‘’Bu takımı para bozar!‘’
Beşiktaş’ın transferdeki hesapsız kitapsızlığı sadece ödediği abes bonservis paraları değil elbet. Esas problem bu hareket içinde takım içi gelir dağılımının da çivisinin çıkmış olması.
Delgado’nun sözleşme yenilemesi ile başladı bu orantısız değer biçme saçmalığı... Verimsizlik ve devamsızlıkta liste başı olan Arjantinli’ye sözüm ona ‘jest olsun’ diye sunulan 2 milyon 200 bin Euro bugün eşitsizliğin miladı sayılır. Sonrasında Nobre’nin aylar süren pazarlığına şahit olduk. Bugün ise 900 bin Euro’da takılı kalan Tello isyanı var. Yakın geçmişte Nobre ne kadar haklı ise bugün Tello’nun dayatması da aynı ölçüde geçerli. Mantık basit, bu iki oyuncudan verimliliğini kanıtlamış, kazanılan iki kupada paylarını yüksek gören futbolcular.
Nobre’de yaşananlar gibi yönetim, Tello’nun isteklerini ‘taviz veririm’ gerekçesiyle reddediyor.
Oysaki Delgado’nun neredeyse üçte birine oynayan Şilili’nin isyani kulak verilmeyecek cinsten değil. İşte işler de bu noktada sarpa sarıyor. Delgado’nun iki katına çıkan sözleşmesinin ardından, ne verdiği belliyken, şimdi de daha ne verecekleri belli olmayan Nihat ile Ferrari’ye 2.5 milyon Euro’yu canı gönülden taahhüt etmek neyin nesidir? Üstelik garanti para olarak... Bugün Tello sürtüşmesi var. Hemen arkasında Bobo bekliyor. Muhtemelen Ocak ayında da Holosko aynı isteklerle kapıya dayanacak.
Bu anlayış, Beşiktaş’ın iç huzurunu fena halde bozacak gibi. Saha içinde bile gözlenecek maksatlı ayrımcılığa, kadroda oluşacak gruplaşmalara, şimdiden kapı açılmış durumda.
Mustafa Denizli ile ayağa kalkan, takımdaşlık ve samimi aile bağlarını bu para işi sekteye uğratacak.
‘’Gökhan'ın gidişi, Nihat'ın gelişi‘’
Galatasaray’a imza atmasından sonra Gökhan’ın gidişine Beşiktaş yönetimince ‘önemsiz’ mesajı verildi. Hem de net bir biçimde... Gökhan, Beşiktaş forması giydiği zamanların büyük bölümünde yönetimini bezdirmiş olabilir. Bitmek bilmeyen olay sakatlıkları, mızmızlığı ve hatta son olarak istediği aşırı ücret kulüp yönetimini ondan soğutmuş olabilir. Ancak bütün bunlar gidişine önemsiz süsü verilmesini engeller.
Niye mi? Beşiktaş bıraktıktan sonra üstüne kimin atladığına bakarsak ve bu da karşımıza Galatasaray olarak çıkarsa o kadar da önemsiz olmadığının sebebi anlaşılır. Üstelik pek dillendirilmese de 1.5 milyon Euro’nun üstünde bir ücrete el sıkıştığı gerçeği de varken...
Gökhan’ın eksi ve artıları sır değil. Bu ülkede yaşıyor. Deşifre olan tüm özellikleri Galatasaray cephesinden de gayet iyi biliniyor. Beşiktaş taraf ‘sabır taşırdı’ damgası vururken, Galatasaray milli bir stopere yatırım yapıyor. İki kulüp arasında seçicilikte daha az yanılma payı kime ait derseniz, cevap da çok açık karşımızda. Servet Çetin zaten başlı başına yeterli bir örnek.
Hepsini geçtik, öyle veya böyle ayrılık kaçınılmaz olmuş olsa da profesyonelce idare edildiğini iddia eden bir kulübün, milli takımın banko stoperini bedava kaptırması en azından profesyonel bir firma çıkarlara açısından gördüğü büyük zarar nedeniyle önemsiz değil.
Dönelim Nihat Kahveci’ye...
Gökhan’ın gidişini ‘ehemmiyetsiz’ olarak değerlendiren Beşiktaş, Nihat’ın dönüşünü ise ‘zafer’ olarak lanse etti. Beşiktaş ocağından çıkıp, İspanya’da gurur abidesi olan bir öz Beşiktaşlı figürünün yuvaya dönüşü, gerek prestij gerekse de kalite kazanımı açısından önemli bir hamledir. Ama buraya da dikkat. Bu Nihat ne Beşiktaş’tan giden ne de Real Sociedad’ın Şampiyonlar Ligi’ne sokan Nihat... Yaşı da belli, İspanya’daki müthiş kariyerinden elde ettiği doyum da. Bundan sonrası için büyük beklentilerin odağında gösterilişi yanlış olacak.
Kimse saklamaya çalışmasın. Nihat sonuçta, Mehmet Topuz ve Gökhan Zan kayıplarının rövanşı bir transfer. Bu düşüncem için bana şiddetle karşı çıkanlar olacaktır. O zaman da onlar şu sorunun cevabını versinler. Eğer Beşiktaş öncelikle Mehmet Topuz’un transferini başarabilseydi üstüne Nihat’ı alır mıydı?
‘’Şampiyon'un sesi çıkmıyor‘’
Basri Baykoç’la 4 soru, 4 cevap
1 Beşiktaş, Mehmet Topuz transferini sonuçlandıramadı. Orta saha için gereken bir ihtiyaç mıydı? Bu noktadan sonra, Kartal’ın yapması gereken nedir?
Mehmet Topuz girişimi, Beşiktaş’ın eksiğine yönelik bir transfer hamlesiydi. Geçen sene en çok sorun yaşanan bölgenin, aslında güçlü bir takviyeye ihtiyacı vardı. Ama Mehmet Topuz transferinin gerçekleşmemesi, Beşiktaş için çok da büyük bir kayıp olmadı. Belli ki bu bedeli yüksek transfer, yabancı kontenjanının dolu olması nedeniyle düşünüldü. Gerçekte Beşiktaş’ın, Delgado’yu değiştirme zorunluluğu var. Mehmet Topuz belki hücumu forse edebilecek bir oyuncu. Oysa Beşiktaş’ın bir oyun yönlendiriciye ihtiyacı var.
2 Devler Ligi için kadrosunu güçlendirmek isteyen Beşiktaş, bir golcüyü renklerine bağlamak istiyor. Saha ve Mutu başta olmak üzere birçok isim gündeme geliyor. Kartal nasıl bir forvet almalı?
Bu iki isim de, farklı yönlerden sorunlu oyuncular. Mutu’nun hem maliyeti, hem de özel yaşamı Beşiktaş’a uyacak gibi değil. Louis Saha da müzmin sakatlıklarından dolayı Everton’da sorunlar yaşadı. İşin aslı, Beşiktaş’ın böyle oyuncuları yönetmekte zorlanacağı... Ama Şampiyonlar Ligi için tıpkı Delgado’nun değişimine duyulan ihtiyaç gibi Bobo’nun da başka bir santrfor karakteriyle yer değiştirmesi gerekiyor. Transfer döneminde hayli vakit geçti. Henüz Fink’ten başka belirlenen bir ismin bulunmaması, Beşiktaş’ın transfer politikasında bu sezonu sakin geçireceğinin habercisi... Geçen sezon UEFA Kupası’nda gruba dahi katılamayan Beşiktaş kadrosunun, bu sezon Şampiyonlar Ligi’nde ne kadar uzayıp, ne kadar kısalacağı şimdiden belli...
3 Zapotocny gönderilmek isteniyor, Gökhan Zan gitti... Bu gelişmeler, Kartal’ın savunmasına da bir değişim yaşanacağının sinyalleri olarak değerlendirilmeli mi?
Mustafa Denizli’nin kafasında Zapotocny’nin yerine çok daha kaliteli bir yabancı var. Aynı anda Gökhan Zan’la bir ayrılık yaşanırsa, bu da Denizli’nin yönlendirmesi sonucunda olacak. Belki de burada yaşanabilecek gelişmeler, Beşiktaş’ın ağırdan almasına bir sebeptir. İbrahim Toraman’ın ameliyatı ve İbrahim Üzülmez’in ‘Bu yaştan sonra aynı performansı bir daha gösterir mi?’ sorusu, Beşiktaş’ın geçen yılki başarısında en çok emek harcayan bölgenin de, bu sezon öncesi sıkıntılarını öne çıkarıyor.
4 Şampiyon Kulüpler Kupası’nda Galatasaray’ya yarı final oynayan Denizli, Fenerbahçe’nin başında Devler Ligi’nde sıfır puan almıştı. Şimdi Beşiktaş’ın başında Şampiyonlar Ligi’ne adım atıyor. Denizli’nin Beşiktaş’ı, Avrupa arenasında nasıl bir performans sergiler?
Bizim bildiğimiz, Denizli gibi iddialı bir hoca Türkiye’de duble yapmış bir başarının dahi arkasına sığınmaz. Eğer yönetimiyle uzlaşmışsa, hedefi de koymuştur. Denizli ve Beşiktaş için artık yeni hedef, gruptan çıkmaktır. Ancak böyle bir sonuç, geçen sezonki başarının lokal ve rastlantıya dayanmadığını belgeleyecektir.
‘’Kimse samimi değil‘’
Topuz için kapışan Fenerbahçe ile Beşiktaş yeni transfer sezonunu da muhteşem bir törenle açmış oldu. Bize uyan tarz da bu galiba... Kuralı, iadeti, saygıyı bir kenara bırak, ‘ben yaparsam olur’ mantığını işlet. Geniş açıdan baktığımızda kurumları ve kişileriyle haklı olanı bulmakta zorlanıyoruz bu transfer hikayesinde. Kimse samimi değil. Topuz’a Fenerbahçe başkanını aramaya ihtiyaç duyuran nedeni kulübünün, Fenerbahçe ile bu transferi ciddi biçimde planladığını duyması. Ama Kayserispor kulübü menacerinin, kendisine cevabı kimse tarafından talep görmediği şeklinde.
Benzer biçimde Fenerbahçe başkanının, Mehmet Topuz’a yaklaşımı da çok istekli ve sıcak değil. Sonrasında araya Beşiktaş giriyor. Onun yöntemiyse sözleşmesi süren bir oyuncunun kulübünü by-pass etme amaçlı, ters bir kanal. Bunun nedeni de Kayserispor’un kendilerine sıcak bakmadığını bilmeleri.
Sonuçta Topuz’un bir kolundan Fenerbahçe tutmuşken, diğer kolunu da Beşiktaş kapıyor. Bu noktada Kayserispor yönetimi ne yapıyor? Sözleşmesi devam eden oyuncusunu pazarlamak için, oyuncusundan önce kendi çıkarlarına uygun olan kulüple diyaloğu seçiyor. Çünkü o maliyette bir oyuncusundan kurtulma isteği var. Kaldı ki, onlar da Topuz ile Beşiktaş yakınlaşmasının farkında.
Peki Topuz’a ne demeli... Hararetle görüşmek istediği Fenerbahçe başkanından ilk etapta sağlam bir onay alsa Beşiktaş formasıyla boy boy pozlara bürünür müydü? Şimdi bu saatten sonra olaki, Mehmet Topuz, Fenerbahçe’ye gitse Aziz Yıldırım da, kendisine ‘bir gün herkes Fenerbahçeli olacak’ şapkasını giydirse, o şapkanın kerameti Kalamış’a huzur getirir mi?
Beşiktaş veya Fenerbahçe, orasını bilmem... Ama ben iki başkanın yerinde olsaydım, bir Anadolu kulübünde yılda 3.2 trilyon alma onuruna erişen bir oyuncuyu İstanbul’da nasıl doyuma ulaştıracağımı düşünürdüm...
‘’Denizli kalmalı mı?‘’
Çifte kupaya giden yolculukta her şey Mustafa Denizli komutasında gelişti gibi gözükse de, yönetim duruşunu yenileyen Yıldırım Demirören iradesinin payını da vermemiz gerek. Olması gerekeni yaptılar. Bir adım geriye çekilip, sûkuneti seçtiler. Mikrofon ve kamera kovalamasına alıştığımız idareci profilinin gel-gitlerle geçen bir yarışma ortamında hiç ortaya çıkmaması, hezeyandan sabıra geçişte onların kendilerini aşmaları idi... Bu aşamayı da Yıldırım Demirören başarıyla yönetti.
Gelelim bundan sonrasına... Bu özel başarıyı yakalamayı beceren Denizli-Beşiktaş birlikteliği sürmeli mi? Bu soruya Beşiktaş’ta yönetim, futbolcu kadrosu, son olarak da taraftar kanadından “Elbette” cevabının çıkacak olması çok doğaldır. Mesele Denizli penceresi... Çifte kupanın baş mimarı geçmiş kariyerinin boş olmadığını net biçimde perçinledi. Ama sadece o kadar. Beşiktaş’ta kalırsa bundan sonrası Mustafa hoca için yeni bir yarışın başlangıcı olacak. İlk yarının sonunda altıncı sırada olan bir takımı bu denli zıplatıp, baş köşeye oturtmak futbolun içinde çok normal değil. Ve şimdi çıtanın ani yükseliş gerçeği var karşısında. İki kupayı alsa da bu ekibin çok eksiği var. Üstelik önümüzdeki sezonun önemli bir kulvarı Şampiyonlar Ligi... İçeride ise Fenerbahçe ve Galatasaray’ın asla bir daha bu kadar erkenden devre dışı kalmayacağı bir yarışın içinde olacak.
Denizli, kariyerini iki gömlek daha yukarıya taşıyabilecek bir yarışa hazırsa kalmalı. Bunun zorluklarıyla baş edecek kadro takviyesi için Demirören’den gerçek bir onay alırsa kalmalı. Zira Beşiktaş bu sezondan sonra seviye açısından tartışılacak. Geçmiş 5 yılın değil, iki kupanın sahibi olarak yükseldiği seviyenin... Ve işte bu sezon tırmandığı yeri koruyamazsa Denizli de, Demirören de alınanları geri vermiş olur ki, bu sebeple uzun bir aradan sonra yakalanmış olan özlenen ortaklık bozulabilir.
‘’İki taçlı KRAL‘’
Nihayet ligde de mutlu sona ulaştı Beşiktaş... Bu sezonun kazanımları Beşiktaş adına gurur duyabilecek cinsten farklı. Bir değil, iki kupaya uzandı Kartal. Belki ezeli rakiplerinin erkenden yarışdışı kalması avantajıydı, ancak bu durum Kartal’ın çifte şampiyonluğuna asla gölge düşürmez. İki zorlu kulvarda ipi önde göğüslemek o kadar kolay değil. Kutsal mücadelesini taçlandırdı Kartal iki kupayla.
Kuşkusuz böylesi başarıları tek bir kişiye, tek bir birime mâl etmek hem saygısızlık hem de kendini bilmezlik olur. Ne var ki, Mustafa Denizli’yi bu iki kulvarda zafere ulaşan yarışta öne çıkarmazsak, o da büyük haksızlık olur. Kriz, beklenti, rehavet... Ne olursa olsun, ihtiyaç olan tüm serin ortamların koşullarını mükemmel yöneten bir komutan iradesinin hakkını yiyemeyiz. Final maçında İbrahim Üzülmez’e pazubandı takarken izlediğimiz sahne, aslında onun bu takımı nasıl şampiyon yaptığının bir resmi. Hepsini de Denizli’ye mâl edecek değiliz. Rüştü’yü, Üzülmez’i, Ernst’i özellikle de Toraman’ı Denizli’nin komutasındaki neferler olarak baş köşeye koymamız gerek. Cisse’yi, Holosko’yu da unutmadık tabii ki. Renksiz gözüken, ama çok çalışan Ekrem’i de bu kervanın en faydalı işçilerinden biri olarak başlara yazmamız gerek. Sezonun bütününe ait Beşiktaş’ı mükemmel oynayan bir futbol takımı olarak adlandırmıyoruz ama safça mücadele ve özveri adına baştacı yapıyoruz. Öndekilerinden çok, arkadakilerin performansı Beşiktaş’ı şampiyon yaptı. En arkadaki komutan ise Denizli’ydi. O yüzden Beşiktaş’a selam ve Denizli’ye saygılarımızla...
‘’Denizli'nin diğer yüzü‘’
Mustafa Denizli ve onun peşini bırakmayan şansı 20 yıldır konuşuluyor bu ülkede. Bu süreçte onun teknik adamlık kimliğinde perçinleşen felsefenin de ziyadesiyle hücuma dönüklük olduğunu sanırım kimse reddetmeyecektir.
Peki sürekli şansını tartıştığımız Denizli’nin, Beşiktaş’taki serüveninde inandığı futbol değerlerinin tam tersinde bir yol haritası çizdiğinden niye hiç bahsetmiyoruz acaba...
Yılların, ‘futbol topyekün hücumdur’ diyen adamı, bugün aynı çizgide mi? Tam aksine Beşiktaş, savunma yönüyle Lucescu döneminden bile daha muhafazakar. 3 stoper ve çoğunlukla 5 savunmacıyla defans yapan bir anlayışta. Bireysel becerili 1-2 oyuncunun skoru değiştiren eylemlerinin ötesinde bu takımın hangi organize hücum girişimlerinden bahsedebiliyoruz... Oysa, şampiyonluğa bir adım kala gelinen noktada savunma oyuncularının performansının belirleyici olduğu çok açık. Rüştü, İbrahim Toraman ve İbrahim Üzülmez’in yıldızlaştığı maçları yabana atamayız. Ernst’in haftalarca kaldırdığı orta alan yükünü, Cisse’nin son üç oyunda aldığı savunmaya ait sorumluluğu görmezden gelemeyiz.
Sonuçta Mustafa Denizli’nin kariyerindeki en keskin U dönüşünün şansından önce konuşulması gerek, galiba... Yıllardır savunduğu futbol değerlerinden niye çark ettiğine gelince... Mecburdu. Elindeki takımın bu sezon olmazsa olmazı şampiyonluktu ve Denizli savunduğu futbola gerekli üretim mekanizmasından yoksundu. Yusuf, Delgado, Tello şampiyonluğa giden zorlu yolculuğun direksiyonunu tutacak güçte ve dirençte oyuncular değildi. Üstelik en kritik dönemde Nobre’den mahrum kalmak, Denizli’yi hiç benimsemediği bir modele yöneltti. Son hafta bir aksilik yaşanmaz ve Siyah-Beyazlılar mutlu sona ulaşırlarsa, bu ‘Savunmacı Mustafa Denizli’nin zaferi olacak ki, bizce esas şaşırtmayı o zaman gerçekleştirecek.
‘’Skora oynamak‘’
Cisse’yi de savunmanın içine katıp, ısrarla kendi alanına kapanmayı seçti Denizli. Hadinden fazla da risk aldı. Tipik bir kontratak anlayışıydı aslında Siyah-Beyazlılar’ın düzeni. Ernst ve Cisse savunmaya çok yakın oynadığı, Tello da gününde olmadığı için Holosko ile Bobo’ya ulaşmakta zorlandılar. Rakip savunmanın kendi alanından çıkarken yapacağı olası hataları kollamakla yetinmek zorunda kaldı Beşiktaş forvetleri. Bu oyun modelinin ciddi bir şampiyon adayına pek yakıştığını söyleyemeyeceğim. Ama Kartal’ın yakaladığı fırsatlar da attığı goller de kendi üretim başarısından çok, Galatasaray savunmasının ikramları olarak yansıdı skora. Oyunun organize yönü güçlü tarafı Galatasaray’dı. Ancak onlar da ceza alanında becerili değildiler. Tabii Rüştü’nün performansını da özellikle Baros’un ayağından aldığı yüzde yüz pozisyonu dahil gözardı etmememiz gerek. Denizli’nin anlayışında Arda ve Kewell’ın ceza alanına çok yaklaşması altına girilecek risk değildi aslında. Cisse’nin çok kritik zamanlaması, doğru müdahaleleri savunmaya gerçek bir destekti. Sonuçta Beşiktaş sadece skora oynadı ve sezonun tek derbi galibiyetini de bu anlayışıyla elde etti.
Hakem Abitoğlu ise; bazen süzemediği pozisyonlar, kimi zamanda işgüzarlığı yüzünden bolca hatalı düdük çaldı.