‘’Bakan'a Mektup‘’
Öncelikle hayırlı olsun 2016-2017 sezonu... Bütün takımlara başarılar, bütün futbolculara sakatlıksız geçecek muhteşem bir futbol sezonu olsun. Olsun da... Olmayacak gibi!
Baksanıza... Daha sezonun ilk haftası... Türkiye’de Süper Lig’de şampiyonluk yaşamış 5 takımdan ikisi, sezona taraftarsız başlıyor.
Avni Aker’de Trabzonspor, TT Arena’da Galatasaray; boş tribünler önünde sezonu açıyor. Peki neden?
Trabzonspor, Fenerbahçe maçında hakeme saldıran bir ne idüğü belirsiz tetikçi yüzünden...
Galatasaray, Beşiktaş ile oynanan Süper Kupa Finali’nde taraftarının sahaya neden attığı halâ bilinmeyen meşaleler yüzünden...
Üstelik Trabzonspor’a da Galatasaray’a da bir ton para cezası verildi bu olaylar nedeniyle bir de... Peki o hakeme saldıran adam nerede şimdi?
Elini kolunu sallayarak ve belki de kasıla kasıla geziyor sokaklarda... Konya’da o meşaleleri atanlar, kendi kalecileri, hatta kahramanları Muslera’yı bile çıldırtanlar nerede? Onlar da aynı... Ellerini kollarını sallayarak geziyor aramızda...
Oysa ki Galatasaray’a bir maç seyircisiz cezası verdirdi o adamlar... 14 yaralı, 12 gözaltı vardı Konya’da... İşte o 12 adam yüzünden 55 bin Galatasaraylı seyirden men...
Spor Bakanı Sayın Akif Çağatay Kılıç; Galatasaray-Beşiktaş finali sonrasında, bu vandallardan kurtulmamız gerektiğini söyledi. Üstelik çok da kararlı bir vücut dili ve seçilmiş kelimelerle... Bu konuda kendisine elbette tam anlamıyla katılıyoruz. Fakat naçizane önerilerimiz olacak bu sorunun çözümüne...
Passolig denilen kart; statlarda ve salonlarda şiddet ve düzensizliği önleyecek, stat ve salonlarımızı bu vahşilerden temizleyecekti. Fakat gelinen noktada uygulama, bu olmadı. Yine o vahşiler vahşet yaratıyor; fakat cezayı bütün taraftarlar çekiyor.
Yaramaz çocuk cam kırdı diye; mahalledeki bütün çocuklara futbolu yasaklamak gibi bir şey bu...
Ceza, suçu işleyene özel olmalı...
Mesela Konya’daki o 12 adam, bir yıl değil, yıllarca seyirden men edilmeli... Bununla da kalınmamalı; Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu’nun Galatasaray’a meşaleler ve saha olayları nedeniyle kestiği 215 bin TL de bu vahşilerden tahsil edilmeli... Varsa mal varlıklarından, yoksa maaşlarına temlik konularak... 10 adama kessen bu para cezasını, 11.’si bırakın meşale atmayı; meşale atanı ihbar etmeye başlar. Ceza kişiselleştirilmezse eğer; vahşiler terör yaratmaya, taraftarların tümü cezalandırılmaya, kulüpler de hem boş tribünler hem de ödedikleri cezalarla büyük maddi zarara uğramaya devam eder.
Bu arada peşinin bırakılmaması gereken bir husus da şu...
O meşaleleler o stada nasıl girdi?
Konya İl Emniyet Amiri, bu konuda, statta görevlendirdiği polis memurları hakkında bir soruşturma yaptı mı?
Onlarca kişi meşale atıp olay çıkartırken, neden sadece 12 göz altı var. Övüne övüne söylediğimiz, ‘adamın terini bile gösterir’ dediğimiz o kameralar incelendi mi?
Temizlik şart..
Çünkü futbol, bu adamlar, stat ve salonlardan uzaklaşmadığı sürece güzelleşmeyecek.
‘’Onlar da şampiyon‘’
Geçtiğimiz hafta Süper Lig’de şampiyonun kim olduğunu yazmıştık.. Ve neden şampiyon olduklarının da altını çizmiştik. Bireysel ya da takımsal olarak hemen her alanda tüm istatistiklerde liderdi Beşiktaş... Doğal olarak ipi de en önde göğüsledi. İşin saha içindeki boyutu buydu. Fakat bir de saha dışına bakmak lazım...
Bizler, yani insanoğlu hep gördüğümüzü yorumlarız. Şöyle ki...
Bruce Willis müthiş bir oyuncudur değil mi?
Gözünü budaktan sakınmaz, en korkunç sahnelerde harika işler çıkartır falan...
Oysa ki sadece gördüğümüzdür o...
Çünkü aslında; her tehlikeli sahnede Bruce Willis villasında oturup viskisini yudumlarken, onun yerine bir başka isimsiz kahraman ateşlerin içine dalar, uçaktan atlar, motosikletle ölüm atlayışları yapar.
Film sonrası yazılan listede başrolde Bruce Willis yazar, ancak dublörünün esamesi bile okunmaz.
Popüler dünyanın kuralıdır bu...
En yakışıklı, en karizmatik adamlar seçilir, şöhret yapılır ve allanıp pullanıp sürekli onun adı satılır.
Gerçek emekçiler ise sahne başına aldığı düşük fiyatlarla hayatını sürdürür.
Düşünün bir kez; her film stüdyosu, belki de onun için bir var olma savaşıdır, fakat karşılığında kazandığı şey, sadece kuru ekmektir.
Elbette Şenol Güneş ve futbolcularının döktükleri ter, verdikleri mücadele inanılmazdı ve sonuna kadar hak ettiler şampiyonluğu, alkışları...
Elbette Fikret Orman ve yöneticilerinin harcadıkları efor ve verdikleri mesai, takdire şayandı.
Fakat ben, başka birilerinden daha bahsedeceğim sizlere.
Biraz sonra bazı isimler yazacağım... Belki de adlarını ilk kez duyacaksınız.
Gomez’in attığı her golde, Tolga’nın yaptığı her kurtarışta...
Sosa’nın her ara pasında ve Atiba’nın çaldığı her topta...
Emin olun ki, onların da büyük payı var.
Hiç görmedik onları belki ekranlarda, ama bu şampiyonluğun gizli kahramanıdır onlar...
Tamer Tuna-Antrenör.
Şeref Çiçek-Antrenör.
Miguel Peiro Montanana-Kondisyoner.
Eren Şafak-Analiz uzmanı.
Jose Sambade Carreira-Kaleci antrenörü.
Dolu Arslan-Antrenör.
Mehmet Kulaksızoğlu-Antrenör.
Ali Naibi-İdari direktör.
Emir Şiranlı-İdari menacer.
Arda Türkdoğan-Seyahat menaceri...
Sarper Çetinkaya-Sağlık kurulu başkanı.
Murat Çevik-Doktor.
Zeki Çetin-Fizyoterapist-Osteopat.
Aşkın Dede-Fizyoterapist-Osteopat.
Mehmet Alpözgen-Fizyoterapist-Osteopat.
Osman Doğru-Masör.
Kadir Beşiktaş-Masör.
Halil Yazıcıoğlu-Tercüman-İdari Direktör Yardımcısı.
Arda Kabaklı-Tercüman.
Cem Çadırcı-Medya ve İletişim Sorumlu Yardımcısı.
Rahman Sağıroğlu-Foto Muhabiri.
H.Erdinç Gültekin-Video Kayıt.
Ünal Akkoyun-Malzeme Sorumlusu.
Süreyya Soner-Malzemeci.
Erdal Erdem-Malzemeci.
Abdurrahman Ezer-Malzemeci.
Bütün Beşiktaş camiasına hayırlı olsun şampiyonluk...
Bütün Beşiktaş taraftarlarına...
Ve elbette emekçi dostlara...
‘’Şampiyona alkışlar‘’
Beşiktaş deplasmanda Galatasaray’ı yendi; Fenerbahçe deplasmanda Başakşehir’e kaybetti. Puan farkı artık 6... Kalan hafta sayısı ise 2... Bu durumda bir ‘mucize’ yaşanmayacaksa eğer; Şampiyon Beşiktaş... Çünkü kalan maçlardan sadece birinde beraberlik bile alsa, mutlu sona ulaşacaklar.
