‘’Turkish futbol!‘’
Salı gecesi Chelsea-Liverpool maçını izledim. İzlemez olsaydım keşke. Bugüne kadar aldatıldığımı, kandırıldığımı bir kez daha anladım. Anladım ki biz bitmişiz, anladım ki Türkiye’de oynanan futbol değil, 3 perdelik bir komediymiş meğer. Hakeminden futbolcusuna kadar iflas etmişiz. Yine o kara derbiden kareler düştü aklıma kâbus gibi. Deivid’in ceza alanında Emre Aşık’ı kündeye getirdiği fotoğraf da, Liverpool oyuncucusu Alonso’nun kullandığı penaltı öncesi de... Aynı pozisyon, aynı hareket onlar da penaltı, bizde ise geçiniz. Bilen şoförlerimiz o kadar iyi biliyor ki, hele bu sezon... Neyse böyle gelmiş böyle gider diyelim, biz geçelim domestik sınırlarımız içinde takip ettiğimiz Florya topraklarına.
Başkan’dan başlayalım. İflas eşiğine gelmiş kulübe yoktan var ettiğin kaynaklarla hakikaten hatırı sayılır futbolcular aldın. Ama ya getirdiğin hoca ve hocalar? Deniyor ki Skibbe’nin gelişi birtakım insanların cebini doldurdu. Dedikodu olabilir, yalnız ateş olmayan yerden de duman çıkmaz. Peki ya Fatih Terim? Hocalık teklifinizi reddedip yerine Bülent Korkmaz’ı mı tavsiye etti? Eyvallah, fedarasyon da sütten çıkma ak kaşık değil. Hele Mahmut Özgener’le bu işin gitmeyeceği aleni ortada. Ama içte yaşananlarla daha büyük bir tezgaha gelmiş olmayasınız? Sayın Polat, hâlâ Bülent Korkmaz’ın arkasında mısız ya da sezonu biritirelim dostlar alışverişte görsün hesabı olan başka bir anti futbol üstadı Lucescu’yu mu bekliyorsunuz? Öyleyse neden Korkmaz’la 1.5 sene için imza atıldı? Verilecek tazminat, yapılamayan jübilenin telafisi mi? Sizi tanırım, acaba hırslı ve asla başarısızlığa prim tanımıyan kişiliğiniz çeşitli baskılardan dolayı yorgun mu düştü? Eğer bu soruların cevabını önce bize değil, kendinize verirseniz, kimin tezgaha geldiği açıkça belli olur. Ama siz de haklısınız olmayan futbolumuzun tezgaha gelen sanal yöneticileri...
‘’Başlık yok!‘’
Öyle bir derbi izledik ki, derbiden başka her şeye benzeyen. Tükenmişliğin, ezikliğin, büyümüşken küçülmüşlüğün izlerini taşıyan. Ne güzel söylemiş Mevlana; ‘Ben ne adamlar gördüm elbisesi olmayan, ben ne elbiseler gördüm içinde adam olmayan’ diye. İşte Pazar akşamının kısa ama net özeti.
İtirafçı Lugano’dan Semih’e, diğer tarafta Sabri’den Arda’ya kadar yazık çok yazık. Ama bir kişi var ki, telafisinin mümkünü olmayan jestinin çirkinliğini tanımlamak adına. Evet Volkan’dan söz ediyorum.
Uzaklarda dalaşmalar yaşanırken ve kameralar oraya odaklanmışken eli olmayacak yerlerde dolaşan, binlerce kişinin kendini kaybederek sahaya inmesene ramak bıraktıran. Bu benim milli takımımın bekçisi, göğsünde Ay-Yıldızımı taşıyan. Bu koskoca 100 kusür senelik Fenerbahçe’nin kadrosunda ‘1’ numara mertebesinde olan. O’na yazık demeye bile gerek yok.
Bir de maçtan sonraki yorumlarda, ‘Ne yapmış ki Volkan’ diye açıklama yapıyor yüce kalemler, karayı beyazlatmak adına. Peki sorarım size Taksim meydanında eli devamlı oralarda dolaşan bir adam görseniz ne dersiniz?
Olaylar artık bu kadar vahim hâl almışken her iki takımın yöneticilerine seslenmek gibi bir acz içine düşmek istemiyorum. Ama bir kişiye haykırıyorum. Fatih hocam lütfen bir basın toplatısı düzenle ve masaya yumruğunu vur. Bu maçta ne kadar çirkinlikle sarmaş dolaş olmuş tüm öğrencilerine kapılarını kapat. Bir maç mı olur, fazla mı sen bilirsin. Yeter ki derslerini alıncaya ya da üzerinde taşıdıkları formanın kıymetini anlayıncaya kadar.
