Arama

Popüler aramalar

‘’Galatasaray United!‘’

Derbi bitti, gürültüye devam... Artık Galatasaray’a ‘United’ demek daha doğru olur sanırım. Haksız mıyım?
Kadıköy’de kaybedilir, Fenerbahçe’nin hakkında methiyeler sıralanır. Ali Sami Yen’de alınan galibiyet kulak arkası! Beşiktaş’ın neden yenildiği hesapları yapılır. Sanki Florya’dakiler bu ülkenin insanı değillermiş gibi. Cüneyt Çakır hakemlik dersi vermişken yenilginin faturası hakeme çıkarılır. Suçu? Kurallara uymak! Söyler misin bana, Servet ile Holosko’nun çarpışmasından başka tartışılacak ne vardı? Hangisi penaltı değildi, Rüştü’nün hakim olamadığı topa vurmak futbol lugatında haram mı?
Bizim mahallede bunun adına çamur derler. Bu çamuru geçti, balçık oldu beyler! Gerçi size göre Hüseyin Göçek gibi bir ‘dahi’ varken, ne işi var Cüneyt Çakır’ın bu tip maçlarda!
Çirkinlikler son sürat. Taktılar Milan Baros’un pembe renkli kramponlarına. Adam takır takır gol atıyor ya, rahatsız oldular. Kendileri gibi aynı kervandan olmadığı için, belki de bir davetti! Hiç heveslenmeyin, öyle taraklarda bezi olmadığını biliyoruz Çek futbolcunun.
Baros’u geçtik. Gelelim şu sözde kaptanlık sorununa! Arda Turan bu şartlar altında kaptan olamazmış... Ciddi misiniz? Kelimeleri cımbızla çekin, kafanıza göre kurun cümleleri. Amaçları Galatasaray’ı karıştırıp mikser rolünde ‘Oscar’ almak...
Artık başka çareleri kalmadığı açıkça ortada. Nasıl durdurabilecekler? Futbolla imkansız. Kirle, çamurla iftira ile...
Bakın size tavsiyem, boşuna kürek çekmeyin. Takımdaki arkadaşlık maksimum noktada. Kenetlenmişler, üstelik Skibbe’yi de çok seviyorlar. Öyle gezme tozma sorunları da kalmadı. Adnan Sezgin’in fazla mesaisiyle bu problem de ortadan kalktı.
Gerçi Galatasaray’ı ‘United’ gibi görenlere hak vermiyor değilim. Ne yapsınlar, Milan Baros tutulmuyor, Cassio Lincoln fena, keza Arda öyle, Harry Kewell da dönecek. Peki ya diğerleri?
Avrupa’yla Şükrü Saracoğlu Stadı arasındaki yol gitgide kısalıyor... Bu filmin sonu şimdiden belli. Sanırım Mart ayının sonunda matematik olarak biter. Size de esmer günler düşer...

25 Aralık 2008, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Danke Skibbe‘’

Bütün bir hafta anketlerden fal açıldı, üç vakite kadar bütün yollar Galatasaray’a çıktı. Şimdi ise çene değil, futbol vakti. Sami Yen’de yer bulmak karaborsa. Koro kulaklara zarar. Her iki takımın kadro yapıları, keyif veren hücum ağırlıklı. Skibbe duble santrfor sürerek daha heybetli. Baş döndürücü bir sürat ile başladı derbi. 16 dakikada üst oldu iddiacı hesabıyla. Arda hafta içi aldığı ödülü kutluyordu bir anlamda. Ortaya koyduğu performans ve bitmeyen enerjisi ile arkadaşlarını da motive etti. Diğer köşede ise durum farklıydı. Baros-Nonda zenginliğinin fakirliğini yaşayan bir Barış vardı. Tuzu biberi olsun diyelim. Neden kanatlara taktığımı merak edenlere; Galibiyeti ve farkı getiren yol bu alanlardan geçti. Sakın Lincoln’ü unuttuğumu sanmayın ama artık sıkıldım bu kadar methiye dizmekten Brezilyalı için. Sadece olağanüstüydü demek yeter herhalde. Birazda goller. Baros desem, içine birazda Servet eklesem kabul görür herhalde. Nonda’nın dilsizliği sakın yanlış anlaşılmasın. O da arkadaşları gibi en faydalılar kervanındaydı dün akşam. Skibbe tüm korkularını geride bırakarak cesurca kararlarıyla bu kez galibiyetin gerçek mimarı oldu. Vallahi kuşkulandım. Galiba bizi okumaya başladı...

22 Aralık 2008, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Skibbe'ye telgraf!‘’

Bütün bir hafta, “Galatasaray, Beşiktaş’ın önünde favori” masallarıyla geçti. Tehlikeli, tuzak kokan bir taktik. Eyvallah, Florya’da arkadaşlar istim üzerinde. Başta Lincoln olmak üzere, keyfe keyif katıyorlar. Hele Mehmet Topal ve Barış ikilisi öyle bir toparladılar ki, değmeyin keyiflerine. Derbiyi de bu saydığımız 3 isim çözecek. Tabii bunun yanında Skibbe’nin de farkı belli olacak.
Tahminim; Lincoln destekli tek santrfor, 5’li ve artabilir bir kalabalık orta alan, kısaca açılımı; korku dağları bekler! Halbuki rakibin, senden daha çok çekiniyor. Mustafa hocanın motivasyon çerçeveli kelimelerinden etkilenmeden, koy Ümit Karan’ı ya da Nonda’yı, Baros’un yanına; seyret cümbüşü! Benfica maçını hatırla. Hem Galatasaray hem de sen ipten dönmüştün. Biz ne desek boş; biliyorum, tersi olacak. Hatta Mehmet Güven’i bile monte etmek için elinizden geleni yapacaksınız. Sonrası? Kadıköy’ün fotokopisi, bu sefer Siyah-Beyaz!
Korkmayacaksın Herr Skibbe! Fikstür avantajını düşünüp, 1 puan hesaplayarak, yılbaşı hediyesi olarak görmeyeceksin. Haa, günü kurtarmayıp, ucuz hesap yapmazsanız, hem oturmuş takımı bozmaz hem de kendinizi en az yarım sezon daha garanti edersiniz.
Bir sorun da, maçın smokinli adamı... Geçen sezon Fenerbahçe maçının ezikliğini hissederse hoş olmaz. Gerçi hiçbir hatası yoktu. Ama medyamız malum. Birilerinin dokunulmazlığı var. Geçen cuma akşamı, daha da ispatlandı bu tespitimiz. Cüneyt Çakır ve özellikle yardımcı hakemler gördüklerini çalsınlar, yeter.
Evet, olmak veya olmamak... Bütün her şey Skibbe’ye bağlı. Göreceğiz; stajyer mi, yoksa gerçek bir beyin mi? Haydi bakalım, er meydanına... Ama ne olursa olsun, her iki takım için de geçerli; elle, bilekle değil, yürekle, alınlarının akıyla!... İki takıma da bu yakışır. Malum, Kadıköy’de aynı senaryodan geçtiler.
Başka sözüm yok...

