‘’Yazıktır Hakan Balta'ya!‘’
Bunda belirleyici olan Galatasaray değil, Gaziantepspor’du, Tolunay Hoca’nın ve öğrencilerinin hakkını teslim etmek gerekir. Benzer görüntü, kupa rövanşında da yaşanacaktır.
Önde basmalara, uzun toplarla rakip savunmaları az adamla ve dengesiz yakalama girişimlerine, alan daraltmalara, ara paslara tanık olacağız bol bol... En azından futbol karakteri birbirine benzeyen iki takımın, yüksek tempolu bir maçı daha bekliyor bizleri. Futbol fukarası ülkemizde buna bile şükretmeliyiz, kazananın kaybedenin hangisi olduğuna bakmaksızın hem de...
Hani Hagi diyor ya, “Daha 6 aya ihtiyaç var sistemin oturması için”, haklı... Ama Galatasaraylılar sabredecek mi bu kötü puan tablosu karşısında, o belirsiz işte... Aslında iki takımın birbirine kurduğu öyle bariz bir üstünlük yoktu 90 dakika boyunca... Sadece daha saldırgan olan konuk ekipti, doğal olarak arkasında gedikler bıraktı. Eh, savunmanda serseri mayınların varsa, bu durumda zincirleme bireysel hatalar sonucunda geri de düşüyorsun, sonra disiplinli rakibin karşısında öyle kolay kolay toparlanamıyorsun!
Sosa ile kazanılan golde, Servet Çetin’in kendisinden neredeyse bir karış kısa Cenk’e, hem de kucağındayken kafa topu şansı veriyorsa, Hakan Balta alanına ve adamına olmaması gereken uzaklıkta izleyiciyse, orada topun Zapata’nın bacakları arasından geçip gol olmasına laf etmeyeceksin. Kaldı ki kalecilerin en zayıf noktalarından biridir bacakarası!
Futbolcuların iyi-kötü günleri olabilir, bu anlaşılabilir bir şey. Ama Hakan Balta sahadayken resmen acı çekiyor, taraftarları da çileden çıkartıyor. Gidince dönemiyor, düşünce kalkamıyor. Arkadaşı bu işkeceden kurtarmak Hagi’ye düşüyor! Sarı-Kırmızılılar adına olumlu bir şeyler söylemek şartsa eğer, Culio ve Stancu’dan başka gelmez elden bir şey!
‘’Polat'ın eli güçleniyor!‘’
Özellikle, “İmza toplamalara, tehdit ve şantajlara boyun eğerek, bunun bir yol haline gelmesine izin vermeyeceğim” sözleriyle, ‘yazılı kurallar bir yana, asıl Galatasaray gelenekleri önemlidir’ ilkesine yaptığı vurgu, hanesine çok büyük bir artı puan kazandırdı. “Ne yaptım da bunları hak ettim” derken, duygulara, kulübün daha dün denebilecek kadar yakın zamanda içinde boğuştuğu ‘yüz kızartıcı’ alacak-verecek ilişkilerinden söz ederek hafızalara dokundu. Konuşmasında bir bölüm vardı ki, bence buna hiç girmemeliydi. Kendisine ve ekibine karşı topyekün ve planlı bir saldırının/tehdidin/şantajın yürütüldüğünü söylerken sergilediği ‘haklı’ tablo, “Elimden belgeler var, ben de onları açıklarım ama, hıııı” diyerek, aynı yönteme başvurdu bir anlamda!
Divan öncesinde ne Polat’ın ne de muhalefetin eli güçlüydü. Ancak zemin o kadar kaygan ki, dengeler her an değişebiliyor. Şimdi, Adnan Polat’ın açıklamalarına muhalefet kanadından yapılacak yorumlar ve tabii ortaya konacak belgeler önem kazandı. Düne kadar her fırsatta ortada gözüken muhalif yüzlerin hiçbir inandırıcılığı yok, sadece şahin okullulardan destek görüyor gibi. Asıl perde arkasındakiler ortaya çıkıp da, sağlam temeller üzerine oturtulmuş yeni bir strateji geliştiremezse, Adnan Başkan rahat bir nefes alır. Gidişat bu yönde seyrederse, yönetim içinde kalmakta ısrarcı gözüken Helvacı ve iki kişilik ekibinin üzerinde camianın önde gelen gelenekçi liseli isimleri tarafından ‘istifa’ baskısı artabilir.
Dillendirmeseler de, tribündeki taraftardan umulan ‘Yönetim istifa tezahüratını’ duyamayan şahinlerin, bundan böyle şapkalarını önüne koyması da kaçınılmaz oldu. Sadece Liseye ve oradan gelecek oylara dönük şahin görünümlü yürütülecek iktidar mücadelelerinin, bundan böyle kesin başarıya ulaşma olasılığı ‘çantada keklik’ konumundan uzaklaşmıştır. Kaldı ki, bugün bunca yüklenmelere, köşeye sıkıştırmalara, yalnız bırakılmalara, futbol takımının dibe vurmasına karşın hala ayakta durabiliyorsa Adnan Polat... Yarınlarda Eskişehirspor maçındaki futbolun sürmesi, kupanın kazanılması ve bunlara bir de Fenerbahçe galibiyetinin eklenmesi durumunda oluşacak tabloyu düşünün.
Hedef tükenmez!
Futbol takımının zirve yarışından erken uzaklaşması, hedefsiz kalması anlamına gelmiyor. Hep savunduğum gibi, öncelik göze hoş gelen, mücadeleci, bol pozisyonlu, heyecan dolu 90 dakikalardır. Bakın ‘hedefsiz’ denen Galatasaray’ın önündeki üç maça sadece... Yarın galip gelirse, Gaziantepspor’u sollayacak, sonra evinde Bucaspor ve hemen ardından İstanbul Belediye sınavı.. Belediye engelini de 3 puanla aşarsa, Gaziantepspor’dan sonra üstündeki bir rakibini daha alta çekecek. Hiçbir hesap yapmadan, sadece çıkıp futbolun gerekleri olan ‘görselliği, paylaşımı ve ekip ruhunu’ sahaya yansıttığında, 3 haftada ne gibi hedeflere varılabiliyor. Bir de bunu 34. haftaya kadar sürdürürse, ortaya Şampiyonlar Ligi çıkmaz belki ama...
‘’Nerelerdeydin be Aslanım!‘’
“Eskişehirspor karşısındaki Galatasaray ile Gaziantep’teki arasında ne benzerlik vardı” derseniz, bulmak için kendinizi epeyce zorlamanız gerekir... Çünkü üç gün önce kuzu, dün Arena’da ise bir Aslan vardı sahada... Hani o özlemi hep duyulan, çoook eski günleri çağrıştıran türden...
Önde basan, bunu birlikte yapan, alan daraltan, kanatları etkili kullanan, şut atmayı yeniden hatırlayan, yardımlaşan, taraftarının müthiş desteği ile özgüvenine yeniden kavuşma sinyalleri veren ve formasıyla da Galatasaray olan bir takımdılar...
Bu bir maçlık mıydı, dün geceden sonra sanmıyorum öyle olsun. Geç mi kalındı, hiçbir şey için geç kalınmış değildir. Çünkü aslolan göze hoş gelen hücum futbolu oynamaktır, izleyenlere parasının ve zamanının karşılığını vermektir, taraftarının övüneceği mücadeleyi sergilemektir. Derece sonraki iştir.
Böyle oynasınlar, eminim yenilseler de o taraftar bağrına basacaktır. 75’ten sonra arka arkaya yedikleri iki gole rağmen taraftarın takındığı ‘desteğe devam’ tavrı, zaten bunu çok net olarak ortaya koydu.
Dün gecenin tartışmasız en iyileri Culio, Stancu, Kazım ve Sabri’ydi bireysel olarak... Kewell sahada zar atsa, yine de onu izlenmek için gidilir stada...
Neill toparlayıcıydı. Cana ve Servet birbirlerine daha bir alışmış gibiydiler. Serkan sürekli oynamamanın, Hakan Balta ise moral motivasyon olarak dibe vuruşun izlerini yine taşıdılar. Zapata soru işareti olsa da, yediği goller için suçlamak haksızlık olur.
‘’Al birini vur ötekine‘’
Tecrübe parayla satın alınmayan bir değer hesapta... Ama gel gör ki, tecrübe bile üstüne Sarı-Kırmızılı formayı geçirince saçmalıyor şu son dönemde... İki Lorik Cana, bir de Neill hatası sonrası (tabii ki karşı tarafın asist ve son vuruş becerisini de görmezden gelemeyiz) gelen üç gol, büyük bir avantajın kaçmasına neden oldu son cephede!
Dün geceki maçta Galatasaray adına söylenebilecek olumlu söz çok azdı. Öncelikle Stancu kaliteli bir oyuncu. Kendine güveninin yanı sıra, sağ ayağına olan hakimiyeti göz kamaştırıcı. Sağ kanattan yaptığı ortaların karakteri, bugüne kadar pek rastlanan türden değildi.
Mantıkla açıklanamayacak dağınıklığın sürdüğü Galatasaray’da, Sabri’nin hücuma katkı vermeyişi, Hakan Balta’nın ise veremeyişi düşündürücüydü! Culio da, Stancu gibi çalışkan ve oynamaya niyeti olan bir yabancı! Nazlanmıyor, mücadele ederken, hayıflanmıyor savunmaya yardıma koşarken... Cim Bom adına yabancılardan yana öylesine abuk örneklere tanık olundu ki son yıllarda, salt bu niyetler bile bu iki oyuncuyu ön plana çıkartmaya yetiyor, traji-komik bir ruh hali bu değil mi?
Sonuçta yine tatmin etmeyen bir oyun, yine bireysel hataların yıkıma neden olduğu 90 dakikaydı Sarı-Kırmızılılar adına... Tur hakkında bir öngörüde bulunulabilir misiniz peki, kesinlikle hayır. İleride çoğalamayan, savunmada yalpalayan, orta sahada koşuşturmaktan öte bir görüntü çizmeyen bu takım olmaktan uzak topluluğun ne yapacağını Allah bilir sadece!
‘’Son sözü tribün söyler!‘’
Sağolasın... Ama bak, yetmiyor işte... Belki elinde değildi bazılarını önlemek, ama senden kaynaklı da pek çok yanlış yaşandı... Zor bir dönemde görevi kabul ettin, kabul. Ancak hem camia, hem de sen yoruldun. Üstelik taban desteğin de azaldı. Gel şöyle bir orta yol bulalım. Bu yeni bir başkan mı olur, yoksa yanına yeni isimler mi... Ya da silbaştan mı yapılır, sonuçta önemli olan Galatasaray’ın çıkarları değil mi...” Eminim ki Adnan Polat, ‘camianın malum dominant kanadından’ gelecek böyle bir ‘sağlıklı’ öneriye kayıtsız kalmazdı. Ama olaylar hiç de böyle gelişmedi, önce ekibinden bazı kelleler istendi ısrarla, kabul etmeyince de içten dıştan, önden arkadan, olur olmaz, doğru yanlış, her yönden, her konuda durmaksızın hançerlendi. Bu da Polat’ı hırçınlaştırdı, sağduyudan uzaklaştırdı. ‘Bunca ağır ekonomik bataktan çıktım, biraz olsun nefes aldım, bırakın da biraz keyfini süreyim’den başka bir şey düşünemez oldu haklı olarak!
Olayın bir başka yönü daha önemli tabii... Salt ekonomik yönden artık döndürülebilir duruma geldi diye yönetimi ele geçirmek için kendi başkanına böylesine insafsızca saldırmak, eylemcileri de haklı ve sempatik kılmıyor! Muhalefetin Süren ve Helvacı’yla ‘henüz’ görünen yüzü hiç de geçerli ve inandırıcı bir tablo sergileyemedi şu ana kadar. Arkadakiler inandırıcı olabilir mi, bekleyip göreceğiz.
Herkesin dilinde futbol takımının ‘vahim’ durumu var. Bu gerçek tüm çıplaklığıyla ortada duruyor... Taraftarın bu bakış açısı anlaşılabilir. Ama transferin de, şampiyonluğun da garantisi olabilir mi, olmuş mudur bugüne kadar? Gelenekselci okullular, ‘başkanlık makamına saygı’ gereği yürütülen kampanyanın yanlışlığını dile getirirerek Polat’ın görev sonuna kadar rahat bırakılmasını istiyor. ‘Liseli şahinler’ ise, artık kısmen tamir edilen oyuncaklarını geri almanın zamanının geldiğini düşünerek saldırı dozunu artırıyor. Ama sonuçta yine genel kurul üyelerinin tavrı belirleyici olacaktır. Bir yanda Polat ve arkadaşlarının şirketlerin birleştirilmesi, stat ve Riva kozu, diğer yanda ‘Adnanlar gitsincilerin’ futbol takımının başarısızlığını ve hamaset edebiyatını ön planda tutan yaklaşımları çekişiyor şu anda...
Yine de ben Polat’ın olası bir olağanüstü seçimde aday olacağına inanmıyorum. Bu saatten sonra tek düşüncesi, görev süresi sonuna kadar devam etmek ve akmasa da damlamaya başlayan para musluğuyla gelecek ümitlerini sulayabilmek! Gelinen şu noktada Polat’ın da, muhalefetinde eli zayıf yani. O nedenle ‘gelenekler bir yana itilmiş’, iki taraf da tribünden medet umar hale gelmiş durumda!
‘’Hay şeyini şey edeyim!‘’
Türkçe’nin elastikiyetinden yararlanarak, hakarete teğet geçecek pek çok ağır kelime kullanmam mümkün dün akşamki ‘şey’ için! Burdaki ‘şey’, hatta ‘şeyler’ üzerine ne yazsan giderdi aslında... Giderdi de, ucu nereye varır belirsiz olduğu için, ‘es’ geçelim yine de biz pek çok ‘şey’i! Birinci goldeki ofsaytı ve kolla oynamayı, hakemin 90 dakika boyunca uyguladığı kart tercihlerini, falan, filan...
Gelelim olmayan futbola biz... Galatasaray’da, geçen hafta Sivas maçında da belirgin olarak görüldü ki, yetenek ve beyin sorunu var saha içinde... Bursa’da bir kez daha görüldü bu eksiklik. Tabii ki Arda, Baros, Kewell, Neill, Pino döndüğünde her şey farklı olacak, ama kardeşim sahaya göğsüne takarak çıktığın arma gazoz markası değil ki, köpürmesi yetsin insanlara! O formayı giyiyorsan, adam gibi oynayacaksın, işte o kadar... Kazanman kaybetmen önemli değil, ona layık olmandır aslonan!
Dün akşam Bursa’da bir şeyi bir kez daha net olarak anladım ki, bu ülkede yen de, nasıl yenersen yen. Önemli olan tek kıstas bu. O muhteşem tribün şovu eğer böylesine rezil bir 90 dakika için yapılıyorsa, bundan fazlasını beklemek safdillik olur yönetenlerden, oynayanlardan...
Sarı-Kırmızılı ekip, eksikleri dönerse dört dörtlük, belki kupada bir şeyler yapar. Şampiyonlar Ligi umudu zaten yoktu, ilk 5 de hayal oldu artık. Ama gönül istiyor ki, kazanan da futbol adına bir şeyler oynasın, kaybeden de... Futbolsever kandırılmasın artık. Futbol oynamaya niyetli olmayanlar, futbol takımı kurup, futbol ligine katılmasın, başka bir iş yapsın!
‘’Başlangıç için iyice!‘’
Üstelik duran toptan değil, çalışılmış-doğaçlama karışımı güzel bir organizasyondan. Adeta ders niteliğinde... Yani neymiş, Sivasspor gibi ilkel bir anlayışla sahaya çıkmış bir rakibiniz varsa... 10 kişiyle savunma yapıp, kırk yılın başında ‘Aaa, karşıda da bir kale varmış’ deyip sıfır riskle 90 dakika boyunca bir-iki kez üstünüze geliyorsa... Tüm gol ayaklarınız kilitlenmişse, pas futbolu henüz ayaklarınıza yakışmıyorsa, oyunun yönünü sıkça ve süratle değiştirerek rakibinizin dengesini de bozmayı beceremiyorsanız.
Futbolda çareler tükenmez, en yaygın kilit kırma yöntemi, geriden sürpriz ve savunmanın kucağında oradan oradan gezinmeyen isimleri devreye sokmaktır o zaman. Barış ve Servet’le olduğu gibi...
Dün gecenin güzelliği stat ve taraftardı öncelikle... Culio, Yekta, Kazım, kısa süreli de oynasa Stancu, Sarı-Kırmızılı formayla çıktıkları ilk lig maçlarında gözdoldurdu. Cana ve Sabri’nin gönülden mücadeleleri her zaman alkışı hak ediyor.
Servet’in ‘ne seninle ne sensiz’den, ‘sensiz asla’ konumuna gelmesi kendine bağlı hâlâ. Kale, solbek, orta sahanın göbeği yine sırıttı ama Arda ve Pino dönünce saha içi rollerde değişiklik olacak ve malum isimler kulübeye çekilecektir. Böylece kaliteli ayak ve daha önemlisi beyin sayısı artarak, seyri hoş bir takım olma yolundaki yürüyüş koşuya dönüşecektir.
‘’Asın Kazım'ı‘’
Bal gibi Beşiktaş’ın yaptığı üç yıldız transferin benzerlerini beklemenin yarattığı hayal kırıklığının bir sonucudur bu tepkinin adı, başka bir şey değil.
Hoşunuza gitmediyse, bir de dile getirilen disiplin yönünden bakalım olaya isterseniz... Yönetim ve teknik direktör Gheorghe Hagi’nin bazı yıldızları disiplinsiz oldukları gerekçesiyle satması, cezalandırması, buna karşılık benzeri Kazım Kazım’ı transfer etmesi eleştiriliyor. Tutarsızlık olarak değerlendiriliyor. Bu eleştiri haklı, buna bir sözüm yok. Peki karşılığında taraftarın disiplinsiz futbolcuya yaklaşımı tutarlı mı? Disiplinsiz Cassio Lincoln, Volkan Demirel’den ‘dayak’ yedi diye sevilmedi, yalan mı? Disiplinsiz Abdul Kader Keita ise tam tersi, Roberto Carlos’u nakavt ettiği için el üstünde tutuldu, hadi buna da yalan deyin. Bu mudur taraftarın tutarlı yaklaşımı! Yönetim eleştirilir, tamam da önce bir aynaya bakmak gerekmez mi? Kazım’ı ya da alınmasını savunmak için yazmıyorum tüm bunları. Sadece ayna tutuyorum haddim olmayarak, belki biraz daha sağduyulu düşünülür umuduyla, tek derdim bu...
Ezeli rakip Fenerbahçe’den oyuncu almaya da karşı çıkılıyor. Çünkü onlar ‘düşman!’ Bir kere karşı saflarda yer almış olanların aramızda yeri yok, kan davası sürüyor yani. Bu ilkel duygu, Fenerbahçe için de söz konusu ne yazık ki... Bakın Emre Belözoğlu hala tam anlamıyla benimsenemedi Kadıköy yakasında, şirin gözükmek için saha dışında da onca çabalamasına karşın! Bu da mı yalan?
Gelelim ‘beleş sirke baldan tatlı’ konusuna... Bir bölgeye ihtiyaç duyduğun isimler arasında bonservisi elinde bulunanı tercih etmenin neresi hata... Üstelik milyon Euro’dan aşağı sıradan bir oyuncu bile yokken ortada... Alın size son örnek,Yekta... Kasımpaşa diyor ki, bonservisi 5 milyon Euro... Sonra gel de Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım’ın, “Yabancı transferi sınırsız olsun” isteğine karşı çık!