekilde atağı kestiğinizde en azından sizin de bir karşı hücumla yanıt verme şansınız doğar.Başarabilirse, bence Beşiktaş’ın da, Rıza hocanın da ‘olmazsa olmaz’ı, kazanma kozu budur.Bu noktada Fenerbahçe’nin kanat kulvarlarını tutmak, Alex kadar Aurelio’nun da oynama sahasını daraltmak şartı vardır.Tek forvetli bir düzen, Beşiktaş için kanımızca en makul kurgu olur.Fenerbahçe’nin kanat bindirmelerine önlü arkalı kademe getirilip Okan ve Pancu gibi isimler kenar beklerin önüne baraj çekilirse, Beşiktaş’ın da oyuna ve skora ortak olma şansı yükselir.
‘’Fenerbahçe, Trabzon değil‘’
Kafamızda, çok benzer bir düzende Galatasaray’a karşı yer alan Beşiktaş canlandı. Hakan Şükür, Necati ve Ribery’ye vurulan kelepçe doksan dakika boyunca fazla işe yaramamış, aksine geriden çıkan rakip oyunculara çok elverişli oynama sahaları açılmıştı.Kaldı ki, Beşiktaş hafta sonu kanatları aynı ölçüde etkili kullanabilen bir rakibe karşı oynayacak. Ayrıca şu an İbrahim Üzülmez’in eksilmesi ile savunmasının kenarlarındaki zaafları da hayli fazlalaşmış durumda.Bütün oyun içi istatistiklerinde açık ara önde olmasına rağmen Fenerbahçe’nin oynadığı futbol çok tartışılıyor. Bu kadrodan beklentileri yüksek olanlar, tempo ve organizasyon eksikliğini gözönüne aldıklarında, haklı da sayılabilirler. Ama farklı bir açıdan da bakmak gerek. Aynı oranda, Fenerbahçe’nin zaafları hiç konuşulmuyor. Çünkü, yok denecek kadar az... Daha doğrusu, bu ligdeki diğer ekiplerin (Beşiktaş farklı değil) hele ki Kadıköy’de, onların temelde varolan zaaflarından yararlanması ve sonuca gitmesi oldukça zor.Beğenilse de beğenilmese de Sarı-Lacivertliler’in futbolunda yerleşik iki temel düşünce var.Birincisi; oyunu sürekli rakip alanda oynama isteği...İkincisi de, topu olabildiğince kendi takımında tutma düşüncesi...Kadıköy’de ikisini de başarıyorlar. Dış sahalarda ise kimi zaman oyunu karşı alana domine etmekten nispeten ödün veriyorlar.Sonuçta ligin en az top kaybeden, en çok top çalan ve pas yüzdesi en güçlü ekibi Fenerbahçe...Beşiktaş ise hatalı pastaki yüksek yüzdesi ile ön sıralarda...Bu konumunuzla az pas hatası yapan bir ekibe karşı iki üç oyuncunuzu da adam markajı ile görevlendirirseniz, saha içi iletişiminizde Ali Sami Yen’de olduğu gibi hatlar kopabilir.Belki bir tek Alex’in oynama sahasının daraltılması düşünülebilir.Bir de Rıza hocanın, Trabzonspor maçını önemsediği kadar, ilk yarıdaki Beşiktaş-Fenerbahçe karşılaşmasının kasetlerini de dikkate almasını öneririz.Okan’ın Aurelio’nun santral alanına müdahale etmesi ile yarattığı tahribat, bayağı etkili olmuştu da...
