Arama

Popüler aramalar

‘’45'lik!‘’

17 Mayıs 2000, Galatasaray UEFA Şampiyonu ve şimdi aynı kulüp UEFA’ya katılma mücadelesi çabasında, üstelik o gününün şartlarından daha güçlü bir kadroya sahip olduğu halde. 9 yıl öncesini bir kez daha yaşama fırsatının, elinin tersiyle itildiği bir sezon. Çare yok, hayat devam etmekte. Ne yapalım biz de yerimizi aldık, gün boyu sıcağın kavurduğu Sami Yen’de. Taraftar da eğlence bulmuş kendine, Fenerbahçe’nin kupadaki 26 senelik dramını latifelerle birleştirerek avutuyorlar birbirlerini. Salı akşamı bizi nasıl bir dostluk maçı bekliyor merak konusu! Bu kez baştacı Kewell, haklı olarak. Başka da anlatılacak bir şey yok maçın fragmanında...
Kabuğuna çekilen Gençlerbirliği, sanal taarruz halinde bir ev sahibi, dostlar alışverişte görsün modeli. Adres Arda’nın bulunduğu kulvar, arkasına Hakan Balta’yı da alan genç futbolcu sürekli bindirmelerde. Son vuruşlar mı? Aynen devam, basiret fakirliğinde. Hele şişirilen topların endamları, hatırı sayılır Başkent takımının futbolcularının kafalarında erimesi inanılmaz bir taktiğin (!) göstergesi. Gerçi pek de pozisyon yok, söz ettiğim pozisyoncuklar sadece. 55. dakikadan sonra uyanan Floryalılar yerden oynayıp, unuttukları presi hatırladılar. Ve sanal baskı gerçeğe dönüşüp, seyircinin verdiği dopingle tüm gücünü koyan Kewell’ın imzası... Sonrasında da görülmeye değer bir asist, yine aynı krampondan.
Evet, 3 puanın sahibi Floryalı’lara tavsiyem, şimdi evlerine gitsinler eski bir 45’lik plak koyup, 17 Mayıs 2000 akşamının görüntüleriyle birlikte düşünsünler. Çok yazık oldu, bilmem farkında mısınız...

18 Mayıs 2009, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Günaydın arkadaşlar!‘’

Kayseri değil, sanki Sami Yen. Sarı-Kırmızı renklerin cazibesi sanırım ‘in’ bu ilimizde! Ee, bir de büyük takım bu olsa gerek. Ölüsü kapalı gişe. Hasan Şaş ve Ümit Karan tek ayak cezalısı, gülmeyin ama gerçek. Saçmalık; Florya değil, Cibali karakolu! Yalanlamayın bari komik oluyorsunuz...
Hayret, iyi başladılar. Gözler ışıl ışıl, yüzler gülüyor. Anlamak mümkün değil. Adama sorarlar ‘neredeydiniz’ diye? Arda’nın seslenişi mi, Lincoln’ün uyanışı mı? Türk’ün aklı sonradan gelirmiş, herhalde Brezilyalı’nın da, anlamadık. Emre Güngör’ün katılımı defans için limon kolonyası ferahlığında, Emre Aşık ilk kez bu kadar rahat. Hakan Balta’dan oh, Ayhan’ın servisleri hoş, Mehmet Topal da eksik kalmıyor. Bülent Korkmaz ‘hücum’ demiş, inanması zor! ‘Böyle ol canımı ye’ demek geliyor içimden, hiç değilse beyin olarak. Sağdan soldan geliyorlar. Ankaragücü’nün tek sığınağı ofsayt taktiği, Mustafa hocamdan miras futbolumuza. İsmail Bouzid’in sahada olmayı canı çekmemiş belli. Öyle bir penaltıya sebebiyet verdi ki, kör gözün parmağı. Arkadan bir de kızarış, aman aman akıllara bir şey düşmesin kılıf arayanlara duyurulur, gazozuna maç dahi olsa. Baros’un penaltısı sonrası, kaçan goller tekmili birden. 3 puan geldi, ama UEFA’ya katılma hedefi yakışmıyor Galatasaray’a. Nereden nereye, sağolasınız smokinliler!
Şu ligde neler kaçırdığınızı maçtan sonra bir kez daha düşünün. Ben kendi kıymetini bilmeyen böyle bir takım daha görmedim. Geçen hafta Hacettepe’yi geçebilseniz, neler olacağının farkında mısınız? Sen mucize şampiyonluklara imza at, sonra bu mevsimde açıkta kal; abesle-iştigal. Şimdi anlasanız da çok geç, günaydın arkadaşlar...

