‘’Niyet önemli...‘’
Denizli’nin kötü niyetli olduğunu varsaysam, elimde yeterince delil var. Haftanın ağır bir antrenman gününe bile hazır durumda değilken Nihat’a sürekli 11’de yer vermek, ayrıca hiç verim alamayacağı belli bölge en uçta oynatmakta ısrarcı olmak...
Transferi çok önceden belli olduğu halde iki maç sonrasında Fink’ten vazgeçmek... Benzer şekilde, Erhan’ın da kısa sürede defterini dürmek... İsmail Köybaşı’nı Galatasaray maçında kurtların önüne kuzu diye saldıktan sonraki maçta tribüne göndermek... İbrahim Üzülmez’i de kulübeye çekerek, ‘gelmişine de geleceğine de’ mesajı yollamak... Son olarak da, 10.5 numaraya aday olarak seçilen Rodrigo Tabata’yı ön liberoya yerleştirmek...
Evet Denizli’nin artniyetli olduğunu varsaysam, adı geçen yeni transferlerde onayı olmadığının ve yönetimini tekzip etme amacıyla yol aldığını iddia edeceğim. Kendi iradesiyle gerçekleşen transferler içinde Ferrari ve İbrahim Kaş’ın bankoluktan düşmemesini göstereceğim. Galatasaray ve Fenerbahçe’nin flaş transferlerle donattığı kadrolarıyla yarışacak Beşiktaş’a yönetimin uygun bulduğu transferleri veto etmeyi düşündüyse, ince diplomasisini de başarıya ulaştırdı diyebiliriz, Denizli için. Ama biliyor ve inanıyorum ki, böyle değil... Kariyerinin Fenerbahçe’deki bölümünden biliyoruz, genetikle oynamayı seven bir yapısının olduğunu. Herkesten bir adım önde, farklı düşüneni kabul ettirmek, daha mükemmelini yakalamak amacında olduğunu kanıksadık. Zaten ölümcül hataları burada yapıyor.
Oyunu ciddiye, futbolu basite alıyor.
Futbolun kendi özünde varolan matematiği reddediyor. O yüzden Denizli işbaşlarının sonunda geriye hep bir dağınıklık ve çok bilinmeyenlik kalıyor.
Sadece Fenerbahçe’de görev yaparken yaşadıklarından ders alsaydı, bugün farklı bir Denizli portresi üzerinde çene yoruyor olacaktık.
‘’Yürümüyor‘’
Hangi 11’le başlarsa başlasın, kimleri değiştirirse değiştirsin, Beşiktaş’ın futboluna en ufak bir hareketlilik sağlayamıyor Denizli. Dün gece beklentileri olan hücum timi yorgun Serdar Özkan ile maç eksiklikleri bulunan Bobo ve Tello idi. Kayseri savunmasına gerek kalmadan, yumuşak zemin bu oyunculara rakip olmaya yetti. Beşiktaş’ın 10.5 numara diye son anda seçtiği 8 milyon Euro’luk Tabata, Ekrem’den sonra Ernst’in yanındaki yeni ön liberoydu. Son iki maçın bu bölgedeki görevlisi Ekrem de, İbrahim Üzülmez’i kulübeye, İsmail Köybaşı’nı tribüne gönderen solbekiydi Denizli’nin. Çökük bir orta alan ve bitik bir forvet, Beşiktaş’ın oyun hüviyetinin karşılığıydı. Siyah-Beyazlılar’ın fizik olarak iyi olmadığını biliyorduk. Araya giren Manchester maçı da elde avuçta ne varsa götürmüş. Denizli çözüm için sözüm ona belki kısmen rotasyon uyguluyor, ancak kulübedekilerin durumu, oynayanlardan daha kötü. Bir tek Ernst var, tek başına çırpınan ve hakkıyla mücadelesini veren. Geri kalan Beşiktaş, Denizli’nin ilerisini umutla donattığı kimlikten çok uzaklarda. Kısaca tünelin ucu görünmüyor. Kimse Bünyamin Gezer’e ‘Beşiktaş’ı durdurdu’ demesin. Onun, yatana prim veren olağanüstü kötü yönetimi, kendi hakemliğini bağlar. Dün geceki ‘saçmalığa varan hoşgörüsü’ aslında yorgun Beşiktaş’a nefes aldıran faktördü. Bir Cangele tek başına oyalayabildi Beşiktaş’ı. Savunma yetmedi, en son Ernst’e bile bu oyuncuyu durdurmak için iş düştü. Geri kalan arkadaşları yatmakla meşguldü. İşte Beşiktaş böyle bir rakibe yenildi.