‘’Golün hangisi atılmalı!‘’
Çok geçmedi... Norveçli, pek de kendisine ait olmayan türde bir füze ile takımını öne geçirdi. Sonra, bu kez kendi klasiğine yakın ikinci bir sayı daha kaydetti. Ardından da, sanki kaçırdığı pozisyonda hocasının sitemini duymuş gibi, “İşte bunları atarak, telafi ettim” anlamında yanına koştu.Şimdi Carew’in kendini akladığını, Rıza hocanın acele ettiğini ve belki de önyargılı davrandığını düşüneceksiniz. Ben tersini savunuyorum; Rıza hoca haklı bir sitemde bulundu. Teknik direktörler, futbolcusunu önce normal yapması gerekenler boyutunda değerlendirir. Futbol bir bütün de olsa, bu bütünün içinde her futbolcunun en çok karşılaştığı pozisyonlar farklıdır. İşte futbolcunun değeri, en çok karşılaştığı pozisyonlarda lehine elde ettiği sonuçlarla ölçülür.Carew kalmalı mı?Son maçtaki performansına bakarsak, Norveçli santrfor Beşiktaş’ta kalmaya niyeti olduğunu açık açık ifade etti. Bir de Fenerbahçe maçında denk düşer de özel bir durum yaratırsa, şu an için henüz karar aşamasında olan gidecek - kalacak yabancı listesi de yeniden gözden geçirilir.Yanıltıcı olmak istemem, ancak Carew’in kalmasına karar verilirse, bu durumda gelecek sene için düşünülen tüm takım formatının da bir daha gözden geçirilme mecburiyeti doğacak.Carew, cezaalanı santrforu değil. Çabukluğu yok. Uzun boyuna rağmen, kaleye yönelecek yüksek toplara da hiç talip değil. Sadece cezaalanı dışında topu alıp, yüzünü dönerse, dripling ve şutör özellikleriyle etkili olabiliyor. Bu da, kuracağınız takımda sınırlı bir ofans gücü demek...Her milletten futbol!Beşiktaş, özellikle de yabancı transferinde basına yansıyan şekliyle, gerçekten kapsamlı ve ciddi bir işe soyunacaksa, Cordoba hariç dört yabancıyı bir paket halinde değerlendirmeye almalı. Madem çalışmalar içinde pilot ülke Fransa öne çıkıyor, en azından bu ekolden homojen bir dörtlü yeni kurulumda uyumu çabuklaştırır.Şu anki Beşiktaş’a bakıyoruz; Birleşmiş Milletler gibi... Kalede bir Kolombiyalı, geride bir Brezilyalı, orta alanda bir Rumen, bir Mısırlı, oynamasa da yanlarında bir İspanyol. Son olarak ileride de bir Norveçli...Sende buluştukları tek nokta yok. Sen hepsinin yöreselliğine uymak zorundasın. O zaman insanın aklından, “Acaba bu takımı Cofi Annan mı yaptı” diye geçmiyor değil...
‘’Carew kalmaya niyetli‘’
Mükemmel iki golünün yanında etkili driplingleri ile Ankaragücü savunmasını en çok hırpalayan isim oldu. Çalımbay da, hakettiği alkışları alması için onu son dakikalarda kenara aldı. Siyah-Beyazlılar’da ofansif zenginlik bu şekilde seyrederken savunma belki de Çalımbay geldikten sonraki en formsuz yerleşimini sergiledi. Ali Güneş güçsüz, Çağdaş da gerçek yeri olmadığı için kenarlarda kademe zaafı yaşandı. Ankaragücü’nün, Yılmaz Vural’ın kurduğu savunmadan yediği darbelerin ardından oyun direncini kaybetmesi doğaldı. İkinci yarı oyunu riske ettiler ama bir kâr elde edemediler. Bundan sonraki 7 haftada zorlanacakları kesin. Sergen’li orta alan pek işler gözükmedi. İbrahim Akın da çok top ezdi. Pancu ile Tümer oyuna girdikten sonra tablo değişti. Ahmet Dursun ve Ahmed Hassan da hareketli oyunlarıyla hücum çeşitlemelerine katkıda bulundular. Başta da söylediğimiz gibi savunmanın kenarları dışında sorun yoktu. Ankaragücü oyundan erken çekilince Beşiktaş da rahat bir galibiyet aldı. Serdar Tatlı ise geçen haftalara oranla formsuz gözüktü.
‘’Ne ekersen onu biçersin‘’
Sitem ediyor Başkan...“Küfüre hayır kampanyası başlattık. Bizim ülkeden ses geleceğine, komşu Yunanistan konuya daha duyarlı yaklaşıp beni ülkelerine davet etti” diyor.Sayın Demirören şunu da düşünmeli: Beşiktaş acaba 2000’li yıllara kadar ‘küfüre hayır kampanyası’ başlatması gereken en son kulüp konumunda iken, neden bu illet davaya karşı ilk bayrak açan zorunluluğuna düşmüştür.Yaratıcı zekası, espri gücü ve zor günde takımını sahiplenmesiyle nam salan taraftarı, neden en son anılacak küfür ve şiddetle özdeş hale gelmiştir.2000 yılında Efsane Başkan Süleyman Seba’nın gidişiyle açılan yeni sayfada başlıyor her şey...Bugün Sayın Demirören’in bir başka sitemine konu olan ‘üç büyüklerden Beşiktaş’ı silmek istiyorlar’ iddiasının da, beş sene önce Beşiktaş’a yönelen bir tehdit olarak algılandığı ortaya çıkıyor.Yeni kuşak gençler, yeni düşüncelere yelken açmak için kolları sıvıyor. Geçmiş 16 senenin bağnazlığından şikayetçi oldukları için ‘Beşiktaş’a çok yeni bir imaj lazım’ ortak fikrinde buluşuyorlar.Ne olacak?Beşiktaş popüler olacak... Reaksiyonsuz, reflekssiz ve ne verirlerse ona rıza gösteren konumundan hızla sıyrılıp, Galatasaray ve Fenerbahçe’ye birinci sayfalarda refakat edecek.Seçilen yöntem, agresif psikoloji...Amaç, sahadaki sessiz Beşiktaşlı’yı da harekete geçirmek...Önce tribünleri heyecanlardırmak; Galatasaray ve Fenerbahçe’nin gittiği yoldan onlarla bütünleşmek...Elbette bunun için saha içi aktörlerine de gerek var. Pascal Nouma ve İlhan Mansız gibi seçimleriniz, düşündüğünüz gibi süper tuttu. Bu karizmatik agresiflerle hayli başarılıyız.Devam...Biz ne yapalım?Sürekli hakemleri öne çıkarıp hakem hatalarını konuşalım. Beşiktaş’ın yenen haklarından bahsederek futbolcu ve tribünleri koruyalım. Bu şekilde, bu ülkede geçerli şartlarla saha içi başarıları da gelir.Gelmez...İşte sahada ve tribünde sporcu kimliğinden uzaklaşan birimler, sonunda sizi yakar. Popüler olma sevdası patlar. Sonra ayıkla pirincin taşını... Durumu kurtarmak için yine aynı politikaya özgü bir yığın işi bitmiş ama imajdaki varlığı önemsenen oyuncuyla Beşiktaş’ın geleceğini ipotek et, üstüne 60 milyon dolara yaklaşan borcu karşında bul ve önümüzdeki sezon içinde kara kara düşün...2000’den bu yana Beşiktaş’ı popüler yapma sevdasından doğan görev zararı, nereden bakarsanız bakın, 100 milyon doların üstünde.Neler kazanıldı, neler kaybedildi?Deydi mi, deymedi mi diye iyi düşünmek lazım.Beşiktaş bu şekilde devam ederse, kimsenin dahli olmadan (Galatasaray ve Fenerbahçe’ye gerek yok) kendi kendini bu grubun arasından soyutlar. Oysa ticari aktifte güçlü gayrimenkulleri, kendine hayli hayli yetecek tesisleriyle ayakta kalacak en güçlü kulüp Beşiktaş’tır.Çözüm; işletmede ve doğru yönetmede...Galatasaray ve Fenerbahçe’nin 100 trilyonun üzerinde vergisi affedilirken, sen 15 trilyonluk borcunla onlara ‘fit’ olup hakkını aramazsan, tabii ki çırak çıkarsın!Sen ‘kurumum’ diye geçinip bir çuval dolu dolarları menacerlerin tavsiyeleri ile transfere yönlendirirsen, tabii ki, hakem konuşmaktan başka kendini kurtaracak yol bulamazsın.Bu yanlışlara rağmen ‘hakkımızı yedirmeyelim’ diye tribünlere yönelirsen, kapalının bir sezonuna ait sattığın kombineyi onlar da sana geri ödetirler.Beşiktaş’ı bugün saran gruplar, artık zararlı hale gelmişse, bu örgütlenmelerin hep yönetim kaynaklı desteklerle güçlendiği unutulmasın.İşin çözümünü bu saatten sonra başkanlık sisteminde aramak da pek mantıklı gelmiyor.
‘’Fadhel geçit vermedi‘’
Maç kondisyonundaki yetersizliğe rağmen Carew’in takıma dahil oluşu, savunmayı yıpratmakta etkili olmuştu. İbrahim Akın ve Ahmed Hassan ile orta alandan verilen destek yeterli olunca geriye sadece son vuruşlardaki isabet kalıyordu. İşte bu bitirci noktalardaki beceri noksanlığına kaleci Fadhel’in de müthiş performansı eklenince bu ofansif zenginlikten gol çıkmadı. Beşiktaş’ın bu oyun gücüne ev sahibinin kontratak anlayışı dışında bir düzen kurması mümkün değildi. Ne var ki, bu anlayışta sonuca gidecek Sinan Kaloğlu ve Eser’den oluşan forvet gücü de bilinen prosedüre takılmıştı. Geriye kalan birikimde başta kalede Fadhel, savunmada Stavrevski, orta alan - forvet birleşiminde ise Serdar Samatyalı’nın öne çıktığı oyunda Diyarbakırspor 1 puan da olsa bu kazanca sevindi. İkinci yarı İbrahim Akın - Okan değişiminden sonra Beşiktaş’ın karşı kale caydırıcılığı zayıfladı. Carew’de yorulmuştu. Oğuz Çetin, Jupi’yi de oyuna sürünce Diyarbakırspor nispeten rahatladı. Beşiktaş ilk yarıdaki temposundan uzak kalmış olsa da ikinci yarıda da pozisyonlar elde etti ancak 3 puanı getirecek vuruş Sergen ve Veysel’in kafalarından da isabet bulamayınca maç da başladığı gibi golsüz bitti. Maç öncesi, maçın adamı Cem Papila’ydı. Beşiktaş - Samsunspor maçıyla ünlenen bu isim, daha sonra sürdürdüğü formunu bu maçta da devam ettirdi.