10 Mayıs 2009, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ayıp'sınız!‘’

Her ikisi de un-elek ilişkisi, maç değil mecburi hizmet daha doğru olur. Bülent Korkmaz ve Ergün Penbe buluşması hoş, her ne kadar ligdeki durumları ‘boş’ da olsa. Buna rağmen tribünlerde hatırı sayılır bir seyirci topluluğu. Galatasaray cazibesi diyerek, son günlerde hiç duymadıkları süslü bir kelimeyle geçelim maça...
Hiç geçmesek, arkadaşların yürüyecek halleri yok, indirmişler kepengi 1 Mayıs’a uygun. 31. dakika ilk pozisyon, konuk takım adına. Balık baştan koktu. Hiç taze olmadı ki! Ayhan’ın yokluğunda, merkez figüranlarla dolu Mehmet Topal dışında. Ne yaptığını bilmeyen hababam taburu! Haklarını yemeyelim sanal bir gayret var bizleri kandıran, ama son vuruşlar hayret! Derman yok beyler, derman Nişantaşı, Maçka ve Etiler...Lincoln’ü unuttum sanmayın; aylar sonra akıl dolu ve şık paslarıyla kürsüde, o da canı istediğinde. Günaydın, geçti Bor’un pazarı kimi sürersen sür. Gerisini siz tamamlayın. Yahu konuşmayayım diyorum yetti artık, yine Korkmaz şov. Yaser’i çıkar, Volkan Yaman’ı sok Hacettepe önünde! Kimsenin bu kadar dalga geçmeye hakkı yok. En sonunda Hasan Şaş’ı da yuhlattın, kendini de istifaya çağırttın, helal olsun hocam. Üzülmemek elde değil, sen yaldızlı 25 yıllık kariyerini iki ayda bitir. Tabii suçu bir tek sana yüklemek insanlık dışı. Smokinli arkadaşlar kendilerini iyi biliyorlar.
Hacettepe’ye gider ayak toka. Ya size ne demeli? Üzerinizdeki formanın ne olduğunu bilmeyen gençler. Yalnız şu var; eskiden yenildiğinizde taraftar üzülürdü, artık hiç umurlarında değil. Bu ayıp da size yeter...