‘’Forvet farkedildi‘’
En çok da Nobre’nin takıma dönüşü belirgin bir fark getirmişti Beşiktaş’a. Rakip alanda topu tutup, hücuma yüzünü bir kaç oyuncu ile dönebildi bu sayede Siyah-Beyazlılar. Nobre ile en uçta başlayan pres, arkadan da destek bulunca Manchester gibi bir rakibe karşı kazanılabilecekten daha fazla korner kazanmayı sağladı. Denizli’nin orta alanı kalabalık tutuşu, Manchester’a tempo yaptırmadı. Savunma uyumu da yerindeydi Siyah-Beyazlılar’da. Valencia-İbrahim Üzülmez eşleşmesindeki handikap hariç, tek pozisyon üretemedi Kırmızı Şeytanlar. Buna İbrahim Kaş’ın fizik olarak oyundan erken düşmesini de ekleyebiliriz. Ve teknik direktörler son kozlarını oynamaya geldiğinde, Denizli’nin Yusuf tercihi geri tepti. Bu arada Berbatov-Owen ikilisi oyuna girdikten sonra Manchester’ın hücum aksiyonları değişiklik kazandı. Tabata’nın çıkışı da etkiledi Beşiktaş’ı. Çünkü Yusuf’la Tello oyuna dahil olduktan sonra bu ikiliden savunmaya dönük hiçbir yardım gelmedi.
Nobre, Ferrari, Sivok ve Ernst güçlü bir Avrupa temsilcisine karşı sırıtmadan görevlerini yapan isimlerdi. Bunlara Holosko eşlik etti. Beşiktaş temkinli oynamayı seçti, amacı beraberlikti. Bu taktik anlayışa uygun uygulamayı, maçın büyük bölümünde başardılar. Ne yaptığını daha iyi bilen, hücum etkinliği Nobre ve Holosko ile canlanan, fizik kalitesi de bir kaç oyuncu hariç yüksek bir ekip izledik. Öncesinde de belirttiğimiz gibi oyuncu değişikliklerinden sonra Manchester’ın hücum yönü ağır bastı. Beşiktaş Yusuf’la gereğinden fazla top ezdi. Sonuç da buna paralel belirlendi.
‘’Şaşırtma mı, deşifre mi!‘’
Rüştü o golleri yemeyip, Serdar Özkan da kaçırdıklarını atsaydı... Kısaca Beşiktaş kazansaydı, ne olacaktı ki... Denizli ve ütopik 11’i kutsanmış olacak, Beşiktaş dipsiz eğrilerin içinde kendisine yeni bir ufuk açacaktı. Frank Rijkaard, şaşırdığı 11’in üstüne bir de mağlup olsa küçük dilini yutacak, sıraya “Alex Ferguson’a feleğini nasıl şaşırtırım” projesi yerleşecekti. Galiba bu şaşırtma işine hepimiz fazla takıldık. Beşiktaş 11’i, maça iki saatten daha fazla bir süre kala televizyonlarda altyazı olarak geçildi. Denizli şaşırtma yerine deşifre etmeyi seçmişti, aslında... Frank Rijkaard’a da bundan sonra, arkasına yaslanmak kaldı.
Denizli’nin yüksek egosunu çoğumuz kanıksadık. Ancak ‘O karizmadır, ne yapsa yeridir’i epeyce örseledik, cılkını çıkardık sanırım... Beşiktaş’ın kayıpları sadece puanla sınırlı değil... Yönetim, tartışılır da olsa büyük paralar harcadı. Taraftarın, bu Fenerbahçe ve Galatasaray ile yarışma heyecanı, hepsinden öte, Beşiktaş’ın Şampiyonlar Ligi’ndeki ülke temsilciliğinde önemli bir kesimin beklentileri vardı. Gelinen noktaya baktığımızda ise, kısa vadede tüketilen sermaye, çok erkenden kırılan umutlar var. Denizli ne uğruna yitirdi bunları? Nihat Kahveci’yi kazanma uğruna... Peki, biliyor mu ki, bu kulübün bu yılki kombine kazancının, sadece Nihat Kahveci’nin bonservisi ile bir yıllık maliyetine eşit olduğunu... Gerideki Beşiktaş niye feda edildi o zaman... Neden geleceği olan genç İsmail Köybaşı, Abdul Kader Keita ile Sabri Sarıoğlu’nun kanadına, savunmasız bir kurbanlık kuzu olarak seçildi.
Geçen sezon kazanılan iki kupanın mimarı gerçekten Mustafa Denizli ise, bunun delillerini bu sezon ortaya sunmak zorunda... Şu ana kadar öne sürdüklerinin hiç bir geçerliliği yok... Bu gece Şampiyonlar Ligi ile yeni bir kart açacak. Kariyerindeki bu turnuvada Fenerbahçe’nin başında sıfır çekmiş bir bilançosu var. Şu an Beşiktaş’taki avantajı, daha dibinin olmayacağı... Üstü ise açık... Ne kadar yürüyeceği, takımı düşünen Denizli ile kendini düşünen Denizli arasındaki farka bağlı...
Samimi kulüp
Beşiktaş A2 Takımı’nın başında eski yıldız futbolcularından Sergen Yalçın göreve başladı. Sergen Yalçın aynı zamanda bir gazete ile bir televizyon kanalında yorumculuk yapıyor. Anti parantez tespitleri ve eleştirileri de yabana atılır cinsten değil. Derbi için yorumladığı yazısının başlığı, ‘Bu Beşiktaş’ta ben de oynarım’dı... Bu mesajla, zarfın adresi Yusuf Şimşek’ti... Onu anladık anlamasına da, 100 yılı devirmiş bir kulüp olan Beşiktaş’ın hiyerarşisi mi tepe taklak, yoksa bu kulübün felsefesindeki samimiyet mi ulaşılmaz boyutta, onu pek anlayamadık...
Beşiktaş taraftarı
Her şeye rağmen İnönü Stadı bu gece yine doyumsuz olacak. Beşiktaş tribünleri iki yıl önceki Liverpool maçının desibelini de aşmaya çalışacak belki... Maç öncesi, maç anında (Eğer maç Beşiktaş aleyhine kopmazsa) sahadan çok tribünlerin aksiyonu öne çıkacak. Mustafa Denizli, Liverpool maçının kasedini bugün kampta oyuncuları ile birlikte izlerse iyi olur... Ona ve takımına kaybettiği itibarı bir çırpıda telafi ettirecek bir maça çıkacak zira... Takımın bugünkü tablosuna bakıp, ‘hayâl’ demeyin. İki sene önceki koşullarda Liverpool’u yenmek de bir hayâldi...
Kornere vuracaklar
Nihat, derbide tek forvetti. Ama enteresan olanı, kornerleri de atmaya Nihat başlamıştı. Beşiktaş’ın ilk kornerinde Nihat köşe gönderine topu diktiğinde, ceza alanında kafa vurmayı bekleyen 5 oyuncudan dördü, Serdar Özkan, Tabata, Ekrem ve Yusuf’tu...
İstikrar şart
Teknik Direktör Mustafa Denizli için yapılan eleştirilerin odak noktasında, her maça farklı 11’lerle başlaması var. İster misiniz, Mustafa hoca ilk kez bu eleştirilere kulak verip, bu gece Manchester United’a, Galatasaray’a karşı sahaya sürdüğü 11’le yer alsın...
‘’Tombala‘’
Denizli’nin uygun gördüğü 11’in zaaflarının daha ilk yarıda açığa çıkmamasının sebebi, Galatasaray’ın yorgun ayaklarının (Keita hariç) seviyesini yükseltemedikleri tempo ile erken buldukları goldü. Oysa savunmadaki zaafları çok sırıtıyordu Sarı-Kırmızılılar’ın. Buna karşılık avantajları da Beşiktaş’ın santrforsuz oluşuydu. Yusuf, Serdar ve Nihat gibi fizik gücü son derece eksik oyuncuların, Denizli’nin vazgeçilmezleri oluşu, yürüyecek hali olmayan Galatasaray’a karşı Beşiktaş’ı eşit gösterdi.
Serdar Özkan maçın yıldızı olabilecek pozisyonların sahibiydi. Bitikliğinden hepsini ezdi. Tabata’nın iyi oynarken kenara alınışı ve Denizli’nin Yusuf’la devam kararı ilginçti. Aynı şekilde Nobre ile Holosko dururken ikinci yarıya Bobo’yla başlamak da futbol aklına uygun muydu, tartışılır. Peki Beşiktaş bu etkenler yüzünden mi kaybetti ? Tam aksi, bizim yetersiz diye işaret ettiklerimiz Beşiktaş’ın yapamadıklarına aitti. Ama skor tabelasını belki de Mustafa Denizli’yi haklayacak düzeyde Rüştü belirledi. Galatasaray’ın ölüsü yendi Beşiktaş’ı, hem de hiç rahatsız olmadan. Denizli’nin özene bezene hazırlandığı bu sınav, kimin neyi nasıl oynadığı belli olmayan bir karmaşa ile son buldu. Bu maça özgü Denizli’nin ilk 11 ve sonraki tercihleri ancak bir teknik direktörün kadroyu bir torbaya doldurup, 11 taş çekmesiyle belirlenecek cinstendi. Maalesef o da İzmir torba çıktı.
‘’Yıldız koşusu takım oturuşu‘’
Fatih Terim’in Türk Milli Takımı kimliği, yıldızları da çok koşan bir ekip diye tanımlanabilir... Son dönemin gözbebekleri Arda, Tuncay ve Emre’nin kendilerini aşan bir mücadeleye gönüllü olmasında Terim’e olan saygının payı büyük. Aynı anda Terim’in diğerlerinden ayrıcalıklı olarak bu oyunculara yüklediği misyon da farklı... Yetenek ve özveri birleşimini kullanmak Terim’in ön felsefesi.
Bu anlayış bize maçlar kazandırıyor, zor zamanlarda tahminlerin üzerinde sonuçlar almamızı sağlıyor. Ancak kollektif bir ekip olmamızı geriye itiyor. Müthiş bir hücum temposuyla oynarsak sinerler, diye inandığımız Estonya maçında geriye düştüğümüz oyunu 37’de lehimize çevirdik, ancak 63’te de bariz bir rakip kaleci hatası sonucu rahatlayabildik. Defansımız o dakikaya kadar sanki bu takımın bir parçası değilmiş gibi kendi başına kalmıştı. Savunmamızın orta alandan izole oluşu, yediğimiz gollerin de sebebiydi aslında...
..Ve gelelim sağ kanada. Gökhan Gönül ile Colin Kazım’ın bu denli vasıfsız ve devre dışı kaldığı bir oyunda hücum formatımız nasıl etkin olabilmişti? Niye onlar da işin içinde değildi? O güne özel bu iki oyuncunun formsuzluğu mu sorundu, yoksa oyun planımız bu kanadın çalışmasını gereksiz mi görmüştü?
İşte orta alanın göbeğiyle, Tuncay ile Arda’nın üstüne odaklanan bu model bize sonuç aldırdı, ama takımdan izole bir savunma ile bir kanadı çolak bir ekip tablosu çizmesini gizleyemedi. Brezilya-Arjantin maçında tek başına kalan büyük yıldız Messi’nin nasıl çırpındığını gördük. Bir Messi daha olsa yine farketmeyecekti. Teknik direktör Maradona, 86’daki futbolcu Maradona’ya benzettiği Messi’ye ‘Tek başına çık, bu maçı al’ demişti sanki...
Dediğini yap yaptığını yapma...
Üstünden yıllar geçmiş olsa da, Sergen’in itirafı anlamlıydı. Bir dönem Bayern Münih’e transferinin gündeme geldiğini, ancak Bayern’in, etraflıca bir araştırmadan sonra kendisinden vazgeçtiklerini anlattı. Şimdi bambaşka bir pozisyonda Sergen. Yetiştiği ocağa, yetiştirici olarak atandı. Eline de Onur diye bir filiz geldi. Onur’un müthiş yetenekli olduğunu, Sergen’in kendisi söylüyor. Genç Onur da tam yerine düştü belki de... Sergen ona, yapması gerekenden çok, yapmaması gerekenleri anlatabilirse bu bile yeterli olur. Sergen’in elinden bir veliaht çıkması da çok hoş olur.
Kendi Mesut’unu kendin yetiştir
Almanlar geç de olsa uyandı: Benim ülkemde yaşadığı halde, kökeni bana ait olmayabilir. Ama emeği bana ait... Gerçekte de emek önemlidir. Ben 10 yaşında alacağım, eğiteceğim, programlayacağım ve 19’una, 20’sine geldiğinde donanımını edindikten sonra tereyağından kıl çeker gibi gelip, elimden alacaksın, gideceksin... Yağma yoka getirdiler. Mehmet Scholl’dan sonra ikinci kez Mesut Özil’le yeniden ciddi bir başlangıç yaptılar. Artık bir Yıldıray, bir Hamit bulmak bizim için daha zor olacak.
Taraftar da masraflı
Beşiktaş’ın pahalı transferlerine isyan eden taraftar da şapkayı önüne koymalı. Mesele kulübün çıkarlarını gözetmekse, onlar da son iki yılda kulüplerine kaç para ceza kestirmiş, kaç maç saha kapattırmış, onun muhasebesini yapmalı...
Potansiyel kazan
Denizli, Serdar Özkan’ın üzerine titriyor. Batuhan’a da aynı sıcaklıkta eğilmeli. Bu iki genci, futbolcu konumundan sporcu konumuna taşıyabilirse, Beşiktaş’a geçen yıl kazandırdığı iki kupadan daha büyük başarı elde eder.
‘’Yıldızlar eşliğinde‘’
Estonya’nın fizik gücü ve iyi kapanacağı biliniyordu da, başlangıçta üstümüze bu denli cesurca gelebileceği hesaplanmamıştı. Kendi sahamıza kapanmak zorunda kaldığımız bu baskı karşısında, uğradığımız şaşkınlığı üzerimizden atamadan geriye de düştük. Bosna’nın galibiyet haberi belki konsantrasyon eksikliğimizin de bir sebebi olabilirdi. Ancak ilk yarının ortalarından itibaren üzerimizdeki baskıyı kırabildik. Hamit’le Emre’nin başı çektiği karşı direnişçiliğe Arda ile Tuncay’ın amansız girişimleri eklenince rakibin de direnci kırıldı. Önce kendi alanlarına çekildiler, sonra da ceza alanlarını deldirdiler. Tuncay’la gelen gol, yapılış açısından şık olduğu kadar, Estonya direnişinin kırılışı açısından da önemliydi.
Mükemmel bir ofans hattımız var. Bunu kabul ediyoruz.
Ancak Estonya maçı bize takım savunmasının hiçbir maçta gözardı edilmeyeceğine dair ibret olmalı. Defansta yapılan kademe yanlışlarında, sürekli hücumu düşünen bir takım çoğunluğunun da payı vardı.
Ancak savunmaya ayrı bir paragraf açmamız gerekirse bizi şaşırtan bir formsuzluk ve donukluktan bahsedebiliriz. Emre, Arda, Tuncay’ın yüksek formu ve bu üçlünün bireysel becerileri, aldığımız 3 puanda büyük pay sahibiydi. Bu oyunculara sahip olmamızın keyifli olduğu muhakkak, ama yanlış olan aynı oyuncuların bu kadar efor sarfetmesine ihtiyaç duyulması. Şimdi önümüzdeki daha önemli Bosna maçında dileyelim ki, aynı dinamizmde boy göstersinler.
Oyunun öne çıkan bireysel yıldızlarından bahsettik. Takım oyuncusu olarak ise en iyimiz Hamit
Altıntop’tu.
‘’Bazen tek bir fırça darbesi...‘’
Gaziantepspor maçındaki kaybedilen 2 puan bir işe yaradı en azından... Siyah-Beyazlı ekipte izin dört günden ikiye indirildi. Önemsiz sanılmasın... Beşiktaş’a bulunduğu şu anki ortamda en çok böylesi bir tatil aralığı zarar verirdi. Şimdi Denizli için düşünme, futbolcular için işin ciddiyetine odaklanma dönemi. Yeterli de bir süreç. Ama tekrar söylüyorum, ciddiye alındığı taktirdi. Zira yeniden start alındığında Galatasaray ve Manchester United maçlarıyla Beşiktaş bir anlamda gayya kuyusuna girip, çıkacak.
Mustafa Denizli geçen haftaki öfkesinin yersizliğini anladı ve dönüşünü yaptı. Diğer yandan tribünlerin takımıyla arasına girmesi, onun adına en çekinilecek olay. Gaziantep karşılaşmasında kredinin bittiğini, hatta çabuk tükendiğini şaşırsa da anladı. O yüzden Galatasaray ve Manchester United maçları yeni bir kredi ancak geri ödenilebilirliği çok pahalı. Zor zamanları iyi yönetmesiyle tanınan Denizli ancak bu pahalı krediyi doğru kullandığı taktirde Beşiktaş’ın görünümünü durağandan pozitife çevirecek.
Denizli’nin düşünmesi için yeterli bir süreç olduğundan bahsetmiştik. Bu takımın fonksiyonel oyuncu yetersizliğinin yanısıra yanlış tercih de ısrarları da vardı.
Hazırlıksız bir Nihat’ın sürekli forvetin en ucunda görev alması, ilk 11 ve sonradan oyuna girenlerin yanlış değerlendirilmesi, saha içi verimsizliğin diğer nedenleriydi. Şimdi Tabata geldi. Hem de büyük tartışmalarla ve sırtında 8 milyon Euro’luk pahalı bir etiketle.
Denizli, bu oyuncunun bireysel de olsa farklı becerilerinden yararlanarak, Beşiktaş’ın üretme problemine nispeten formül geliştirebilir. Belli olmaz, bazen tek bir fırça darbesi bile bir tablonun bütünündeki anlamına değer katabilir.
O zaman haddinden fazla yankı bulan maliyet de bir daha gündeme gelmez.
Hakem Tolga Özkalfa
Emre Belözoğlu atıldı, Fenerbahçe diyetini ödeyerek kazanmış gibi oldu. Hakem Tolga Özkalfa da sıyırmış sayıldı. Oysa her iki taraf adına da çalmadıklarıyla karşılaşmanın kaderini tek başına tayin eden kendisi. Manisaspor’un Şükrü Saracoğlu’nda net bir penaltısı ile golünün güme gittiği, doğru. Ancak Manisaspor da o pozisyonları, bir öncesinde 10 kişi kalması gereken ortamda nasıl elde edecekti? 3 dakika arayla iki aynı taban darbesini siyah ile beyaz kadar farklı yorumlaması onun gerçek hakem kimliğinin yansımasıydı aslında...
İşte Ziya Doğan
Diyarbakırspor’un koşulları sezona bir küme yükselerek başlayacak bir ekip için yaşadıklarının daha altında olumsuz olamazdı. Ligin başlamasına bir ay kala kuruldu bu takım. Öncesinde seçilen Nurullah Sağlam’ın gelmesiyle bırakması bir oldu. Daha sonra teklif alanlar da kibarca kapıyı kapattı. Ve Ziya Doğan soktu taşın altına elini... 7 milyon Euro’ya (Tek bir Tabata maliyetine) bir takım kurdu. Süper Lig’in dördüncü haftası sonunda da ligin en flaş ekibi konumunu yakaladı. Mazeret üretme üstatlarının kulakları çınlasın.
İki potansiyel transfer!
Gaziantepspor, Tabata’yı Beşiktaş’a verir vermez Portekiz Ligi ekibi Braga’dan iki oyuncuyu kadrosuna kattı. Ocak ayındaki ara transfer için Beşiktaş şimdiden bu iki oyuncuyu yakın markaja alsın. Böylelikle iş acele gelmemiş olur,
daha makul ölçülerde transfer yapılabilir.
İyi ki Wolfsburg
Yeni bir Rosenborg, ya da Metalist Kharkiv’in Avrupa arenasında tanınmasına vesile olmamak adına Beşiktaş’ın grubuna 4. torbadan Wolfsburg’un düşmesi çok daha olumlu. Benzerlikleri de var üstelik. İki şampiyon da özel başarılarından dolayı yeni sezonda iniş trendinde.