‘’Samuel Eto'o‘’
10 Mart 1981’de Douala’da (Kamerun) doğdu. Her Afrikalı’nın rüyasını gerçekleştirdi, Avrupa’ya gitti. Real Madrid altyapısında yetişti; 1997’de, La Liga’yla tanıştı. Sonrası rüya gibi... 2000-2004’te Mallorca’da 120 maçta oynadı, 48 gol attı. 2004-2009 yılları arası Barcelona’daydı; 145 maçta 108 gol... 2009-2011’de İnter’de, 67 maçta 33 golü var. 2011-2013’te Anzhi; 53 maçta 25 gol... 2013-2014’te Chelsea; 21 maçta 9 gol... 2014-2015’te Everton; 14 maçta 3 gol... 2015’te Sampdoria’da, 18 maçta 2 gol... Kamerun Milli Takımı’yla 118 maça çıktı, 56 gol attı.
Mallorca ile İspanya Kral Kupası’nı kazandı. Barcelona ile 3 kez La Liga şampiyonluğu, 1 kez İspanya Kral Kupası, 2 kez İspanya Süper Kupası, 2 kez Şampiyonlar Ligi kupasını kaldırdı. İnter ile 1 kez Serie A şampiyonluğu, 2 kez İtalya Kupası, 1 kez İtalya Süper Kupası, 1 kez Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu, 1 kez FIFA Kulüpler Kupası’nı kazandı. Kamerun Milli Takımı ile 2 kez Afrika Uluslar Kupası, 1 kez Olimpiyat Altın Madalyası aldı.
1 kez Afrika’da Yılın En İyi Genç Futbolcusu seçildi. 4 kez Afrika’da Yılın Oyuncusu seçildi. 4 kez ESM Yılın Takımı Oyuncusu seçildi. 2 kez UEFA Yılın Takımı Oyuncusu seçildi. 1 kez FIFA’da Yılın En İyi 3. Oyuncusu seçildi. 2 kez Afrika Uluslar Kupası Gol Kralı oldu. 1 kez UEFA’da Yılın En İyi Forveti seçildi. 1 kez İtalya Kupası Gol Kralı oldu. 1 kez Rusya Ligi’nin En İyi Oyuncusu seçildi. 2015’te Altın Ayak Ödülü’nü aldı.
Ve en sonunda Antalya’ya geldi. İtiraf etmeliyim ki, ben de, “Emeklilik için Antalya’dan daha iyi bir yer mi bulacak” demiştim. Yanılmışım. Geldiği günden beri her maça ilk onbirde çıktı. 15 maçta 13 gol attı, 3 asist yaptı. Antalya’nın zaten 25 golü var! Her maç öncesi motivasyon konuşmasını o yaptı. Geldiğinde Yusuf Şimşek’e, “Ben çalışmayı çok severim, kaybetmeyi hiç sevmem” demişti. Gittiği gün de, “Sen, hayatım boyunca hep hocam ve dostum olarak kalacaksın” diyerek vedalaştı. Galatasaray’a gol atıp yumruk şov yaptığında, bunun ‘rakibe saygısızlık’ olarak düşünüleceğini anladı. Özür diledi. Yetmedi... Maç sonrası, o tribüne gitti, formasını hediye etti.
Şimdi Antalya’ya ilk geldiği günlere gidelim. Hakan ağabey (Can) anlattı. Bir arkadaşı, Eto’o ile tanışmak istemiş. Kulüp yetkilisi onu, tesislere götürmüş. İçeride futbolcular var. Bir çoğu yerinden doğrulmaya gerek duymadan öylesine selam vermiş, bazıları buna bile gerek duymamış. Biraz sonra kafeteryaya gelen Eto’o, küçük-büyük demeden herkesle tek tek tokalaşmış ve daha sonra yemek eşliğinde sohbet etmişler. Kafeteryadan çıkarken, aşçıbaşı yemekleri beğenip beğenmediğini sormuş. “Harika” yanıtını verdikten sonra servis penceresinden kafasını uzatmış ve tüm çalışanları dışarıya davet etmiş. Garsonundan bulaşıkçısına, hepsinin elini tek tek sıkarak teşekkür etmiş.