02 Mayıs 2009, Cumartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Suçlu kalk ayağa!‘’

Koskoca bir sezon uçup gitti. En pahalı kramponlarını toplayıp, erken tatile gir. Kim sorumlu, biz değiliz herhalde. Adnan Polat ve ekibinin icraatlarını şöyle bir hatırlayalım isterseniz...
Gözümüzün pek ısırımadığı Skibbe’yi getiriş. Bu hocanın gelmesinde bazı dedikoların yayılması. Ceplere dikkat! Şampiyonlar Ligi’nin ön elemesinde eleniş ilk kez. Polat’ın her fırsatta Alman hocanın arkasında olduğunu yinelemesi. Birden yardımcılarının infazı. Ligin başı tepki yok. Kovulan Kalli’nin tekrar gelişi; altyapıya bakacak masallarıyla. Geldiği gün antrenmana inip kara kaplı defterinde ilk sırada olan Lincoln’e nasihat. Oysa ki Brezilyalı o ana kadar takımın en iyisi. Dengelerin sona ermesi. Ve takımı bitiren devre arası. Sonrasında peşpeşe gelen yenilgiler... Başrolde yine çanak tutan Lincoln ve onun ipini çeken Kalli. Skibbe’nin zorla istifa edişi. Bülent Korkmaz’ın Florya’ya dönüşü. Sonun başlangıcı... Adnan Sezgin’le Haldun Üstünel anlaşmazlığı ikisine de mavi boncuk dağıtan ve ikisinden de asla vazgeçemeyen, sözde ortada kalan bir başkan. Hocaya bakarsak evlere şenlik. Eski tüfek arkadaşlarını koruyan bir beyin. UEFA finaline giden yola resmen barikat koyan, maç içinde yaptıgı dahiyane (!) oyuncu değişiklikleriyle bugünlere gelinen Bülent Korkmaz. Şimdi sorarım size, yaşanan bu kadar olumsuz olaylardan sonra bu takım nasıl başarıyı yakalayabilirdi?
Eğer Adnan Polat, mart ayında yapılacak kongreyi tekrar kazanmak istiyorsa bütün bu yanlışlara set çekmesi gerekiyor. Nasıl olacak? İlk olarak Sezgin ile Üstünel arasındaki buzdağını eritecek. Olmuyorsa birinden ya da toptan vazgeçilmeli. Özellikle yabancı futbolcuların uyumu konusunda mükemmel çalışan Mustafa Turgun tekrar göreve davet edilmeli. Bülent Korkmaz’a teşekkür edilmeli. Marsilya’da sözleşmesi biten, yapmadığınızı bırakmadığınız Gerets hocalığa getirilmeli. ‘Ama kovduk’ demeyin, nasıl olsa siz kovup kovup tekrar çağırmayı iyi bilirsiniz. Ha ‘Fenerbahçe de bizim gibi’ diye teselli olacaksanız, orasını bilemem. Zaten koskoca sezon bu teselliyle geçmedi mi...

29 Nisan 2009, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Rüya bitti!‘’

Sen tüm sezon olmayacak rakiplere puan verip, cepten yersen sonrasında yağmur duasına çıkmak zorunda kalırsın. Üstelik sebep olduğun ceza nedeniyle yalnız ve tek başına. Ali Sami Yen’de duyulan futbolcuların replikleri ve krampon sesleri sadece. 16 dakika başrolde De Sanctis. Mehmet Topal ve Semih’in çırpınışları. Yaşanan kısa bir travma. Normal Sivas ve Beşiktaş’ın haftayı kayıpsız geçmesi kısa da olsa konsantre eksikliği yaşatmış olabilir.
Sonrası sağlanan denge öylesine. Akşamın hırslı ve sahanın her yerine ayak izini bırakan Barış’tan bir imza fiyakalı. Nonda’nın boş kaleyi görmezden gelmesinden başka gerisi boş ilk 45’de. İkinci yarıda da aynı film son sürat. Hakimiyet ev sahibinde nadir de olsa girdiği pozisyonları heba eden de yine aynı adres. Futbol alışıla gelmiş karaborsa. Bülent Korkmaz eldeki malzemeyle bir takım çıkarmış. Ama Floryalı arkadaşların aküleri bu kadar masumane! Gecenin umarsızı Kewell. Avustralyalı pazar gezmesinde adeta. Bülent Hoca’nın bu futbolcuyu sahada tutup Baros’u çıkarması garip. Hasan Şaş’la umuda yolculuk ise, adını siz koyun! Hayret bin defa hayret. Bu değişikliğin semeresiyle son anda gelen beraberlik. Tebrikler hocam!
Aslında basın tribününde cezalı olan Adnan Polat’ın stada nasıl girdiği maçtan çok konuşuldu. Ahkamı yetkililere saklayalım. Neyse Ankara turnikesinin ilk ayağı, şampiyonluk rüyasını da bitirdi. Taraftarlar pankart asmış ‘Bir Galatasaray efsanesi daha yaratabilirsiniz’ diye. Niyet güzel ama nasıl olacak böyle mi...

