‘’FB-GS‘’
Bir zamanlar komşular birbirine maç izlemeye giderdi. Galatasaraylı ev sahibi, Fenerbahçeli misafiri gücenmesin diye galibiyet sevincini yaşamaz, misafirleri gittikten sonra da iş işten geçmiş olurdu zaten.
Ama bu dert değildi!
Dostluklarımız vardı bizim, her şeyden daha önemli olan...
Galatasaray’ın Neuchatel’i yendiği o efsane maçı hatırlıyorum mesela. Ya da Fenerbahçe’nin unutulmaz Bordeaux maçını. Tanju attığında Kadıköy’de, rahmetli Hüseyin attığında Florya’da başlardı zafer konvoyları.
Sevinçlerimiz vardı bizim ortak olan.
“3-0 mağlubuz. Hakem ilk yarıyı bitirdi. Soyunma odasına giderken, Tanju bizimle makara yapıyor. Adam bize 3 gol atmış, rakibiz ama samimiyiz. İkinci yarı başlayacak, bu kez Rıdvan’ın yanına geldi. Rıdvan, “Git yanımdan yeneceğiz sizi” deyince Tanju gülerek şu karşılığı verdi: “Ben 3 tane attım. Siz ne atarsanız atın.” İkinci yarı biz golleri attıkça Tanju kaçıyor bizden. Rıdvan’la ben sevinmeyi bıraktık, onu arıyoruz ama Tanju ortada yok. Uyanık adam ya, hemen kaçmış soyunma odasına...”
Hakan Tecimer anlatıyor; hani ilk yarısı 3-0 Galatasaray galibiyetiyle, 90 dakikası ise 4-3 Fenerbahçe galibiyetiyle biten maçı...
Maça bak, hikayeye bak!
Eğlencelerimiz vardı bizim, üzüntüde bile yaşanılan...
“Valla çok fazla ayrıntıya gerek yok. 10 sene önce Kadıköy’deki 2-1’lik galibiyette oynayan oyunculardan biriyim. Bundan büyük anı mı olur!”
Suat Kaya’dan istenen bir derbi anısı bu. Daha şık bir anlatım olabilir mi?
Böyle zeki adamlarımız vardı, leb demeden Çorum’u anlatan...
“Hangi sene hatırlamıyorum. Fenerbahçe-Galatasaray derbisi olduğu kesin ama. Maça iki saat kala köprü trafiğinde sıkışıp kaldım. Bir polis yanıma yaklaştı; “Abi sen oynamıyor musun?” dedi. “Yetişirsem oynayacağım” deyince, “Atla arkaya” karşılığını verdi ve beni motosikletiyle maça yetiştirdi.
Rıdvan Dilmen’den bir anı bu da...
Polislerimiz vardı bizim, sadece biber gazı sıkmayan...
“Oberle kardeşler hasta. Hasan da sakatmış. Eksik kadroyla karşımıza çıkmayın, maçı erteleyelim.”
Fenerbahçeli Galip Kulaksızoğlu’ndan Galatasaray’a...
Centilmenlerimiz vardı, eli öpülecek olan...
“Yarın bizimle maçınız var. Sait
hadi, git yat dinlen...”
Galatasaraylı Ali Sami Yen’den Fenerbahçeli rakibine...
Başkan’larımız vardı, rakibini koruyup kollayan...
Hafta sonu bilmem kaçıncı Fenerbahçe-Galatasaray derbisi oynanacak.
Belki Fenerbahçe bilmem kaç yıldır olduğu gibi yine kazanacak.
Belki Galatasaray bilmem kaç yıl sonra Kadıköy’deki talihsizliğini kıracak.
Şimdi lütfen 10 saniyeliğine durun ve samimi bir şekilde düşünün.
Hangi sonuç, yukarıda anlatılan hikayeler kadar keyfinize keyif katacak?
Sahi ne var o günlerden elimizde kalan...
‘’Robin van Persie‘’
Vitor Pereira...
26 Temmuz 1968’de Portekiz’de doğdu. Futbolu, amatör oynadı, 28 yaşında bıraktı. Sonra alt yapılarda teknik adamlık deneyimini yaşadı. Porto Üniversitesi’nde Spor Bilimleri ve Beden Eğitimi Yüksek Okulu’nda okudu. Kendi sınıfının not ortalaması olarak en iyi ikinci öğrencisiydi. 2004-05 sezonunda profesyonel oldu; Portekiz’de 3. ligde mücadele eden Sanjoanense’yle anlaştı. Sonra, aynı seviyedeki Espinho’nun başına geçti. 1 sezon, Porto minik takımını çalıştırdı. İki sezon 2. ligdeki Santa Clara’da görev yaptı. 2011’de Porto’da Villas Boas’ın yardımcılığına getirildi. Boas, Chelsea’ye gidince; takımın başına geçti. İki sezon takımı lig şampiyonu yaptı. Sonra Al Ahli’ye, buradan da Olympiakos’a gitti. Takımı sezon sonunda şampiyon yaptı. Ayrıca Yunanistan Kupası’nı da kazandı.
Özetle...
Porto ile 2012 ve 2013’te Portekiz Ligi Şampiyonluğu’nu, 2011 ve 2012’de Portekiz Süper Kupası’nı kazandı. Olympiakos ile 2015 Yunanistan Ligi Şampiyonluğu ve 2015 Yunanistan Kupası Şampiyonluğu’nu elde etti.
Robin van Persie...
6 Ağustos 1983’te Hollanda’da Rotterdam kentinde doğdu. Ailesi, onun aktör olmasını istedi. Ancak o futbolu seçti. 1997’de Excelsior’un alt yapısında futbola başladı. Ardından Feyenoord’a geçti. 2001’de A Takım’a yükseldi. Feyenoord’da 3 sene oynadıktan sonra Arsenal’e gitti. 194 maçta 96 gol attı. Sonra 22.5 milyon Pound’a Manchester United’a gitti. 86 maçta 48 gol attı. Hollanda formasıyla 99 maça çıktı, 49 gol attı. 2006, 2010 ve 2014 Dünya Kupaları, 2008 ve 2012 Avrupa Şampiyonası’nda oynadı.
Özetle...
Feyenoord’la 2002’de UEFA Kupası’nı kazandı. Arsenal’le 2005’te FA Cup, 2004’te Community Shield’i kazandı. Manchester United’la 2013’te Premier Lig’i, 2013’te Community Shield’i kazandı. Hollanda A Milli Takımı’nın en çok gol atan oyuncusu... 2002’de Hollanda’nın en yetenekli oyuncusu seçildi. İngiltere’de 5 kez ayın en iyi oyuncusu seçildi... 2012 ve 2013’te İngiltere’de Gol Kralı oldu. 2012’de Yılın En İyi Futbolcusu seçildi.
Elbette ast-üst ilişkisi olmalı. Askeri disiplin olmasa bile, futbolcu, teknik direktörüne saygı göstermeli. Ancak şu gerçekleri de görmeli.
Robin van Persie bu formuyla yedek kalmaz. (Hocası hangi dakikada görev veriyorsa çıkıyor, oynuyor. “15 dakikalık oyuncu değilim” demedi hiçbir zaman. Üstelik, hemen pozisyona giriyor. Yani küsmüyor, savaşıyor.)
Fenerbahçe, Kadıköy’de bu kurguyla oynamaz. (Kaleci, 4 savunma, 3 birbirine benzeyen savunma ağırlıklı orta saha... 8 savunmacıyla çıkıyor sahaya... Bu takım, Kadıköy’de Fernandao-Van Persie ikilisiyle başlamalı oyuna.)
Bu kariyer, o kariyeri yönetemez. (Fenerbahçe Yönetimi, müthiş bir takım kurdu, ancak unutulmasın ki, savaşı askerler değil generaller kazanır.) Nokta!
‘’Bırakıp git Çoban!‘’
13 Nisan 1977, Çorum doğumlu...
Ama memleketi Amasya...
