‘’Bir asırlık sevgi‘’
Benim bir kızım var, adı Merve... En büyük zaafı koyu Fenerbahçeli olması, Allah başka zeval vermesin sarı kırmızılı dünyada varolan bir babaya. Vallahi gül gibi geçiniyoruz 100 yılın buluştuğu rekabetin asırlık yaş günlerini kutladığımız şu anlarda. Belki geç oldu, belki zaman yoktu bu konuya değinmek için, o nedenle affola...
Bir asırı kutluyoruz, siftah sizden bereket iki ağadan. Muhteşem bir olay. Satırlara düşen ne? Süslü birkaç satır, hepsi o kadar. Slogan atmıyoruz, övgü ise hiç değil. Tamer Bağlan ve Aslıhan Çil olmasa, (benim kuşak ki 1980 öncesi hani koyun olmayan okuyan araştıran ilkeli nesil) biz bile farkına varmayacagız. Öyle bir sayfa yapmışlar ki, tarifi imkansız. Çektim çıkardım, ömür boyu arşivimde... Galatasaray-Fenerbahçe güzelliğini ne güzel düşürmüşsünüz satırlara... Ellerinize, beyninize sağlık.
Evet, zaman zaman ağır yazılar yazarız ve yazmaya devam edeceğiz. Bazı an duygularımıza yenilerek, bazı an da haddimizi aşarak. Elde değil, renk çeker, o çizgiye gönül vermişiz, o formayı ıslatmışız çünkü. Kızmayın herkesin boyası kendine, sarı renk ortak ya daha ne istiyoruz. Klasik konuşmak istemiyorum, ama gerçeklerden kaçamayız. Galatasaray olmazsa Kadıköy’ün elçileri neye yarar? Ya da tam tersi, kalır mı Galatasaraylı efendilerin havaları...
Biliyorum, bu tür yazılar okunmaz, işe dişe gelmez. Hakikatle yüzleşmek yürek ister. İşte böyle kelimelerin arasına girerseniz flu olur ortam. ‘Haklı’ dersiniz karma oturduğunuz zaman, aksi tek renkli mekanlarda ailelerin hatırı sorulur bir bir. Balili’ye küfür edilirken (edenlerin asla gerçek Galatasaraylı olduklarına inanmıyorum) utandım, Şişli’de beni büyüten musevi komşularımı düşünerek. Ya Galatasaray’ı Avrupa’ya ispiyonlama çabalarına ne demeli... Ya da Denizli’de Aslan arkadaşımıza olanlar... Bakın Sivasspor karanfillerle karşıladı rakibini, hepimizi utandırarak...
Büyüklerin büyüklüğünü görerek düşünmemiz lazım yaşadıklarımızı... İyi ki kızım başka bir takıma gönül vermiş... Vermiş ki o büyülü rekabeti anlama fırsatını bire bir yakalayan şanslılardanım. Şu anda basketbol için kapışsanız da, iyi ki de varsınız. Kayıkçı kavgasından farksız bir görüntü bu inanın. Halledersiniz... 100 yıllık sevginiz kutlu olsun, yaşanan tüm bu kirliliğe rağmen...
‘’Kayıpsız siftah‘’
Bitmeyen Sivas kabusundan sonra yine bir deplasman. Denizlispor arada değişime giden ve geçen hafta Beşiktaş karşısında oynadığı futboluyla, hiç de yabana atılamayacak bir rakip Galatasaray adına. Maçtan önce çıkan olaylar ise mide bulandırıcı. Ne zaman kurtulacağız bu kirlilikten. Halbuki Denizli’de Galatasaray diğer büyükler göre daha fazla sevilir anlamadım gitti. Neyse futbola dönelim, geçelim dün akşama...
Baros’un imzasıyla başladı maç... Arda’nın soldan bindirmleri kısa zamanda semeresini verdi. Şık bir asist ve Baros’un teki. Hafif bir rahatlama. Merkez endamlı çoçuklarla dolu. Barış ve Mehmet Topal, özellikle de Nonda’nın yardımları toparlamış orta alanın son iki maçtaki basiretsizliğini. Nonda demişken; attığı gol, inanılmaz bir keyifti siyahi kramponun. Hoşgeldin Nonda. Ayhan’ın inceleri de, Lincoln’u aratmayacak cinstendi, ‘ikinci bahar’ olsa gerek ne diyelim. Aldığı kırmızı kart büyük kayıp bu trafikte. Şimdilik noktayı koyalım, tüm bunlar yüreğe su serpen fotograflar ama ya tersi. Servet-Meria hala birbirlerini anlamakta sorun çekiyorlar. Sabri ileriyi düşünmekten arkasına bakamıyor, bu yüzden Barış hep diken üzerinde. Skibbe devre arası uyarmış olacak ki, pek fazla alıp başını gidemedi genç oyuncu.