Bir tarafta, Fernandao, Van Persie gibi yıldız kulübede otururken kendisini onbirde tercih eden hocasına trip atıyor. Tolga Zengin, bir gece ansızın sakatlanarak derbiye çıkmıyor. Derbiyi kaybeden Selçuk İnan, “Hakemler haddini bilsin” diyor.
Diğer tarafta Samuel Eto’o... Evi, müzeyi andıran bu adamdan, birazcık kapris bekliyoruz, onu bile esirgiyor! Futboldan fazlasını sundu şimdiden, sunmaya devam edecek gibi görünüyor.
‘’Denizli ve Burak‘’
1984-85 sezonu... Mustafa Denizli, yine Galatasaray’ın başında... 15 Temmuz 1985, Burak Yılmaz doğdu...
1986-87... Mustafa hoca, A Milli Takım’da; Burak Yılmaz 1 yaşında...
1987-88... Önce Milli Takım’da, sonra Galatasaray’da hoca... Burak 2 yaşında...
Mustafa Denizli fırtına gibi esiyor... Galatasaray, Aachen, Galatasaray, Kocaelispor... 1996 ile 2000 arası A Milli Takım... 25 Aralık 1998, Burak, Antalya altyapısında. 2000-2002 arası, Mustafa Denizli, Fenerbahçe’de... 28 Ağustos 2002, Burak, Antalyaspor’da profesyonel imzayı attı. 2003-2004’te Manisaspor, 2004-2006’da PAS’ta Denizli... Burak Antalya’da. 2006-2007’de Persepolis’in başında Denizli... Burak Antalyaspor’da... 16 Haziran 2006... Burak, Beşiktaş’a transfer oldu. 8 Ocak 2008... Manisaspor’a gitti. O gitti, Denizli geldi. 2008-2010’da Beşiktaş’ın başında Denizli var. 2011-12’de yine Persepolis’te Denizli... Manisa’dan Fenerbahçe’ye, Fener’den Eskişehir’e gitti Burak... Trabzon’da efsane oldu; 1 Şubat 2010-18 Temmuz 2012 tarihleri arasında.
2012-2013’te Çaykur Rizespor’un başına geçti Mustafa hoca... Rize, İkinci Lig’deydi. 2012-2013’te Galatasaray’a geldi Burak Yılmaz... 2013-14’te Azerbaycan’a, Lenkeran’ın başına gitti Denizli... Burak Yılmaz, Galatasaray’da...
Aynı takımda hiç olmamışlar... Aynı idmana hiç çıkmamışlar... Aynı soyunma odasında hiç bulunmamışlar.
Mustafa Denizli İran’dayken, Burak İstanbul’da... Burak Trabzon’dayken, Denizli Azerbaycan’da... Denizli 2. ligdeyken, Burak Süper Lig’de... Burak kundaktayken, Denizli A Milli Takım’da!
Eveliyatları yok, bu doğru... Fakat yine de hocasına koşabilir, sevincini paylaşabilir, bu da doğru... Ama...
Burak; golünü atıp Mustafa Denizli’ye koşarken... Denizli; “Gelme” dedi... Ayıp olur bir başka evladı Hamzaoğlu’na diye... (O evlat; Denizli’nin telefonlarına çıkmıyormuş şimdi!)
Galatasaray Başkanı Dursun Özbek, Türkiye Basketbol Federasyonu’nu topa tutarken... Basın mensuplarına konuşmadı Mustafa hoca, Başkan’ın sözleri manşetlerde kalsın diye...
Futbolcu iyi oynar, kötü oynar; bir sezon 50 gol atar, bir sonraki sezon sıfır çeker... Futbolun doğasında bunlar var. Fakat akıllarda hep şampiyon olarak kalmak için insanların kalplerine atacaksın golü...
Giden teknik adamın kutlamasını yapmayacaksın henüz cenaze musalla taşında dururken...
Bu yüzden Hakan Balta, ‘karşıyaka’da bile alkışlanır ve Burak Yılmaz, Arena’da bile ıslıklanır.
Kıssadan hisse...
Adalet Bakanlığı, cezaevine müfettiş yollar. Müfettiş, müdüre; “Nazım da buradaymış, çağır da görelim” der. Nazım’ı getirirler. Müdür koltuğuna kurulan müfettiş; Nazım’ı tepeden tırnağa süzer ve; “Demek
Nazım Hikmet sensin” der. Nazım’a oturması için yer göstermez. Kısa süre sonra da “Gidebilirsin” der.
Nazım çıkarken müfettişe sorar: “Ömer Hayyam’ı hiç duydunuz mu?”
Müfettiş atılır: “Kim bilmez ki Ömer Hayyam’ı!” Nazım devam eder: “Hayyam dönemi İran hükümdarı kimdi?” Müfettiş yanıtını bilemez. Nazım devam eder: “Sanatçıyı anımsadınız ama ya hükümdarı?
Yıllar sonra beni dünya anımsayacak, ama Adalet Bakanı’nı ve sizi kimse anımsamayacak!” Müfettiş hatasını anlar, Nazım’ı geri çağırır ama Nazım asla geri dönmez.
Sahi, o Adalet Bakanı kimdi?
‘’Yağdı yağmur esti rüzgar!‘’
Sabahın erken saatlerinde şehir turuna çıktık. Şehir dediğime bakmayın, topu topu 1-2 kilometrelik bir merkezi var zaten. Her adımda bir Fenerbahçe taraftarı vardı. Oslo’dan, İsveç’ten gelenler normal de, Cezayir’den geleni gördüm. Amsterdam’dan bir grup gelmiş, direkt uçsalar 1 saat sürecek yol. Fakat üç aktarmayla 13 saatte inmişler. Öğleden sonra yemeğe geçtik. Tüm restoranlar yine Fenerbahçeli dolu. Yemek sonrası ısınma turlarına başladılar! Herkesin elinde malum şişeler ve ağızlarda malum tezahüratlar. Gülerek geçiyor Norveçliler. Bir de o bağırışların anlamını bilseler!
Solskjaer’in duası
Maç saati yaklaştığında korkulan oldu. Sağanak bir yandan sıkıntı; rüzgar diğer yandan. Rüzgarı bile garip buranın, nereden estiği belli değil! Bir oradan bir buradan. Aklımıza Solskjaer’in basın toplantısı geldi hemen. “Yağmur yağar, fırtına çıkar, bir de üzerine kar yağar, turuncu topla oynarsak kazanırız” demişti. Pereira ise bu sözleri hatırlattığımda, “Bütün gece dua edeceğim; yağmur yağmasın, fırtına çıkmasın, kar yağmasın, turuncu topla oynamayalım” demişti. Görüntüye bakılırsa, ya Pereira sabaha kadar dua etmemişti ya da Solskjaer’in duaları daha etkiliydi.
Kenar oyası gibi!
İlk yarı tam anlamıyla bir kaostu Fenerbahçe için. Mücadele gücüne bakarsan övülmesi gereken bir takım. Atak ve pozisyon sayısına bakarsanız, kırık not vermeniz gereken. Molde üç bilinmeyenli bir denklem gibi. Çok kaliteli mi derseniz değil, ama ayakları yere sapasağlam basan bir takım. Hadlerini biliyorlar, mücadeleden vazgeçmiyorlar, kenar oyası örer gibi ısrarla kenarları kullanıp, rakibi göbekten delmeye çalışıyorlar. Fakat son noktada kalite sorunu çıkıyor karşılarına.
Takım olunca...
İkinci yarı, kanımca Pereira’nın bile tahmin etmeyeceği kadar kolay geçti. Fernandao bir attı, bir attırdı, işi bitirdi. İlk maç, herkesi yanıltmıştı. Çünkü gözden kaçırdığımız bir gerçek vardı; Molde ligin ortasında, Fenerbahçe ise henüz işin başındaydı. Şu an ise Molde ligi bitirmiş, Fenerbahçe takım olmaya başlamıştı.
En güzeli dönüş!
Sonuçta yağmur yağdı, fırtına koptu ama... Kusura bakma Solskjaer! Hava şartları da bir yere kadar... Ve işin en güzel yanı başlıyor şimdi; İstanbul’a dönüyoruz!
‘’'Reyiz'e saygı!‘’
Türkiye Futbol Federasyonu verilerine göre...
4 Ekim 1995’te Yeni Özkartalspor’da amatör vize aldı.
23 Eylül 1999’da Galatasaray’a geldi.
13 Temmuz 2001’de profesyonelliğe geçti.
20 Temmuz 2001’de profesyonel lisansını aldı.
İlk profesyonel maçına; 4 Mayıs 2003’te, Avni Aker’de Trabzonspor karşısında çıktı.
2002-2003’te 3 maçta 97 dakika oynadı. İstatistikleri sıfır!
2003-2004’te 42 maçta 3 bin 133 dakika oynadı. 5 golü 2 asisti var.
2004-2005’te 35 maç, bin 793 dakikaya; 1 gol, 3 asist sığdırmış.
2005-2006’da 26 maç, bin 374 dakika, 4 gol-1 asist.
2006-2007’de 45 maç, 3 bin 770 dakika, 4 gol-5 asist.
2007-2008’de 34 maç, 2 bin 526 dakika, 1 gol.
2008-2009’da 40 maç, 3 bin 162 dakika, 1 gol-4 asist.
2009-2010’da 35 maç, 3 bin 91 dakika, 2 gol-4 asist.
2010-2011’de 29 maç, 2 bin 293 dakika, 5 asist.
2011-2012’de 29 maç, bin 549 dakika, 1 gol-1 asist.
2012-2013’te 22 maç, bin 180 dakika, 2 asist.
2013-2014’te 31 maç, 2 bin 100 dakika, 1 gol-3 asist.
2014-2015’te 31 maç, 2 bin 624 dakika, 1 gol-6 asist.
2015-2016’da 16 maç, bin 83 dakika, 3 asist. (şimdilik!)
Toplamda 418 maç, 29 bin 775 dakika, 21 gol-39 asist.
5 Süper Lig Şampiyonluğu var.
3 Türkiye Kupası, 4 Süper Kupası var.
189 farklı futbolcuyla birlikte çıktı sahaya... Şimdikileri çıkart, onlar duruyor; diğerlerinin tamamı gitti, bir tek o kaldı!
Hakan Şükür 549, Fatih Terim 437 kez giymiş bu formayı; faal futbolcularda rekor 418 maçla onda.
Şu an en yakın takipçisi kim mi?
Hakan Balta, 282 maçla...
Fatih Terim, Gheorghe Hagi, Eric Gerets, Karl Heinz Feldkamp, Cevat Güler, Michael Skibbe, Bülent Korkmaz, Frank Rijkaard, Bülent Ünder, Claudio Taffarel, Roberto Mancini, Cesare Prandelli, Hamza Hamzaoğlu...
13 teknik adam geçti kariyerinden...
Yönetim hep başkalarını aldı, ama teknik adamlar hep onu oynattı.
14. hocası Mustafa Denizli oldu. Emin olun, o da onu oynatacak.
Sevmeniz ya da sevmemeniz umurumda değil. Sonuçta bu, sizin kendi seçiminiz!
Fakat saygı duyacaksınız.
Bu kariyerin önünde ceketinizin önünü ilikleyecek, tebrik ve takdir edeceksiniz.
Tarih; formasının arkasına ‘Sarbi’ yazanları değil, yeşil sahada tarih yazan Sabri Sarıoğlu’nu yazacak.
Saygılarımla...
‘’Tarih yazabilirdi!‘’
Rakibin adı Mersin İdman Yurdu... Fakat futbolcuları, ‘idman’a çıkmadan çıktılar Fenerbahçe karşısına! Para alamıyorlarmış.
Bu çaptaki bir takım için fark yaratacak üç yıldız var. Fakat Welliton ve Vederson kadro dışı, Nakoulma ise yedek.
Taraftarı isyanlarda, 8 sene sonra ilk kez ‘Başkan istifa’ diye bağırdılar.
Bu durum tespitinin ardından başlayalım maç analizine...
Rakibin durumu ne olursa olsun, bu sezonun en iyi Fenerbahçe’si vardı ilk yarıda sahada. İlk kez organize bir görüntüleri vardı. İlk kez bu kadar çok pozisyona girdiler. İlk kez rakibe aman vermediler. Sahanın her yerinde bastılar.
İlk yarının tek golle bitmesi bir mucizeydi. Fenerbahçe, soyunma odasına 5 farklı girse, kimse şaşırmazdı. Persie, Diego, Alper, Gökhan ve Nani, kim daha iyi kaçıracak yarışına girdiler.
Volkan yere yatmadı
İkinci yarıya golle başladı Fenerbahçe. Diego’nun Servet’i geçtiği an, Diego’nun oyun zekası hakkında şüphesi olanlara verilen bir cevap gibiydi. 59’da Nani ile 3 farkı buldular. Ve maç bitti sandılar.
Fakat Nakoulma ve ihtiyar delikanlı Sinan Kaloğlu, Fenerbahçeli meslektaşlarına gereken dersi verdiler. İki adam, Fenerbahçe’nin kimyasını bozdu.
Yaklaşık 15 dakika süren bu kaos, 1 gol, 1 de direkten dönen top getirdi Mersin’e... Ama yetmedi!
75’ten sonra yine büyük fark atabilirdi Fenerbahçe. Kaçırdıkça kaçırdılar yine.
Ön libero Mehmet Topal’ın iki asist yaptığı, sol bek Hasan Ali’nin hat-trick fırsatını kaçırdığı, stoper Bruno Alves’in 55’te sol kanattan 90’da sağ kanattan orta yaptığı bir maçı geride bıraktı Fenerbahçe.
Ve bir de Volkan’ın yere yatmadığı... Ama 1 gol yediği, 1 de direklere şükrettiği.
Öyle ya da böyle lider oldu Fenerbahçe. Bakalım bugün orada kalabilecek mi?
Güzel şehir Mersin ve güzel dostlarım Aytekin-Aylin çiftinin yaşadığı. Bakalım Süper Lig’de kalabilecek mi?
‘’Kuyudaki eşek!‘’
Çok, ama çooook eski bir hikayedir... Fakat, her yazıldığı gün, gelecekle ilgili yine insanlara iyi fikirler verir...
Bir gün, bir çiftçinin eşeği kuyuya düşer. Adam ne yapacağını düşünürken, hayvan saatlerce anırır. En sonunda çiftçi, hayvanın zaten yaşlı olduğunu, kuyunun da kapanması gerektiğini düşünür ve eşeği çıkartmaya değmeyeceğine karar verir. Bütün komşularını yardıma çağırır. Her biri, birer kürek alarak kuyuya toprak atmaya başlarlar. Eşek ne olduğunu fark edince, önce daha beter bağırmaya başlar. Sonra, herkesi şaşkına çevirir, çünkü biraz önce ortalığı inleten eşek, susmuştur. Komşuları bir kaç kürek toprak daha attıktan sonra, çiftçi dayanamaz, kuyuya bakar. Öyle ya, eşek ölmüş olabilir!
Fakat... Gözlerine inanamaz. Eşek, sırtına düşen her kürek toprakla müthiş bir iş başarmaktadır. Üzerine atılan toprağı aşağıya silkeleyerek, yukarı çıkmak için kendisine basamak hazırlamaktadır. Komşular toprak atmaya devam ederler... Eşek de insanların şaşkın bakışları arasında, kuyunun kenarından bir adım daha atıp dışarı çıkar. Sonrasında da koşarak oradan uzaklaşır!
Sözün özü şu; Hayat, her gün bir kürek toprak atacaktır üzerinize... Geleceği belirlemek ise sizin elinizde... Boğulmanız beklenen o kuyudan çıkmak istemiyorsanız; sadece bağırıp çağırırsınız, çaba sarfetmez ve ölümü beklersiniz... Hedefiniz yaşam ise üzerinize atılan her kürek toprağı, zirveye çıkan bir basamak haline getirebilirsiniz.
Hayatın her alanı için geçerli bir hikayedir bu... Bugün futbol dünyamızda da kazananlar ve kaybedenler var elbette...
Kuyuya düşenler de var... O kuyuya her gün kürek kürek toprak atanlar da... Komşusuna yardım ettiğini düşünürken, kuyuya düşene ne kadar büyük bir kötülük yaptığını görmeyenler de var... Bilmeden, istemeden ve hiç düşünmeden, düşene yardım edenler de!
Hikayenin sonunda bazı çıkarımlar yapılıyor. Onları da paylaşalım isterseniz sizlerle...
Sıkıntılarınızın her biri, bir adımdır aslında. İçine düştüğünüz en derin kuyulardan bile yılmayarak, usanmadan çalışarak çıkabiliriz. Parola şu; Silkelenin ve biraz daha yukarı çıkın. Mutluluğun 5 basit kuralını unutmayın;
1. Kalbinizi nefretten arındırın; Affedici olun.
2. Düşüncelerinizi, endişelerinizden arındırın; Çoğu zaten hiç gerçekleşmez.
3. Basit yaşayın ve elinizdekilerin kıymetini bilin.
4. Daha çok verin.
5. Daha az bekleyin...
(Eski bir yazıdır... Günü yeniden gelmiştir!)
‘’Akîl adamlar!‘’
Bir bu olmamıştı, o da oldu sonunda... Trabzonspor Başkanı İbrahim Hacıosmanoğlu ve yöneticileri başardı. Avni Aker Stadyumu, kurulduğu günden bu yana ilk kez ‘Cezaevi’ olarak kullanıldı.
Tebrikler...
Trabzonspor’un hakkı yenmiştir, bu doğru... Trabzonspor özellikle son maçta katledilmiştir, bu da doğru... Ve hatta sezon başından bu yana Trabzonspor, hakem hatalarıyla boğuşmaktadır, bu da harfi harfine doğru... Fakat verilmeyen bir penaltının, uçup giden 3 puanın hesabı böyle mi görülmeli?
İstanbul’dan uçağa binerken, “Ben gelene kadar stattan dışarı çıkmasınlar” talimatı vermek ne demek Başkan? Bu talimatı duyup kilitlenen o kapının önünde bir Profesörün nöbet beklemesi, nasıl bir ruh hali? Hakemler saatlerce alıkonuluyor ve yapılan savunma şu: “Yemeklerini de verdik, çayını da ikram ettik...” Bu mudur yani!
Gözler; Trabzon Valisi’ni arıyor normal olarak... Gözler; Trabzon Emniyet Müdürü’nü arıyor... Yoklar...
Hoş! Kurşunlanan Fenerbahçe otobüsü için “Taş’tır o taş” yorumunu yapmıştı Vali Bey! Polis açıklama yaptıktan sonra da “Metalik parçalar” demişti. Yani pek de umut verici değildi aslında çözüm için... Ama yine de o şehrin mülki idare amiri... Bir nevi o şehrin en yetkili adamı yani... Olaydan 2 gün sonra çıktı meydana... “Alıkonulma yok, güvenlik nedeniyle böyle davrandık” dedi. Yedik! Olay olmuş bitmiş... Olay yeri, temizlenmeye çalışılıyor! Tam da bu esnada; eski başkan Sadri Şener açıklama yapıyor: “Utanıyorum” diyor. Yangına benzin döküyor... Bunu, çekip giderken düşündünüz mü Sadri Bey... Trabzonspor’u bırakıp giderken... Camianızın yaşadığı bu travmalarda hiç mi kabahatiniz yok! Koskoca Trabzonspor ailesinin, bir ‘sinir küpü’ne dönüştüğü bu süreçten, “Utanıyorum” diyerek sıyrılıp çıkabilir misiniz?
Trabzon şehrinde sistemli olarak garip olaylar yaşanıyor. Haliyle bu kentin en önemli markası olan Trabzonspor’da da durum aynı...
Artık geçmişe bakıp hayıflanmanın, utanmaların sıkılmaların zamanı değil... Şimdi ortak bir akıl ortaya koyma zamanı... Eskisiyle yenisiyle; solcusuyla sağcısıyla, Merkezlisiyle Oflusuyla... Trabzon şehrinin akîl adamlarının zamanıdır şimdi... Biraraya gelin Sadri Şener, Ahmet Suat Özyazıcı, Özkan Sümer, İbrahim Hacıosmanoğlu, Celil Hekimoğlu, İbrahim Usta ve Mehmet Ali Yılmaz ve aklımıza gelmeyen tüm Bordo-Mavili efsaneler... Biraraya gelin, ortak bir akılla Trabzon’a, Trabzonspor’a sahip çıkın...
Yoksa, tablo ortada... Gelecek, bu günden iyi olmayacak. Avni Aker’de her maçta futbol harici her şey konuşulacak. Yaşanmayan bir şey kaldı çünkü... Düşünmek bile istemediğimiz... Biraraya gelin artık... Yoksa bedelini hep birlikte ödersiniz...
‘’Beşiktaş kamyonu‘’
Attığı gol, 24... Maç başına 2.6 ortalama... Hafta sayısı daha 9 ama... Galatasaray’dan 6, Fenerbahçe’den 10 gol fazla atmışlar.
Yediği gol, 9... Maç başına 1 ortalama... Galatasaray ve Fenerbahçe ile aynı sayıda gol yemişler.
Kazandığı maç sayısı 7... Galatasaray’ın 5, Fenerbahçe’nin 5...
Beşiktaş, el freni boşalmış kamyon gibi... Durmuyor. Durdurulamıyor. Kaza da yapmıyor.
Çünkü direksiyonda, tecrübeli bir şoför var. Uzun bir yola çıktıklarının farkındalar. Fakat asla vites düşürmüyorlar. Onlar için tek korkutucu sorun; motor ve yakıtta...
Bu takımın motoru, Atiba...
Tolgay ve Veli’nin yokluğunda, Topal-Souza ya da Selçuk-Bilal ikilisinin oynadığından daha çok oynuyor. Bazen Necip’le, bazen Sosa’yla, bazen Oğuzhan’la destek buluyor. Fakat kişisel performansı inanılmaz.
Soru ise şu; Bu performansla nereye kadar gidecek? İlk yarı bitimine kadar böyle oynarsa, Kartal uçmaya devam eder. Fakat bazen rölantiye alması gerek, ama onu kim dinlendirecek?
Kamyonun deposu şu an full...
Mario, Töre, Olcay ve hatta Cenk, hatta Quaresma... ‘Kurşunsuz benzin’ gibiler şu an... Hem performansı artırıyorlar hem motoru koruyorlar hem de çevreye zarar vermiyorlar.
Soru ise şu; Gün gelir de Mario da Demba ba gibi durur mu? Bir oynayan, bir yedek kalan Q17 arıza yapar mı? Töre su kaynatır mı!
Beşiktaş, şu an her dişlisi mükemmel işleyen bir makine gibi!
Ve buradaki soru da şu;
O çarklardan biri sorun yaratırsa, ‘orijinal yedek malzemesi’ var mı?
İşler doğru giderken sormak gerek bu soruları... Çünkü işler kötü giderken, yol gösteren çok olur! Attıkları gollerin ardından bırakın sevinmeyi bir tarafa, hemen en yakınındaki oyuncuyu çağırıp taktik veren Güneş’in aklında da eminim ki benzer sorular var.
Beşiktaş şu ana kadar hak ettiği yerde... Şenol Güneş şu ana kadar hak ettiği yerde... Gomez ve bütün Kartallar şu an hak ettiği yerde...
Fakat... Futbol, acımasız bir oyun... Hata affetmez...
Ne Arena’ları var, ne Kadıköy’leri... Evleri Beşiktaş, mabedleri Olimpiyat! Misafir gibiler aslında evlerinde...
Ve top artık yönetimde... Kaç yıldır ‘bitti-bitecek’ diye oyalayıp duruyorlar. Artık bitirmeliler o stadı... Gerekirse günde 30 saat çalışarak!
Top artık yönetimde... Takımın şu anki performansına güvenerek uykuya yatmamalılar... Devre arasında mutlaka takviye yapmalılar. Gerekirse biraz daha borçlanarak...
Çünkü...
Bir Atiba, yarım Gomez daha alırlarsa; şampiyonluk çok yakın...
Kendi evine geçerse bu takım; gelecek sezon Şampiyonluk Ligi müziğinin çalması kesin gibi...
Almazlarsa... Geçmezse...
Alan geçebilir... Geçen çıkabilir!
Çok yazık olabilir...