Amasya Anadolu Öğretmen Lisesi’nden mezun oldu. Ardından Manisa Celal Bayar Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksek Okulu’nu kazandı. Mezun olduktan sonra beden eğitimi öğretmeni olarak Konya’ya atandı. Konya Selçuk Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksek Okulu’nda Antrenörlük Eğitimi Anabilim Dalı’nda master yaptı.
Eşi müzik öğretmeni.
Ecem adında bir kızı, Hüseyin Denizhan adında bir oğlu var.
İyi derecede İngilizce biliyor.
15 Mart 1998’de göreve başladı.
2007’de Süper Lig’e yükselmeyi başardı. Kariyerinde 46 Süper Lig maçı var. 191 sarı, 13 kırmızı çıkartmış. 11 kez penaltı düdüğü çalmış. 11. penaltısı sonrası, ortalık karıştı. Ortalığı karıştıran ise ne kulüp temsilcileri, ne teknik direktör, ne de futbolculardı. Her şeyi bizzat kendisi yaptı.
Teknik adama uzatılan mikrofonu ödünç aldı ve konuştu:
“İnanılmaz üzgünüm. Maçtan sonra görüntüleri izledim. Empati yaptım. İki takım adına da çok ağır hatalar yapmışım. Rizeli oyuncuyu boşuna oyundan atmışım. Penaltı kararını yanlış vermişim. Kahroldum. Kasıtlı olarak yapılan bir şey değil. Futbolcular da bizim gibi bir emek sarf ediyorlar. Hafta boyunca çalışıyorlar. Bu hatalar beni moral-motivasyon olarak çok sarstı. Hakemlikle ilgili, görevi bırakıp bırakmama kararımı bir hafta içinde vereceğim, ama çok huzursuz ve mutsuzum. Kimsenin de mutsuz olmasını istemiyorum.”
Hepinizin bildiği gibi, Deniz Çoban’dan bahsediyoruz.
Belki, hiç bir zaman üst düzey hakem olamadı. Belki, bir kez bile derbi maçı yönetemedi. Belki, bir çok maçta çok önemli hatalar yaptı. Ama eminim ki; çaldığı şu son düdükle, Türk Futbolu’nda bir çığır açtı.
Şimdi geri adım atmamalı...
Kuddusi Müftüoğlu ‘bırakma’ dese de, bırakıp gitmeli Deniz Çoban...
Hata yapan insanların sürekli mazeretler ürettiği ülkemizde, istifa denilen onurlu bir davranış olduğunu yeniden hatırlatmalı hepimize...
O gün, o mikrofona söylediği her kelime, eminim ki, temiz futbol isteyen herkesin kalbine bir ok gibi saplandı. Çünkü erdemli bir hareket yaptı Deniz Çoban. Sadece dürüst adamların, güvenilir adamların, vicdanı olan adamların, hesap-kitap peşinde koşmayan adamların yapacağı hareketti bu...
Kariyerindeki ilk derbiydi bu belki de... Alnının akıyla çıktı.
Şimdi bir büyük ders daha vermelisin hocam...
İstifa etmelisin.
Bırak FIFA kokartını falan bir tarafa... Sen kalbinin tam üstüne ‘adam’ yazan kokartı taktın, bir daha sakın çıkartma...
‘’Beşiktaş'taki tehlike‘’
Maçtan günler önce konuştu Beşiktaş Başkanı Fikret Orman...
“Yeni bir MHK göreve geldi. MHK ile alâkalı olarak ‘biz iyi niyetliyiz ve takip edeceğiz’ demiştik. Yapılan tüm atamaları, sadece bizim maçımız değil, tüm atamaları yakından takip ediyoruz. Ben ve arkadaşlarımızın tecrübesi bu atamaların alt satırını okuyabilecek yeterlilikte. Umarım düşüncelerimde yanılırım. Atama yapılmış ve Fırat Aydınus tecrübesi belli olan bir hakem. Bir tek ben Beşiktaş maçıyla alâkalı konuşmak istemiyorum. Bunun arkasındaki niyet, umut ediyorum benim okuduğum niyetler değildir.”
Başkan; Fırat Aydınus ve Barış Şimşek (Fenerbahçe-Bursaspor) atamalarından rahatsızlık duyuyordu. Çünkü Trabzon bölgesi hakemi olan Barış Şimşek yıllar sonra Fenerbahçe’nin maçına veriliyordu.
Maçlar oynandı.
Hakem yorumcumuz Serdar Tatlı; Barış Şimşek ile ilgili şu yorumu yaptı: “Serdar’ın Uygar’a yaptığı müdahale, penaltıydı. Dany atılmalıydı.”
Tatlı’nın Fırat Aydınus hakkındaki yorumu da şöyle: “Gomez’in dirseği ile Skulason’un elmacık kemiğine darbesinin karşılığı, Dünya’nın hiçbir yerinde sarı kart olmaz. Yüzde 100 kırmızı olmalıydı. Hakem, saha içinde saldırgan hareketleri olan oyuncuları mutlaka cezalandırmalıdır. Cenk Tosun’un Ahmet Çalık’ın üzerine saldırdığı pozisyonda, Aydınus bir takım arkadaşı gibi davrandı.”
Bu hafta böyle denk geldi; önümüzdeki hafta tam tersi de olabilir. Baksanıza; Dünya’nın en iyi birkaç hakemi arasında yer alan Cüneyt Çakır’ın Türkiye’de her maçı tartışılıyor. Diğerlerinin vay haline... Hakemlerimiz süper değil, futbolcularımız centilmen değil, yöneticilerimiz iyi niyetli değil!
Hâl böyleyken; mükemmel bir tablonun ortaya çıkması mümkün mü? Elbette değil!
Sorun şu: Yıllardır bu yönetim profili kazanıyor! Doğal olarak da yönetenler her daim kazanmak için aynı yolu izliyor. Aziz Yıldırım da böyle yaptı ve kazandı bir zamanlar... Adnan Polat da, Ünal Aysal da... Serdar Bilgili de, Yıldırım Demirören de... Sadri Şener de, İbrahim Hacıosmanoğlu da...
Soru ise şu...
Önünde Fenerbahçe derbisi var. Kazanman halinde lider olacağın bir maç bu... 2 sezondur derbi kazanamıyorsun üstelik. Buna rağmen Mario Gomez ayarındaki bir profesyonel basıyor rakibine dirseği... Tolga tecrübesindeki bir kaleci, adam kovalıyor maçtan sonra... Cenk’i Aydınus itiyor, kavga etmesin diye... Ersan Gülüm, gözü patlamış adamın üzerine yürüyor tedavi için dışarıya çıkarken...
Hakem atsa seni, ne diyeceksin savunmanda? Bu gerilim neden?
Ve tüm bunların, disiplini ile tanınan Şenol Güneş’in takımında yaşanması ilginç... Bu gerilimi bir an önce bitirmeli Şenol hoca...
Bu gerilim, Beşiktaş’ı bitirmeden.
‘’Seçimden sonra biter!‘’
3 Temmuz 2011 tarihine geri sarın bandı...
Zekeriya Öz nerede? Tutuklanma kararı çıktı, yurtdışına kaçtı!
Mehmet Berk nerede? O görkemli günler, geride kaldı.
Bavulcu Mehmet Baransu nerede? Silivri’de, cezaevinde...
Tapeleri oluşturan kolluk kuvvetleri nerede? Kumpasçı ilan edildiler, kimileri hapiste kimileri sürgünde.
4 yılı aşkın süredir futbolumuzun içine etti bu dava... Öyle ya da böyle bir nihai karar verilmediği sürece de içine etmeye devam edecek.
Aslına bakarsanız, dün bitmesi bekleniyordu; fakat iki neden, yine uzattı.
İlki; Lutfi Arıboğan’ın savunması. Bu savunma mı; skandal mı, itiraf mı? “Elimizde kanıt yoktu, UEFA’ya gazete haberlerini gönderdik” dedi, Türk Spor Tarihi’nin bir türlü vazgeçemediği büyük spor adamı!
İkincisi; 1 Kasım!
Mahkeme heyeti üzerinde siyasi bir baskı olduğunu düşünmüyoruz elbette! Fakat, Çarşı davasının 29 Aralık’a ertelenmesi de bir ipucu... Şike davası, 5 Ekim’de bir kez daha ertelenir ve seçimden sonraki ilk duruşmada biter.
‘’Yenilgi değil hezimet...‘’
Uzatmalarda gördüm; Robin van Persie oynuyormuş!
Adam büyük yıldız, kabul...
Adam müthiş golcü, kabul...
Ama 45 dakika sahada yoksa, ne yapayım böyle yıldızı, böyle golcüyü...
Belli ki hazır değil.
O halde Fernandao’nun suçu ne?
*
Fenerbahçe kalesine giren her topta onu gördüm.
Topu ağlardan alırken elbette.
Adam Porto’dan geldi, kabul.
Adam üst düzey çok maç oynadı, kabul.
Ama kaleyi bulan 4 topun 3’ünü içeri almış!
Tek bir kurtarışı bile yok.
Sezona harika başlamış Volkan varken elinde, macera aramak niye?
*
Molde, Kuzey disiplininin bir takımı... Hem disiplinleri var, hem de fiziki güçleri yüksek.
Hâl böyleyken neden Fernandao gibi güçlü bir santrfor ile başlamazsın Pereira?
*
Molde, grubun en zayıf halkası... Kadıköy’e geldiler; belki bir umut diye...
Maç başlamadan “Hadi birer puanı paylaşalım” deseniz, kabul edecekler.
Buna rağmen 3 gol attılar Fenerbahçe’ye, 1 topları da direkten döndü.
*
Fenerbahçe kalan 5 maçı da kazanabilir; bu gruptan lider de çıkabilir.
Fakat yol yakınken birileri Pereira’ya, “Burası Fenerbahçe” hatırlatmasını yapmalı.
Yoksa; İstinye’de içine girdiği seli bırakın bir tarafa, Kurbağalıdere bataklığında yok olup gider!
‘’Tişört bile ayrı!‘’
44 yaşındayım.
1984’ten beri, PKK adlı terör örgütünü biliyorum, lanetliyorum.
31 yıldır...
Neredeyse hayatımın 4’te 3’ü...
Kalan 4’te 1’i de, huzur ve güven dolu bir Türkiye’de geçmemişti zaten...
Malum, 70’li yıllarda doğan tüm çocuklar gibi; 1980 darbesine giden o çetrefilli yolları, çelik çomak oynamak kadar normal karşılayan bir nesildik biz...
Bugün ‘sokağa çıkma’ yasağı ne kadar garip geliyorsa ‘tablet çocukları’na, bizim için jandarmadan gizli gizli dondurma almaya gidebilmek, büyük bir oyun gibiydi!
Ne küçücük yaşta çatışmaların ortasında kaldım...
Ne de askerliğimi komando olarak yaptım!
Dağda yılanla beslenmedim; uçaksavar kullanmadım, tank sürmedim, üç gün uykusuz kalmadım!
Ben, Bilecik ili Gölpazarı ilçesi sokaklarında misket oynarken, benden biraz büyük çocuklar yağmur gibi yağan mermilerin hedefi oluyordu.
O günlerin üzerinden 30 küsur sene geçti.
Şimdi ben, bir spor gazetesinde bu satırları karalarken; benim çocuğum yaştaki gençler, halâ ölüyor Güneydoğu’da.
Güzel ülkem kan ağlarken, spor yazamadım, kusuruma bakmayın.
Zaten spor dünyası da bir garip...
İstanbul takımları tek tip giymiş; Teröre karşı birlikteyiz...
Anadolu takımları tek tip giymiş; Teröre karşı birlikteyiz...
İstanbul takımlarının tişörtünde Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş’ın logoları var.
Anadolu takımlarının tişörtünde; Trabzonspor önderliğinde Anadolu kulüplerinin...
Böyle bir mevzuda bile bir araya gelemiyor 18 kulüp...
Sonra ‘teröre karşı birlikteyiz’ diyorlar.
Hadi canım siz de!
‘’FB ve GS!‘’
Sene 2006...
Almanlar’ın devi BorussiaDortmund için her sabah ayrı bir kâbus... Borçlar dağ gibi, kulübün kapısına kilit vuruldu, vurulacak... Alacaklılar kapıda, Dortmund Yönetimi çıkmazda...
Dortmund tarihinin en karanlık günlerinde, en büyük yardım, en umulmadık yerden geldi. Ezeli rakipleri Bayern Münih, Borussia Dortmund’a hiçbir kefil dahi istemeden para yardımı yaptı ve Dortmund’u iflastan kurtardı.
O günlerden bahsederken Bayern Münih’in eski başkanı Uli Hoeness der ki; “Bayern Münih rakiplerine yardım yapmakta da ünlüdür. Fink’i biz yetiştirdik, Hamburg Teknik Direktörü olması için de aracı olduk. Ayrıca zirve yarışı verdiğimiz Dortmund’a da birkaç yıl önce kredi verip borçlarından kurtulmasını sağlamıştık. Dortmund futbolcularına maaş ödeyemez durumdaydı. Yardım ederken hiçbir kefil veya
garanti de istemedik...”
Ve Dortmund cephesi... Bayern’den böyle bir borç aldıklarını doğrulayan dönemin Dortmund Başkanı Hans-Joachim Watzke: “Bayern kader anımızda yardıma koştu. Kulübümüz rahatladı. O günler aklıma geldiğinde halâ vücudumda titremeler oluşuyor, ateşler basıyor...”
“Dünyanın en iyi orta sahası olmak nasıl bir duygu” sorusuna, “Bunu bana değil, Gerrard’a sorun” cevabını vermişti, benim için tarihin gelmiş geçmiş ve gelecekte de en iyi orta sahası olacak olan Zinedine Zidane...
“Gerrard gibi bir makine odasına sahip değilseniz, bu, bütün takımı kötü etkileyebilir. Real Madrid’de şampiyonluklara koşarken, her zaman takımın en önemli oyuncusunun Claude Makelele olduğunu söylerdim. O olmadan ne Figo, ne Raul ne de ben, yaptıklarımızın hiçbirini yapamazdık. Gerrard da Liverpool için böyle bir öneme sahipti. İnanılmaz paslar atıyor, ikili mücadelelerde çok iyi ve gol atma yeteneği de var. Ancak en önemlisi, sahada olduğunda arkadaşlarına güven ve inanç aşılıyor. Bunu öğrenmeniz mümkün değil; ancak doğuştan gelebilen bir şey” sözleriyle de açıklamasını yapıyordu.
Ne Bayern Münih’in Borussia Dortmund’a para yardımında bulunmak... Ne de Zinedine Zidane’nın Steven Gerrard’ı (bırakın Messi ya da Ronaldo’yu) kendisinden bile üstün görmesi gibi bir mecburiyeti var. Fakat onların gerçeği farklı...
Bayern ile Dortmund’un yerlerine Fenerbahçe ile Galatasaray’ı koyun... Zidane ile Gerrard’ın yerlerine Volkan Demirel ile OnurKıvrak’ı... Galatasaray ile Fenerbahçe; Bayern ile Dortmund gibi olmadan... Onur ile Volkan; Zidane ile Gerrard gibi olmadan... Düzelmez hiçbir şey...
Onlar o kafayla Şampiyonlar Ligi Finali kovalar; sen çeyrek finali şölenlerle kutlarsın, Süper Lig şampiyonluklarıyla yetinirsin. Onlar Dünya üzerindeki her şehirde kaldırmadık kupa bırakmaz; sen ülke
sınırlarından dışarı çıkamazsın...
Mesele; Fenerbahçe-Galatasaray; Volkan-Onur meselesi değil elbette... Mesele; hayata bakış açımız...
Onların gerçeği farklı demiştik ya, şimdi sırası...
RAKİBİN KADAR BÜYÜKSÜN...
Bu nedenle rakibini dibe çekme, yukarıya taşı... Böyle yap ki; onu geçtiğinde kazandığın başarı, hakikaten başarı olsun!