Arama

Popüler aramalar

‘’Ceketliler susmalı‘’

Maçın başlama vuruşu yapıldığında, Beşiktaş 63 puanla lider, Bursaspor ise 38 puanla 9. sıradaydı.
Beşiktaş, yuvasına döndüğü gün, Fenerbahçe ile arasında süren şampiyonluk yarışında kayıp almamak için sahadaydı. Bursaspor ise kendisini Avrupa Ligi potasında tutacak sonucu almak için santranın başına geçti. İki takım da bir hedef peşinde yani...

Ayrıca...
Bursaspor Teknik Direktörü Hamza Hamzaoğlu açısından, bu karşılaşmanın çok daha başka bir anlamı vardı.
Bursaspor kazansa, puanını 41’e çıkartacak ve Galatasaray’ı da geçerek 7. sıraya yükselecekti.
(Makarayı biraz geriye sarın lütfen...
Geçtiğimiz sezon Süper Lig Şampiyonu yaptığı, Türkiye Kupası ve Süper Kupa’yı kazandırdığı Galatasaray’da; 18 Kasım’da görevine son verilmişti Hamzaoğlu’nun... Yıllarca formasını terlettiği, teknik adam olarak bulduğu ilk şansta Türkiye’de bir sezonda kazanılabilecek tüm şampiyonlukları kazandığı halde, bir kalemde isminin üstü çizilmişti.)

Bir teknik adam için daha büyük motivasyon olabilir mi?
Hem yeni takımını Avrupa arenasına taşıyacaksın; Akhisar ile Galatasaray’daki başarılarını perçinleyecek, hak ettiğin gibi kulübedeki bir efsane olarak alkışlanacaksın.
Hem de Türk Futbol Tarihi’nde Fatih Terim’den sonra ilk kez 3 kupayı kazandırdığın yuvandan, seni saçmasapan sebeplerle gönderen Galatasaray Yönetimi’ne en net cevabı, kendine yakışır şekilde sahada vereceksin.

Hâl böyleyken...
Beşiktaş Başkanı Fikret Orman maç sonrası dedi ki; “Bursaspor çok motive olmuş şekilde karşımıza çıktı. Hamza Hamzaoğlu da enteresan derecede istekliydi.”
Bu sözlerin karşılığı nedir sizce?

Türk Futbolu; 3 Temmuz’un etkilerini silmek için 5 yıldır uğraşıyor. En az bir 5 yıl daha uğraşacak belki de...
Teknik adamlar, futbolcular, malzemeciler, doktorlar, masörler ve futbolun saha içindeki tüm emekçileri bu yönde büyük bir uğraş verirken...
Başkanlar ve yöneticiler de artık sorumlu olsunlar lütfen... Yapmaları gereken şey çok da zor değil aslında; sadece Sayın Fikret Orman’ın söylediği gibi, isteyenin istediği yere çekebileceği sözleri söylemesinler, yeter...

Hem bakın son maçlara...
Beşiktaş’ın ‘Atom Karınca’sı Rıza Çalımbay; Beşiktaş’ı yenmedi mi önceki hafta? Fenerbahçe’nin ‘Kral’ı Aykut Kocaman; Fenerbahçe’yi devirmedi mi geçtiğimiz cumartesi günü? Gollerden sonra Çalımbay’ın ve Kocaman’ın sevinçlerini görmediniz mi Sayın Fikret Orman?

Biraz daha dikkat lütfen...
2 takımın kıran kırana şampiyonluk yarışı verdiği... 8 takımın Avrupa Kupası için her gün yeni yeni hesaplar yaptığı... 4 takımın (Hatta zorlarsanız bu sayı 6’ya bile çıkabilir) kümede kalma mücadelesi verdiği... Tarihin belki de en çekişmeli sezonunun oynandığı şu günlerde...
Hepimizin üstüne düşen sahadaki onurlu mücadeleleri izlemek sadece...

Hepimiz karşımızdaki duvara asalım şu sözü, ihtiyaç duydukça bakalım hatta;
Söz gümüş ise sûkut altındır...

13 Nisan 2016, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Gökhan'ı kim sattı?‘’

İçine melek kaçmış derler ya...
Her insanın hayatında vardır böyle dostları, arkadaşları...
Bazen hiç tanımasanız bile bilirsiniz ki; öyle bir adamdır o...
Benimkisi o hesap...
Hiç tanımıyorum, ama bazen insanları tanımak için illa ki oturup kalkmak, yemek içmek, sohbet etmek ya da sayısız anı paylaşmak gerekmez.
Hatta kimi zaman yediğiniz içtiğiniz ayrı gitmeyen adamların, zamanı geldiğinde aslında bırakın adamı, insan bile olmadığını anlarsınız.
İşte bu nedenle yazıyorum bu yazıyı... Hiç tanışmasam da... Hiç sohbet etmesek de... Biliyorum ki; iyi bir adam o... İşte bu yüzden bu yazıyı yazmak, benim birincil görevim...