Büyüklerimiz bir anıyı paylaşırlar bizimle zaman zaman. Yine bir derbi. Rahmetli Metin Oktay sürekli kendini tahrik eden yine rahmetli olmuş Yılmaz Şen’e tokat atar. Hakem de Metin Abi’yi dışarı gönderir. Ne olmuş biliyor musunuz? Statta bulunan tüm Fenerbahçe taraftarları Yılmaz Abi’yi protesto etmiş en ağır şekliyle.
Yazımın başlığını size bıraktım...
‘’Foto finiş!‘’
Sıkıntı ve stres dolu bir 90 dakika. Her iki takım için de sırat köprüsü ya biri geçecek, ya da her ikisi de tepe taklak. Hafta içi iddialı demeçler ile non-stop devam eden motivelerin ne kadar etkili olabileceğini görebileceğimiz bir akşam, bugüne kadar kör topal yüreyen ve kaderleri aynı olan ezeli rakipler adına.
Mehmet Topal’ın gelişi Hakan’ın gerçek yerini bulması dolayısıyla önünde oynayan Arda’nın rahatlaması öte yandan son derece istekli bir Kewell arkasında acil servisten Sabri. Sonunda Bülent Hoca bu kez tüm planlarını galibiyet için yapmış. Duble santrafor, tampon rolü Ayhan’ın. Akşamın en geçerli notu Barış’a; hem gücünü, hem de yüreğini koyan bir krampon. Evet belki gol pozisyonu karaborsa ama maçı isteyen ev sahibi. Özellikle ilk yarıda sıfıra inilerek yapılan son vuruşlar biraz düzgün olsa dengeler değişecek. Olmuyor...
İkinci devre ise biraz daha hucumü düşünen bir Fenerbahçe. Oyuna bir nebze de olsa heyecan geliyor. Karşılıklı seferler. Nihayet iki kaleciye de iş düşmesi. Lugano ve Sabri’den tuhaf hareketler. Baş gösteren yorgunluklar. Gerilen sinirler. Futboldan başka her şeye benzeyen dakikalar. Dalaşmalar taraftarı tahrik edecek çirkin görüntüler milyonluk ayaklardan. Evet sonuçta beraberlik ve her iki takım da tuş. Bundan sonra ligde figüran pozisyonunda olacak Türkiye’nin en pahalı takımları! Gerçi olay bu maça kaldıysa vay hallerine demek sanırım yanlış olmaz. Şimdi yöneticisinden futbolcusuna eve gidip ailece düşünün biz nerede hata yaptık diye...
‘’Bülent Korkmaz'a...‘’
Dün gazeteleri karıştırıyorum, bakalım arkadaşlar Galatasaray’ın Gaziantep deplasmanı için ne yazmışlar diye. Allah Allah ben başka mı maç izledim diye kuşkuya düşüyorum. Meğer Floryalılar ne iyi mücadele etmiş de biz körebe pozisyonundaymışız. Ev sahibine verilebilecek penaltısı verilse, son anlardaki kaçanların biri girse. Yok yok ben başka stattayım karıştırdım herhalde.
Bülent Korkmaz’ı severim, karakterine de müthiş saygım var. Geçelim süslü cümleleri, konumuz icraat. Bak hocam, belki sen hâlâ farkında değilsin, geldiğin kulübün adı ne Kayseri Erciyes, ne Bursa. Geriye yaslanıp ‘Lucescuvari’ kısır futbol ve skorlarla bir yere gitmen mümkün değil. Kaldı ki yıldızlar topluluğu olan (tabii bu gidişle kalırsa) takımının omurgası böyle bir sisteme müsait değil. Evet bu çocuklar Skibbe zamanında 5 de yediler ama en az 10 kaçırdılar. Lezzet veriyordu hücümda ki varyasyonları, keyif alıyorduk 1-4’lük skorlarda bile. Yıllardan beri bu kadar korkak ve titreyerek adım atan bir ekip görmedik. Seni de anlıyorum defans oyuncusuydun ama hocam, en az 25 milyon taraftarı olan bu kulüp de, maçlarda saldıran ve zevk veren takım görmek ister. Bir de bu gereksiz ve aşırı disiplin olaylarını da rafa kaldır. Sana gelip ‘biz bu takımda Lincoln’ü görmek istemiyoruz’ diyen futbolcularına ne diyeceksin peki? Senin zamanında Hakan Şükür ile aranızda bu tip şeyler yaşanmıştı. Haftalarca kesik yemiştin. Ne acı bir olay olduğunu en iyi sen bilirsin. Ama şimdiye bakarsak aynı olaya yıllar sonra sen müsaade ediyorsun. Lincoln ve Nonda’nın devamında Baros biraz dik biri olsa, onun da kaderi aynı olacak.
Çeyrek asrını bu kulübe verdin. Soluğunun uzun süreli olmasını herkesten çok biz isteriz. Biraz duy hocam, biraz kulak ver dostlarına. ‘Arkandayız’ masallarına da inanma. Yalan mı? O Florya’dan kimler geldi, kimler geçmedi ki...
‘’Yeniçeriler!‘’
Galatasaray adına ya 3 puan ya da erken emeklilik... Bülent Korkmaz, Lincoln ve Nonda’yı Florya’da nadasa çekerek hayatının kumarını oynadı dün akşam. Böyle otoriteye hayran olmamak elde değil! Kararı sen vermişsen eyvallah hocam ama eski tüfek arkadaşlarının etkisinde kalmışsan yazık bin defa yazık. Rakibi Gaziantep ise rahat, evsahibi için maçın önemi sükseyle ibaret. İndik bakalım Kamil Ocak’a...
Sinsi bir pres ve avını bekleyen 4-4-2 düzeninde bir Galatasaray. Erken gelen gol Arda’nın bayıltan driplingleri, Kewell’dan leziz bir asist ve Baros’tan röveşata. Haftalardır tabutta olanların dirilişi mi ne? Titre de kendine gel misali. Kaçan goller sebil, girilen pozisyonlar sürüsüne bereket. Ümit Karan arzusunu kramponlarına geçirebilse netice ilk yarıda belli olacak. Olur mu hiç işin heyecanı biter! Sonrasında öncelikle De Santcis akibinde Emre’nin tabiri yerindeyse anası ağladı. 1-0 yeter de artar bile Anadolu takımı mantığıyla yönetilen takım için! At golü geriye çekil umutlarını kontraya bağla ve anti futboldan örnekler göster. Evet ikinci devrede de görüntü böyle. Hele son dakikalar akıllara zarar. Antep’in kaçırdıkları inanılmaz. Dikkatinizi çekerim bu takımın adı Galatasaray.
Haftaya umutları taşıyan bir galibiyet. Fenerbahçe’ye baksan tencere dibin kara seninki mor. Şampiyonluk yarışı devam ediyor kör topal. Kimse kızıp, darılmasın futbolcuların sözünün emir olduğu düzene tekrar hoşgeldiniz. Bu sezon da başarırlarsa ne gerek var ‘Başa’ jübile yaparsın olur biter. Sen de kurtulursun, bu takıma gönül verenlerde. Anlaşılmıştır umarım...
‘’9 Nisan!‘’
EuroCup bayanlarda final maçının ilk raundu için İtalya’dayız. Maç öncesi Adnan Polat’ın sporcularımızla konuşmasını tarif etmemin mümkünatı yok. Yüzler kitlenmiş, kafalarda ki tek düşünce yenmek. Motivasyon inanılmaz. Coach Okan Çevik’le konuştuğum da ‘Merak etme olacak bu iş yeter ki planladıklarımız oyuna yansısın’ diyor. Öyleyse biz de geçiyoruz ağzına kadar dolu ve adeta bir spor bayramını andıran görüntüsüyle Cras Basketbol Taranto Salonu’na...
İnanılmaz bir başlangıç. Sert ve katı en önemlisi maç boyu aynı istikrarda bir savunma anlayışı. Özellikle Işıl, Esra ve Tuğba önde uyguladıkları pres, boyalı bölgede ise Yasemin ve Kress’in duvar örmesi İtalyanlar’ın planlarını alt üst edici nitelikte. Hücumda ise her zaman ki yıldız Seimone Augustus makine gibi çalıştı. Sophia Young’da ondan eksik kalmadı. Açıkçası kötü olan yoktu herkes görevi noksansız gerçekleştirdi taki son periyoda kadar. İşte o son on dakika da yaşanan yorulmalar, gereksiz top kayıpları ve hakem faktörünün de baş göstermesi Taranto ekibine yaradı. 12 sayılık fark hiç önemli değil. 9 Nisan 3000 kişinin desteğiyle biz bu kupayı alırız. Kızlarımız öyle inanıyorlar ki göreceksiniz...
‘’Başka bahara!‘’
Son şans, son fırsat Florya’nın bohem çocukları adına. Rakiplerin bu hafta ‘Hadi gel, sen de katıl bu yarışa’ demiş üstelik yaldızlı davetiye göndererek. 13 puanlık maç Eskişehir’i geçebilirsen şampiyonluk virajında. Ama böyle bir durumda bile taraftar pek oralı değil. Sanırım inanmıyorlar, ya da ‘Kara Perşembe’nin’ yası hala devam etmekte. Hamburg maçında kurtarıcı olanlar 18 de bile yok anlaması zor. Garip değil mi? İnelim Sami Yen’in çimlerine...
