‘’Kötü sinyaller‘’
Forvet arkası oyun kuruculukta Tello-Delgado, Yusuf-Tello ikililerinden umduğunu bulamayan Mustafa Denizli’nin son eşleştirdiği ikili nihayet Yusuf-Delgado oldu. Ama değişen bir şey yoktu üretim açısından. Sorun sadece hangi iki teknik kapa- sitesi yüksek oyuncunun uyumlu olacağı değildi çünkü. Fizikseldi üç oyuncudaki temel nokta. Top rakipteyken sadece seyirci olan bu ikililerin direkt kaleye yönelme girişimlerindeki ucuz kayıpları tümünün birden devrin futbolcuları olmadıklarını bilmem kaçıncı kez kanıtlıyordu. Artık gördük ki Ernst’in de onların bu savurganlığını toparlamak için ilk geldiğindeki hevesi yok.
Şaşırtmayı seven Mustafa Denizli’nin aylardır oynamayan Serdar Kurtuluş’u stoperde görevlendirmesi son yeniliğiydi. Tıpkı üç gün önce Gökhan Zan gibi Serdar Kurtuluş da kötü oynamadı bireysel anlamda. Ama uyum denen bir nosyonu vardır savunmaların. Dün gece de balans ayarının tuttuğunu söyleyemeyiz. Ankaraspor’un ikinci golü 80’de değil de 70’li dakikaların başında gelseydi banko geçti denilen tur bile Beşiktaş için kabusa dönüşebilirdi.
İlk maçta farklı bir yenilgi alan Ankaraspor’un mütevazı mücadelesi bile Beşiktaş’ı allak bullak etmeye yetti. Ve Beşiktaş 2009’da ilk kez kaybetti. Mustafa Denizli farkında mı bilemeyiz ama bireysellik bir virüs gibi yayılıyor bu takımda. İkinci yarıda yakalanan kontrataklarda müsait pozisyonlarda Tello’nun Holosko’yu, Holosko’nun Tello’yu, Bobo’nun Holosko’yu görmezden gelmesi iyiye işaret değildi. Tıpkı Ernst ile Cisse’li savunma önü kurgusuna rağmen Beşiktaş’ın bu kadar pozisyon vermesi gibi. Bunların dışında Holosko ve İbrahim Üzülmez’in çalışkanlığı olumsuzlukların içindeki nadir iyimserliklerdi.
‘’Şifre kırıldı‘’
Beşiktaş takımının ait olduğu futbol gerçeğine oynadığı son iki maçın analizini doğru yaparsak, belki daha kolay ulaşabiliriz.
Temel eksik, takım olarak vücut dili cengaverliği yansıtsa da kolletkif bütünlük adına henüz bir kimliğin varolmaması...
Karakterli mücadele bu takıma sürpriz puan kayıpları yaşatmadı. Hatta 2009’da yenilgi yüzü görmemenin nedeni de, belki bu boyutta saklı. Ancak aynı anda Kartal’ın kazanırken nasıl zorlandığı atlandı sanırım... Daha da ötesi, Yusuf ile Ernst’in katılımı ile direnç ve çözüm noktasında sorunlarını tümden giderdiği sanılan kadro da bilinen tıkanıkları aşamadı. Zira Beşiktaş’ta çarkın dönmesi iki özel oyuncunun performansına endeksliydi. Forvette Nobre’nin savaşçılığı, orta alanda da Tello’nun teknisyenliğiydi sonuç alıcı olan. Nobre sakatlanıp, Tello da girişimci gücünü kaybedince Beşiktaş tıkanma noktasına geldi. Nobre’nin rakip savunmaya yüklenme gücü, sırtı dönük olarak top saklama becerisi, organize olmasa da Kartal’a pozisyon kanalları açıyor, bir arkasında da Tello’nun kavisli servislerini davetkâr kılıyordu. Onun harmanladığı ceza alanı içi diğer arkadaşlarına da aktif alana katılma şansı tanıyordu.
Forvette Bobo ile Holosko eşleşmesini zorunlu kılan Denizli’nin, Kocaeli’deki sıkıntıyı da yaşadıktan sonra format değiştirmesi gerekiyordu aslında. Bu ikili savunma arkasına koşular yaparak sonuca gidebilecek türden oyuncular olduğu için, bir fazla hücumcu ile rakip savunmayı meşgul edebilirdi. Savunmanın sağına geçtikten sonra işe yararlılığı tartışılan Ekrem, Delgado’nun yerine orta alanın solunda ileriye dönük görev alsa, özellikle de Holosko’ya açılacak alanlar dahil hücum alternatifleri genişleyebilirdi.
Denizli, Nobre’sizliğin fazla sorun yaratmayacağını düşündü, ama Nobre varken kullandığı orta alan düzenini hiç bozmadan Holosko-Bobo ikilisine uyarlamaya çalışınca Beşiktaş’ın kısıtlı ofansif verimi dip noktasına yaklaştı.
‘’Nobren yoksa derdin var‘’
Denizli’nin ‘kabusum oldu’ dediği geçen haftaki Kocaeli maçının ilk 45 dakikası, İnönü Stadı’nın bu sezon ilk kez büründüğü muhteşem atmosfere rağmen, Siyah-Beyazlılar’ın yinelediği bir bozuk düzendi. Nobre’sizliği, forvetteki iktidarsızlığı temel sorundu. Delgado ve Tello zaten fizik olarak güçlü oyuncular değil. Şimdi bunların biri formsuz, diğeri hazırlıksız. Üstelik buna ilave olarak da Nobre olmayınca, o kadar vasıfsız kaldılar ki, Beşiktaş’ın ilk yarıda tamamen rakibini seyretmesinde bu iki oyuncunun faktörü büyüktü. Bireysel performans açısından olmasa da Gökhan Zan tercihi de yanlıştı Denizli’nin. Savunmadaki uyum aşırı bozguna uğramıştı ve Beşiktaş, sayısal olarak eksilmeden, çok fazla pozisyon verdi rakibine. Rüştü ve kale direkleri Kartal’ın kolaycıları oldu bu bölümde. Bursaspor’un etkili hücum girişimleri, orta alanda daha iyi organize olmalarının eseriydi. Ama Beşiktaş’ın üstüne bu denli etkili gelebilirken aynı anda oyundan çalmaya ne gerek vardı; onu anlayamadık, bir de ikinci yarıda 10 kişilik bir rakibe karşı neden rölantiyi seçtiklerini. Delgado- Yusuf, Holosko-Serdar değişiklikleri 10 kişilik bir ekibin rüzgârını terse çevirecek cinsten etkili değildi, en azından fiziksel kapasiteleri müsait değildi. Ve gariptir ki, Beşiktaş en zinde olması gereken dönemde fizik olarak sağlıksızdı.
Deniz Çoban’a gelince; İnönü’nün coşkun atmosferine karşılık, Bülent Uygun’un kaygılarını hiç öne çıkarmadan bir 90 dakika tamamladı.
‘’Ebedi ve ezeli...‘’
Çok değil, daha bir hafta önce medeniyetler ittifakı forumunda buluşturduk Dünya’yı İstanbul’da... Yolları kapattık misafirlerimiz için, yedirdik, içirdik, gönderdik... Haftasonunda da hep beraber ülkenin en büyük futbol bayramı (bazılarına göre Dünya derbisi) dedikleri Galatasaray-Fenerbahçe kapışması için medeniyetlerin başkenti İstanbul’da buluştuk.
Farklı bir şey olmadı aslında. Gelenekselleşen hali ile yine küfür, kavga ve kanla noktaladık. Neyse ki gecekondu sundurmasından beter duruma düşmüş tribün çatısının şans eseri çökmemesi bir katliamın önüne geçti de, çok daha büyük acılara gömülmedik.
Sadece biz şahit olmadık tabii ki bu yabaniliğe... Bir hafta önceki konuk ülkelerin yayın organları da maçı değilse bile bu şenliklerimizi yayınladı. ‘Medeniyetlerin başkentinden görüntüler’ adı altında...
Bu derbi bizim için milli bir mesele ya... Olayın aktörlerinin Lugano hariç (O da sonuçta bir Güney Amerikalı milli) tümünün bizim millilerimizin olması da davaya onur kazandırmış oldu! Gerçek temsilcileriyle, temsil hakkımızı layıkıyla yerine getirdik. Aslında ben hep düşünür dururum, biz önemsememişiz galiba... Eğer bu medeniyet dedikleri matah bir şey olsaydı, zamanın birinde onu birilerinin elinden çoktan almış olurduk zaten...
Rahatladıkça bocalayan takım
Fenerbahçe ile Galatasaray’ın birbirlerini imha etmesi, sonuçta şampiyonluk adaylarından en çok Siyah-Beyazlı camiayı rahatlatacak. Ama galiba Beşiktaş için de gizli tehlike burada. 10 kişi kalan Kayseri’ye karşı gevşeyen takım disipliniyle, Ankara’dan 4 gollü yenilgiyle dönen Kocaeli’yi çantada keklik görme hali, bu takıma gram gevşemenin bile lüks olduğunu belgeledi. Benzer bir takımsal sıkıntıya Hacettepe karşısında 2 farklı skoru yakaladıktan sonra da rastlanmıştı. Kocaeli’de Denizli’nin, “Bir daha yaşamak istemiyorum” dediği ilk 45 dakikaya benzer bir kâbusu tekrar görmek istemiyorsa, oyuncu tercihlerindeki seçim kriterlerine farklı bakmalı. Şu an için motivasyonu güçlü oyuncu, taktiğe uygun oyuncudan daha önemli bir parametre... Özellikle de baskı kuracağı iç saha maçlarında gole en yakın isimlerden Bobo’nun kendini üzmeyen oyun karakterini dikkate almalı Denizli...
‘’En kötülerin golleriyle‘’
Bülent Yıldırım kritik penaltıyı çalmasa, Beşiktaş’ın Kocaeli’de karamboller dışında pozisyona girmesi bile, neredeyse mucizeye kalacaktı. Bobo tek santrforda kalınca, ortaya çıkan vasıfsız forvet kimliği, Holosko girene kadar geçerliliğini korumuştu.
Yusuf, ortadan kanal açacağı yerde, sürekli taç çizgilerinden start almayı deniyor, dirençsiz bünyesini akıntıya zorluyordu. Tello hâlâ Şili’deydi ve Mustafa Denizli’nin sürprizi Erkan Zengin, Kartal’ın sağ tarafını kanatsız bırakmıştı. Hatta geçmiş haftalardaki performansı nedeniyle övgülere boğulan İbrahim Üzülmez 35’inden sonra havalanmış mıydı ne? Kısaca; İbrahim Toraman ve Nobre’sizlik, Beşiktaş’ı hücumda da savunmada da çaresiz bırakmıştı. Zaten Erhan Altın da Nobre’siz Beşiktaş’a göre planını yapmış, Siyah-Beyazlılar’ın sonuç alamayacağı kenar ataklara mecbur etmişti.
Nobre olmadığı için bu bölge kaynaklı denenen hücum fırsatlarının hepsi de başlamadan bitti. Murat Hacıoğlu, Sadigov ve büyük koz Taner Gülleri’nin şanssız sakatlığında sahaya dahil olan Serdar Topraktepe ile Agbetu müthiş bir performans ortaya koyarken, Beşiktaş’ta gollere isimlerini yazdıranlar çok enteresandır ki, sahanın en kötüleriydi.
Mustafa Denizli’nin yolun en virajlı bölümlerinde Erkan Zengin gibi oyuncularla macera araması oldukça şaşırtıcıydı. Tek forvetli bir düzende Bobo’yu seçmek de onun tecrübesindeki bir teknik adamın öngörülüğüne yakışmadı. Dikkat etmeli, bundan sonraki maçlarda Bülent Yıldırım gibi bir çilingir bulamayabilir.
‘’Şimdi top Anıtlar Kurulu'nda‘’
Başkan Demirören’in net açıklamasına göre proje kabulünde problemi olmayan yeni stat Anıtlar Kurulu’nun prosedüründeki bekleme sürecinde...
Çok küçük ölçekte herhangi bir eski eser konutun restarasyonunda dahi titiz incelemelerini geniş bir zaman dilimine yaymasıyla tanınan bu kurulu bilen bilir... Şimdi aynı kurul, İstanbul’un böylesi hassas doku yapısında hayata geçirilecek bu projeye daha hassas yaklaşacak ve bu ortamda üstlerine gelecek baskıdan da rahatsız olacaklardır. Ne var ki, bu yeni stat konusunun prosedürler üstü öne alınma gerekçesi farklı olmalı. Anıtlar Kurulu’nun bu projede deprem riskini gözardı etme lüksü yok. 3 yıl öncesi raporlara göre 6 şiddetindeki bir depremin bile mevcut yapı için büyük risk taşıdığı belgelenmişti. Son dönemde çevresinin trafiği rahatlatma adına bir köstebek yuvasına dönüşen kazılarıyla birlikte son yılların en çok yağışının köhnemiş temelin hücrelerine kadar işlediği yine bu işle uğraşan teknik insanların tespiti... İşte uzmanların yakınındayız diye sürekli uyardığı İstanbul depremine karşı İnönü Stadı son haliyle bir kat daha fazla risk altında.
Beşiktaş kulübü beklediği dönemde izni alamazsa, mecburen seneye de bu statta oynayacak maçlarını ve yarıda da kesemeyecek.
İstanbul’u konuşuyoruz... Yeni bir yapısal dönüşüme ciddi ihtiyacı olan metropolümüzü... Binalarının yarısına yakını hurda betonla örülü bir şehirde en incelikli konu zaman olduğuna göre, Anıtlar Kurulu’nun da prosedüründe zamanı önceliğine taşıması sanırım en çok onların sorumluluk alanına aittir.
‘’Gazlı ve gazsız‘’
Bir saat sonra İnönü Stadı’na çıkacaktı Emniyet korteji... Malum ya polis haftası. Ama dışarıdaki arkadaşları haftayı önce biber gazıyla başlatıyor. Stada giden kortej geçidine sevimliliği veren minikler. İyi de dışarıda aynı yaşta maça gelmek üzere babasının kucağında kalan, bir sürü de yüzü gözü yanmış ufaklık var. Galiba tam da bizi yansıtan bir görüntü. Aziz Nesin nurlar içinde yatsın, eserlerinin kahramanları ölümsüzlüğe doğru yol alıyor.
Tello yönlendiriciliğinden yoksun Beşiktaş, ilk yarım saatte bocalayan taraftı. Yaratıcılıklarına umut bağlanan Yusuf ve Serdar Özkan ise tutukluklarını ancak yarım saat dolduğunda ortaklaşa ürettikleri golden sonra dağıtabildiler. Sonrasında da yorulana kadar hücum organizasyonunu üstlenen ikili oldular. Aradaki zor zamanları Ernst’in özverili çalışmaları geçiştirdi.
Kayserispor’un 10 kişi kalması Beşiktaş’a rahatlık olarak yansıdı diyemeyiz. Yusuf biraz daha özgür kaldı, o kadar. Bu durum Bobo’ya iki fırsat tanıdı, ama o zor olanını yaptı. Diğer yanda Cangele, Beşiktaş savunmasını çok daha fazla meşgul etti. İkinci golü bulamamanın sıkıntısı, Beşiktaş’ın geriye yaslanışı Denizli’yi harekete geçirdi. Serdar, Yusuf, Bobo gibi savunma katkıları kısıtlı olanlar kenara geldi. Holosko, kontratak silahı olarak öne sürüldü. Değişikliklerden sadece Uğur İnceman’ın katkısı gözüktü. Beşiktaş, tek farklı skor üstünlüğünün tedirginliğiyle maçı tamamladı.
‘’Dimyat'a pirince giderken‘’
Oyunun iki yönünü de eşit ve güçlü oynama becerisi olarak, doruğa tırmandık diyebiliriz ilk yarıda. İtiraf etmek gerekir ki, bu performansa Avrupa Şampiyonası’ndaki hiçbir oyunumuzda ulaşamamıştık. Yüksek tempoda bu denli kendini bilen ve mücadele katsayısı yüksek bu oyun, bizi aşan cinstendi. Gerek öne geçtiğimiz goldeki, gerekse hemen arkasından Tuncay’ın yetişmekte kıl payı geç kaldığı pozisyon, İspanya savunmasının arkasına nasıl sarkmamız gerektiği taktiğinin de Terim tarafından doğru etüt edildiğinin ispatıydı. Tek şanssızlığımız Nihat’tı... Daha doğrusu onu Avrupa Şampiyonası’nda yakalayan sakatlıktı, bize lazım olan pozisyonlarda hazır olamayışı. Öyle bir rakibe karşı oynuyorduk ki, tek hata için bile kredimiz yoktu. Volkan’ın kısa kalan yumruklarını, İbrahim Üzülmez dirsekleriyle tamamlamaya zorunlu kalınca emeklerimiz ve iyi oyunumuza yazık oldu. Oysa Arda-Semih ve Tuncay’la, Torres ve Silva’dan daha fazla hırpalamıştık İspanya’yı. Emre Aşık-Gökhan Gönül ve Hakan Balta ile de daha iyi savunmuştuk kalemizi. Ama sonuçta derler ya ‘futbol hatalar oyunudur’ diye, işte biz tek hatayla kaybettik.
Fatih Terim’nin yorgun 11’inde ısrar etmesi başlangıçta doğru gibi gözükmese de, kendisini haklı çıkarmayı engellemedi. Tek eleştiri konusu Semih’in yanındaki ikinci forvetimizin Nihat’la sabitlenmiş olduğu idi. Bu maçı tek farklı skoru koruyabileceğimiz zaten mümkün değildi. Biz bir üstünü başaramadığımız için kaybettik. Beraberlik dahi, iyi sonuçtu. ‘Onu da böylesi bir oyuna karşı kazanmamız gerekir’ psikozu engelledi. Sonuçta Dimyat’a pirince giderken, evdeki bulgurdan da olduk. Maç öncesi çok konuşulan Riley oldukça başarılı bir maç yönetti.