Peki... Beşiktaş nasıl şampiyon oldu? Öyle ya; Fenerbahçe ligin en derinlikli kadrosuna sahipti. Öyle ki; İki takım çıkartsan, zirveye oynardı.
Beşiktaş editörümüz Gökmen Özcan; bu sorunun cevabını buldu. Beşiktaş sayfasında da okuyacaksınız belki ama, burada da yazmak gerekli!
Şimdi bakın Beşiktaş’ı mutlu sona götüren rakamlara...
Attığı gol; 71... Ligin lideri... Averajı; 39... Ligin lideri... Aldığı galibiyet; 24... Ligin lideri... Dış sahada topladığı puan; 36... Ligin lideri... Topa sahip olma oranı; yüzde 58... Ligin lideri... Attıkları isabetli şut: 6,19... Ligin lideri... Muhtemel gol kralı Gomez; Attığı gol 25... Ligin lideri... Muhtemel asist kralı Sosa; Attırdığı gol sayısı 12... Ligin lideri... En başarılı pas yüzdesi; Atiba, yüzde 92,6... Ligin lideri...
Maç başına çektikleri şut; 2.84... Ligin lideri... Maç başına isabetli şut; 1,78... Ligin lideri... Maç başına korner atışı; 6,72... Ligin lideri... Maç başına en çok şut: 2,84... Ligin lideri... İsabetli şut ortalaması: 1,78... Ligin lideri... Korner: 6,72... Ligin lideri...
Hâl böyleyken; Başka bir takımın şampiyon olması zaten mümkün değildi. Şenol Güneş ve öğrencileri, şampiyonluğu sonuna kadar hak etti.
Hatta kişisel fikrim o ki; kısıtlı kadrolarına rağmen... Tolgay ve Veli topa ayağını sürmedi... Gökhan Töre bir vardı, bir yoktu... Taraftarı, savunma bloğunu şu futbolculardan oluşturdu: Allahım-Sen-Bize-Yardım-Et... Buna rağmen şampiyon oldu Beşiktaş...
Atiba 5 kişilik oynadı; Gomez krallar gibi... Sürekli yedek kalmasına rağmen Cenk girdiği her maçta etkili oldu. Sosa bir başkaydı, Oğuzhan bambaşka... Quaresma’ya burun bükenler vardı, sustular... Olcay’a, Kerim’e dudak bükenler vardı, yanıldılar...
Şimdi bize düşen, şampiyonu alkışlamak... Biz derken, benden bahsetmiyorum.
Bakın; İngiltere’de Leicester şampiyon oldu.
Robin van Persie mesaj yolladı: Leicester City’ye, Premier Lig şampiyonluğundan dolayı tebrikler!
Vincent Kompany (Manchester City kaptanı): Tebrikler İngiltere’nin yeni şampiyonu Leicester City. Saygı!
Tottenham (Son haftaya kadar yarıştıkları rakipleri): İngiltere Ligi’nde şampiyon olan Leicester’ı tebrik eder ve Şampiyonlar Ligi’nde başarılar dileriz.
Bayern Münih: Leicester’a saygı. Premier Lig şampiyonluğu için tebrikler. Gerçekten inanılmaz bir sezon oldu.
Roma: Tebrikler Claudio Ranieri. Leicester City şampiyon.
Valencia: İngiltere’de şampiyon olan Leicester City ve eski hocamız Ranieri’yi kutlarız.
Hollanda’da Ajax son hafta şampiyonluğu kaybetti. Hem de ligde kalmak için Play-Out oynayacak olan De Graafschap ile berabere kalarak...
Ajax Teknik Direktörü Frank de Boer ne dedi biliyor musunuz? “PSV Eindhoven’ı ve teknik direktörü Cocu’yu şampiyon oldukları için tebrik ediyorum. Buradaki başarısızlık tamamen bize ait. Ne yazık ki kupayı evimize götüremedik. “
Bizde ne zaman olacak böyle şeyler... Kişisel fikrim şudur: Böylesine güzel bir yarış sonrasında, Beşiktaş’ı tebrik etmek; Aziz Yıldırım’ı da Fenerbahçe Kulübü’nü de büyütecektir.
Bir ilke imza atacaklar mı?
Göreceğiz...
‘’Uykumuzu kaçıran adam; Volkan!‘’
Futbol, ergenliğe yeni adım atmış kızlar, erkekler gibi...
Ne zaman, ne yapacağı belli olmuyor!
*
Baksanıza...
Süper Lig’de, Fenerbahçe’nin as kadrosunu 2-1 yenen Konyaspor; Türkiye Kupası Yarı Finali’nde Fenerbahçe’nin neredeyse tamamı yedeklerden oluşan kadrosundan 2 maçta 5 gol yedi, tek gol bile atamadan finali göremedi.
Aslında yakışırdı Aykut Kocaman’a da Konyaspor’a da...
Çünkü ligde, belki de sezonu bitireceği sıralamayı en erken belirleyen ekipti onlar...
Şampiyon kim olacak; kimler küme düşecek; hangi takımlar Avrupa Kupası bileti alacak sorularının yanıtları halen bulunmuş değil.
Fakat 3. kim?
İşte o çoktaaan belli!
Onlar!
*
Dün geceki maç hakkında yazacak çok bir şey yok aslında...
Çünkü 20 Nisan’da Konya’da oynanan maçta, aslında finalist belirlenmişti.
Öyle ya; Kadıköy’de 4 gol atıp hiç yememek, mümkün değil ki!
Bu nedenle Fenerbahçe yedek çıkmıştı yine sahaya... Fakat Pereira takımın her bölgesine birer ‘zabıta’ dikmişti!
Savunmada Kjaer; orta alanda Mehmet Topal, hücumda ise Volkan Şen...
Üç bölgede, takımın yönetmenleriydi onlar.
*
Rakipte de durum çok farklı değildi. Aykut Kocaman da 7 yedekle çıkmıştı sahaya... Kaya, Selim, Abdülkerim, Mbamba, Amir, Bajic ve Halil; ligde yedek bekleyen askerleriydi Konyaspor’un...
Sahadaki 22 futbolcudan 15’i yedek olunca; en azından daha mücadeleci bir ilk yarı bekliyor insan!
Öyle ya; yedek adam savaşır, hocasının gözüne girmek ister ya!
Fakat futbol denilen oyunun hiç bir gereği yoktu koskoca 45 dakikada...
Yalan söylemeyelim; neredeyse uykuya dalacaktık.
Tam da o anda gözümüzü gönlümüzü açtı Volkan...
(Zaten yazılacak başka hiç bir şey de yok maçtan!)
Tarih golü elbette Fernandao’ya yazacak, fakat en azından bizler burada şunu söylemeliyiz ki; o top oraya bu kadar mı güzel getirilir, o top bir santrforun kafasına o kadar mı güzel konulur!
Volkan Şen, kendi tarihini yazıyor bu sene...
Bursaspor ile şampiyon olduğu sezonda bile bu kadar etkili değildi.
Belli ki Fenerbahçe’de ilk onbir, ona çok iyi geldi. Dileğimiz, Avrupa Şampiyonası’nda da bundan daha iyi olması...
*
Son sözümüz Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım’a...
Dakikalar 88’i gösterirken, tribünlerde bir fırtına koptu sanki!
Neden mi?
Gökhan Gönül kulübeden kafasını çıkarttı da ondan...
Fenerbahçe taraftarı, bu Gökhan Gönül’ü bırakmaz Başkan...
Bu arada Mehmet Topal’ı da elbette...
Caner mi?
Onu siz bilirsiniz!
‘’Kıssadan hisse‘’
Bir ilkokulda matematik öğretmeni, öğrencilerine sorar: Ağaçta 5 kuş var. Birini vurdum, kaç kuş kaldı.
Öğrencilerden biri cevap verir: Hiç kalmaz öğretmenim!
Öğretmen şaşkına döner ve sorar: Nasıl olur?
Öğrenci yanıtlar: Çünkü diğerleri de uçar gider!
Öğretmen biraz şaşkın bir ifadeyle yanıt verir: Olmaz öyle şey! Bu, bir matematik sorusu ve matematikte 5’ten 1 çıktığında 4 kalır. Fakat düşünüş biçimini de beğendim!
Bu kez soru sorma sırası öğrencidedir: Öğretmenim... 3 kadın dondurma yiyor. Biri ısırarak, biri yalayarak, biri emerek... Size göre bu kadınlardan hangisi evli?
Öğretmen kızarıp bozarır. En sonunda da cevabı verir: Bilemem... Emen mi?
Öğrenci yanıtlar: Hayır öğretmenim. Parmağında alyansı olan! Fakat düşünüş biçiminizi beğendim.
Kıssadan hisse...
Bir statta, bir taraftar, bir hakeme saldırırsa... Bu suçtur!
Geçmişte bir çok kez hakkınız yenmiş olabilir. Üzerinize oyunlar oynandığını düşünebilirsiniz. Hatta, camianıza karşı topyekün bir duruş varolduğunu da söyleyebilirsiniz. “Şampiyonluğumuz çalındı” diyebilirsiniz. Ve hepsinde haklı da olabilirsiniz. Fakat hepsinde haklı olsanız bile; hak arama biçiminiz bu olamaz. Haklıyken haksız duruma düşersiniz.
Düşünün bir kere; 17 yaşındaki bir çocuğun yaptığı bu eylem, açılacak yeni stadınızda bilmem kaç maç seyircisiz oynamanıza neden olacak.
Kulübünüzün 50. kuruluş yılında, kulübe yüklediği maddi-manevi zararın hesabını kim verecek?
Hakemler mi, rakipler mi bedel ödeyecek! Hayır... Tüm bedeli siz ve canınız kadar sevdiğiniz kulübünüz ödeyecek. O halde arkasında duracağınız şey; ne 17 yaşındaki o çocuk, ne de “O saldırmasa ben saldırırdım” diyen dayısı...
Salih Dursun’un adını sokaklara verip; Hami Mandıralı’yı protesto etmek doğru bakış açısı değil. Çünkü o ıslıkladığınız Hami yüzünden kaç çocuk Trabzonsporlu olmuştur geçmişte, biliyor musunuz?
Sene 1965...
Türkiye’de genel seçimler yapılıyor. 10 milyon oyun 5 milyonunu alan Rahmetli Süleyman Demirel, ezici bir sonuçla Başbakan seçiliyor. Seçimden sonra şehirleri gezen Demirel’e, Afyon’da bir seçmeni soruyor:
- Beyefendi... İsmet İnönü’ye karşı çok saygılı ve yumuşak bir üslupla davranıyorsunuz. Neden?
Bir devlet adamı, ne cevap vermesi gerekirse, öyle cevap veriyor Rahmetli:
- Kalbinin üzerinde İstiklal Madalyası taşıyan birine hakaret etmemi mi bekliyorsunuz?
Kıssadan hisse...
Hangi takımı tuttuğunuz, elbette sadece sizi ilgilendirir. Volkan Demirel’i sever ya da sevmezsiniz. Fakat kalbinin üzerinde Ay-Yıldızı taşıyanlara, hakaret etmemelisiniz.
Dün Volkan’a yapıldı, Burak Yılmaz’a, Selçuk İnan’a, Emre Belözoğlu’na da yapıldı. Kapı açıldı ve yetkililer o kapıyı kapatmak için halâ hiç bir şey yapmıyor! Ne yani? Sırada Mehmet Ekici, Oğuzhan Özyakup, Serdar Aziz mi olacak? Nereye kadar sürecek bu durum? Türkiye Futbol Federasyonu, bir şeyler yapmayacak mı? Fatih Terim iki çift kelam etmeyecek mi? Milli Takım, ne zaman eski günlerde olduğu gibi hepimizin Milli Takımı olacak?
Her olay, nasıl düşündüğünüz ile alâkalı...
Dervişin fikri ne ise zikri de odur çünkü...
Sadece empati yapmak gerekli...
‘’Münferit‘’
Münferit’in kelime anlamı şudur; Tek, ayrı, kendi başına olan şey... Asıl anlamı bu; fakat Türkiye’de kullanılış tarzı farklıdır... Ne zaman tehlikeli, sahiplenmek istemediğimiz, kendimizi dışında tutmak istediğimiz bir olay yaşansa; ‘münferit’ deriz. “Bunlar münferit olaylar. Bir kaç kendini bilmezin yaptığı olaylar, camiamıza mal edilemez...” Aslında, çoğu zaman haklısınızdır. Çünkü yaşananları asla tasvip etmez, utanç duyarsınız. Fakat benzer olaylar, sürekli yaşanmaya başlıyorsa, artık ‘münferit’ değildir.
Bakın, size Trabzon’da ve şehrin en büyük markası Trabzonspor’da nelerin ‘münferit’ olduğunu yazayım.
Aykut Demir; Hollanda doğumlu... Ailesi yıllar önce göç etmiş, kökeni Trabzonlu... Aytaç Kara; İzmirli... Douglas Teixeria; Brezilyalı..., Erkan Zengin; Doğum yeri Konya... Fakat İsveç’te büyüdü. Esteban Alvarado; Kosta Rikalı... Fatih Atik; Fransa... Güray Vural, Afyon... Bosingwa; Portekizli... Cavanda; Angola’lı... Marco Marin; Alman... Mehmet Ekici; Almanya’lı... Aslen Yozgatlı... Muhammet Beşir; Trabzonlu... Muhammet Demir; Zonguldak doğumlu. Musa Nizam; Antalyalı... Mustafa Yumlu; Trabzonlu... Okay Yokuşlu; İzmirli... Onur Kıvrak; İzmir’li... Cardozo; Paraguaylı... Özer Hurmacı; Almanya... Kökeni Trabzon... Salih Dursun; Sakarya... Sefa Yılmaz; Berlin... Akakpo; Togo... Yusuf Erdoğan; Isparta... Ramazan Övüç; Kayserili... Gençler, Yusuf Yazıcı, Yavuz Aygün Trabzonlu...
A takımda 26 futbolcu var. Doğma büyüme 4’ü Trabzonlu. Mustafa Yumlu, Muhammet Beşir, Yusuf Yazıcı, Yavuz Aygün... Sadece Yumlu oynuyor bu takımda... Trabzonspor’da ‘münferit’ olan şey; Trabzonlular’dır yani.
Makarayı biraz geriye sarın şimdi...
(22 Nisan 2015’te Trabzon’un Kurtuluşu başlıklı yazımdan alıntıdır...)
Son şampiyon Trabzonspor’un kadrosuna bakalım. Şenol Güneş, Kemal Serdar, Şenol Ustaömer, Necati Özçağlayan, Turgay Semercioğlu, Güngör Şahinkaya, Hasan Şengün (Dobi), Metin Yüce, Mehmet Köroğlu, , Mustafa Gedik, Levent Erköse, Ömer Alper Boğuşlu, Osman Denizci, Bahaddin Güneş, Lemi Çelik... Hepsi de Trabzon doğumlu... Bir de yabancılarına bakalım! Tuncay Soyak, Ankara (Aslen Sürmeneli); Osman Nuri Şahinoğlu, Hasan Vezir, İsmail Hakkı Yılmaz, Rize; Gökhan Ersoy, Erzurum; İskender Gönen, Kastamonu; Sinan Ünal, Samsun... Yabancısı bile Karadenizli!
Peki bu adamları kaçınız tanıyacaksınız? Hasan Yaranlı, Muharrem Kaya, Emre Köksal, Rıza Kont, Levent Canım, Eyüp Ataoğlu, Cahit Hayri Eyüboğlu, Enis Kahraman, Gökhan Eleman, Zafer Cansız, Nuri Ertem, Yavuz Otabaşı, Haydar Kuvvet, Yasin Demircan, Adem Kuduban, Volkan Emiroğlu, Ergin Keleş... Sene 2003... Çin’de Dünya Şampiyonu olan Trabzon Lisesi’nin kadrosu bu...
Aradan 12 yıl geçti ve Erdoğdu Lisesi, Dünya Şampiyonu oldu. İşte onlar: Furkan Taş, Mehmet Yeşil, Mücahit Çakır, Çağlar Eyüboğlu, Talha Aydemir, Volkan Batman, Mesut Yaylı, Ahmet Eren, Berkan Burak Turan, Ali Han Aydın, Furkan Ödemiş, Umut Şafak, Mehmet Kahyaoğlu, Hamza İpekçi, Kerem Civelek, Mahmut Emin Kabul, Selim Dervişoğlu...
Sahadaki adamlardan, Trabzon’u sahiplenmesini istiyorsanız... Hakkınızı arıyor ve hakkınızı arayacak adamlar arıyorsanız... Şehrin imajını bozan, bozacak adamları sahiplenmeyin... Dünya Şampiyonları’nı yok sayar, onları ödüllendirmezseniz, Trabzon şehrini de, Trabzonspor’u da hak ettiği yere götüremezsiniz. Sahne kötülere kalır.. Ve bu şehir şampiyonluklarla değil, işte o kötülerin yaptıkları olaylarla anılır. Yazık olur.
‘’Rocky, Butkus ve Fenerbahçe‘’
Magazin sayfalarını sevmem, fakat geçenlerde, hayatımızın bir bölümüne dahil olmuş o adamın fotoğrafını görünce, haberini de okumak zorunda kaldım. Okudum ve gördüm ki; benim yaşlarımdaki bir çok insanın hayatına dokunan o adamın öyküsü, başlı başına bir film senaryosu... Hatta bir hayat hikayesinden daha çok, hepimizin yaşam biçimi olmalı...
Sene 1946... Jackie-Frank çiftinin çocukları dünyaya gelir. Her anne-babaya göre çocuğu, dünyanın en güzelidir elbette! Fakat bu çocuğun küçük bir engeli vardı: Yüzünün sol kısmı hareket etmiyordu. Daha sonra anlaşıldı ki; yüzünün sol alt kısmı felçli doğmuştu. Fakir bir aileydi, dolayısıyla çocuk da yokluklar içinde büyüdü.
Büyüdü, iş aramak için New York’a geldi. Tek varlığı; yanından hiç ayırmadığı köpeğiydi. İş bulamadı, köpeğiyle birlikte tam üç hafta otobüs terminalinde yattı. Dibe vurmuştu. Artık ekmek alacak parası dahi yoktu. Can yoldaşı köpeğini sattı, sadece 25 Dolar’a.. Ve hiç tanımadığı bir adama...
Bir gün Muhammed Ali’nin maçını izlerken; Ali’nin hayat hikayesi, ringdeki duruşu ve tavırlarından ilham aldı. 3 gün geceli-gündüzlü yazdı, sonuçta elinde gerçek bir film senaryosu vardı.
‘Hayaller Ülkesi Amerika’da hayallerinin peşinden koşuyordu, fakat bizim buralardan gösterildiği kadar cennet değildi elbette Amerika! Aradı, taradı ve sonunda bir prodüktör buldu.
Prodüktör senaryoyu beğendi ve senaryo için ona hayal edemeyeceği bir rakam önerdi: 125 bin Dolar... Fakat küçük bir sıkıntı vardı; onu filmde oynatmayacaktı. Açlık seviyesinde yaşayan, üç gün otobüs terminalinde yatan, ekmek almak için köpeğini satan bu adam; senaryosunu, daha doğrusu hayallerini satmadı.
Adam sert; prodüktör elini cebine attı, 325 bin Dolar’a çıkardı teklifini... Fakat adam, “Hayallerim satılık değil” dedi. Senaryo süperdi ve prodüktör, bu işten büyük paralar kazanacağını biliyordu. İnadından vazgeçti; filmin başrolünde oynamasına izin verdi, fakat ödeyeceği parayı da 35 bin Dolar’a çekti. Bir saniye bile düşünmedi adam; anında kabul etti bu teklifi...
35 bin Dolar’ın 15 binini, köpeğini sattığı adamı bulmak için gazete ilanlarına harcadı. Kalan 20 bin Dolar’ı da, 25 Dolar’a köpeğini sattığı adama verdi ve köpeğine kavuştu.
Ve o inanılmaz seri filmler yapılmaya başlandı.
Rocky 1, 2, 3, 4, 5...
Evet; o adam Sylvester Stallone’ydi. Ağzının sol kısmı yamuktur halâ, bu nedenle konuşması da düzgün değildir.
O filmde oynayan köpek de Butkus’tur. 25 Dolar’a sattığı, 35 bin Dolar’a geri kazandığı köpeği...
Serinin sadece ilk filminden 200 milyon Dolar kazandı, sonrasını düşünün işte... Rocky’ler, Rambo’lar...
Fenerbahçe tribünleri Nani’yi, Van Persie’yi, Fernandao’yu ve bir çok oyuncusunu ıslıklarken aklıma geldi bu öykü... Bitime 5 hafta varken, alınacak daha 15 puan varken, pes etmişlerdi ya... O yüzden...
Oysa ki, pes etmeyenlerin kazandığı bir dünya bu...
Hayallerini satanların, hakkını aramayanların, kendisine ait olana sahip çıkmayanların kazanacağı bir dünya değil...
Aziz Yıldırım o kadar şey söyledi, benim aklımda en çok bu kısmı kaldı hikayenin...
Çünkü en kötü yenilgi bile pes etmekten çok daha onurludur benim için...
‘’Hata Pereira'da, ama sorumlu olan da sizsiniz Başkan!‘’
Fenerbahçe, puzzle gibidir. Hani bir parçası kaybolmuş olanlardan... Ne kadar yaparsan yap, hep ‘bir eksik’ kalır yani...
Yönetim muhteşem, teknik direktör harikaysa, takımda falso çıkar. Teknik direktör iyi, takım süperse, yönetim bir yerlerde bir hata yapar. Yönetim iyi, takım yıldızlar ordusuysa, ‘kumandan’ işi yüzüne gözüne bulaştırır.
Bu sezon, en son şık gerçek olacak gibi! Fakat sorunun temeli Vitor Pereira değil, yönetimin ta kendisi...
17 Ekim 2015’te ‘Robin van Persie’ başlıklı yazımda özetle şunu söylemiştim: “Elbette ast-üst ilişkisi olmalı... Bir futbol takımında askeri disiplin olmasa bile, futbolcunun, teknik direktörüne saygı göstermesini beklerim. Ancak bazı gerçekleri görmekte de fayda var. Robin van Persie bu formuyla yedek kalmaz ve acıdır ki; Bu kariyer, o kariyeri yönetemez.”
Temel sorun budur Fenerbahçe’de... İçeride oynayan adam, kenarda onu yönetene inanmıyor! Sezon başında Gökhan Gönül yaşadı bu sorunu... İlerleyen günlerde Robin van Persie... En son da Caner Erkin... Bunlar ilk aklıma gelenler sadece... Aziz Yıldırım’ın başkan olduğu hangi sezonda Fenerbahçe futbol takımında bu kadar sıkıntı yaşanmıştır peki?.
Van Persie posta koyuyor, Fernandao ‘bana anlatma’ diyor, Nani dönüp bakmıyor bile Pereira’ya...
Aziz Yıldırım, Fenerbahçe Başkanı olur... Kendisinden bir gömlek aşağıdaki adamın yeri, Fenerbahçe Başkanlık koltuğu olamaz...
Kalesinde Volkan; savunmasında Gökhan, Kjaer, Alves, Caner; orta sahasında Mehmet Topal, Souza, Ozan; forvetinde Nani, Volkan, Van Persie olan takımın teknik direktörü de Joachim Löw (Veya o ayarda bir teknik adam) olur...
Vitor Pereira; kalesinde Fabiano; savunmasında Şener, Ba, Kadlec, Hasan Ali; orta alanında Meireles, Alper, Topuz; forvetinde Diego, Markoviç, Fernandao’nun olduğu takımın teknik direktörüdür!
Acı olan şudur; Bugün, sezonun bitmesine 5 hafta kala, Beşiktaş’tan 5 puan geridedir 1. takım... Oysa ki, iyi bir yönetimle, 2. takımı bile zirveye oynayabilecek kadar iyi kurulmuştur Fenerbahçe’nin... Biten bir şey yok henüz, bu doğru... Sonuçta alınacak
15 puan var daha. Fakat Fenerbahçe tribünleri bitirmiş yarışı... Beşiktaş’ı şampiyon yapmışlar çoktan.
Ben, grupları bilmem. Fakat o ‘ Siyah Mercedes’i açıklamalıydı Başkan...
O rantı açıklamalıydı.
O kurşunların adresini, o boşa çıkacak ve almayı planladıkları yıldızı da...
O teknik direktörün neden gönderildiğini de, öbür teknik direktörün neden geri dönemeyeceğini de...
Eteğindeki taşların tamamını dökmeliydi Başkan. Hem de tekmilini birden!