Adı; Gökhan Gönül... Futbolla göz ucuyla bile olsa yakınlığı bulunan herkes tanır onu... Yıllardır hem Fenerbahçe’de hem de milli takımda oynar...Kulüpçülüğün böylesine tavan yaptığı, renklerin birbirinden bu kadar ayrıştırıldığı, ezeli rekabetin devam edip ebedi dostluğun (yeniden iyi insanlar gelip de tekrar çıkartacağı güne kadar) buzdolabına saklandığı şu günlerde bile taraflı tarafsız herkesin ‘adam’ıdır o...

Sakatsa sakattır... Formsuzsa formsuz... İyi oynamıyorsa kabul eder, çirkeflik yapmaz... Harika oynuyorsa çıkıp ortaya ‘ben’ demez, hep fotoğrafın arka tarafında kalır. Özü sözü birdir, dansöz gibi kıvırmaz...

Peki biz ne yaptık bu adama?
Tedavi sürecinde kullandığı ilacı; yetkili kurumlara bildirdiği ve o yetkili kurumlar ‘sorun yok, oynayabilir’ raporu verdiği halde...
Dopingli muamelesi yaptık.
Türkiye Futbol Federasyonu’ndan bir köstebek sızdırdı haberi... Spor basını yaktı ortalığı, geçti... Galatasaraylılar, Beşiktaşlılar bile “Gökhan mı? O çocuk yapmaz” dediği halde... TFF’deki köstebek, bir şeyler karşılığında sattı Gökhan’ı...
TFF acaba arıyor mu bu köstebeği? Türkiye Futbol Direktörü Fatih Terim; 2 ay sonra Fransa’da oynatacağı bu adama sahip çıktı mı? Hukuk Kurulu ve PFDK’da görevli beyefendiler bu dosya bu kadar kabartılırken ne düşündüler?

Bakın sevgili futbolseverler...
Devre arasında atletini suyla yıkayıp, maç sonunda sahanın ortasında sıkan çakma adamları gördü bu gözler... Taça çıkacağını bile bile topa hikayeden kayarak reklam panolarına çarpanları da gördü... Maçtan önce foto muhabirlerinin yerini dikkatli gözlerle tespit edip, atılan ilk golde onların önüne giderek sayfaların birinci sayfalarına girecek pozları veren artistler de vardı bu dünyada... Kameraların kendisini çektiğini gördüğünde hırstan çatlayacak bir görüntüye bürünen sahtekârlar da...

Ve siz sevgili taraftarlar... Hep o adamları ‘kahramanınız’ yaptınız. Ve ‘kahraman’ yaptığınız o adamlar, gemiyi en önde terk ettiler her zaman...
Çıkartalım formalarımızı ve gerçek dünyaya dönelim birazcık da olsa lütfen... Az sayıda ‘iyi adamlarımız’ var futbol dünyasında. Onlara sahip çıkmalıyız hep birlikte...
Bugün Gökhan’a yapılan bu çirkinlik; yarın Mehmet Topal’a, Hakan Balta’ya, Serdar Kurtuluş’a, Mehmet Ekici’ye de yapılabilir.

Çünkü şunu da gördü bu gözler;
20 milyonluk İstanbul’da ‘yorulup’ sizin aracınıza isabet edebilirmiş mermi.
Derler ya; Kurşun adres sormaz ki!

07 Nisan 2016, Perşembe 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Gerçeklerle yüzleşme zamanı!‘’

Maç yazımda bir hakem faciası yaşandığını, Souza’nın provakatörlüğünü yazmıştım. Temsilcimizin iyi oynamadığını, ama bu şekilde elenmeyi hak etmediğini de eklemiştim.

Aynı fikirdeyim, ancak bugün buz dağının diğer yüzüne bakmayı önereceğim. İsterseniz adım adım gidelim.

Vitor Pereira...
Shakhtar maçında atıldın, Şampiyonlar Ligi’ne giden yolda takımını patronsuz bıraktın. Böyle bir geçmişin varken, Braga maçında neden provoke oldun? Hakemin niyeti belli, fakat sen, bu takımın sahadaki komutanısın. Futbolcuların kızmalı, sen sakinleştirmeliydin. Sen bilmezsin ama bizim buralarda bir söz vardır; imam yellenirse...

Volkan Demirel...
Türkiye’nin en yetenekli kalecisi olduğun fikrindeyim. Bu sezon, kariyerinin zirvesindesin ve Avrupa Şampiyonası’na giden ekipte olmalısın. Fakat en iyi olman gereken maçta, her gelene geç dedin. Maalesef bu rövanşta, Fabiano’yu bile arattın.

Caner Erkin...
Yıllardır bildiğimiz, izlediğimiz, takdir ettiğimiz futbolun yok artık. İnsanların gözünde ve hayalinde tek bir imajın kaldı: Sürekli gergin, sürekli kavgacı, sürekli hakemin peşindesin. Sadece futbola odaklansan Şampiyonlar Ligi’nde final oynayacak bir takıma gidebilirsin. Fakat hem futbola hem de kalitene ihanet ediyorsun.

Luis Nani..
Bildiğimiz Nani değil bu. Bazen, “İkizini Türkiye’ye göndermiş” diye düşünüyorum. Ne adam geçebiliyorsun, ne gol atabiliyorsun, ne pozisyona girebiliyorsun. Bu yaptıklarının hepsini inan ki ben de yapabilirim! Fenerbahçe markasını yukarıya taşımak için geldiysen, öncelikle şu derin uykudan uyanmalısın. Niyetinvarsa tabii ki.

Diego...
Barcelona’ya 40 metreden gol atan adam değil bu. Aldığı her topla dikine giden, rakibi delen, bilekleri müthiş, şutları ışık hızındaydı eskiden. Şimdi en büyük özelliği, kafasının üzerindeki topuzu. Silkelenmeli, hatta resetlenmeli.

Gökhan Gönül şart bu takıma... 40 derece ateşi de olsa, bütün kaburgaları da kırılsa, bir çaresini bulup oynatmalı Fenerbahçe. Ve mümkünse Türkiye’ye hizmet adına, klonlamalı. Ondan bir iki tane olmalı.

Hakem İvan Bebek rezil bir yönetim gösterdi. Ama yukarıda yazdıklarımız da doğru değil mi?

Olan oldu artık.
Şimdi aynaya bakmalı Fenerbahçe... Kendi gerçekleriyle de yüzleşmeli. Yoksa perşembe sabahı üç kulvarda birden hedefe yürüyen bu takım, pazartesi sabahı sadece Türkiye Kupası hedefiyle başbaşa kalabilir.

İşte o gün, bir çoğu için çok geç olabilir.

19 Mart 2016, Cumartesi 00:00
YAZININ DEVAMI

‘’İki provakatör‘’

Dördüncü dakikada bitebilirdi maç. Van Persie bir adım geriden çıksa, ağrısız-sızısız bir 86 dakika oynayacaktı Fenerbahçe. Olmadı...

Sonrası 40 dakikalık zulüm. Kadıköy’deki ilk 45’ten kötü bir ilk yarı çıkardı Fenerbahçe. Kanatları felç oldu; Caner’i delik deşik ettiler, Şener’i perişan. En güçlü olduğu kanatlarını kaybeden Fenerbahçe, en sağlam yerinden, göbeğinden vuruldu. Ahmed Hassan’ın attığı gol, ligimizin en iyi savunma yapan takımının, Antalyaspor maçından sonraki en büyük acze düştüğü andı. Ve işin ilginç tarafı, bu büyük hataya imza atan Kjaer-Alves ikilisi, ilk yarıda temsilcimiz adına en aklı başında olan futbolculardı.

Bir stoperden ötesi...

Fakat futbol böyle bir şey işte. En iyilerin en büyük hatayı yaptığı ilk devrede, sadece Fenerbahçe’nin değil, sahanın en etkisiz ismi Alper, uzatmada umutları yeşertti.

Ve bu devrede bir şey daha net görüldü ki; Şener çok iyi bir bek olsa da, Gökhan Gönül bu takımın kalbi...

Ve yine hakkını vermeliyiz ki; hakemin plakasını aldığı Souza’ya atılmaması için yumruk gösteren Kjaer, bir stoperden ötesi...

Hakem faciası

İkinci yarıda kelimenin tam anlamıyla bir hakem faciası yaşandı. İlk yarıda Souza’ya hatalı sarı gösterip devamında Pereira’yı tribüne yollayarak Fenerbahçe’yi sahada patronsuz bırakan Hırvat, ikinci yarının ortalarında uydurduğu penaltı ile Braga’yı maça döndürürken, Topal’ı da atarak hem ekibimizin kalbini söktü hem de turu alıp Portekizliler’e verdi.

Fenerbahçe çok iyi oynamadı belki ama bu şekilde elenmeyi de hak etmedi. UEFA, bu yönetimi nasıl yorumlar bilemem, ama benim bir daha Türk hakemleri asla eleştirmeyeceğim kesin.
Son sözüm de kısa süre önce Türkiye’de oynayan Josue’ye. Bu ülkenin ekmeğini yedi, dün ise sahadaki en büyük provakatördü. Onu yollayan Bursaspor yönetimini tebrik ederim.

18 Mart 2016, Cuma 00:23
YAZININ DEVAMI

‘’Artık biz olun‘’

Ya düğünde ya cenazede omuz omuza veririz biz.
Ortamız neredeyse yoktur.
Küsler, düğünde barışır; rahmetlinin hatırına dua okunurken bütün gözleri, yürekleri kin, öfke değil merhamet kaplar.
Bu toprakların, bizim insanlarımıza kattığı duygular işte bunlar.

Artık alıştık maalesef Ankara’da patlatılan bombalara, yitip giden canlara.
Aslında biz alışmadık ama o şerefsizler alıştılar can almaya.
Yine onlarca gencimizi yitirdik. Kimisi daha 14’ündeydi, kimisi 16’sında. Liseye geçmeye çalışan da vardı aralarında, üniversiteyi bitirme hesapları yapan da.
Babasından karaciğer nakli yapılacak, hayata sımsıkı sarılacaktı gencecik hastamız.
Gelecekte İbrahim Kutluay olacaktı kardeşimiz, oğlunun Avrupa şampiyonasında atacağı golleri izleyecekti amcamız.
Olmadı...
Bir şerefsiz, bir hayvani düşünce her şeyi 1 saniyede bitirdi.

Artık hepimizin yemek masasında bir koltuk boş...
Artık hepimizin bir kardeşi eksik...
Artık hepimiz yetimiz...
Ve artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak...
Olmamalı...
***
Sığ düşünceleri, fındık kabuğunu doldurmayacak kavga gerekçelerini, toplasan 1 gün sürecek sevinç ve hüzünleri kaale almayın artık.
Bir hırs uğruna, bir kapris uğruna, bir takım, bir yarışma ve bir renk uğruna kırmayın birbirinizi...
Yıllardır sürdürdüğünüz ve aslında nedenini dahi bilmediğiniz, ‘kan davası’ gibi devam ettirdiğiniz ötekileştirmeyi bırakın bir tarafa...

Bakın; dünya kör, dünya sağır, dünya dilsiz.
Fransa’da kolkola girip yürüyenlerden bir tanesi geliyor mu Ankara’ya?
Onlar böyleyse, bizim de artık aynaya bakmamız, hatadan dönmemiz şart.
Önümüzde tarihi bir fırsat var, kaçırmayalım.

Sen Galatasaray taraftarı... Sadece 1 dakika sessiz kal. Emin ol, acılı çığlıkları duymayan dünyalı, senin sessizliğini duyacaktır.
Sen Fenerbahçeli futbolcu. Yapılmamışı yap, Umut Bulut ve rahmetli babasının fotoğrafıyla çık ısınmaya. Emin ol, patlayan bombaları görmezden gelen dünyalı, senin bu eylemini görecektir.
Sen derbinin hakemi. Dinleme kimseyi, inisiyatif al, maçı 5 dakika geç başlat. Emin ol, dilsiz dünyalı, seni konuşmak zorunda kalacaktır.

Bir şeyler yapmalıyız artık.
Bir olmalıyız.
Biz olmalıyız.
Lütfen...

17 Mart 2016, Perşembe 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bir Lenin büstü‘’

Bir Rus yahudisi; İsrail’e göç müsadesi alır. Rusya’dan çıkışta, Rus görevliler bagajlarını kontrol ederken, elbiselerinin arasında Lenin’in büstünü bulurlar. Bunun üzerine de Rus yahudisine sorarlar:
- Bu nedir?
Yahudi kendinden emin tavırlarla yanıt verir:
- Bu nedir değil, bu kimdir diye sormanız gerekirdi... Bu büstün kime ait olduğunu biliyorsunuz. O, Lenin... Sosyalizmin temellerini atan, Rus halkına iyilikler getiren büyük lider, yoldaş. Ben de bu büstü, Rusya’da yaşadığım bereketli günlerin hatırası için yanıma aldım. Özlem duyduğum günlerde bu büste bakarak, hasret gidereceğim ve teşekkürlerimi sunacağım.
Rus görevliler bu laf kalabaklığından sıkılır ve “Tamam, tamam” diyerek yahudiyi bırakırlar.
Yolculuk biter ve yahudinin uçağı Tel Aviv havalimanına iner... Bu kez sorgu sırası, İsrailli gümrük görevlilerindedir.
Gümrük memurları, elbiselerin arasındaki büstü görür ve sorarlar:
- Bu nedir?
Yahudi, yine kendinden çok emin tavırlarla konuşmaya başlar...
- Bu nedir değil, bu kimdir diye sormanız gerekirdi. Bu büstteki adam, Lenin’dir. Bu deli cani yüzünden, Rusya’yı terk etmek zorunda kaldım! Bu büstü de yanıma aldım ki, her gün karşısına geçecek ve lanet okuyacağım!
Yahudi, o kadar çok konuşur ki; İsrailli gümrük görevlileri de pes eder:
- Tamam tamam, haydi geç ve evine git...
Rus yahudisi, sonunda akrabalarının kendisi için hazırladığı eve gider. Kısa sürede yerleşir ve memleketine dönmüş olmanın sevinciyle bir ‘aile partisi’ verir.
Lenin büstü; evinin salonundaki en özel köşede durmaktadır.
Büstü fark eden yeğenlerinden biri sorar:
- Bu kimdir?
Rus yahudisi cevap verir:
- Sevgili yeğenim; Bu kimdir değil, bu nedir diye sorman gerekirdi!
Yeğeni başını sallar ve sorar:
- Peki, bu kimdir?
Rus yahudisi cevaplar:
- 10 kilogram, 24 ayar altın... Üstelik vergisiz, gümrüksüz, KDV’siz!

Bakmak ile görmek farklı şeylerdir.
Yukarıdaki hikayede olduğu gibi; Bazen baktığınız şeyi,
göremezsiniz.
Bizim kulüplerimizi yönetenlerin bir çoğu da aynen böyle; bakıyor ama göremiyorlar.
Sonrasında da batıyor kulüplerimiz...

Baksanıza...
Beşiktaş’a tarihin en büyük
borç yükünü yükleyen Başkan, şu an Türk futbolunun başında...
Galatasaray’ı Avrupa’dan
men ettiren Başkan’ın
kongrede yeniden aday
olabileceği konuşuluyor.
Trabzonspor’u bu
hallere düşürenler, halen
‘üst akıl’ olarak fikir beyan ediyor.

Sorun büyük, fakat bakıyor, göremiyorlar.
Takım gol atamıyor; teknik direktörü yolluyorlar.
Borçlar dağ gibi; bin 500 TL maaş alan personeli kovuyorlar.

Asıl sorun kendileri aslında...
Göremiyorlar...

Sorunu göremeyenler, çözüm bulabilir mi?

09 Mart 2016, Çarşamba 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Böyle derbi görmedim!‘’

Gazetelerdeki yorumları okuyunca...

Televizyondaki yorumları dinleyince...

“Üçüncü Dünya Savaşı çıkmış, haberimiz yok” diyor insan...

Oysa ki onların yazdığı, onların anlattığı maçı, bizzat Ülker Stadyumu’nda, basın tribününde şahsıma ayrılan koltukta; Beşiktaşlı kardeşlerim Ayşenur Afyon ve Şinasi Akgün ile birlikte izledim.
Bu arada o yazanların, o anlatanların yarısından çoğu, o basın tribününde yoktu!

Asıp kesiyorlar ya; aslında sizin televizyondan gördüğünüz kadarını biliyorlar onlar da... Haberiniz olsun yani!

Oturuyorlar televizyon karşısına; sadece izliyorlar. Ruh yok... Heyecan yok...

Statta olsan...

Maç başlamadan gireceksin derbinin içine... Daha futbolcular ısınırken... İki teknik adam birbirine elini uzattı mı, göreceksin... Hangi futbolcu ne kadar motive, anlayacaksın... Tribünlerin havası nasıl, koklayacaksın!
Fakat zor işler bunlar! Ve ne gerek var!

Otur ekranın karşısına, izle, yaz-anlat, gitsin! Ama olmuyor işte...

Maçı izlemeyip onları izleyenler, zannediyor ki; Türkiye ile Rusya arasındaki gerilimin bir benzeri yaşanmış Kadıköy’de...

Gerçek olan ise şu: Bir maç oynadılar, bitti, ‘Sonra görüşürüz’ deyip ayrıldılar futbolcular... Hatta maç içinde Fenerbahçeli Volkan Şen delirince, Beşiktaşlı Tolga Zengin sakinleştirdi. Beşiktaşlı Beck, Fenerbahçeli Volkan Şen’in sırtına bastığında, sağlık görevlileri girip tedavi ettiler. Kimse birbirine girmedi yani... Her faulde rakip takım oyuncuları birbirlerine pozisyonları anlattılar. Volkan Şen’in Sosa’ya yumruk attığı pozisyonu çıkart; dostluk maçı havasında geçti derbi...

Maçı izlemeyip sizin yorumlarınızı okuyanlar, zannediyor ki; Cüneyt Çakır, sadece Kadıköy Bölgesi Hakemi ve bu yüzden böyle maçları yönetemez zaten! Yönetemedi de hatta size göre! Her kararı hatalıydı ve aslında maç sonrası asılmalıydı!

Böyle yazanlar; acaba futbolun sadece Türkiye’de oynanan bir oyun olduğunu mu düşünüyor!

Cüneyt Çakır denilen hakemin UEFA’nın ‘Elit Hakemleri’nden biri olduğunu bilmiyor mu?

Cüneyt Çakır’ın Şampiyonlar Ligi’nde final yönettiğini unuttu mu?

Cüneyt Çakır’ın Dünya Kupası’nda yarı final yönettiğini, finalde 4. hakem olduğunu hiç okumadı mı?

Cüneyt Çakır’ın (eğer biz kariyerini bitirmeyi başaramazsak) Avrupa Şampiyonası’nda finalin 1 numaralı adayı olduğunu biliyorlar mı?

Aslında mesele çok basit...

Beşiktaş kazansa, puan farkı 1 maç eksiğine rağmen 4’e çıkacak ve yolu yarılayacaktı. Fenerbahçe kazandı ve yarışa tekrar ortak oldu.

Pereira, çok mesai harcamış derbi için, bu doğru.. Ve rakibine oranla daha sıkışık takvime rağmen... Çünkü malum, Avrupa Ligi’nde de oynuyor Fenerbahçe halâ ve derbiden 3 gün önce Lokomotiv rövanşına çıkmıştı. Şenol Güneş, daha az çalışmış demem ama... Çünkü mutlaka elinden geleni yapmıştır. Fakat kadro rotasyonuna bakar ve iki takım oyuncularını karşılaştırırsanız, hamle sıkıntısının nedenini anlarsınız. Pereira; Alper, Diego ve Volkan Şen’i çıkartıp Nani, Ozan ve Hasan’ı sahaya aldı. Geçen yılın gol kralı Fernandao ile Gökhan’dan sonra ligin en iyi sağ kanadı Şener 1 dakika bile oynayamadı. Şenol Güneş ise Gökhan Töre ve Cenk’i aldı oyuna, Olcay ile Oğuzhan’ın yerine... O kadar... Gerisi yok kadroda çünkü!

Arkadaşlar... O konuşanların, o yazanların bahsettiği kadar kötü değil her şey kısacası... ‘Şampiyonluk Derbisi’ dediğimiz 90 dakika hır-gür olmadan bitti. Ne kazanan şampiyon oldu, ne kaybeden şampiyonluğu yitirdi. Daha 11 hafta, 33 puan var. Kıran kırana bir yarış sürüyor.

Siz, kötülükten beslenenlerin tuzağına düşmeyin, bu yarışın keyfini çıkartın sadece.

NOT: Yine küfür edilmiş Süleyman Seba’ya... Bu konudaki düşüncelerim net... “Seba’ya küfretmek” başlıklı yazıma okumak için TIKLAYINIZ.

02 Mart 2016, Çarşamba 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Seba'ya küfretmek!‘’

Benim doğduğum, büyüdüğüm ve öleceğim topraklarda, ölenin arkasından konuşulmaz...
İyiyse de kötüyse de...
Doğruysa da yanlışsa da...
Bendense de sendense de...

*
Çünkü artık o, aramızdan ayrılıp gitmiştir...
Günahıyla, sevabıyla...
Ve inananlar bilirler ki; artık onun için tek kararı verecek, Allah'tır.

*
En başta, ahlâki açıdan ayıptır yapılan...
Ayıp kelimesi bile az kalır aslında...

*
Beşiktaş'a küfredeceğim diye Süleyman Seba'yı diline dolamak; iğrenç küfürlerinin içine Rahmetli'yi de katmak...
Ayıptır...
Günahtır...
Terbiyesizliktir...
*
Fenerbahçeli bir grup bunu yapan...
Belki de yaşı gereği bir gün bile Süleyman Seba'nın Beşiktaş Başkanı koltuğunda oturduğunu görmeyen...
Süleyman Seba'nın Türk Futbolu'na kattığı değerlerden bihaber olan...
Onun nasıl biri olduğuna dair hiç bir fikri bulunmayan...
Bomboş kafalarında, küfürden başka hiç bir şey dolaşmayan...

*
Kurunun yanında yaşı yakacak değiliz elbette...
(Hayatta en sevmediğim bir kelimeyi kullanacağım şimdi, belki de hayatımda ilk kez...)
Birkaç kendini bilmez yüzünden, koskoca Fenerbahçe camiasına söz söylemek elbette haddimiz değil...
*
Fakat Beşiktaşlılar da aynı hataya düşüyor şimdi...
Düşmemeliler...
O bir grup boş kafalı Fenerbahçeli'nin yaptığı hataya...

*
Onlar Süleyman Seba'nın isminin de içinde yer aldığı küfürlü bir tezahürat yaptılar...
Beşiktaşlılar da Mersin maçı sonrasında, "Önce Aziz Yıldırım, sonra Fenerbahçeliler'e" diye başlayan ağıza alınmayacak küfürlü sloganlar yazıyor, paylaşıyorlar...
*

Oysa ki...
Aziz Yıldırım'a 19. yılına girdiği Fenerbahçe Başkanlığı'nın daha ilk günlerinde en büyük desteği veren adamdır Süleyman Seba...
Karasu'daki evinin kapılarını bir çok Beşiktaşlı'ya kapattığı günlerde, Aziz Yıldırım'ın 7 gün 24 saat girebiliği evi vardı Rahmetli'nin...

*
Bir gün Bülent Uygun'u ziyarete gittiğimde, Metris'te görmüştüm Rahmetli'yi...
"Bizimkiler'e geldim" demişti.
Yani yeğeni Tayfur Havutçu ve kardeşi Aziz Yıldırım'a...

*
Öldüğü gün, Fenerbahçe Kulübü bir taziye mesajı yayınladı. Aziz Yıldırım ise Fenerbahçe Başkanı olarak değil, kardeşi olarak ayrı bir taziye mesajı... Ne diyordu, hatırlıyor musunuz?
"Değerli büyüğüm, kıymetli ağabeyim, Türk sporunun temel taşı, Beşiktaş Kulübü Onursal Başkanı Süleyman Seba ağabeyimin vefatını derin ve onarılmaz bir üzüntü ile öğrenmiş bulunmaktayım. Bu siyah beyaz tarifi imkânsız üzüntümüz ve kederimiz ile seni uğurlarken, özlemimizin her gün biraz daha artacağını bilerek, başta kederli ailen olmak üzere Beşiktaş camiası ve Türk sporunun yeri dolmaz acılarını en kalbi duygularımla paylaşırım."

*
Öldüğü gün, eski bir Beşiktaş amigosu aradı beni. Ağlıyordu... "Hastaneye gittim, helallik istedim, vermedi... Abi, ne yapacağım ben şimdi" diyordu.

*
Kısacası; bunun sarıyla lacivertle, siyahla beyazla alâkası yok...

Mesele sadece insan olmakla ilgili... İnsan olalım, yeter yani...


İnsanların değerinin ölmeden önce bilinmesi gerektiğini belirten Yıldırım, Süleyman Seba hakkında, "O Türk sporunun aksakallarından biriydi" ifadelerini kullandı. Aziz Yıldırım, "Öldükten sonra değer bilmek hiçbir işe yaramaz. Keşke Süleyman abi buradaki mahşeri kalabalığı, sevgi ve saygıyı görebilseydi. Her zaman dürüst, namuslu bir insandı. O Türk sporunun aksakallarından biriydi. Öyle bir insanın abim olmasından sürekli mutluluk duyacağım. Allah rahmet eylesin. Geride kalanlara sabır versin" dedi. Önder Özen: Cennet art


İhale Dursun Özbek'e kalıyor, bu kabul edilemez. Galatasaray ceza alacaksa eğer, belki de en suçsuz Galatasaray Başkanı'dır Dursun Özbek... Kim yapmış o borçları, kim UEFA'nın denetimlerine kulak asmamış, har vurup harman savurmuş kulübün parasını... Ve tüm başkanlar gelirken Galatasaray için yan yana, kim gelmemiş oraya, bir bakın...

EN SUÇSUZU ÖZBEK!

Ne olacak bu Galatasaray’ın hali deyip duruyorduk; puan cetveli bize kapak yaptı!
Baksanıza; Lider Fenerbahçe’nin hemen arkasında, ikinci sırada Galatasaray? Üstelik Fenerbahçe kadar kazanmış, Fenerbahçe kadar kaybetmiş ve Fenerbahçe kadar berabere kalmış. Sadece attığı 1 eksik, yediği 2 fazla; puanı aynı ve averajla geride Sarı-Kırmızılılar... Ligin en iyi futbolunu oynuyor denilen Beşiktaş, 2 puan gerisinde... Önünde (daha doğrusu yanında) 1, arkasında 16 takım var ve halâ yerlebir ediliyor Galatasaray...
Kanmayın... Puan cetveli kandırır bazen adamı... Evet; Galatasaray yine şampiyon olabilir ve 4. yıldızı takabilir... Fakat sizler, yani Galatasaray’ın gerçek sahipleri; Ünal Aysal ve ekibinin maddi-manevi
nasıl bir enkaz bıraktığını görmezden gelmeyin.

Alex Telles, Bruma, Ontivero, Amrabat, Tarık Çamdal, Olcan Adın ve unuttuğum ne kadar sol kanat oyuncusu alınmışsa... İsimlerini ve maliyetlerini alt alta yazın, toplayın... Ne kadar para harcamış Ünal
Aysal ve ekibi, görün... Sonra sahaya bakın, kim oynuyor... Hakan Balta!

Veysel Sarı, Salih Dursun, Tarık Çamdal ve unuttuğum ne kadar sağ kanat oyuncusu alınmışsa... (Bu arada Gökhan Gönül’den sonra bu mevkiinin en iyi adamı Eboue de halâ Galatasaray’da... Yan gelip yatıyor, tıkır tıkır ödenen parasını sayıyor) İsimlerini ve maliyetlerini alt alta yazın, toplayın... Ne kadar para harcamış Ünal Aysal ve ekibi, görün... Sonra sahaya bakın, kim oynuyor... Sabri Sarıoğlu!
Pandev’i, Burdisso’yu, Umut Gündoğan’ı, Sinan Gümüş’ü, Yasin Öztekin’i ve unuttuğum kimler kimler varsa... (O kadar çok ki) İsimlerini ve maliyetlerini alt alta yazın, toplayın... Ne kadar para harcamış Ünal Aysal ve ekibi, görün... Sonra sahaya bakın, kim oynuyor... Yine Muslera, yine Sabri, yine Semih, yine Chedjou, yine Hakan Balta, yine Hamit, yine Selçuk, yine Melo, yine Sneijder, yine Burak, yine Umut...
Kanmayın... 4. yıldız da gelse Galatasaray’ın parasını har vurup harman savuran, 2.5 yıllık şaşalı hayatın ardından ilk dalgalı havada gemisini en önde koşar adımlarla terk eden Ünal Aysal ve ekibini unutmayın...
Çünkü şu an elde edilecek her başarı, Ünal Aysal ve o çooook meşhur profesyonellerine rağmen elde edilmiş olacaktır. Hani bir marşı vardır Galatasaray tribünlerinin; Gerçekleri tarih yazar, tarihi de Galatasaray...

Tarih, gerçekleri yazacaktır...

***

10 Kasım 2014, Pazartesi günü Fanatik'te yazmışız bu satırları...
O gün, bugün neler olabileceği konusunda fikirlerimizi beyan etmişiz.
Yeniden koyuyoruz bu yazıyı, çünkü ihale, Dursun Özbek'e kalıyor şimdi...
Olmaz...
Kalmamalı...
*
Futbolda Kevin Grosskreutz, basketbolda Kizer skandallarını elbette unutmuyoruz.
Dursun Özbek yönetimi de hata yaptı, bunu kabul ederiz, fakat bunlar devede kulak...
*
Galatasaray, Avrupa Kupaları'ndan ceza alacak ise buradaki en suçsuz adam Dursun Özbek çünkü...
Kimler mi suçlu?
Elbette listenin en başında cezaya neden olan sezonların başkanı var...
Sonrasında, o başkanın döneminde görev yapmış yöneticiler ve elbette profesyoneller...
En nihayetinde de senede bir kez yapılan Mali Genel Kurul'da o dönemin yönetimlerinin lehine kalkan eller...
*
Dursun Özbek, sadece kaldırdığı o eller nedeniyle eleştirilebilir ya da suçlanabilir.
*
Kimse, "Galatasaray Divan Kurulu Üyeleri, seçimle gelen yönetimini ateşe atmaz, ibra eder. Galatasaray geleneği bunu gerektirir" de demesin.
Adnan Polat halâ orada...
*
Galatasaray'ı kurtarmak için uğraşıp duran Dursun Özbek, geçtiğimiz günlerde tüm eski başkanları ve duayenleri aynı masanın etrafına davet etti.
Alp Yalman, Faruk Süren, Mehmet Cansun, Duygun Yarsuvat, Ali Dürüst, Adnan Öztürk, İrfan Aktar, Eşref Alaçayır oturdular yanyana...
Sizce kim gelmedi "Özel işlerim var" diyerek o toplantıya...


26 Şubat 2016, Cuma 11:00
YAZININ DEVAMI