27 Nisan 2009, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bir umut daha var‘’

Önce Lincoln, ama Brezilyalı’nın savunulacak bir tarafı olmadığı için susuyoruz. Sonra üzeri örtülen Baros olayı. Patlayan Nonda, yine yöneticilerin araya girmesiyle tatlıya bağlanan sıkıntı. Son olarak antrenmanda yaşanan Ayhan isyanı. Kim bilir daha neler var kapalı kapıların ardında? Bülent Korkmaz’ın gelişiyle yaşanan gerilim saatleri... Florya kreşi ya da eğitim kampı! Bülent hoca sezon başı gelse bu hareketleriyle haklı olabilir kendine göre. Alkışlarız. Ama light ve aşırı hoşgörü sahibi Skibbe’den sonra ne yapsan nafile. Yatay geçiş, yapay geçişe dönüşür. Öyle de oluyor. Kaldı ki milyonluk ayaklara bebe ya da erat muamelesi nereye kadar...
Bülent Korkmaz’ın üzerine gitmemiz belki yadırganıyordu önceleri, fakat şimdi herkeste benzer nakarat. Bizim derdimiz asla Korkmaz’la değil. Zaten ortada böyle bir sıkıntı da olamaz, hele şahsi olarak. Ama baştakilerin yanlış kararları, geç kalınmış kararlar yolun sonunu getirmiştir. Tabii çaktırmamaya çalışsalar da aralarındaki fikir ayrılıkları da sekte vurmuştur zirve yarışına. Birinin tuttuğunu diğeri koparmaya çalışınca şampiyonluk mucizelere kalmıştır. Aslında fikstür avantajına bakarsak bir umut var. Ama son maçta oynanan futbolla değil bugün oynanacak Ankaraspor’u, Hacettepe’yi bile geçemezsin. Sakın sakatlıkları ya da cezaları bahane edip kendinizi kurtarmaya çalışmayın. Hele Lincoln üzerinden ‘mazeretim var’ deme hakkınız hiç yok.
Evet hâlâ bir umut var. Önce futbolculara; tek çare her şeye sünger çekip birlik olun. Grupları birleştirin, malum kişiyi aranıza alın. Siz de biliyorsunuz ki onsuz olmuyor. Yöneticiler; aranızdaki fikir ayrılıklarının bu takımı ne hale soktuğunu siz de biliyorsunuz. Adisyonu sezon sonuna saklayın. Bülent Korkmaz; ıslığı bıraktın şimdi sıra polislikte, öğrencilerine daha sevecen ve sıcak yaklaşırsan bak o zaman olacaklara. Ve Adnan Polat; siz de gördünüz ki bu iş tezgahla, mezgahla olmuyor. Tereciye tere satmayalım, özellikle de bir motivasyon ustasına...

26 Nisan 2009, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Suç Arda'nın mı?‘’

Galatasaray’da sular durulmuyor, her an bir olay ve beraberinde etrafa verilen sürüsüne bereket malzeme... Bu haftanın şeref misafiri Arda Turan... Evet, ülkemizin yıldız sporcusu. İstatistiklere bakarsak, yılın en yorgunu hem fiziki, hem zihinsel. İstanbul Belediye maçından sonra yaşanan akredite kavgası... Ne gerek varsa? Arda’ın yaptığını savunmayacağım, ama biraz hoşgörülü olmak gerekmiyor mu? Olur mu hiç? Kompleksli bir toplumuz. Yapılan hatayı, ‘kafasını kırmalı’ diye savunmaya çalışan bireyleriz. Oysa ki kafasını kırmaya çalışan o arkadaş muhtemelen İspanya milli maçında ‘Haydi oğlum Arda’ diye ismini ezberliyordu. Belki de akşam mahalledeki kahvesine gidince etrafa, ‘Biliyor musunuz ben bugün Galatasaraylı Arda’ya posta koydum, inanmazsanız televizyondan izleyin kameralar beni çekti’ diyecektir. Kompleksliyiz işte, bu tip olaylarla mutlu oluruz, hayatımızda anlatacak ya da övünecek ‘an’ların kıtlığından dolayı.
Arda’nın yaptığını düşüncesizce bir hareket kabul ettik. Peki ya Arda’yı sirk maymunu gibi dolaştıran, nereye gidilirse gidilsin ilk yardım çantası gibi taşıyan zihniyete ne demeli? Aslında ismini geçirmek istemiyorum, ama el mahkum örnek göstermemiz farz oldu tezimizin ispatı için. Geçen sezon Hakan Şükür de aynı yollardan geçirildi. Hiç unutmuyorum, Kalamış Tesisleri’nde yapılan bir gecede resmen malzeme yapıldı. Orada olanlar hatırlayacaktır.
Bak Arda, efendiliğini de adamlığımını da bilirim, Sarı-Kırmızıya olan aşkını da. Kabiliyetine hiç laf olmaz, şöhretin Edirne ötesini aştı. Ama bu sezon biraz çizginin öbür tarafına taşmadın mı sınırlarını zorlayarak? Gençsin, kanın deli. Hepimiz o sınıflarda okuduk, ama seneler sonra alacağın diploma, işte o her şeyden değerli. En önemlisi, ‘tezgaha gelme’, seni malzeme yapmak isteseler bile. Kim olursa olsun; ister yöneticin, ister en yakın arkadaşın. Başka Arda Turan yok, bunu hiç unutma kardeşim...

22 Nisan 2009, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Hayat devam ediyor...‘’

Olimpiyat Stadı’ndayız. Dertler aynı, tabii ki trafik sorunu da... Hele basın tribününün pislik içinde olması anlatılmaz ancak yaşanır. Maalesef biz de yaşadık. Kağıt mendille oturacağımız yeri üstün körü temizledikten sonra geçiyoruz maça, herhangi bir yere elimizi sürmemeye özen göstererek. Çıkmayan candan ümit kesilmezmiş. Galatasaray’ın hesabı da işte öyle bir şey, bakkal misali...
Semih’e nihayet hoşgeldin diyor, aynı dileklerimizi Emre’ye de iletmek istiyoruz ama olmuyor, kaşla göz arası yine sakatlanıyor. Volkan sola, nöbetçi stoper Hakan Balta, Semih’in yanına. Semih demişken hakikaten anlatıldığı kadar var, bence geç bile kalındı. Birinci sınıf kumaş, aferin sana. Tekli santrfor, kalabalık orta alan. Free takılan bir Lincoln. Ara sıra da olsa rakibine baskı, ama yine son vuruşlardaki beceri noksanlığında bütün takım elele. Komik ve beceriksiz görüntüler milyonluk arkadaşlardan. Kewell dışında maçı isteyen krampon sayısı ender. Tüm riskler alınıp, Nonda’yı oyuna sürüş. Siyahi futbolcunun antresi, asisti ve o ana kadar gezinen Baros’un imzası. Korkmaz’ın oh deyişi en derinden...
Galatasaray futbolsuz ve yüreyerek de olsa üç puanı hanesine yazdıran takım oldu. İstanbul Belediye karşısında ara sıra zorlanmadı değil. Onu da hayati refleksleriyle De Sanctis önledi. Hayat devam ediyor, mucize olur mu? Fisktür avantajını da gözden geçirirsek bu ligde her şey mübah. Dökülen yapraklar arasında bir tanesi kalacak.
Kah öyle, kah böyle...

20 Nisan 2009, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI