‘’Bir fenomenle yaşayanlar...‘’
İki Ankara deplasmanından tulum çıkaran Beşiktaş, araya önemli bir kupa zaferini de kattı. O zaman bu serinin bir öncesindeki Fenerbahçe’ye karşı ligdeki kaybediş, Beşiktaş’a şerden çok hayır getirdiği gerçeğini mi açıklar bize! Bunu elbette tam olarak bilemeyiz. Ama kupa zaferinden sonra Ankaragücü karşısındaki önemli sınavda disiplin ve kazanma hırsından hiçbir şey kaybetmemiş gördüğümüz Beşiktaş’ın, olgun takım bilincine ulaştığını söyleyebiliriz.
Saha içindeki Denizli’yi, bir 10 yıl daha geçse eminim ki hâlâ tartışıyor olacağız. Ama onun gerçek hüneri, her maçı bir hafta öncesinden oynamaya başlamak olsa gerek. Örneğin, koşulları düzenlemesine bir bakalım... Beşiktaş’ın 10 günlük turnesindeki üç önemli galibiyetinde, İstanbul’a uğramamanın payı az mıdır? Bu 3 önemli karşılaşmada Kartal’ın teknik ve taktiğinden çok galibiyetlere damga vuran yönü, kazanma hırsı ve yüksek konsantrasyon olarak öne çıkmışsa, Denizli’nin hakkını vermemiz gerekir.
Son 10 haftada bir adım daha fazla öne çıkan iki cengaver var bu takımda; Toraman ve Üzülmez...
Sezona birbirlerini yiyerek başlamışlardı. Şimdi sırt sırta Beşiktaş’ın şampiyonluğu için amansız bir kavga sergiliyorlar. Bu ikilinin ortak ve örnek mücadelede buluşmasından da Denizli’yi soyutlayamayız.
Fenerbahçe mağlubiyetinin ardından, yaşadığı o 90 dakika için, “10 yılım gitti” itirafını zorunluluk saymıştı Mustafa hoca. Sonraki 3 maçta gördük ki, aldığı o güçlü darbeye karşılık hasar oluşmamış bu takımda...
İlk 11’e yazıldığı halde maça başlamayan bir futbolcunun zihnine ulaşmaya çalışalım isterseniz... Sonra da aynı oyuncunun skoru perçinleyen performans kabiliyetini ölçelim... Dedik ya, Mustafa Denizli’ye artık 4-3-3/4-4-2, ofansif/defansif, tandem/baklava penceresinden bakmak yanlış olur. Zira futbolcunun adalesine giden yolun, kalbinden geçtiğine inananlardan o... Ve biliyor ki, bütün kazanımlarını bu sezon hiç kazanamadığı bir derbide yitirebilir. O sebepten, belki de bu hafta sonu kariyerinin mihenk taşı sayılabilecek sınavlarından birine çıkacak. Ankara’dan çıkardığı çok önemli 6 puan ve aradaki kupa zaferine rağmen sakın ha, kafanı boşaltma hocam... Zira artık İstanbul’dasın...
‘’Ernst'in golü‘’
Beşiktaş futbol olarak çok kaliteli bir oyun ortaya koymasa da birinci sınıf bir mücadele ve birlikteliği sergileyerek kazandı dün gece. Mücadele birlikteliğinden kastımız Bobo ve Tello’nun da takım savunmasına ait katkılarıydı.
Denizli’nin maçtan dakikalar önce Ekrem’in yerine Zapotocny’yi seçmesi Ankaragücü’nün üç agresif forvetle yükleneceği kurgu adına çok doğru bir tercihti. Sahanın her alanından faul, taç hatta aut atışlarını ceza sahasına indirme planındaki Başkent ekibine karşı Zapotocny’nin de dahil olduğu üç stoperli savunma işe yaradı.
Maçın kırılma noktası derseniz Ernst’in golünü söyleriz. Ankaragücü beraberliği yakaladıktan sonra gücünü hiç kesmeden yüklenecek ve Beşiktaş oldukça sıkıntılı dakikalar yaşıyacaktı. Ernst’in golü bu anlamda zamanlama olarak rakibin direncini kırdı. Totalde yine mükemmel bir savunma anlayışı vardı Beşiktaş’ın ama İbrahim Üzülmez savunmasının yanı sıra Beşiktaş hücumlarında da takımını ileri taşıdığı için parmak ısırttı. Yusuf-Ekrem değişikliği de zamanlama açısından Denizli’nin doğruları arasındaydı. Genelde ilk yarı 11’lerinde umduğunu bulamayan Mustafa Hoca ikinci yarı değişimleriyle bunu telafi etmişti. Bu kez doğru başladı ve doğru bitirdi.
Ankaragücü üç gol yemesine rağmen savunmasındaki Luis Enrique ve İlkem takımlarının en başarılı isimleri idi. Jaba girdikten sonra Beşiktaş savunmasını zorladı ancak ilk yarıdaki Iglesias, Mehmet Yılmaz, De Nigris forveti ayrışınca Sarı-Lacivertliler’in etkisi azaldı. Özetle Beşiktaş yine önemli bir galibiyet aldı. Ernst’le gelen ikinci Beşiktaş golü vuruş tekniği açısından, Bobo ile gelen son gol de yapılış anlamında seyir zevki yüksek aksiyonlardı.
Özkalfa’ya gelince, son derece konsantre, pozisyonlara yakın ve objektifti. Yalnız Ankaragücülü oyuncuların bitmez tükenmez itirazlarına fazla hoş görülü davrandı. Ceyhun’un sahada kalmaması gerekirdi.
‘’Kartal hasretle‘’
Aragones maçtan bir gün önce, ‘iki kere yendiğin bir takımı üçüncü kez yenmek zordur’ derken, galiba haklıydı. Tüm planlarıyla Beşiktaş’ı iki kez yenerken, deşifre olmuştu zira Fenerbahçe. Buna karşılık, Mustafa Denizli’nin alternatifleri güçlü olmalıydı. Son haftaların formda ismi Holosko, Fenerbahçe’yi tehdit eden en güçlü Beşiktaş aktörüydü ilk yarıda.
Futbolun sağı solu belli olmuyor. Futbolcunun da öyle. Bobo ikinci golü atana kadar, takımının pasif oyuncusuydu. Keza Yusuf’ta Beşiktaş’ı öne geçirdikten sonra, üstlenmesi gereken görevlerin uzağındaydı. Ama dediğimiz gibi işte. Bir saatlik dilimi verimsiz görüntülerle geride bırakan bu iki Beşiktaşlı, son yılların en farklı galibiyetine imza koyup çıktılar maçtan. Maçın büyük bölümünde oyunu karşılayan taraftı Beşiktaş. Ama ikinci golü attıktan sonra, rakibinin üstüne çok gitti. Sağlı sollu ataklarlada, Sarı-Lacivertli savunmayı canından bezdirdi.
Beşiktaş’ın her galibiyetinde önde oynayan oyuncuları kadar, defansif aktörlerinin de rol aldığını görüyoruz. Dün gecede Gökhan Zan, savunmadaki büyük başarısıyla öne çıktı. Oyun berabereyken Hakan Arıkan’ın kritik kurtarışları da, Beşiktaş’ın geriye düşmemesinde pay sahibiydi. Sonuçta kaliteli, hareketli ve bol pozisyonlu ismine yakışır bir final izledik. Beşiktaş özellikle de, ikinci yarı performansıyla bu farklı galibiyeti hak etti. Ve müdavimi olduğu kupayı bir kez daha müzesine taşıdı. Bünyamin Gezer, uydurma penaltıyı çalmasa, notunu yüksek tutabilirdi.
‘’Savunmacılarla kazanmak‘’
Eğer maçı seyretmediyseniz, 1-4’lük skor sizin önyargılarınızı geliştirebilir, ama aldanmayın. Beşiktaş’ın 2. golü bulduğu 71. dakikaya kadar eşine ender rastlanır, kora kor bir mücadele vardı Ankara’da. Tabiri caizse; Delikanlıca. Yine skora aldanmayın. Bu skoru sağlayan Beşiktaş’ın öndeki oyuncuların başarısı değildi, aksine savunmacılarıydı. Maçı tutan ilk iki isim; Rüştü ve İbrahim Toraman’dı. Bu arada Ankaraspor’un Ediz’i de kendi savunmasındaki büyük başarısı kadar, beraberliği sağladığı golle, şampiyon adayı Beşiktaş’ın karşısındaki en büyük direnişçi sıfatıyla yer alıyordu. Hücuma dönük üretici bir Beşiktaşlı soracak olursanız, sadece Holosko’nun isimi verebiliriz dün gece için.
Mustafa Denizli, Delgado-Yusuf-Tello üçgenindeki tercihlendirmeleriyle bu kez doğruyu bulan teknik direktör görüntüsüne sahipti. Delgado’nun asistini, Yusuf’un rakip ceza alanına yakın yerlerdeki birkaç oyalama eylemeni bir kenara bırakırsak, Siyah-Beyazlılar’ın hücumda bilinçli ve organize olduğunu söyleyemeyiz. Ama bu ligdeki mücadele küçük detaylara bağlı. O detaylar arasında Yusuf-Delgado ikilisinin başlangıcı ile Tello’nun oyuna dahil oluşunun zamanlaması mükemmel. Bu tasarrufların sahibi de; Denizli. Sarı kartı olan Sivok’un kenara alınıp, Gökhan Zan’ın oyuna dahil oluşu, ikinci 45 dakika için ne kadar doğru bir strateji ise, Uğur İnceman’ın Yusuf’un yerine alınışı da teknik açıdan Denizli’nin tam isabet sağlayan doğruları arasına girdi.
Delikanlı bir maç ve maçın delikanlılarını sıralamıştık... Son bölüme de Halis Özkahya’yı alalım. 90 dakikanın hiçbir bölümünde oyunun konsantresini hiç kaybetmeden ve hemen hemen tek hatalı düdük çalmadan maçı bitiren Özkahya’yı kutluyoruz.
‘’Darbe ve hasar‘’
Derbiyi kaybetmek “Kimin şampiyon olacağı” sarmalında Beşiktaş’a matematiksel olarak pek birşey kaybettirmedi belki... Ancak “Kimin şampiyon olması gerekir” noktasında ağır hasar verdi. Beşiktaş’ın derbideki futbol gösterisi Mustafa Denizli ile yaşanan ikinci yarı tırmanışının altında sağlıklı bir takıma ait ne kadar futbol gerçeği olduğunu sorgulamaya açtı. Kaynağı fazlasıyla motivasyon, birazı da iş bitirici futbolculara dayalı olan bir saha içi mantalitesi Beşiktaş’ı kalan 4 haftada şampiyonluğa taşırsa Denizli’ye ülkedeki teknik direktörler kategorisinde farklı bir paragraf açmak boynumuzun borcu olsun. Ama tersi olup, hele hele de lig sonunda ilk ikinin dışında kalmış bir Beşiktaş görürsek onun bilgeliğini rafa kaldıracağımızı da bilsin.
Kazandığında şampiyonluğun en büyük favorisi olacağı kesinleşecek takımının, Fenerbahçe karşısında ilk 15 dakikadan sonraki teslimiyetine hiçbir müdahalede bulunamaması belki de ilk kez donup kalmış bir Mustafa Denizli portresi çizdi. Hiçbir planı olmayan hücum, aynı şekilde hiçbir önlemi bulunmayan savunma, Beşiktaş’ı en çaresiz futbol kimliğine taşıdı. Delgado-Bobo-Tello hatta Serdar Özkan grubuna tanınan usulsüz kredilerin, sonunda Ernst sermayesini de tüketmiş olduğunu görmek yeterince ızdırap veren bir başka gerçekti.
Yazılı olmayan kural
“İyi oyunda hakkı olmayan doğru kuraldan da nasibini alamaz” diye bir adalet anlayışımı var acaba bizim futbol dünyamızda? Oyunun tartışmasız galibi Fenerbahçe’nin ikinci golü net ofsayttı, oyunun ve maçın mağlubu Beşiktaş’ın buz gibi bir penaltısı güme gitti. Ne diyelim iyi oynayan kazansın.
‘’Hangisi şampiyon adayı?‘’
Konum rahatlığı, eksik kadro zaafını örtmüştü Fenerbahçe’nin. Maçın 5 dakikası geride kaldıktan sonra, oyunun rengi de belli oldu. Selçuk’un liderliğinde son derece koordine bir orta saha yönetimi vardı Sarı-Lacivertliler’in. Semih’in pivot santrfordaki yüksek görev bilinci, Güiza’ya alabildiğince geniş alanlar açıyor ve kontrollü Fenerbahçe orta sahası ile forveti, son derece uyum içinde çalışıyordu. Cisse-Ernst ikilisini bozmuştu Denizli. Sivok bir gözünün ucuyla savunmanın arkasını gözettiğinden, Ernst, orta alanda ıssız adam olarak kaldı. Delgado, Tello ile beraber top rakipteyken yine seyirci kimliğine büründüğü için, ilk yarım saatte balansı bozulan Beşiktaş, maç boyu bunu bir daha toparlayamadı. İlk yarıda sadece Ekrem’in iki yönlü performansı, Beşiktaş adına söz edebileceğimiz tek yeterlilikti. Orta sahada basamayan, rakip alana topu getiremeyen Beşiktaş orta sahası, Holosko ve Bobo’ya da ulaşamadı zaten. Fenerbahçe’nin iyi oyunu tamamdı da yenilen gollerde Beşiktaş savunmasının da zaafları büyüktü. Gökhan’ın düdük çalmadan durması; yıllardır Milli Takım forması giyen bir oyuncu profesyonelliğinin çok uzağındaydı. Buna karşılık bir de ikinci gol yendi ki, Fenerbahçe golden önce, neredeyse 5 dakika topu rakibine göstermeden sonuca gitti.
İşte; bir tarafta hemen hemen şampiyonluk ümidi hiç kalmamış, üstelik de kadrosunun yarısı budanmış Fenerbahçe disiplini vardı, diğer yanda ise, en zinde ve planlı olması gereken yerde, alabildiğine savruk şampiyonluğun büyük adayı. İşte o disiplin, bu kimliği sahada yerle bir etti. Dedikoduların tümü de yapanların yanına kâr kaldı.
‘’Başlarken ve bitirirken...‘’
Eskişehirspor karşılaşması Beşiktaş takımının kritik önem taşıyan maçları nasıl yorumlaması gerektiğine dair bizce iyi bir örnekti.
“Bobo ile Yusuf’un oynamaması hataydı ve görüldü ki onlar oyuna girdikten sonra sonucu değiştirdiler” türünden yapılan eleştiriler, maalesef Siyah-Beyazlı ekibin futbol karakterini yansıtmıyor.
Hücumda en güçlü koz olarak nitelenen Bobo ve Yusuf’la başlamadığı halde geride kalan son üç maçın aksine daha derin bir ofansif baskı kurabildiler. Cisse ve Delgado’nun motivasyon gücü yüksek istekli oyunları bu duruma etkendi. Denizli sadece aylardır fiziksel olarak yetersiz olan Serdar Özkan tercihiyle eleştirilebilir. İbrahim Üzülmez’le başlayıp, Ekrem’i Özkan’ın görevinde kullanmayı denese, Kartal sonuca ilk yarıda da gidebilirdi.
Neyse... Gole ulaşamasa da, asıl ilk yarıdaki oyunu ile maçı kazanma yeterliliğine ulaştığını söylemeliyiz Siyah-Beyazlılar’ın. Hızlı düşünerek, dikine oynamayı benimseyerek ve alışılmadık olarak da, uzak şutlarda istatistiklerini aşan girişimleriyle rakibin dengesini bozdular. En güçlü hücum enstrümanları kenardayken bunu yapabilmek, Beşiktaş’ı dikkatle izleyenler kadar, Çalımbay’ı da şaşırttı. İşte bu hücumları yapabiliyorken, tam da bunun üzerine Bobo kozu devreye girince, yerinde ve zamanında hangi eylem planına soyunması gereken bir Beşiktaş kimliği yansıdı sahaya... Sonuçta Denizli, Bobo ve Yusuf’la başlamadığı için kazandı. Eğer Fenerbahçe derbisi öncesi Eskişehir’de sonucu getiren oyuncular olarak nitelendirilen Bobo ve Yusuf, ilk 11 için baskı nedeni olursa, Denizli hata yapar. Hele hele Nobre tam olarak maça hazırsa...
Denizli mutlu sonu çok istiyorsa, kendisini sonuca götüreceklerle, hedefe götüreceklerin ayrımını çok iyi yapmalı.
‘’Denizli imzası‘’
Denizli yönetiminde Beşiktaş bir çok maçı aldı belki ama biz çoğunu kendisine mâl etmedik. Yiğidin hakkını yememek lazım. Dünkü Eskişehirspor galibiyetinin mimarı, tek başına Denizli.
Bobo ile Yusuf’u oyuna alma zamanlaması ile en kritik deplasmanı çözen adam oldu kendisi. Aslında maça başladığı onbir de doğruydu. Beşiktaş son haftalarda olmadığı kadar ofansif anlamda yüklendi rakibine. Ama belli ki Denizli’nin planları ikinci yarıya aitti. Ve bugüne kadar yüksek beklentileri olduğu oyuncuları da yanında tutmuştu. Aslına bakılırsa en radikal kararı da bu idi. Bunu maçı çözen adamlar olarak ikinci yarıda oyuna soktukları ile ilintilendirmek istemiyoruz ancak gerçeği de balçıkla sıvayamayız. Bobo ve Yusuf maçın kaderini tayin eden oyuncular. Ancak bu oyunculara hiç itibar etmediğimiz halde, onları Denizli’nin kullanma zamanlamasındaki tasarrufuna dikkat çekmek gerek. Ve hepsi bir yana Denizli’nin onbiri ile ikinci yarı tercihleri arasındaki değişimlerle sınırlı değildi Beşiktaş performansı. Bu maçın önemini özümseyen oyuncuları da vardı. Ve bunlar belki de maçın önüne geçecek oyuncular değildi. Ama bence Beşiktaş adına sahanın en iyisi Cisse idi. Arkada Gökhan Zan ve onun arkasındaki Rüştü ‘bu maç asla kaybedilmez’ mesajını veren bireysel unsurlardı. İbrahim Üzülmez’in oyuna dahil oluşu Beşiktaş adına taktik ve teknik anlamda olmasa da bir enerji artışıydı. Tello’nun oyunda kalması da Denizli’nin artıları arasındaydı. Sonuçta Beşiktaş önemli bir deplasman maçından pozisyon vermeden ayrıldı. Kocaeli, Bursa ve Ankaraspor maçlarındaki ‘kadir kıymet bilmez’ oyuncular arası ilişkileri terse çeviren bir görüntü çizdi. Bu da Siyah-Beyazlı ekibin şampiyonluğu sonuna kadar kovalayacağına ait ciddi bir belgedir.