21 Aralık 2008, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Işıl ışıl‘’

Havasının sert, yiğidinin mert olduğu bir maç. Öyle ya bu koşullarda top oynamak biraz cesaret, tabi biraz da krampon ister! Bir yandan dondurucu hava diğer yandan suni zemin. Skibbe’nin yine garip tercihi; isim vermek istemiyorum ama yazık. Nedir bu ısrar? Ayhan’ın yoksa, formülün bu mu senin? Barış, Mehmet Topal’ın dünyasında yer alamaz mı? Bu düşünce sizi ipten almadı mı? Aydın’ın gençliğini de sayarsak, olmayan Sabri’nin rolünü üstlenmesi bu kadar zor mu? Neyse ki, Lincoln ve bazıları var. Onların performansı bütün yanlışları kamufle etmeye yetti. Geçen haftaki oyunla ve skorla bir anlamda pişti oldular. Lincoln demişken, ne yazalımki artık. Kaptan yine kelimeleri kifayetsiz bıraktı, ‘Işıl ışıl’ yeter herhalde.
Ev sahibi bütün riskleri alarak ve futbolu çirkinleştirmeden mücadele etti. Hatta Meira’nın ikramı ile öne de geçtiler. Ve bu yenilen gol adeta İstanbul ekibinde şok etkisi yarattı. Kaptan, Baros ve o saate kadar umarsız bir görüntüye sahip olan Arda’yla bir avuç gol, gerisi boş... Başkent havasından, Florya’ya geçiş, vites düşürüş, De Santics’e antrenman. Fena da olmadı haftaya oynanacak derbiyi düşünürsek.
İyisiyle kötüsüyle, hatasıyla sevabıyla yine bir Lincoln klasiği izledik. Baros’un ellerine hakim olamayışı ona yakışmıyor. Bir an önce bu kirlilikten vazgeçmesi gerek. Skibbe de başta söylediğimiz gibi inadından... Aslında eleştirilecek o kadar çok şey varki, ama kazanılan iki maçta dış sahada alınan 6 puan bizleri susturmaya yetiyor da, artıyor. O zaman ne diyelim, ışıl ışıl...

13 Aralık 2008, Cumartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Korkmayın bu kadar‘’

Galatasaray’da yüzler gülüyor. Nasıl gülmesin. Özellikle de teknik direktör Skibbe’ninki... Kalli’nin gelişi, iç ve dış sahalarda alınan sonuçlar, Alman hocayı bir nebze olsun Sırat Köprüsü’nden kurtardı. Peki, ne oldu da takım birden böylesine kendine geldi?
Evet, Mehmet Topal ve de özellikle de Barış Özbek’in sakatlıklarının geçmesi büyük şans... ‘Hamal’ kimlikli iki krampon, ‘Lordlar Kamarası’ olan orta alanın direncini inanılmaz artırdı... Tabii, Casio Lincoln gerçeğini de gözardı etmemeliyiz...
Bugüne kadar ağza alınmayacak ve spor etiğine yakışmayacak çuval dolusu eleştirilere maruz kalan Brezilyalı futbolcu, her geçen gün ortaya koyduğu performansla ışıl ışıl parlıyor. Ayhan Akman’la gösterdiği müthiş uyum ve birliktelik, inanılmaz... Unutmadan, “Lincoln’ü arkadaşları sevmiyor” diye bir dedikodu yaymaya başladılar son günlerde... Hemen söyleyeyim; külliyen yalan... Arıyorlar, çabalıyorlar, çamur atıp izi kalması için... Sevilmeyen futbolcuya kaptanlık görevi vermezler. Lincoln’ün yaptığı asistler, takım arkadaşlarının direkt olarak bankamatiklerine yansıyor, aldıkları primi hesap edersek...
‘Bırakın dedikoduyu’
Söyler misiniz bana, siz olsaydınız, böyle bir arkadaşı sevmez miydiniz? Bırakın bu dedikoduları, iftiraları... Her hafta sonu, akşamları bu dedikoduları yapan yargısız infazcılar, her dakika tokat yemelerine rağmen, bir hafta evvel ne konuştuklarını unutup, işi pişkinliğe vuruyorlar. Ama kimse yemiyor...
Nereden, nereye geldik. Neyse, açıldık devam edelim... Bir sözüm de Kanalturk ekranlarında yayınlanan, ‘Telegol’ programının yetkililerine... Aldığım duyumlar, Tanju Çolak’ın işine son verildiği yönünde... Sebep; Galatasaray’ın haklarını herkesten fazla koruduğu için... Tabii ki, bu yazıyı okuduktan sonra yalanlayacaklar. Ama ben gerçeği biliyorum. Bu Galatasaray neden, kimi, niye bu kadar rahatsız ediyor, anlaşılır gibi değil doğrusu.
Bayramda bu kadar dedikodu yeter... Kısaca Galatasaray iyi yolda... Şu anda yüzde 40 ile oynuyorlar. Biraz vites yükseltebilirlerse, bu iş Mart’ın sonunda bitecek. Tüm iftiralara ve yalanlara rağmen... Eeee, bu korku da bu yüzden değil mi zaten! Hayırlı bayramlar...

10 Aralık 2008, Çarşamba 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Lincoln'den sevgilerle‘’

Berlin morali, deplasman fobisi ve suni çim telaşı, karmakarışık duygular. Skibbe sezon başından beri hayalini süslediği, beynindeki ideal kadroyu nihayet sahaya sürmüş. Ve mutlak üç puan için çıkmış. Eğer futbolu seviyorsanız, ilk yarıyı unutalım gitsin. İçi boş bir 45. Birkaç pozisyon o da kısmete. Tanrı’nın adaleti olacak ki, sabun köpüğü gibi pozisyonlardan her iki takım da yararlanamadı. Sonrası mı, tufan. Lincoln’den sevgilerle. Çuval dolusu asist, sağanak goller. Ayhan’ın enfes futbolu, Lincoln’ü de coşturdu. Meşin yuvarlağı izlerken kemik sesi yerine, şovu tercih edenler için inanılmaz bir gösteri sundu büyük şovmen. Brezilyalı’yı anlatmak için, edebiyatı hatim etmek lazım. Şiir sevmeyenler bile, şiir gibi futbolundan keyif aldılar dün akşam. Hak ettiği övgü dolu kelimeleri yanyana sıralamak o kadar zor ki. Abartmıyorum Baros, Kewell tekrar Baros, goller peşpeşe. Kameranın başında hain denilen, hedef gösterilen Cassio Lincoln. Biraz da diğerleri...
Ligin her hafta çorba olduğu puan sıralamasında Galatasaray, Ankaragücü önünde galibiyeti, ikinci yarıdaki keyif veren oyunuyla kazandı. Deplasman fobisi bir anlamda bitti. Haftaya yine Başkent ama büyük bir detayı unuttum, kusura bakmayın. Lincoln var... Üstelik de kaptan. İsteseniz de, istemeseniz de...

08 Aralık 2008, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Galatasaray kompleksi!‘’

Geçen Temmuz ayında başladılar Brezilyalı ile uğraşmaya. Nedense rahatsız ediyordu birilerini. “Hain” dediler, o işine devam etti. Bu sene alınan bütün başarılarda hep onun imzası vardı. Lincoln, Florya’da ikamet etmeye devam ederse takıma çok şey katacaktı. Katmadı mı? Hakaretleriniz yetmedi. Hacettepe maçından sonra taş devrinde top sallamış kemik kıranlar familyası, Lincoln’ün katl-i vacibini buyurdu gelecek günler adına. Çoğu sustu, Ziya Şengül, Tanju Çolak ve kalemi dert görmesin Cem Dizdar dışında. Tabii ki bu bir şov. Statükocular için açıklayayım, yani futbol bir temaşa sanatı. Bizim geleneklerimize uymuyormuş! Allah muhafaza, Ronaldinho ülkemize gelse kesin ikinci gün linç edilir bu kafalarca.
Bir de kaptanlık meselesi. Yok efendim spor ahlakı tartışılan Lincoln nasıl kaptan çıkarmış. Ne zaman gördünüz ahlaksızlığını. Birlikte aleme mi çıktınız? Bakın bu ahlaksız(!) bugüne kadar nasıl bakmış ekmek yediği yere. Florya’ya adım attığı an “Tanrı beni olmak istediğim yere gönderdi” demiş. Geçen sene şampiyonluk akşamı tüm arkadaşlarından özür dileyerek, “Benim katkım sizinkinin yanında hiçbir şey, o nedenle özür dilerim” diyen yine aynı isim. Bir de her konuya zorunlu olarak sokulan Hagi var, Lucescu misali... Evet Hagi’ye kaptanlık verilmedi. Çünkü Hagi, Sabin İlie’yi çok düşünüp gösterdiği muhteşem performansla(!) bir Fenerbahçe maçı sonrası vatandaşının altı ay daha oynamasını sağlamıştı. Üstelik hocalık zamanında “Hırsızlar” diye Galatasaraylılar’a bağıran Ahmet efendi miydi? Bana göre elegüne verilebilecek en güzel cevabı o pazubandı Lincoln’ün koluna takan Adnan Polat vermiş ve eklemiştir, “Düşün Lincoln’ün yakasından.” Kısa, net ve ağır.
Bir skandal da, Ayhan Şahenk’te Galatasaray ve Fenerbahçe basket takımlarının oynayacağı maçlarda pişti olması. Turgay Demirel böyle bir hatayı nasıl yaptı, inanılır gibi değil. Seçim sarhoşluğundan olacak!
Son olarak taraftarın tezahüratlarına takanlarda sıra. “Zaten aşklar hep yalan dolan, sonu hep acı hüsran, bize her sevdadan geriye kalan, sadece Galatasaray.” Ne var bunda rahatsız olacak kendi komplekslerinizden başka?

07 Aralık 2008, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Zafere kaçış‘’

İnanılmaz bir atmosfer. Berlin Olimpiyat Stadı’nın dün geceki makyaj rengi Sarı-Kırmızı. 40-45 bin Türk ve müthiş bir senfoni, ruha ruh katan. Ölüyü diriltir vallahi. Lincoln kaptan. Ultra şık. Kulaklarınız çınlasın, anlayan anlar. Hele futbolu! Bunun literatürde tek açıklaması var; ‘resital’. Yüzünden neşe, kramponundan şovun eksik olmasın. Sayende Herta kalecisi Drobny yerden kalkamadı. Patronluk rolünde gösterdiğin performansla, kaç Oscar’a aday olurdun tahmin etmek zor.
Ayhan’ın yokluğu ne yalan söyleyeyim herkesi tedirgin ediyordu. Ama Mehmet Topal ve Barış Özbek kimsenin hasretini çektirmedi. Ayrıca haftalardır, ısrarla olmazsa olmaz diye iddia etiiğim Barış Özbek’in arzusu diğerlerinden biraz daha fiyakalıydı. Orta alan makina gibi çalıştı. Ah Kevell ile Arda biraz daha motive olsalar sonuç farklı olurdu. Hertalı futbolcular için tek çare vardı; o da sertlik. Almanlar öyle acımasızlardı ki önemli bir sakat vermediğimiz için şükür edelim. Neyse biz rakibine adım attırmayan, hataya zorlayan konuk takımda kalmıştık. İtalyan birinci yarıda veremediğini 68’de verdi. Kevell sebebiyet, imza da Milan Baros’a kaldı. Berlin’de gece gündüze dönüşüverdi. Sonrası karamboller ve defans.
Servet, Metalist maçını geçmişe gömen hareketleri, sonradan oyuna giren Emre’nin can alıcı kademeleri, Sanctis’in güvenli eldivenleri zafere giden yolun haritasıydı sanki. Son olarak bütün takımı kutluyor, ayrıca Lincoln ve Barış’a selamlarımı gönderiyorum. Yahu bu takıma bir şey oluyor. Ne yapacağımızı şaşırdık. Bir öyle bir böyle. Ama Avrupa’da mükemmelin ötesinde.

04 Aralık 2008, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI