Arama

Popüler aramalar

‘’Aysal'ın dikkat etmesi gereken!‘’

Çünkü karşısında rakip yoktu! Rakip diye ortaya çıkanların biri ‘yetersiz’, diğeri ise ‘güvenilir’ kabul edilmiyordu Galatasaraylılar’ın büyük çoğunluğu tarafından! Birikimleri, unvanları değildi bu algının nedeni, sonuçta ikisinin de branşlarında değerli isimler ve iyi birer Galatasaraylı olduğu tartışılmazdı. Ama ‘Birlik-beraberlik söyleminin kisvesi altında’ izledikleri agresif yolla, barış ve sükunet peşinde koşan yorgun Galatasaraylılar’dan vize alabileceklerini umdular. Salt bu bile, camianın nasıl bir ruh halinde olduğunun ayırdına varamadıklarını göstermekte zaten!Aysal’ın da en büyük yorgunluğu, ‘birebir benzemese de’ Polat gibi yönetimi içindeki itiş-kakışları dengelemekten kaynaklanacak gibi görünüyor. Çünkü gerek asil, gerekse de yedekler arasında başkanlık bekleyen/hedefleyen isimleri barındırıyor.

Başkanlık bekleyen çok

‘Akıllı yönetici, çevresine güçlü, çalışkan, üreten, karizmatik isimleri toplar’ derler... Ama bu özellikteki isimlerin kaprisleri de, hedefleri doğrultusunda büyük olur. Geleceğe yatırım amacıyla atacakları bireysel adımlara özellikle çok dikkat edilmesi gerekir. Sarı-Kırmızılı kulübün, son dönemde atılan adımlarla mali yönden bataktan çıkma eğilimine girmesi, yeni yönetimin en büyük şansı. Bunu yeni başkan ve yönetimindeki etkili isimler de açık açık dile getirdi zaten. Bu açıklamaların gerekçesine, ‘seçimde Polat ve adamlarının oyları karşılığı’ gözüyle bakmak, tek kelimeyle bitmek-tükenmek bilmeyen Polat düşmanlığından başka bir şey olamaz.

Şansa ihtiyacı olacak

Aysal’ın “Başarı, başarı, başarı” sloganı ne kadar iddialıysa, bunun gerçekleşmesi de bir o kadar elinde değil. ‘Başarı’dan kastedilenin, öncelikle ve büyük ağırlıkla futbol olduğunu söylemek kahinlik sayılmaz. İşte bu nedenle zaten diyorum ki, futbol şansına da büyük ihtiyaç duyacak yeni yönetim.
Bu arada Aysal, futbolda başarının anahtarını açıklamadı, bu konuda ne düşünüyor, kocaman bir soru işareti... “Bunun yolu despotizme varan tek adam disiplininden geçer” diye düşünüyorsa, adres belli! Ver Florya’nın anahtarını maluma, otur kaderine razı ol! “Profesyşonel kadroyu atarım, dizginler bende olur” diyorsa, Galatasaray’ın Josep Guardiola’sını araştırıp bulmalı! Korkudan değil... Saygıdan ötürü sözü dinlenen, ‘ölümüne’ yolunda gidilen bir teknik adam!

17 Mayıs 2011, Salı 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Polat, Aysal, Helvacı, Arda‘’

Gerek konuşmalarıyla, gerek susuşlarıyla, gerekse de beden dilleriyle… Bir de, geçmişte yaşanan olayları ve bugün gelinen noktaları analiz edince, ‘doğru ya da yanlış’ çıkarımlarda bulunabilirsiniz. Şöyle ki:

Adnan Polat: Kendisine büyük haksızlık yapıldığını düşünüyor ve bunu net olarak dillendiriyor. Ömrü boyunca bu düşüncesi değişmeyecek. Köşesinde sessiz kalıyor gibi gözükse de, kulislerde her zaman varolacak ve ‘malum kişilerden’ intikam almanın fırsatını kollayacak!

Mehmet Helvacı: Orta mesafe koşularında ‘tavşan atletlerin’ işlevini yerine getiren bir görüntü çizdi! Başkanlık hayaliyle hâlâ koşmaya devam etse de, ‘onun için yarış çoktan bitti’ deniyor, ama farkında değil!

Ünal Aysal: Kendisini dolduranlara uyarsa, kılavuz kargaları erken teşhis edip çevresinden uzaklaştırmazsa hüsrana hazırlıklı olmalı. Yok eğer kurmaylarını doğru seçer ve arkasına aldığı rüzgarın yardımıyla camiaya sevgi/beraberlik tohumlarını serperse önü iyice açılır.

Faruk Süren: Hiçbir sorumluluk almaya niyeti olmadığı halde bu kadar gözönünde olmasının, her taşın altından çıkmasının bir açıklamasını yapmak çok zor. ‘Sadece’ futbolda büyük başarının elde edildiği dönemin başkanı olarak anılması camiada, bu davranış biçiminin eseri olsa gerek.

Cemal Özgörkey: Açıklamalarıyla, duruşuyla farklı bir görüntü çiziyor. İsmi geniş kitlelerde heyecan yaratmasa da, iyi bir ekiple seçime girebilirse yarışa renk katacağa benziyor.

Arda Turan: Karar yeni yönetime neden bırakılsın, onu da anlamak olanaklı değil. Parasal yönden değerini bulduysa, yuvasında da değersizleştirildiyse epeyce, en hayırlısı kanat çırpıp uçması. Aşkını da, futbolunu da daha özgürce hayata geçirmesi en doğal hakkı!

15 Nisan 2011, Cuma 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’İbretlik!‘’

Pozisyona bile girememe halleri. Yardımlaşmadan bihaber, eller belde seyretmeler. Kendi işini layıkıyla yapamayanların başkalarının işine burnunu sokması gibi göz boyamalar! Anlamsız koşuşturmalar, uyumsuzluk, beceriksizlik vs... Bu bile bir şeydir. En azından ortada bir sabotajın olmadığının belgesidir bu! Gerçekten söylüyorum, ironi yapmıyorum. Hiç hayal kırıklığına uğratmıyor/uğratmadı taraftarlarını Galatasaray... Ve İddaaseverler’in banko bir maçı var her hafta. Oran düşük olsa da, koy sepete! Bakıyorsun bugünkü kadroya, yerlerde sürünüyor A’dan Z’ye... Hem nicelik hem de nitelik yönünden... Gönderilenleri anımsayın, hepsi saha içindeki umursamazlıklarına, özel yaşamlarındaki eğlence düşkünlüklerine karşın ‘keşke bugün olsalar’ dedirtiyor. Öylesine uyumsuzluk söz konusu ki, sanırsınız ki sezon başı ve futbolcuların tümü yeni transfer.

Daha Rijkaard’ın gönderilme söylentilerinin yaygın biçimde konuşulmaya başlandığı zamanlar uyarmıştım, sezon ortasındaki teknik adam değişikliklerinin 10’da 7’sinde işler daha kötüye gider, 2’sinde aynı tas aynı hamam, belki 1’inde silkinip kendine gelme olabilir diye... Ve bir kez daha gerçekleşti bu olay. Aslında yapılacak tek şey var böyle durumda, parasını ödeyip görevine son vermek yerine, inadına sezon sonuna kadar devam etmek teknik adamlarla... En azından böylesi tarihi başarısızlıklar sadece camiaların istatistiklerinde anılmamalı, o hocaların kariyerlerine de işlenmeli, ‘devam etseydi böyle olmazdı’ soru işaretlerine yer bırakmaksızın!

05 Nisan 2011, Salı 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’'Herkes haddini bilecek, o kadar'‘’

Bunun ötesinde/berisinde ‘Liseli şahinlerin’ söylediği her farklı şey ‘bu gerçeği yok etmez’, ‘biz bir halt yedik, ama sen aynısını yapıp da mahkeme olayına hiç girme’ paniğinden öte de bir anlam ifade etmez! ‘İbra yönündeki’ oylarıyla adeta çırpınan aklıselim liseliler, her şeyi güllük gülistanlık sanma gafletinde miydi bunu yaparken... Polat neden onlara bir gün olsun saygısızlık yapmadı peki... Sadece bunu düşünün derim ben, Liseli-Lisesiz söylemini hortlatanlara, o kadar!

Peki aklanmak için niçin mahkeme yolunu denememeli Polat ve ekibi... Sen 106 yıllık geleneği elinin tersiyle bir yana itip ‘tüzükte böyle bir hak var ama’ diyerek imza toplarken, tehdit ederken, ibra etmezken iyi de iktidar mücadelesi yolunda... Şaibeli konumuna düşürülen bu insanların kendilerini aklamak için ‘varsa’ mahkemeye gitme haklarını kullanmasını niye ‘Galatasaray geleneklerine karşı ya da kişisel iktidar hırsı’ olarak nitelendiriyorsun? Böyle bir durumda Galatasaray zarar görürmüş, sanki son mali genel kurulda görmedi mi yeterince, milyonlar tanık olmadı mı, kahrolmadı mı ekran başında!

Hamaset edebiyatı üzerinden güç gösterisi, diğer bir deyişle oyuncağın gerçek sahibinin kim olduğunun bazı kafalara bir kez daha sokulması/hatırlatılmasıydı oynanan oyunun adı. Polat ve ekibini ‘yeme’ eyleminin başlangıcını, stat açılışında yaşananlara, başkanın tavırlarına, yanlış transferler ve teknik adam tercihlerine bağlamaya çalışsa da birileri, işin aslının hiç de öyle olmadığı ortada. Bu çalışmalar stat, Riva, sponsorluk anlaşmalarının filizlenmesiyle birlikte, Polat’ın henüz birinci başkanlık döneminde başlatılmıştı. Ne zaman ki futboldaki başarısızlık nedeniyle geniş halk kitleleri Polat’tan desteğini çekti, fitil o zaman ateşlendi! Futbolda dibe vurmuşluk nedeniyle ezici bir çoğunluğun iktidar değişimine sıcak baktığını biliyorum, ama bu yolda atılan çarpık adımları/belaltından vurmaları da görmezden gelmemeli! Haaa, Polat ve ekibi mahkeme yoluna gider mi, bence ikna ederler ve gitmez. Peki gitmeli mi, orası da bir spor yazarını ilgilendirmez!

01 Nisan 2011, Cuma 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Gitti gidiyorb nasılsa, vurun‘’

Yıllardır sistemli olarak tu-kaka gösterilmeye çalışılan Adnan Polat’a çok kızgın... ‘Gitsin’ diyor, başka bir şey istemiyor. ‘Niçin’ diyorum. “60 yaşımı aştım, futbolda böylesine kötü bir dönem görmedim” diyor. Haklı, çünkü o Çamlıbelli Kuru Mustafa, sıradan bir taraftar, böyle düşünmesi çok normal, çünkü köydeki üç-beş Fenerbahçeli sürekli kızdırıyor. Buna dayanamıyor, derdinin başı da bu, sonu da...”

Gelelim bizim spor/futbol yazarları köyümüzün Kuru Mustafaları’na... Onların çoğu da Çamlıbelli adaşı gibi düşünüyor, yazıyor, çiziyor maalesef. Ne farkları var Çamlıbelli’den... O zaman ver kalemi gerçek Kuru Mustafa’ya, en azından duygularını/düşüncelerini karşılık ummaksızın yazar/çizer/anlatır, zigzagsız hem de dosdoğru!

Yahu bir farkımız olmayacak mı spor yazarı olarak bizim Çamlıbelli Kuru Mustafa’dan. Hani gözle görülür, elle tutulur, yani somut gelişmeleri gözönünde bulundurmadan, ‘tamamen duygusal mı’ yazıp konuşacağız. Hamasete mi sarılacağız, herkese göre değişebilen/uygulanabilen kavramlar üzerinden yapacağımız çıkarım, ne kadar sağlıklı ve kabul edilebilir olabilir.

Yıllardır Galatasaray’ın borç batağında debelendiği, hemen her gün 9 sütun manşetlere konu olurken, Florya’nın bakkalı, çakkalı kuyruğa girmiş alacakları için Galatasaraylı bir yönetici bulma peşinden koşarken, o bugün ortalıkta fink atanlar köşe bucak kaçarken sorumluluk almamak için... O günleri anan var mı artık. Bugün ne konuşuluyor peki, etik, butik, gotik, futboldaki başarısızlık. Eee, bu ekonomik iyileşme, borçların döndürülebilir hale gelmesi, 100 milyon Dolarlık hibe sonucunda mı oldu. Sahi, 100 milyon Dolarla gelenler, bunu kulübe hibe mi edecek, borç mu verecek. Tamam, Polat’a vurun da, hakkını da teslim edin birazcık olsun. O dilinizden düşürmediğiniz etik, gotik, butik, duruş, yatış, kalkış hatırına!

25 Mart 2011, Cuma 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Saldım çayıra!‘’

Bir stoperin ön direkte, diğeri arka direkte rakibine kafa vurduruyorsa... Biri rakibinin arkasında kalıyor, diğeri önündeyken benzer zaafiyeti gösteriyorsa... Klasik/kronik/acizlik örneği duran toptan yine golü yiyorsan böylece, hem de iki kez... Benzer durumlarda daha sayısızca rakibe gol atma fırsatını inat edercesine/cömertçe vermeyi sürdürüyorsan ayrıca... Sezonun öte yandan da olsa son anlamlı buluşması öncesinde, duran top ustası/fırsatçısı Fenerbahçe karşısında düşeceğin durumu yazmak bile sana gönül verenlerin içini acıtır Aslanım! Daha araya atılan bel kıran paslarını ve sürpriz şutlarını gündeme bile getirmedim ezeli rakibinin! O nedenle ben bunları yazmamış olayım en iyisi, sevenlerin de okumamış! Yine her dev buluşma öncesinde olduğu gibi ‘derbilerin sonucu belli olmaz’ şeklindeki eşsiz ve buram buram bilgi/birikim/sağduyu/öngörü kokan(!) avuntulara sığınmak en hayırlısı galiba, ligimizin marka değerini koruma adına!

Cuma gecesindeki buluşma nedeniyle dünü bağımsız bir 90 dakika olarak değerlendirmek anlamlı kaçmaz pek... Madem öyle, savunmada duran/yan toplarda yapılan arka arkaya hatalar tamam da, hiç mi artı bir şey yoktu Galatasaray adına... Vardı tabii... Durmuş saatin günde iki kez doğruyu göstermesi misali oldu bir şeyler... Kanatlar zaman zaman iyi işledi, şut atıldı en azından, Kewell ciğerlerinin/dalağının/böbreğinin/kaslarının izin verdiği ölçüde ustalığını sergiledi. Aydın’ın direkten dönen füzesi, devamında Pino’nun gol olan sert plasesi... Ama sizler de hak verirsiniz ki, böylesine kolay goller yersen sen, orta sahada ve savunmada panik ataklar geçirirsen sürekli, kalende de koskocaman bir soru işareti varsa... Bunları konuşmaya bile değmez...

14 Mart 2011, Pazartesi 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Adnan Polat'ın son kalesi!‘’

Galatasaray’da tüm işaretler, Adnan Polat’ın ne pahasına olursa olsun en kısa sürede koltuktan indirileceğini gösteriyor. Hariçten gazel okuyan biri olarak, yönetim içindeki üç muhalifin istifa etmesi ve Polat’la arkadaşlarının görev sürelerinin sonuna kadar rahat bırakılması gerektiğini dile getirdim. Bu görüşümün hala arkasındayım. Ama dedim ya, işaretler bu yönde... Öncelikle bir yönetimin kaderi, ağzıyla kuş da tutsa, pek çok mucizeyi de başarsa, futbol takımının aldığı sonuçlara bağlı bir anlamda. Sadece bize has bir özellik değil bu durum Tüm dünyada böyle... Ancak yine de, uzun yıllardır süre gelen borç batağından çıkma eğiliminin görülmesi, yeni stat, şirketlerin birleşmesi, Riva gibi gelişmelerin bu yönetime acımasızca saldırılmasının önüne geçer diye düşünüyordum ki, yanılmışım. Polat’ın kalan sağlam son kalesi tribünler gibi Kupaya veda edildiği gün o kalenin düşeceği de kesin. Ve sonrasında Polat dayanamaz. Yürüyüş kupa şampiyonluğuna kadar sürerse bir şansı olur, hem de güçlü bir şansı... Bunun dışında veda zamanıdır!

Peki bugünkü futbol takımı bunun başarabilecek güçte mi? Ara transfer dönemindeki takviyeler biraz kalite ve canlılık getirse de, takım olma yolunda hala alınması gereken epey yol var. Birlikte hareket etme ezberinin olmadığı gibi, öyle bir iyi niyet belirtisi de yok çoğu futbolcuda... Bu yönden sorumluluk alan Culio ve Stancu’yu bir yana bırakıyorum. Kazım biraz toparlanmış gözükse de, yine başına buyruk, yine kopuk kopuk... Savunmadaki bireysel hatalarda azalma olmadığı gibi, bu takımın ne hücum ne de savunmasında bir planı söz konusu. Öyle bir dağınıklık sergiliyorlar ki, sanırsınız kahvehaneden ‘Hadi maçımız var beyler’ komutuyla toparlanmışlar gibi... Kısa sürede düzelir mi, hayır. Ama bu isimlerden oluşan takımın ‘bazı maçlarda’ patlama potansiyeli var mı, evet! Her 90 dakikası, ne çıkarsa bahtına misali!

24 Şubat 2011, Perşembe 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Yeter ama!‘’

Dün geceki maçın ikinci yarısını izledikten sonra da bu tavrımı terk etmeyeceğim, futbol adına tabii... Ama be kardeşim, sezon başıdır sabır, sezon ortasıdır yeni gelenler için sabır... Sabır, sabır, sabır... Tamam da, ne yapmak istediğini bile anlamak olanaklı değil ki sahadaki Sarı-Kırmızılılar’ın... İçine acıtan görüntü bu insanın...
Vardır bir oyun anlayışın, gole gidiş planların, savunma kurguların... Uygulamaya çalışırsın, açıklar verirsin, yetersizlikler gösterirsin, bunların tümü anlaşılabilir. Ama öyle anlamsız, hedefsiz, ilkesiz koşuşturmalara tanık oluyoruz ki hemen hemen her maçta, gelecek sezon için bile umut vermekten uzak maalesef... Sadece her hafta yazdığım gibi, bireysel olarak Culio, Stancu, saman alevi gibi biraz Kazım... Hadi bunlara bir de Baros’u eklemeye başlayalım diyelim. Arda dönünce onu da ekleyelim listeye... Ama hep bireysel, hep bireysel... Takım olamadı bu takım bir türlü, olamıyor, olamayacak da bu gidişle!
Galatasaray tabii ki rakibe de gol pozisyonu şansı verecek. Ama savunması yerleşik durumda yaşanıyorsa bunlar, üstelik her duran topta yürekler ağıza geliyorsa hala, burada gerçekten çok büyük bir sorun vardı demektir. Ve ‘Ben büyüğüm’ diyen bir takıma yakışmaz bu tablo...
Bu maçtan önce mutlaka Gaziantepspor’un Bursaspor karşısında verdiği mücadeleyi de izlemiştir pek çoğunuz. Bırakın o maçın flaş skorunu, gerçekten Gaziantepspor’la oynanacak kupa rövanşında rakibi kadar savaşabilecek gücü görüyor musunuz bu takımda...

20 Şubat 2011, Pazar 11:00
YAZININ DEVAMI