Denizlispor’a gelince alkışlıyorum sizleri. Hiç değilse on kişi kapanıp ilkesiz bir şekilde sahte zaferler peşinde değiller. Bu tarzlarının elbet bir gün karşılığını alırlar. Galatasaray için sevabının daha fazla olduğu bir akşam yaşadık. İkinci devre kayıpsız başladı. Son bir şey daha yazmazsam rahatlayamayacağım. Ayhan cezalı Sivas önünde, Lincoln kaptan, seyret patırdıyı...
‘’Yardımcısız maç!‘’
Hava buz, saha jilet her türlü hataya gebe.. Kısaca şartlar pekte hoş değil futbol adına. Hele konuk takımın eksiklerini hesaba katarsak Galatasaray için daha da zor bir gün. Skibbe tüm olumsuzlara rağmen duble golcü sürmüş Sivasspor önüne. Ön liberoları da çiftleyerek yaşanabilecek riskleri minimuma getirmiş. En ağır görev Lincoln’nun rolüne soyundurulan Arda’nın. Arkada ise Emre ile Hakan Balta ilk kez pişti vaziyetindeler zaruretten dolayı. Alman Hocanın planı mantıklı görünüyor.
Sivas’ın tek umudu kontralar ve tek başına Mehmet Yıldız. Resim bu olunca pozisyon zenginliği olmamasına rağmen oyuna hükmeden İstanbul ekibi. Taki Yunus Yıldırım’ın yardıcımcısı sahne alana kadar. Küfür yok sadece Ümit’in salladığı krampondan gelen küçük bir çamur parçasının beyefendinin üzerini lekelemesi sonucu dengeler yerde. Nereden bulurlar böylelerini anlamak zor. Neyse daha fazla konuşup şöhret etmeyelim arkadaşı amacına ulaşmasın. Eksik kalan Galatasaray’da rüzgar tersten esmeye başladı doğal olarak. Önce Abdurahman sonra Sezer. Goller birbirinin kopyası sanal asistlerin mimarları Sabri ve önünde oynayan Barış. Hani derler ya koridor oldu diye işte öyle birşey. De Santics’te ‘Beni bu havalar mahvetti’ edasında gelene paşam dedi adeta.
Evet Galatasaray için ağır bir başlangıç telafisi zaman alacak. Salı akşamı kupada görüşmek üzere daha sağlıklı şartlar ve hakemin konuşulmadığı bir futbol keyfiyle...
‘’Yanlış yapmışım!‘’
Ben ne yanlış yapmışım da haberim yokmuş. Özür dilemenin bir erdem olduğunu ailemizden öğrenmiştik çocuk yaşta. Sonrasında liseli yıllarımızda ahlâk dersi vardı, bu olgunun doğruluğunu pekiştiren, aynı jenerasyondan olanlar hatırlar. Şimdi böyle bir ders var mı bilemiyorum. Meğerse yanlışmış ebeveynlerimiz ve hocamızın belleğimize kazıdıkları. Hatırlayacaklar bundan önceki yazımızı okuyanlar. Skibbe’yi masaya yatırmıştım ama bu kez çarpıp bölmeden. Hatta daha da ileriye gidip özür dilemiştim, hakkında erken davranıp her icraatında kusur aradığımı düşünerek. Tabii bu düşüncemizi değiştiren birçok olaya tanık olmuştuk, bu tekzipvari yazıyı kaleme dökerken. Konuştuk başkanından malzemecisine kadar... Skibbe’nin pısırık değil, tam tersi kuralları kendi koyan portresinin var olduğu haberini aldık Florya’nın mutfağından. Eee, durum böyle olup skorlara da yansıyınca ‘Sen haklısın’ demenin zamanı gelmişti.
Hemen imzalayın
Her geçen gün kirlilik etrafımızı sarmış ve sarmaya devam ediyor. Son yazımdan sonra basından yakın bir arkadaşım arayarak “Siparişle mi yazıyorsun?” dedi. Hoppala, ne diyeceksin böyle bin ton ağırlıkta bir itham karşısında. Aralıklı da olsa, ‘Toplam 9 senedir basın dünyasındayım, eğer şimdiye kadar böyle bir olaya imza attıysam namerdim’ desem ne olacak? Zaten gazetem asla böyle bir şeye izin vermez. Birden İngilizler’in meşhur atasözü geldi aklıma; “Cahilin yanında kitap kadar sessiz olacaksın.” Anlamıyorum, anlam veremiyorum. Vicdanımızın bu hatayı en kısa zamanda telafi etme ihtiyacını hissetmesinin neresi yanlış?
Unutmadan, yağ bal da yaptığım ima ediliyor bazı maillerde. Bazı futbolcuların 2 ay önce özel hayatını gün yüzüne çıkarırken iyiydi ya da yönetime en ağır eleştirilerimizi sarf ederken. Sorun belli, söz konusu Galatasaray olunca alkış alerji yaratıyor, hep eleştireceksin ki adam sayıl bu alemde. Neyse, anlayan anladı sanırım.
Tekrar söylüyorum, Skibbe şu ana kadar eğrisiyle doğrusuyla başarılıdır. Sezon başından beri desteğinden asla vazgeçmeyen Adnan Polat’ın da süratle kontratını tazelemesi gerek Alman hocayla. Aksini yaparsanız birilerinin ekmeğine yağ sürersiniz hem de katmerli.
‘’Özür diliyorum‘’
Bu, ‘şak şak’ değil, bir itiraf yazısı. Artık zamanı geldi. Galatasaray koşar adım... Bütün kulvarlarda en ufak bir tökezleme yaşamıyorlar. Bugüne kadar kazanınca hep futbolcuları alkışladık. Artık kafadaki insanın da hakkını vermeliyiz, elimizi vicdanımızla buluşturabilirsek. Belki şaşırdınız, belki de havale geçirdiğimi sanıyorsunuz. Evet, Skibbe’den söz ediyorum...
Herkes ona hayran
Ali Sami Yen’e ‘merhaba’ dedikten sonra her şeyini eleştirdik Alman hocanın. Kimi zaman oyuncu değişikliklerine taktık, kimi zaman plan ve programına. Ne yapsa yaranamıyordu. Gerçi Skibbe bizim için bulunmaz nimetti. Konu sıkıntısı çeken masaya onu yatırıyordu, ben de dahil olmak üzere. Bir garip Skibbe de fırsat veriyordu açıkçası. Şampiyonlar Ligi’nde ilk kez elemelerden geçemeyen Galatasaray’ın başında tarihe geçti! Sonrasında yardımcıları gitti kendine sorulmadan. Sessiz sinema oynadı bizimki. Salla başını al maaşını görüntüsünü geçtik, Adnan Sezgin kanunlarını harfi harfini yerine getiren bir portre çiziyordu adeta. Bize de verilen malzemeyi yoğurmak kalıyordu. Ne yalan söyleyeyim, sonuna kadar hakkını verdik.
Şimdi ise yanıldığımızı anlıyorum az da olsa. Asla skorlara bakarak konuştuğumu sanmayın. Hangi futbolcuyla konuştuysam herkes hayran. Gençlere verdiği önem ortada. İşte Yaser, itirazı olan var mı? Şans bulduğu her maçta Hakan Şükür’den enstantaneler izliyoruz. Ümit Karan’ın küskünlüğünü ve isyanını nasıl insani yönden hallettiğini açıkça söyleyebilirim. Ya Lincoln, bu sezon kafasına saksı düşmedi herhalde! Her maç şiir yazmasında hiç mi hocasının payı yok? Hep korudu, arkasında durdu Brezilyalı’nın. Alman disiplinini Türk duygusallığıyla harmanlayarak öğrencilerinin kalbinde taht kurdu. Ve şimdi...
Onun için de bağırın
Evet; özür diliyorum Skibbe’den, sabırsız davranıp paçaları sıvadım diye. Artık söz taraftarda. Futbolcunuza gösterdiğiniz sevgi gösterilerinin başına hocanızı da koymanız gerek. Sonuna kadar hak ediyor çünkü. Ayrıca kimse Florya’ya girememek gibi bir sorunum olduğu ve bu yüzden bunları kaleme döktüğümü sanmasın. Hiç öyle bir sorunumuz yok. Ama önce insanız, sonra da gazeteci...
‘’Komiksiniz!‘’
Liglere ara verildi; arkadaşlar tam gaz... Önce Arda’nın özel hayatı yatırıldı ameliyat masasına. Sonra Ümit Karan gönderildi kilometrelerce uzağa. Son olarak malum bu konularda baş aktör olarak sıra gözbebekleri Lincoln’e geldi. Sanal kaptanlık krizini yazmaya gerek yok sanırım, bayatladı artık. Kurdukları hayaller gerçeklerle örtüşmemesine rağmen devam ediyorlar fütursuzca çabalarına. Yüzlerinin kızarması umurlarında bile değil. Usanmadan hâlâ uğraşıyorlar ‘nasıl yara veririz’ diye şu Galatasaray’a...
Lincoln mesela. Sattılar kuzeye, bir de 14 milyon Euro koydular etikete. Amaç kafa karıştırmak, en formda kramponu prangalamak değil mi sizce? Olmadı, nasıl olsun ki var olmayan bir teklif. Gelelim daha komik bir olaya. Yok efendim Galatasaray’da Lincoln krizi yaşanıyormuş. Beraberinde getirdiği fizyoterapistinin ücretini kulüp ödemezse, Antalya kampına gelmeme restini çekmiş. Fal bakmamak adına, açtım Adnan Sezgin’le konuştum. Yaşadığımız diyalogları eksiksiz yazıyorum size: “Ya Yalçın nereden çıkarıyorlar anlamıyorum. Lincoln’le bu tip ya da buna benzer en ufak bir olay yaşanmadı. Evet Lincoln de, Kewell gibi özel fizyoterapistini getirmiştir. Ama her ikisinin de ücretini futbolcularımız kendi ödemektedir. Kaldı ki onlardan bize böyle bir teklif kesinlikle gelmemiştir.” Alın size birinci ağızdan açıklama...
Neden peki bu karalama harekâtı, uykularını kaçıran panik atak sendromu? Tarifi bir cümle; ‘Galatasaray korkusu.’ Gerek imrenilecek kadro zenginliği, gerekse her geçen gün yükselen form, bu beyhude çabaların altında yatan en hakiki neden. Biliyorlar ki Sivas maçı kayıpsız geçilirse filmin sonu az çok belli olacak. Biliyorlar ki Bordeaux elenirse, Kadıköy daha da yakınlaşacak. Düşünün Saracoğlu’da UEFA Kupası’nı sarıp sarmalamış Sarı-Kırmızılı formalar... Galatasaraylı olmayanlara Allah başka zeval vermesin. Kimse inkâr etmeye ya da şirin görünmek adına yalanların arkasına sığınmasın, bu böyle.
Peki Galatasaraylı futbolcular bu aleni saldırılardan etkileniyorlar mı? Koskoca bir ‘hayır’ derim size ve eklerim; tam tersi, başta başkanları olmak üzere gülüyorlar hem de katıla katıla. Yeter artık komik olmayın, bu kadarı fazla. Cem Yılmaz’ı geçtiniz yahu...
‘’Florya'nın kapıları!‘’
Adnan Polat geçtiğimiz hafta 150 kişilik medya ordusunun karşısına çıktı. Baştan sona her cümlesi mesaj veren, bazen uyaran, bazen de ironi kokan dolu bir konuşmaydı. Özellikle kaptanlık konusunda söyledikleri kelimenin tam anlamıyla ‘cuk’ oturdu.
Bana göre Arda Turan’ın öyle bir derdi yok. Ayrıca maç biter bitmez yaptığı konuşmasının tamamını incelerseniz öyle aman aman kaptanlık beklentisi olmadığını siz de görürsünüz. Gelelim Sabri’ye... Futboluna lafım yok, her eve lazım ama gerek deneyimi, gerekse ağırlığı konusunu düşünürsek ona iki çift sözüm olur: Cin olmadan şeytan çarpma! Ha öyle bir isteğin varsa, daha gençsin sıra sana da gelir. Bu arada maçlarda hakemlere gereksiz itiraz etmeyi, rakip takımın oyuncularıyla dalaşmayı bu zaman zarfında bırakırsan, ilerleyen yıllar içinde bu mertebeye ulaşabilirsin. Ayrıca Başkan’ın dediği gibi hiçbir futbolcu idari işlere burnunu sokamaz. Ama Sabri de haklı, bir önceki jenarasyondan gelme ne yapsın. Hani şef ve saz heyetinin kanunlarıyla yönetilen, olmazsa olmazlarıyla geçen yıllardan söz ediyorum. Onlara ters gelenin anında kellesini isterüzzz! Uzağa gitmeyin, az daha geçen sezon son kurban Lincoln şeçilmişti, direkten döndü. İzin vermedi Polat ve ligin bitmesini bekledi. Kabile reisi ve müritler bir bir gönderildi. Adnan Polat’la iki ay önceki konuşmamızda, o düzen için nostalji hasretiyle yanıp tutuşanlara Florya’nın beş kapısı olduğunu söylüyordu. Herhalde dikkate almayıp önemsemeyenlere bir kez daha hatırlatmak gereğini duydu. İşte Adnan Polat’ın kurduğu cümlelerin içinde bunlar saklı aslında...
Gelelim Emre Belözoğlu konusuna... Bence Başkan’ın hâlâ bu futbolcunun ismini zikretmesi pek doğru değil. Emre, Galatasaray krize girdiği vakit kendi cebinden 50 bin Dolar vermişti. Fenerbahçe aşkıyla yanıp tutuştuğunu bu yaşında yeni anlayan Emre’ye paranın iade edilmesi için pek çok kez buradan seslenmiştik. Adnan Bey haklı olabilir ama ilk önce Galatasaraylılar’ın onuru adına iade-i yardımın gerçekleşmesi farz. Toplantıdan sadece iki paragraf seçebildik. Dikkat ederseniz eleştirilerimiz, renkleri farklı, ama düşünce yolları aynı durakta buluşan kramponlara geldi. Haklısınız Başkan, ‘Florya’nın beş kapısı var’. Anlayana...
‘’Kimse ağlamasın!‘’
Hürriyet Gazetesi’nden Sıddık Turgut harika bir araştırma yapmış. Bu sezon hakem hatalarıdan kimin canı yandı ya da hangi takım kârlı çıktı diye. Kafaya oynayanlardan en fazla zarar gören; eksi 3 puanla Trabzonspor. Sıkı durun! Her dakika hakemler tarafıdan kıyıldığını savunanların aksine, sadece eksi 1 puanla sıralamada yerini alan kim biliyor musunuz? Şaşıracaksınız belki de, ama bu takımın adı Beşiktaş. İstatistikler yalan söylemez. Demek ki, kabahati dışarıda aramak yerine, önce kendi mahallene bakacaksın. Yok aslında birbirimizden farkımız gerçeğini kabul edip, öyle arşivlerden umar aramayacaksın. Lafla peynir ekmek gemisinin sadece rüyalarda yürüdüğünü idrak ederseniz, gerçekleri görmekte zorlanmazsınız. Neyin ne olduğunu anlatan ve bu araştırmaya emek verenleri bir kez daha tebrik edip, geçelim Florya’ya...
Kimyayı bozmayın
Mehmet Yıldız olayı camiaya gönül verenleri heyecanlandırdı kuşkusuz. ‘Bazı oyuncularımızın bu transferde ortaya atılması bizi üzdü’ demiş Haldun Üstünel. Tabii üzer, siz çıkıp olayı tüm gerçekliğiyle masaya yatırmazsanız, medyanın bir takım senaryolar yazması normaldir. Evet, Mehmet mutlaka alınmalı ama dengeler bozulmadan, Ümit Karan’ı kırmadan ve gençlere kıymadan. Özellikle de kapalı kapılar ardında dolaşmadan. Sonuçta bu takım Türkiye’nin en iyi ekibi. Stratejinizi bu çocukların kimyasını bozmadan becerebilirseniz, başarılı yönetiminize başarı katarsınız. Aksi mi Bir çuval incir diyelim...
Kralsan yaparsın!
Son sözüm, ne olursa olsun hâlâ kardeşim kadar sevdiğim Hakan Şükür’e... Bizim aramızda ne olmuşsa olmuştur. Ben mesleğimin doğruları yolunda hareket ettim, bu sana ters geldi. Neyse, aramızdaki konuları gündeme getirmek en azıdan bana yakışmaz. Benim senden istediğim, doğup büyüdüğün, yetiştiğin yere hizmet etmen. Sakaryaspor’dan söz ediyorum. Otel yaptırmak yetmiyor golcü. Takımın durumu ortada, herkes senden bir şeyler bekliyor. Haydi ne yap, et, Sakarya’yı şu tablodan kurtar. Yarım sezon oynar mısın ya da menacer olarak mı gidersin, onu ben bilmem. Ama kralsan ve bu unvanı taşımanda Sakaryalılar’ın emeği varsa, haydi bakalım ödeşme zamanı...