‘’Cüneyt Çakır yorulur mu?‘’
İyi olan her şey yasaklanmış sanki bu ülkede... Başarılı olan herkes, başaşağı yere düşsün isteniyor.
Her iyilik yapana aptal, her başarılı olana torpilli gözüyle bakılıyor.
*
Galatasaray-Trabzonspor maçı biteli, 4 gün oldu daha... “Çok yetenekli, gelecekte iyi yerlerde olacak” denilen Deniz Ateş Bitnel’in de bitiş günüydü o... Çok kötü bir yönetim gösterdiği, çok yanlış düdükler çaldığı net... Ne kadar dağıldığı, 1 dakika uzatmayı bile oynatamamasından belli... Bir daha maç yönetir mi, yönetmez mi bilemem; fakat kariyerinin büyük bir darbe aldığı kesin... Deniz Ateş Bitnel bitti... Deniz Çoban zaten gitmişti...
Kim kaldı elimizde?
Cüneyt Çakır, Bülent Yıldırım, Hüseyin Göçek, Fırat Aydınus ve birkaç arkadaşı daha... Her kötü yönetimde birinin kariyerine son mu vereceğiz?
*
Türk Futbol Tarihi’nin yetiştirdiği en büyük hakem kimdir?
Tartışmasız Cüneyt Çakır... Yıllar sonra Dünya Kupası’na gönderdik bir hakemimizi... Gitmekle kalmadı, yarı finali yönetti, finalde hakem ekibi içinde yer aldı.
Daha ne yapması gerek? Tahminim o ki; Avrupa Şampiyonası’nda final yönetecek.
FIFA, UEFA ‘Elit Hakemim’ diyor onun için... Bize düşen nedir peki?
Pamuklara sarıp sarmalamalı, ona karşı yapılacak her ön yargıya karşı çıkmalıyız. Destek olmalıyız değil mi?
*
Oluyor muyuz peki?
Deniz Ateş Bitnel kötü maç yönetiyor; “Cüneyt Çakır ve çetesi” diyorlar!
Babası Serdar Çakır’ın telefon numarasını yayınlayıp, “Arayın, hakaret edin, tehdit edin” diyorlar.
Merkez Hakem Komitesi ile hiç bir alâkası olmamasına karşın, tüm atamaları Serdar Çakır’ın yaptığını yazıp çiziyorlar.
Kim yapıyor bunları peki? Bu işleri en iyi bilenler aslında onlar; Eski hakemler!
Kariyerleri boyunca tartışılmamış tek düdüğü olmayan; aktif görev yaptıkları dönemde hiçbir kulüp tarafından istenmeyen; iptal edilmesi gereken maçları oynatıp oynanması gerekenleri iptal eden; ne Türk Futbolu ne Türk hakemliğine bir adım bile yol aldıramayan; ülkemizi başarıyla temsil edemeyen, bayrağımızı gururla dalgalandıramayan ne kadar eski hakem varsa; şimdi hepsi ‘Cadı Avı’na çıkmışlar.
Ama bir şeyi unutuyorlar;
İyiler mutlaka kazanır ve kötülük asla cezasız kalmaz...
*
Pazartesi bir derbi var. Belki de şampiyonluğa yön verecek bir derbi... Ve yine aynı ‘karanlık güçler’ devrede: Yorgunmuş, görev almak istemiyormuş falan filan...
MHK kimi atar bilemem, ama Cüneyt Çakır’ı atarsa, o da çıkar adam gibi görevini yapar.
‘’Daha çok...‘’
"Daha yüksek binalarımız, ama daha kısa sabrımız var. Daha geniş oto yollarımız,ama daha dar bakış açılarımız var. Daha çok harcıyoruz, ama daha az şeye sahibiz; daha fazla satın alıyoruz, ama daha az hoşnut kalıyoruz. Daha büyük evlerimiz, ama daha küçük ailelerimiz; daha çok ev gereçleri, ama daha az zamanımız var. Daha çok eğitimimiz, ama daha az sağduyumuz; daha fazla bilgimiz, ama daha az bilgeliğimiz var. Daha çok uzmanımız, ama yine de daha çok sorunumuz; daha çok ilacımız, ama daha az sağlığımız var.
Çok fazla alkol ve sigara tüketiyoruz, çok savurganca para harcıyoruz, çok az gülüyoruz, çok hızlı araba kullanıyor, çok çabuk kızıyoruz. Çok geç saatlere kadar oturuyor, çok yorgun kalkıyoruz. Çok az okuyor çok fazla televizyon izliyoruz ve çok ender şükrediyoruz. Mal varlıklarımızı çoğalttık, ama değerlerimizi azalttık. Çok konuşuyoruz, çok az seviyoruz ve çok sık nefret ediyoruz. Geçimimizi sağlamayı öğrendik, ama yaşam kurmayı öğrenemedik. Yaşamımıza yıllar kattık, ama yıllara yaşam katamadık. Aya gidip gelmeyi öğrendik, ama yeni komşumuzla karşılaşmak için caddenin karşısına geçmekte sorunumuz var. Dış uzayı fethettik, ama iç dünyamızı edemedik. Daha büyük işler yaptık, ama daha iyi işler yapamadık. Havayı temizledik, ama ruhumuzu kirlettik. Atoma hükmettik, ama ön yargılarımıza edemedik. Daha çok yazıyoruz, ama daha az öğreniyoruz. Daha çok plan yapıyoruz, daha az sonuca varıyoruz. Koşuşturmayı öğrendik, ama beklemeyi öğrenemedik. Daha fazla bilgiyi depolamak, her zamankinden daha çok kopya çıkarmak için daha çok bilgisayarlar yapıyoruz, ama git gide daha az iletişim kuruyoruz. Zaman artık, hızlı hazırlanan ve yavaş sindirilen yiyeceklerin; büyük adamlar ve küçük karakterlerin; yüksek kârlar ve sığ ilişkilerin zamanıdır. Günümüz artık, iki maaşın girdiği ama boşanmaların daha çok
olduğu, daha süslü evler, ama dağılmış yuvaların olduğu günlerdir.
Bu günler, hızlı seyahatler, kullanılıp atılan çocuk bezleri, yok edilen ahlaki değerler, bir gecelik ilişkiler, obez bedenler ve neşelendirmekten sakinleştirmeye hatta öldürmeye kadar her şeyi yapabilen hapların olduğu günlerdir. Vitrinlerde her şeyin sergilendiği, ama depolarda hiçbir şeyin olmadığı bir zamandayız. Öyle bir zaman ki teknoloji bu mektubu size getirebilir, siz bu içselliği ya paylaşmayı, ya da sil tuşuna basmayı seçebilirsiniz. Yaşam, aldığımız nefes sayısıyla değil, nefesimizi kesen anların sayısıyla ölçülür.” (George Carlin, Amerikalı bir komedyendi. 11 Eylül saldırısı ve ardından eşinin ölümü üzerine bu satırları yazdı.)
???
Daha büyük statlar yaptık, ama içlerini boşalttık, daha az taraftarımız var artık tribünlerde. Daha şatafatlı Arenalarımız var, ama içlerinden Atatürk’ü çıkarttık... Daha dev salonlar inşa ettik, ama artık yanyana
oturamıyoruz bile...
Daha büyük bütçelere ulaştık, ama daha az satın alabilir hale geldik. Daha kaliteli toplarımız, daha kaliteli formalarımız, daha kaliteli oyuncularımız var; ama sporumuzun kalitesi daha az. Daha çok seviyoruz kulübümüzü, ama daha çok nefret ediyoruz rakipten...
Televizyonlarımız HD artık, ama görmemiz gereken değerleri yitirdik.
Daha çok... Daha çok... Daha çok...
Ama; Aslında her şey daha az...
?
Ben; Daha alçak evler, ama daha uzun sabırların... Daha dar yolların, ama daha geniş bakış açılarının... Daha küçük evler, ama daha büyük ailelerin... Havanın kirli, ama ruhların temiz olduğu günlere dönmek istiyorum. Ben; Daha küçük ama daha dolu statları... Daha küçük, ama yanyana oturduğumuz salonları... Sibobu dışarıda toplarla oynadığımız ama daha çok eğlendiğimiz maçları... Kulübümüzü sevdiğimiz ama rakipten nefret etmediğimiz günlere dönmek istiyorum.
?
Ya siz?
‘’O koltuklarda neden oturuyorsunuz?‘’
Hani ‘büyülü Passolig kartı’na geçer geçmez olaylar ‘şak’ diye kesilecekti ya... Yalanmış! Yine küfür edeni, olay çıkartanı bulmuyorlar; onların oturduğu bütün tribünlere ceza kesiyorlar. Ağzı patlayıncaya kadar küfür edenlere, içinden küfür edeni de stada almıyorlar yani!
TFF’nin eksik kaldığı yerde devreye İl Güvenlik Kurulları giriyor. Olay çıkartma ihtimalini ortadan yok etmek yerine “Cezalı olmayan da gelmesin” diyerek kestirip atıyorlar. Emrullah Efendi’nin sözünü değiştirelim; “Şu taraftarlar olmasa ne güzel yönetirler futbolu!”
Passolig neden var?
Küfür edeni tespit etmek, cezalandırmak...
Kavga edeni ayırmak, cezalandırmak...
Alkol alıp dağıtanı, kendisi dağıttığı gibi yanındakine de maçı zehir edeni tespit edip, cezalandırmak...
Yani, aklınıza ne kadar kötü şey gelirse tespit etmek, cezalandırmak...
Kötü olanı cezalandırırken; iyi olanı da ödüllendirmek aslında amaç...
Peki ya uygulama?
6222 neden çıkarıldı!
Siz hiç etrafınızda, “Küfür ettim, bana 10 maç tribüne giriş yasağı verdiler” diyen bir şahıs gördünüz mü?
Ben etrafımda hep şunları görüyorum: “Ya adamlar küfrediyor, ben de ceza alıyorum...”
O halde değişen ne?
Yine herkes ceza alacaksa, Passolig neden var? 6222 neden çıkartıldı?
*
Bakın, bugün Bursa’da Bursaspor-Fenerbahçe maçı bomboş tribünler önünde oynanacak.
Haftaya (şu ana kadar kesinleşen) Fenerbahçe-Beşiktaş derbisinde Kadıköy’ün yarısı boş kalacak... (Daha doğrusu Kasımpaşa maçında tribünde olanlar giremeyecek.)
Beşiktaş’ın stadı yok, ama taraftarlarına tribüne giriş yasağı veriyorlar, iyi mi!
*
Bursa dedik ya, aklımıza geldi!
Küfredenler tespit edilmediği için bütün tribünlere, yani bütün Bursaspor taraftarına ceza verildi.
Buna karşın konuk takım taraftarları içeri girebilecekti.
O karar alınmasa bilet 899 TL’ydi
Fakat Türkiye Futbol Federasyonu bu cezayı verir de, İl Güvenlik Kurulu durur mu? Bursaspor Yönetimi, “Taraftarımız tehdit oluşturuyor. Rakip taraftarlara saldırabilir. Bakın sosyal medyada planlar yapıyorlar” gibi gerekçeler göstererek, Fenerbahçe taraftarının da stada alınmamasını istemiş!
İl Güvenlik Kurulu da “Korumak, önlem almak, olayların önüne geçmek, suç işleme olasılığı bulunanları tespit edip cezalandırmak” yerine, “Gelmesinler, olsun bitsin” demiş!
Ve dolayısıyla her iki kulüp taraftarı da olmayacak bugün statta.
Gerçi İl Güvenlik Kurulu bizi şaşırtıp konuk takım taraftarına izin verse de kimse o stada giremezdi!
Çünkü Bursaspor Yönetimi, kale arkasındaki her koltuk için 899 TL istiyordu zaten!
Taraftar olmazsa olay da olmaz!
Ne güzel değil mi?
Hani dönemin Milli Eğitim Bakanı (Maarif Nazırı) Emrullah Efendi demiş ya; “Şu okullar olmasaydı Maarif’i ne de güzel yönetirdim” diye...
Bizim TFF ile İl Güvenlik Kurulları da aynen böyle!
Mantık şu herhalde: Taraftar olmazsa, olay da olmaz!
Ne çözüm ama!
*
O halde sizin o koltuklarda oturmanıza ne gerek var!
‘’En suçsuzu Özbek!‘’
Ne olacak bu Galatasaray’ın hali deyip duruyorduk; puan cetveli bize kapak yaptı!
Baksanıza; Lider Fenerbahçe’nin hemen arkasında, ikinci sırada Galatasaray? Üstelik Fenerbahçe kadar kazanmış, Fenerbahçe kadar kaybetmiş ve Fenerbahçe kadar berabere kalmış. Sadece attığı 1 eksik, yediği 2 fazla; puanı aynı ve averajla geride Sarı-Kırmızılılar... Ligin en iyi futbolunu oynuyor denilen Beşiktaş, 2 puan gerisinde... Önünde (daha doğrusu yanında) 1, arkasında 16 takım var ve halâ yerlebir ediliyor Galatasaray...
Kanmayın... Puan cetveli kandırır bazen adamı... Evet; Galatasaray yine şampiyon olabilir ve 4. yıldızı takabilir... Fakat sizler, yani Galatasaray’ın gerçek sahipleri; Ünal Aysal ve ekibinin maddi-manevi nasıl bir enkaz bıraktığını görmezden gelmeyin.
Telles, Bruma, Ontivero, Amrabat, Tarık, Olcan ve unuttuğum ne kadar sol kanat oyuncusu alınmışsa... İsimlerini ve maliyetlerini alt alta yazın, toplayın... Ne kadar para harcamış Ünal Aysal ve ekibi, görün... Sonra sahaya bakın, kim oynuyor... Hakan Balta!
Veysel, Salih, Tarık ve unuttuğum ne kadar sağ kanat oyuncusu alınmışsa... (Bu arada Eboue de hâlâ Galatasaray’da... Yan gelip yatıyor, tıkır tıkır ödenen parasını sayıyor) İsimlerini ve maliyetlerini alt alta yazın, toplayın... Ne kadar para harcamış Ünal Aysal ve ekibi, görün... Sonra sahaya bakın, kim oynuyor... Sabri Sarıoğlu!
Pandev’i, Burdisso’yu, Umut Gündoğan’ı, Sinan Gümüş’ü, Yasin Öztekin’i ve unuttuğum kimler kimler varsa... (O kadar çok ki) İsimlerini ve maliyetlerini alt alta yazın, toplayın... Ne kadar para harcamış Ünal Aysal ve ekibi, görün... Sonra sahaya bakın, kim oynuyor... Yine Muslera, yine Sabri, yine Semih, yine Chedjou, yine Hakan Balta, yine Hamit, yine Selçuk, yine Melo, yine Sneijder, yine Burak, yine Umut...
Kanmayın... 4. yıldız da gelse Galatasaray’ın parasını har vurup harman savuran, 2.5 yıllık şaşalı hayatın ardından ilk dalgalı havada gemisini en önde koşar adımlarla terk eden Ünal Aysal ve ekibini unutmayın... Çünkü şu an elde edilecek her başarı, Ünal Aysal ve o meşhur profesyonellerine rağmen elde edilmiş olacaktır. Hani bir marşı vardır Galatasaray tribünlerinin; Gerçekleri tarih yazar, tarihi de Galatasaray...
Tarih, gerçekleri yazacaktır...
10 Kasım 2014, Pazartesi günü Fanatik’te yazmışız bu satırları...
O gün, bugün neler olabileceği konusunda fikirlerimizi beyan etmişiz.
Yeniden koyuyoruz bu yazıyı, çünkü ihale, Dursun Özbek’e kalıyor şimdi...
Olmaz...
Kalmamalı...
Futbolda Kevin Grosskreutz, basketbolda Kizer skandallarını elbette unutmuyoruz. Dursun Özbek yönetimi de hata yaptı, bunu kabul ederiz, fakat bunlar devede kulak...
Galatasaray, Avrupa Kupaları’ndan ceza alacak ise buradaki en suçsuz adam Dursun Özbek çünkü...
Kimler mi suçlu?
Elbette listenin en başında cezaya neden olan sezonların başkanı var...
Sonrasında, o başkanın döneminde görev yapmış yöneticiler ve elbette profesyoneller...
En nihayetinde de senede bir kez yapılan Mali Genel Kurul’da o dönemin yönetimlerinin lehine kalkan eller...
Dursun Özbek, sadece kaldırdığı o eller nedeniyle eleştirilebilir ya da suçlanabilir.
Kimse, “Üyeler, seçimle gelen yönetimini ateşe atmaz, ibra eder. Galatasaray geleneği bunu gerektirir” de demesin. Adnan Polat orada...
Galatasaray’ı kurtarmak için uğraşıp duran Dursun Özbek, geçtiğimiz günlerde tüm eski başkanları ve duayenleri aynı masanın etrafına davet etti. Alp Yalman, Faruk Süren, Mehmet Cansun, Duygun Yarsuvat, Ali Dürüst, Adnan Öztürk, İrfan Aktar, Eşref Alaçayır oturdular yanyana...
Sizce kim gelmedi “Özel işlerim var” diyerek o toplantıya...
‘’Varlıklı olmak...‘’
Baba ile ortanca oğlu sıkı Beşiktaşlı... En büyük ile en küçük kardeş doğuştan Fenerli... Ailenin eniştesi, koyu Galatasaraylı... Varlıklı olmak böyle bir şey işte... Mustafa Koç’un vefatından çıkaracak çok ders var. Benim açımdan en mühimi şu: Zengin olamasak bile varlıklı olalım. Sadece cenaze törenlerinde değil, halâ sağlıklı nefes alabiliyorken, elele tutuşalım.
1907 Fenerbahçe Derneği’ni kurdu, ilk başkanı oldu.
1993 yılında Fenerbahçe Basketbol Takımı’nın idaresini üstlendi. 4 yılda 11 milyon dolarlık kaynak yarattı. Bugünkü başarıların temellerini attı.
1997 yılında henüz tescil edilmemiş Fenerbahçe logosunu tescil ettirdi.
Fenerium markasını kurdu ve bu marka ile mağazayı kulübe armağan etti. Fenerium’u kulübe devrederken, ‘1907’nin de tescilini alarak kulübe ayrı bir gelir kapısı getirdi.
Türkiye’yi bir ilkle tanıştırdı.
O dönemlerde pek bilinmeyen kombine bilet satışını ilk yaptıran O’ydu. 1994-2002 yılları arasında Şükrü Saracoğlu Stadı VIP tribünü bilet satışları 1907 Fenerbahçe Derneği tarafından yapıldı.
1997 yılında ‘Fenerbahçe şirketleşmeli mi, halka mı açılmalı?’ adlı bir kitap hazırlatarak, kulübün şirketleşme ve halka açılması konusunda ilk adımı attı. Bu konuda birçok panel organize ederek kamuoyunun aydınlanmasını sağladı, şirketleşme konusunun oylandığı Genel Kurul Toplantısı’nda yönetime tam destek verdi.
O’nun başkanlığındaki 1907 Fenerbahçe Derneği, sadece spor değil sosyal sorumluluk projeleriyle de Türkiye’ye büyük hizmetlerde bulundu. 2001-2002 yılları arasında 500 çocuğun eğitim masrafını karşıladı.
2003 yılında Koç Holding’te Yönetim Kurulu Başkanlığı görevine getirilince geri plana çekildi ve kardeşi Ali Koç 1907 Fenerbahçe Derneği’nde önemli görevler üstlenmeye başladı.
Henüz 56 yaşındayken hayata gözlerini yuman Mustafa Koç’un, Fenerbahçe’ye hizmetleri böyle sıralanmıştı internet sitelerinde...
Çok iyi bir Beşiktaşlı babanın, Rahmi Koç’un oğluydu.
Evdeki aşçı tarafından, kardeşi Ali Koç ile birlikte götürüldüğü Fenerbahçe maçlarında, Sarı-Lacivert’e aşık olmuştu.
Durumu, bir maça giderken Mustafa-Ali kardeşlerin ellerindeki Fenerbahçe bayrağını görünce fark eden Rahmi Koç, hemen devreye girmiş, ortanca oğlu Ömer Koç’u Beşiktaşlı yapmak için seferber olmuştu.
Burası önemli...
Mustafa-Ali kardeşleri, Beşiktaş’a döndürmek için baskı kurmak değildi yaptığı; diğer oğluna Beşiktaş’ı sevdirmekti.
3 oğlundan ikisi Fenerbahçeli olan Rahmi Koç’un kız kardeşi Suna hanım da; İnan Kıraç ile evli...
Peki; İnan Kıraç’ın spor dünyasındaki yeri ne? Galatasaray Eğitim Vakfı Başkanı... Alliance Galatasaray, Paris Başkanı... Galatasaray Spor Kulübü Divan Üyesi...
Yeryüzündeki gökkuşağı gibi Koç ailesi... Çok iyi Beşiktaşlılar’ın, çok iyi Fenerbahçeliler’in, çok iyi Galatasaraylılar’ın var olduğu...
Siyah ile Beyaz’ın, Sarı ile Lacivert’in ve Kırmızı ile Sarı’nın yanyana durduğu...
Cenaze töreni de böyleydi Mustafa Koç’un... Bırakın tuttuğu takımı, hayat görüşleri bile birbirine taban tabana zıt insanları aynı safta buluşturmuştu.
Yılmaz Özdil yazmıştı;
“Eş anlamlı bilinir ama... Zengin olmak başka şeydir. Varlıklı olmak başka şey. Her zengin, varlıklı değildir. Zengin... Para, mal, mülk istifler. Hayatı ıskalar. Varlıklı... Bilim, kültür, sanat biriktirir. Hayatın tadını çıkarır. Maganda zengin, dolu. Cahil varlıklı göremezsiniz.
Zenginin cenazesi kalabalık olur ama, gözyaşı yoktur. Kendisiyle hiç tanışmamış insanların Mustafa Koç’un ardından hissettiği samimi üzüntünün sebebi, artık aramızda olmamasına rağmen, hayatımızdaki varlığı’dır.”
Zengin olmasanız bile varlıklı olun lütfen... Sadece cenazeler birleştirmesin bizi... Hayattayken, halen sağlıklı nefes alabiliyorken elele tutuşalım.
Kavga etmeyelim artık, barışalım...
‘’Güldür güldür!‘’
Hayır turnuvasının finalinde kırmızı çıkıyor, yumruklar konuşuyor. Aziz Yıldırım işi gücü bırakıyor, güvenlikçilerle kapışıyor. Sivaslı Yekta, halâ Galatasaray forması giyiyor! Hamza Hamzaoğlu, “Bursa’nın hocasıyım, ama Galatasaraylı Hamza’yım” diyor. 41 gol atan Galatasaray’ın taraftarı Burak’ı ıslıklıyor, Umut’u istemiyor. 30 gol atan Fenerbahçe’nin taraftarı Fernandao ve Van Persie’ye tapıyor! Ağrı’da Kars’ta oynanıyor maçlar, İstanbul ve İzmir’de erteleniyor.
Acun Ilıcalı bir organizasyon yaptı; Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş ve Trabzonspor’un unutulmaz yıldızları sahne aldı. İzlemesi ayrı bir keyif, amacı takdire şayandı. Bir hayır işiydi yapılan ve üstelik Elvir Baliç, Hakan Ünsal, İlhan Mansız, Hami Mandıralı gibi efsaneleri yeniden sahada görüyorduk. Bundan iyisi, Şam’da kayısı yani!
Finalde; Galatasaray ile Fenerbahçe karşılaştı. Hasan Şaş kırmızı kart gördü, tribünler sahaya indi, yumruklar konuştu, televizyon yayını kesildi. Sonrasında güvenlik önlemleri artırıldı ve maç, kaldığı yerden devam etti.
Fenerbahçe, Eskişehir deplasmanı için yola çıktı. Havalimanında, Başkan Aziz Yıldırım ile özel güvenlikler arasında tartışma çıktı. Neden; Başkan’ın korumasının yeniden x-ray’dan geçirilmesi ve Başkan’ın güvenlikçilere “Hiçbir işe yaramıyorsunuz. Hakkınızda yazı yazdıracağım” demesi... Sonra; Türkiye Güvenlik ve Savunma İşçileri Sendikası açıklama yaptı, Yıldırım’a yüklendi, özür istedi.
Yekta Kurtuluş... 17 Ağustos 2015’te Galatasaray ile olan ilişkisi resmen bitti. 19 Ağustos 2015 günü Sivasspor ile sözleşme imzaladı. 31 Mayıs 2018’e kadar imza attı. Sivasspor tarihinin en pahalı (Toplam 2.5 milyon Euro para alacak) yerli oyuncusu oldu. Twitter hesabında halen Galatasaray formalı fotoğrafı var.
Yekta daha genç, hata yapabilir diyelim. Ya Hamza Hamzaoğlu... 13 Haziran’da başladığı Galatasaray’daki teknik direktörlük serüveni, 19 Kasım 2015’te son buldu. Gönderilmesi doğru mu, yanlış mı, bu tartışılabilir. Bizim ilgilendiğimiz bölüm, sonrası... 18 Aralık 2015’te Bursaspor ile anlaştı, 31 Mayıs 2017’ye kadar. Türkiye’de 5. Şampiyon Bursaspor... Ve o Bursaspor, bu sezon küme düşme korkusu yaşıyordu. Hâl böyleyken, neler konuşuyordu Hamzaoğlu?
“Gidişata bakılırsa Galatasaray için şampiyonluk mümkün olmayacak gibi gözüküyor. Oynanan oyun ümit verici değil. Ayrılık kolay olmadı, bize göre anlamsız bir ayrılıktı. Her şey dört dörtlük gitmiyordu belki ama kötü de değildik. Üzüldüğüm, sanki bir enkaz bırakmışız algısı yaratılmaya çalışılıyor. Camiaya kırgınlığım yok. Bursaspor’un hocası olarak oturuyorum ama Galatasaraylı Hamza’yım ben, öyle de devam edecek. ”
Galatasaray taraftarı, kırık burnuyla topa kafa uzatan Umut Bulut’u istemiyor. 14 maçta 8 gol atan Burak’ı ıslıklıyor. 17 maçta 8 gol atan Fernandao ise Fenerbahçe’de ‘Kral’ ilan ediliyor. Bunlar; Galatasaray’ın attığı gol 41, Fenerbahçe’ninki 30’ken yaşanıyor!
Eskişehirspor-Fenerbahçe maçı... Hakem bir kırmızı çıkartıyor, henüz çözülemedi nedeni! Fakat bir yorumcu, “Bu kadar masum bir çocuk nasıl oyundan atılır” diyor. Aynı futbolcunun gördüğü ilk sarı kartın ardından defalarca ‘O’ ve ‘Ç’ ile başlayan iki kelimeyi birbiri ardına saydırmasına bakmadan!
Sene 2016... Türkiye’de 3 yerde maç oynanamıyor! Kars, Hakkari, Ağrı mı? Değil... İstanbul, İzmir! Beşiktaş-Mersin İdman Yurdu, Bucaspor-Amedspor, Menemen-Pendikspor...
Sezonun ikinci yarısı başladı ve Türk Futbolu halen işte bu büyük sorunlarla boğuşuyor!
‘’Galatasaray‘’
Ağzını açan Sabri diyor.
Çok para alıyormuş.
Hiç isabetli ortası yokmuş.
Yetenekleri sınırlıymış.
Duyan da zanneder ki; kadrosunda Messi, Neymar, Ronaldo var!
Tarık Çamdal var oysa ki; Olcan Adın var. Fransa İkinci Ligi’nden Carole var. Ne olduğunu hala göremediğimiz Cem Karacan var.
Rodriguez var mesela, Yasin Öztekin var.
Adam iyi olsa Real Madrid bırakır mı?
Ya da öbür adam iyi olsa, takımı küme düşer mi?
Koskoca Galatasaray, Fransa İkinci Ligi’nden adam alır mı?
Koskoca Galatasaray, oynadığı takım İkinci Lig’e düşen adamla, Şampiyonlar Ligi’nde başarı hedefler mi?
Kalende Muslera var; 23 gol yemişsin 17 haftada. Fenerbahçe’den 10 gol fazla yemişsin, puan farkı da 10 haliyle.
Ama sen halen Umut Bulut’u yollamanın peşindesin.
Bak, puan cetveli orada...
Bak ve gör!
Umut Bulut’un da, her yenilgi sonrası ‘defol git’ dediğin Burak Yılmaz’ın da yer aldığı forvet hattın; aynı Fenerbahçe’den 11 gol fazla atmış oysa.
Üç kupa almış hocanı kovuyorsun vizyon-mizyon ayaklarıyla.
Unutuyorsun ama senin vizyonun da Carole işte.
Aklıma gelmişken ve vizyondan bahsetmişken...
Basketbolcu alıyorsun; lisansı hatalı.
Futbolcu alıyorsun, oynatamıyorsun.
Ve sonra Sabri’nin uzayan sözleşmesini iptal ediyorsun, Hamza’yı yolluyorsun, Umut’u yollamak için yol yapıyorsun.
Bruma nerede? Bonservisine 10 milyon Euro vermiştiniz hani...
Ontivero nerede? ‘Yeni nesil Maradona’ydı ya.
Salih Dursun’u kim aldı? Nerede bu çocuk?
Alex Telles, Amrabat, Dzemali, Pandev, Hajrovic, Burdisso nerede?
2.5 milyon Euro verip saraylarda yaşattığınız Eboue’nin toplam maliyeti ne kadar Galatasaray’a?
UEFA’dan ceza gelmeme ihtimali yok denecek kadar az.
Kim aldı, neden aldı bu oyuncuları bu kadar büyük paralara.
Kim yaptı bu borçları bu kadar?
Yıllardır sahada akıttığı
terle Avrupa’yı titreten Galatasaray, yıllar sonra
beceriksiz ceketli adamlar yüzünden Avrupa dışında
kalacak.
Önce bu hesabı görmeli Galatasaray.
Yoksa ‘git’ dersin,
gider Sabri...
Fakat Sabri’den sonrası da var!
‘’Kasap Ligi!‘’
Mustafa Denizli ne demişti: “Bunun adı kıyım, ince ince doğradı bizi...”
Şenol Güneş ne dedi: “Bizi ince ince kıydılar demeyeceğim...”
Ya Mahmut Uslu: “Ben bizi ince ince kıydılar dedim, ceza verdiler. Mustafa Denizli neden Profesyonel Disiplin Kurulu’na sevk edilmedi?”
Fikret Orman’ı da, İlhan Cavcav’ı da, Recep Bölükbaşı’sı da aynı...
Süper Lig değil, ‘Kasap Ligi’ sanki...
“Beni doğruyorlar...” “Beni kıyıyorlar...” “Kıydılar ama söylemem...”
Aslına bakarsanız, kavganın en şık günleri bunlar! İkinci yarı bir başlasın, görün şenliği! Şampiyonluk maçları, kümede kalma sınavları oynanmaya görsün! İşte o zaman başlayacak yine hakem odası basmalar... Rakip başkanlara ince ince giydirmeler... Kavgalar, dövüşler...
Şaşırıyor muyuz peki?
ŞAŞIRMIYORUZ...
Asıl sorun da burada...
Çünkü böyle görmüşüz çocukluğumuzdan beri... Değişen tek şey; isimleri... Bağıran haklı bu ülkede...
Sadece futbolda da değil... Bakın siyasete, politikaya, mahkemeye, bakın etrafınızdaki herhangi bir yere... Evde bile böyle değil mi? Daha çok bağıran, daha haklı!
Oysa ki... Gelin kısa süreli bir beyin fırtınası yapalım...
En çok şampiyon olan takım kim?
Galatasaray...
Kaç kez olmuş? 20...
Peki kaç kez olamamış? 37...
58. sezonu oynuyoruz ve rakamlar diyor ki; Galatasaray ortalama 3 yılda bir şampiyon oluyor.
Geçen sezon şampiyon olmuşsun, bu sezon yarışta geriye düşmüşsün. Hepsi bu! O halde bu büyük isyan niye?
Aynı şekilde Fenerbahçe’ye bakın... Galatasaray ile aynı neredeyse... 3 yılda 1...
Ya Beşiktaş? 57’de 11 şampiyonluk... (Daha sonra verilen 2 şampiyonluğu kenara yazın. Onlar da elbette Beşiktaş’ın ama, bu hesapta 1959 sonrasına bakıyoruz.)
Ortalama 5 yılda 1 şampiyonluk...
Gereksiz yere üzmeyin kendinizi... Gerçek bu... Bir de şu var...
Başkanlar, yöneticiler, teknik adamlar ya da futbolcular; birbirini asıyor, kesiyor ya televizyonlarda... Kamera ışıkları söndüğünde ‘kanka’ onlar. Birlikte yerler, içerler, üstüne birbirlerini kızdırırlar, makara yaparlar.
Filler tepişir, çimler ezilir...
O yüzden harap etmeyin kendinizi futbolseverler... Birbirinizi kızdırın en fazla, kavga etmeyin. Kaçan bir şampiyonluk olsun, unutun gitsin, bakın yarın yine güneş doğacak.
Nereye geleceğim biliyor musunuz?
Önder Dertli’ye...
11 yıl birlikte çalıştığım kardeşime... Önceki gece kalp krizi geçirdi. Dün en uzun yolculuğuna uğurladık. Sımsıkı bir Galatasaray’lıydı. 43 yaşında aramızdan ayrıldı. Gitti ve bir daha buraya gelemeyecek. İlk görüşmemiz; biz ona gittiğimizde olacak!
Diyeceğim o ki; hayat bir gün, o da bu gün... Hayatı yaşayın kardeşlerim, henüz nefes alabilme özgürlüğünüz varken... Yarın, çok geç olabilir.