Oyuna iyi başlayan, rakibini önde karşılayan konuk takım. Pres yapıp hataya zorlayan da aynı adres. Eskişehir’de miyiz acaba? Koskoca 45 dakika üç pozisyon olan bir Galatasaray. O da Arda ve Sabri’nin gayretleriyle. Kimsenin top oynamaya niyeti yok. Kewell bu kez Lincoln’un rolünde. Gayretli ama olmuyor. Lincoln demişken ne seninle, ne sensiz diyelim. Evet Brezilyalı problemli olabilir ama şu manzarada böyle bir lüksün yok hocam. Bu tarzınızla kendinize ceza kesiyor olmayasınız? Siz bir tarafa. Peki bu takımı sevenlerin suçu ne?
İkinci yarı bir zahmet kıpırdadılar Nadareviç’in kızarması da cesaret getirdi. Yüklenme, bindirme arada verilen açıklar... Ve bu açıkları değerlendirme konusunda sabıkalı Youla sahnede. Hayallerinin başka bahara ertelendiği an. Öncellikle başta Doga Kaya olmak üzere Rıza Hoca ve ögrencilerini kutluyorum. Yüreklerini akıllarıyla birleştirerek alacaklarını hak ettiler sonuna kadar. Sözde şampiyonluk adayına gelirsek. Burası Galatasaray, öyle kişilik savaşlarının, kendini ispat etme denemelerinin yapılacağı yer değil. Skibbe’den özür dilemiştim ağzıma sağlık. Yorum sizin..
‘’Zafer ve yıkım!‘’
Perşembe akşamı iki duygunun arasında sıkışıp kaldık. Basketbolda sevinip, Ali Sami Yen’de yıkıldık. Önce futbol diyelim yazımızın reytingini hesaplayarak.
Yazık oldu, hem de çok yazık. Bülent hocaya Florya’ya geldiği gün hatırlatmıştık, “Takımla fazla oynamana gerek yok, süren az, gereksiz denemelerden kaçın” diye. Skibbe’nin oyunu okuyamamasının eleştirileri ansiklopedi olmuştu. Ya sen hocam? Ne yaptın öyle! Hiç mi aklına gelmedi 2-0 öne geçtiğin zaman biraz sakin olmak. O ana kadar canını dişine takmış, dakikalar ilerledikçe doğal olarak yorulan Arda’yı değiştirip Mehmet Güven’i almak. Hadi o da kabul. Ya 2-2 olduktan sonra Sabri’yi yanına almanın alemi ne? Onu da geçtik. Futbolculuğuna, hele geçmişine hiç lafımız olmayan, ama aylardır topla haşır neşirliği neredeyse sıfıra inmiş Hasan Şaş’tan medet ummana ne demeli? Biliyorum, kendini ispat etme savaşındasın. Haklı da olabilirsin. Ama bu maç ne yeri, ne zamanıydı. Trabzon maçında da aynı hatayı yaptın. Pişti ustası olmana gerek yok ki, ama sen vido çektin be hocam. Neyse ki Galatasaraylılar dışında birçok dostunumuzu sevindirdin! Gecenin sonunda Arda’nın sözleri her şeyi tercüme ediyor zaten. Kimilerine umut, kimelerine ise Saracoğlu korkusu ve paniği veren bu UEFA heyecanı yaşandı ve bitti saygısızca...
Gelelim kızlarımıza... Maçtan bir gün önce antrenmanlarına gitmiştik. Bugüne kadar kimsenin pek rağbet etmediği Galatasaray Bayan Basketbol Takımı’na FANATİK olarak destek verdik. Avrupa’da bir ilki başarıp finale kalmak için savaşan dişi Aslanlar’ın umuda yolculuklarını dile getirmeye çalıştık. Çorbada bizimde katkımız olsun istedik. Sanırım başardık da... Kolay değildi 15 sayı fark, üstelik devreye de 6 sayı geride girmişsin. İşte ne olduysa oldu ve Simone Augustus devreye girdi, 38 sayı ile adını ve takımını finale yazdırdı. Şimdi size bir şey soracağım; Augustus da yabancı, üstelik ABD milli formasını taşıyan bir yıldız. Ya bizim kılını kıpırdatmayan Lincoln efendi. Demek ki, birinin iş ahlâkında sorun var. Hangisi olduğuna siz karar verin. Bugüne kadar destek verdiğim Brezilyalı’nın son maçtaki fotoğrafını affetmek mümkün değil.