‘’Morarırsınız...‘’
Bir derbi daha bitti, bu kez saygısızca değil ama. Alkışladık takdir ettik, umutla baktık yarınlara. Gerek Özhan Abi’nin vefatı, gerekse her vakit olduğu gibi derbinin Ali Sami Yen’de oynanacağı zaman hep kardeşlikten dem vurulması kelimenin tam anlamıyla sütlaç gibi bir maç izlettirdi bizlere. Ev sahibi avantajıymış, taraftar baskısıymış ara ki bulasın futbol kuralları içinde. Olsun buna da razıyız, geçmişteki çirkinleri hatırladıkça. Yalnız merak ediyorum seneye Şükrü Saracoğlu’nda oynanacak derbi öncesi ve sonrası aynı manzaraları yaşayabilecek miyiz, umarım...
Evet, Galatasaraylı üzgün, moraller dibe vurmuş. Böyle olacağını sezon başından beri yazdık, çizdik, dilimizde tüy bitti. Her şey Arda Turan’ın kaptan olmasıyla başladı. Eyvallah biz de takdir ettik destekledik. Ne oldu, tek kelimeyle “morardık”. Arda’nın kaptan olması, başta takımdaki kıdemlileri ve Kewell’ın kaptanlığını isteyen yabancıları yıktı. Sevecenliği ve düzgün karakteriyle bizim bildiğimiz Arda bu sorunları halleder diye düşündük ve yine “morardık”. Başta Servet’le kötü olundu, sonrasında Türklerle-yabancıların arasına buzdağları girdi. Rijkaard, Antalya kampını sırf bu soğukluk bitsin diye düzenledi, kısa süre de olsa başardı sonra yine başa dönüldü...
Adnan Polat sürekli Arda’yı yanında dolaştırmaktan diğerlerini üvey evlat durumuna düşürdü ister istemez. Florya’da grupçuluk, sevgisizlik maksimumdaydı hâlâ da devam ediyor. Düşünün Fenerbahçe’yle maçınız var, bir gün önce yerliler kendi istekleriyle kampta, yabancılar evlerde. Maç bitiyor, Jo’nun evinde maç bitmiyor, üstelik Sami Yen’den daha gürültülü. Pes! Seneler öncesine dönelim, yine bir derbi Fenerbahçe’ye 3-2 kaybedilmiş, Hakan Şükür’ün evindeyiz. Abartmıyorum bir yanda Hakan ağlıyor, diğer tarafta Bülent Korkmaz. İnanın bir hafta hiçbir yere çıkmadılar ta ki yaralar sarılana kadar. Onlar da futbolcuydu, bunlar da... Aradaki farkın tanımını sizleri bırakıyorum...
Dün Adnan Sezgin’le konuştum. Sezgin “Galatasaray büyük camiadır bugünleri atlatırız, artık biz ne yapacağımızı biliyoruz, yeter ki birbirimiz sevelim” ifadesini kullandı. Bizce de kolay toparlanırlar. Yalnız Adnan Polat masaya yumruğunu vurmalı. Ali Haşhaş ve Haldun Üstünel etrafa daha fazla meze olmamalı. Sizler böyle olursanız futbolcular neler yapar, imam misali...
Anlıyoruz ki Rijkaard’ı tutuyorsunuz, bana göre ilke olarak doğru hareket, ama tutacaksanız yarından tezi yok Tugay’ı Hollandalı’nın yardımcılığına getirin. Yok kardeşim biz böyle memnunuz derseniz, işte bu kez siz “morarırsınız”. Üstelik hiçbir makyaj da kamufle etmez...
‘’Konu mankeni Rijkaard!‘’
Her şey güzel, mükemmel bir antre her iki takımdan, tarih yazılıyor Sami Yen’de ve bir ilk gerçekleşiyor muhteşem Galatasaray seyircisiden. Ki böyle bir jestle bunu sonuna kadar hak ettiler, misafir Fenerbahçe’ye alkış, rahat uyu Özhan abi. Adnan Polat’ın üç dileği vardı, son üç gün içinde. Bursa’nın takılması, koltuğun devamı ve derbiden kayıpsız çıkmak. Bakalım ne olacak deyip, geçelim 90 dakikaya...
İlk yarı her iki takım adına da kayda değecek gram hareket yok. Mehmet Topal-Alex ve Keita-Bilica eşleşmesi, Giovani Dos Santos’un arzusu geri kalanı ‘fıs’ futbolcu dilinde yazarsak. Al birini, vur ötekine, yakışır şampiyonluk adaylarına! Neyse biz bu yarıdan hiç konuşmayalım, daha derine girersek ayıp olacak. İkinci 45’te senaryo aynı, derbilerin parlayan kramponu Selçuk’un şutu, Franco’nun kabulü. Şans, kader, kısmet. Gerçi sen bu kadar basiretsizsen ve kazanmak adına kılını kıpırdatmıyorsan böyle de bitersin. Bahaneler züğürt tesellisi olur ancak. Turist Ömer Jo’yla, oyunu adeta bizim gibi izleyen Elano ve tabii ki konu mankeni Rijkaard’la olacağı bu kadar.
Yırttık kendimizi, nefesimiz tükendi şu kaleciyi gönderin, Nonda’yı tutun diye. Ne olacak dedik, olan oldu, bir sezon daha çöpe gitti. Soruyorum size maçtan önce bir takımın yerlileri kendi istekleriyle kamp yapıp, yabancıları evlerine gidiyorsa anlayın siz nasıl durum. Harç bitti, yapı paydos. Son dakikada Lugano’nun Dos Santos’a yaptığı hareket penaltı ama onu bile konuşmak istemiyorum, hakikaten değmez, iş buna kaldıysa...
‘’Başkanların Başkanı‘’
12 yaşındaydım, Galatasaray Basketbol Minik Takımı’nın seçmelerini kazanmıştık. Hasnun Galip Sokağı’ndaki kulüp binasında heyecanlı bir bekleyiş başlamıştı, ilk kez formalarımız dağıtılacaktı çünkü. Sevecen, samimi ve sımsıcak bir yürek karşıladı bizi. Bu babacan tavırlı kişi tahmin ettiğiniz gibi Özhan Canaydın’dı. Onunla, abi-kardeş ilişkimiz bugüne kadar geldi tüm güzellikleri yanında taşıyarak. Evet, taraftar olsun, basın olsun zaman zaman üzdük, kalbini kırdık. Ama o hiçbir zaman kırılmadı, kin tutmadı. Statlara “Annelerimizi rahat bırakalım” sloganıyla yola çıktı. Bütün hayali kendi tabiriyle ‘Aslantepe’deki stadı görmekti ve o stat için önüne koyulan engelleri yıkarken sağlığını hiçe saydı. Kırmızı kaplı defterinde her türlü olumsuzlar ispatlı, belgelerle durmasına rağmen hep saklı kaldı, kimseyi deşifre etmedi. Galatasaray terbiyesini örf ve adetlerini bana öğreten Özhan Abime, Orhan Veli’nin dizeleriyle veda etmek istiyorum; “Ölüm Allah’ın emri, ayrılık olmasaydı eğer...” Seni hiç unutmayacağız, yolun açık olsun, Başkanların Başkanı...
‘’Rijkaard istedi‘’
Kasap et, koyun can derdinde. Avni Aker’deki ortam muhteşem. Rijkaard alışık olmadığımız bir şekilde cesur bir 11 sürmüş ama sadece kağıt üzerinde. İlk 10 dakika Onur’un ellerinde eriyen pozisyonlardan sonra herşey boş konuk takım adına. Anlamsız bir şekilde geriye çekiliş, adeta mağlubiyete davet çıkarış.
Sen şampiyonluk kovalıyorsun, hiçbir şey yapmıyorsun. Bütün marifetin Ali Sami Yen’de, gerisi tıraş. Anladık büyük hocasın, kartvizitin havalı. Ama bu kadar da değil! Takımın mağlup ve çaresiz kalmış, sen Elano’yu, daha doğrusu topu hangi adrese göndereceğini bilen, sana kazma kürek yaktırmayan tek oyuncunu yanına çağırıyorsun. Bu nasıl mantık, bu nasıl iş? Tabii sadece Rijkaard’la bitmiyor. Topu aldığı zaman 80 saatte dönebilen bir Jo, teknik üniversite okusa bütünlemeye kalacak Mustafa Sarp ve Barış, yaradana sığınan bir Sabri... Kimse Emre Güngör’e kızmasın. Her genç kramponun başına gelir. Yine de maçın en iyisi oydu. Anlayın siz Floryalılar’ın halini.
Bu takım şampiyon olursa inanın Rijkaard’a rağmen olacak. Büyük maçlarda yaptığı hata kredisini doldurmakta. Ya bizle dalga geçiyor ya da mantalitesi bu. Geride kalan 26 haftada Hollandalıyı anlayan varsa çıksın söylesin. Sen Eskişehir’i yensen şampiyonsun, keza dün akşam da öyle. Trabzon’a gelince hiçbir iddiası olmadığı halde var olmanın dayanılmaz hafifliğini en ağır şekilde ortaya koydu Şenol Güneş ve öğrencileri. Kocaman bir alkış! Geçelim İstanbul’a, neyse hiç geçmeyelim, değmez...
‘’Şampiyonluk geliyor...‘’
Eğer şampiyon olmak istiyorsan, ele bileğe bakmayacaksın, rakiplerine verilen bedava penaltılar, hatırı sayılan, kardeşçe geçen maçlar(!) umurunda bile olmayacak. Hatta 90 artı 4’de yine rakibinin 3 puan kaybedeceği pozisyonunda, hakem yardımı görüntülerini hiçbir kanala vermeyen yayıncı kuruluşu bile yeneceksin, eğer şampiyon olmak istiyorsan. Ve tabi eğer şampiyon olmak istiyorsan önündeki 3 maçı kayıpsız geçmelisin, ilk raund Ankaragücü üstelik Bursa’nın kankası...
Rijkaard Eskişehir kazasından sonra merkeze daha endamlı kramponlar yerleştirmiş, teknige takılmadan. Mustafa Sarp ve Barış emniyet olarak ideal. Joe’yla başladı maç, Keita’nın asisti hınca hınç dolan Sami Yen’e hayat verdi. Asistle yetinir mi hiç siyahi futbolcu bu kez kendi aldı, götürdü ve yazdı üstelik gram yardım almadan. Baros’un antresi ve son dakika imzası.
Aslında Başkent takımı topa daha çok sahip olan ve oyuna yön veren takım görüntüsündeydi. Ama bu havalı manzaraya rağmen tek gol pozisyonları yoktu, gerçi ev sahibi de böyle bir duruma imkan tanımadı. Aklıyla, gücünü ekonomik ve sonuca giden futboluyla Galatasaray üç puanı hanesine yazdırıp, liderliğini korudu. Dışardaki Galatasaraylı şampiyonluk için pek umutlu değil, bana sorarsanız mutlu son yakında, ama yazımızın başındaki kelimeleri unutulmaz ve her zaman hesaba dahil edilirse...
‘’Yıldırım çarptı!‘’
Elazığ’da yaşanan faciadan sonra maçın ne keyfi, ne de heyecanı kaldı. Her zaman olduğu gibi geçmiş olsun denecek, ateş düştüğü yeri yakacak, bize de unutmak düşecek; ta ki yenisi gelene kadar. İçinizi karartmayalım, futbola sarılalım çaresizce.
Eskişehir’de öyle bir atmosfer yaratılmış tek kelimeyle Es-Es’e bravo. Liderin belki de en zor deplasmanı. Rijkaard da farkında, sağlama gitmiş, Dos Santos yerine Ayhan!
İlk 45’te pozisyon kıt, Joe ve Keita’nın yarattığı enstantaneler dışında boş, bomboş dakikalar. Futbol eh, orta şekerli, fazla kontrol gına getiriyordu. Konuk takımın golü mü? İşte tam üstüne bastınız. Akşamın başrolünde Bülent Yıldırım, ‘es’ geçilecek gibi değil. İki el, biri verildiği zaman Galatasaray’ı öne geçirebilecek, diğeri verilmediği takdirde gol yedirecek, ikisini görmeyen bir düdük, hem de ne düdük, gözlerine perde inmiş adeta. Sonuç, Yıldırım’ın dediği oluyor: 1-0. İkinci yarı gol yine adresten, bu kez haram değil. Doğru bir değişiklik Dos Santos, yaratılan penaltı. Bir puan için sarf edilen çaresizlik... Yenilginin faturasını sadece hakeme çıkartmayacağız, biz beyefendiden daha insaflıyız sanırım. Anlayamadığımız şekilde anlamsız bir defans kurgusu. Ne yaptığını pek bilmeyen bir Arda. Basiretsiz iki adet ön libero. Bu kadar leke varken, bir takımın Eskişehir gibi bir deplasmandan puanla çıkması imkansızdı. Şimdi diyeceksiniz ki, o zaman hakemin ne suçu var? Çanak tuttu, hem de ne çanak... Ev sahibinin ihtiyacı olmamasına rağmen...
‘’Ne olacak şimdi?‘’
Dış hatlarda işimizi bitirdiler yine, hepimiz domeziz! Stada gelirken herkesin ağzı kulaklarında. Sezon sonuna yansıyacak ve yol, su, elektrik olarak yarışa şekil verecek belediyeden gelen haber, tüm alemi mutlu etmiş Galatasaray adına. Karşı-yakaların puan kaybı doping mi oldu bilemem ama ev sahibi keyif veren bir oyunla başladı. Ali Sami Yen, potansiyel tehlike Jo, kıvrak bir Dos Santos ve sigorta Neil’in kramponlarıyla adeta ‘premiere’ kokuyordu.
Rijkaard 3 ağır maçtan sonra nihayet tek ön liberoya geçiş yapmış, bu adresin aktörü Mehmet Topal, ki servisleri uzun zamandan beri ilk kez bu kadar havalı, gerçi yenilen golde hatası var ama kimin yok ailecek buyur. Elano’nun yokluğunda bu göreve soyundurulan Ayhan, biraz ağır kaçacak ama resmen figüran. Nerede eski Ayhan, nerede şimdi. Sabri ise tam tersi, sanki sakatlanıp kaç aydır topla tokalaşmayan benim. Aynı olayı aksi kulvar için söyleyemeyiz, çünkü Caner ofans seviyor, geri vites kullanmak işkence genç futbolcu için. Arda’yı unuttuk sanmayın, yorgun bedenini ekonomik kullanarak idare etti, buna rağmen ilk imza yine kaptandan. Ve Keita, onu izlemek büyük şans. Öyle bir gol attı ki jenerik halt etmiş. Sonrası, Jo bu kez penaltıdan. Kapanış Keita, asist akşamın gizli kahramanı Dos Santos’tan. Meksikalı’yı tutana aşkolsun...
Galatasaray hak ettiği maçı güzel oyunuyla almasını bildi. İlk kez maç yazımızda isimlerden bu kadar söz ettik, fakat özellikle hücum aktörleri o kadar ışıl ışıldı ki affola. Evet ara açılıyor, sakatlar iyileşiyor, gözümüz gönlümüz futbola doyuyor, ne olacak şimdi? Son sözümüz Kasımpaşaspor’a ne yapsınlar ‘gecekondu’ da oynamak zor gelmiştir, pek de yapacakları bir şey yoktu...
‘’Made in İtaly‘’
İnanılmaz bir heyecan, 10 senedir yaşanmamış inanç dorukta. Ali Sami Yen’de öyle bir gürültü ki, kurusundan olmayan, ölüye can veren. Taraftarın maksimum desteğini alan Floryalılar ilk maçın skor avantasını düşünerek yan gelip yatmayacaktı elbet. En azından bekletimiz bu yoldaydı, ilk yarı oyunu kendi alanımızda kabul etsek dahi. O kadar da abartmayalım, 34’te Arda’nın yakaladığı pozisyon belki gol olmadı ama İspanyollar’ın da frene basmasına neden oldu. Bizim de yakaladığımız tek fırsatla yetinmeyip “Alo burası Sami Yen, ne iş amigo” dememiz gerekiyordu. Diyemedik...
Biraz da teknik takılalım, Rijkaard şartlara göre 4’lü defans, ön libero duble, kalabalık ve gömülü bir orta alan, ileride yalnız adam Arda düzeniyle, oynamaktan çok oynatmamayı planlamış. Risk maksimumda, tansiyon mu, hiç sormayın. İkinci 45’te çıkamıyoruz, bu kez tam cezaevi, direkten dönen mi istersin, daha doğrusu ne arzu etmezsen misafirden... Yedik, tam valizleri topluyorduk ki, Caner’in inadı, Arda’nın mektubu, altına Keita’nın imzası, oh be! Ayıldık, tam oluyordu ama bu kez maçın başından beri akşamı katleden İtalyan hakem, bariz penaltıyı yedi, yetinmedi maçın en iyi adamı olan Caner’i de bitirdi.
Sonrası ne olacak, tufan! 10 kişilik bir Galatasaray. Final bekliyorduk, olmadı. Başta çaresizlik, 1-1’lik skora güvenme ve mavili düdük Gianluca Rocchi. İtalya’nın en formsuz ve en basiretsiz hakemi. Konuşulacak başka bir şey yok, döndük iç hatlara. Kasımpaşa maçında görüşmek üzere...