Arama

Popüler aramalar

‘’Malatya'nın işi çok zor‘’

Ümit yorgun, Aurelio argın, Anelka dargın, Alex baygın gibiydi. Ligin fizik, kondisyon, futbol, hava ve puan bakımından en kötü durumdaki takımı Malatyaspor’un bu sürede 2 farklı öne geçmesi işten bile değildi. Keşke, başta Mustafa Özkan olmak üzere, bazı abileri gibi hakemle oynamayı seçeceklerine, yakaladıkları net fırsatları gole çevirmeyi becerebilselerdi!Sonra, yorgunluğa ya da baygınlığa dair ne varsa sahada, ev sahibi sahiplendi. Fenerbahçe yine fazla gaza basmadan ancak, elini kolunu sallaya sallaya girmeye başladı pozisyonlara.. Ve Mehmet Yozgatlı’nın da ilk onbirde sahaya çıktığının farkına vardı izleyenler. Tuncay’ın pasına kaliteli bir vuruş, Ümit’inkine yeterli bir dokunuşla koptu karşılaşma...İkinci yarının başları ilkinin kopyasıydı adeta. Üstelik bu kez Effa ve Okan gibi golcüler de sahadaydı. Ne var ki, Sarı - Kırmızılılar çok önemli iki pozisyonu daha cömertçe harcadı. Bu, bir anlamda teslim bayrağıydı.Tuncay’ın golünde asisti, oynamayan Alex’in yapmış olması, Fenerbahçe’nin tarzı olmamasına rağmen Anelka’nın bir korneri paslaşarak kullanması karşılaşmanın ne denli zorlu geçtiğinin ve Sarı - Lacivertliler’in ne denli disiplinli oynadıklarının kanıtıydı. Bu kolay rakibe ve 3-0’lık skora rağmen Can, Olcan gibi futbola susamış ve pişmesi gereken gençler dururken Daum’un ilk olarak Nobre’yi oyuna alması da, maçtan arta kalan ilginç bir noktaydı...

24 Ekim 2005, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Fenerbahçe büyük takım‘’

Orta alanda gerekli direnci gösteremeyen Fenerbahçe, hücuma çıkarken de kullanamıyordu bu bölgeyi yeterince. İşte bu nedenle de bol top kaybı yaşanıyor, erken gelen gole rağmen gerekli moral motivasyon sağlanamıyordu, ne tribün ne de saha içinde.Ne var ki, büyük takım olmanın ilk şartlarından birinin gereği, ilk pozisyonunda gole ulaşıverdi Kanaryalar. Sonra oyunun hakimiyetini rakipte bırakmalarına rağmen, ikinci ve üçüncü önemli fırsatları da yakaladılar. Ancak, bu kez ıskaladılar. Oysa, Şampiyonlar Ligi gibi üst düzey bir organizasyonda kaçırılacak fırsatlar değildi Nobre’nin harcadıkları...İkinci yarıda, şimdi çokları kızacak ancak, Daum’un Nobre’yi sağa çekme yanlışıyla iyice oyundan düştü, zaten kötü bir akşamında olan Sarı - Kanaryalar. Neredeyse top yüzü görmeden, hücumu hiç düşünmeden, ağlarından iki gol çıkardılar.Ancak, Fenerbahçe o eski Fenerbahçe olmadığından bunun da altından kalkmasını bildi Nobre’nin özür kafasıyla.. Ve Volkan’ın talihsizliğinin altından da kalktı, Appiah’ın çıldırtan vuruşuyla...Fenerbahçe büyük takım olmuş gibi: Zemin hariç mükemmel stadına, muhteşem taraftarına, kaliteli kadrosuna ve çok kötü oynamasına rağmen üst düzey bir maçtan çıkardığı puana bakılınca.Futbol kötü, ancak elde edilen sonuç gayet iyi aslında. Alman asıllı düdük düşkünü Avrupalı hakem ve kendilerini her fırsatta yere bırakan Schalkeliler’in sahtekarlıkları da hesaba katılınca...

20 Ekim 2005, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kimbilir, belki!‘’

Hatasız kul olmaz ancak, hakemler hiç hata yapmayacak. 40 metreden penaltı çalınmayacak, çizgiyi geçmeyen topa ‘gol’ kararı verilmeyecek, iki ofsayt golle şampiyonun adı değiştirilmeyecek, hatta Anelka’ya yapılan penaltılar bile çalınacak. Zaten hata yaparlarsa, üçlü ittifak tıpkı pazar akşamı olduğu gibi haksızlığa uğrayanın hakkını arayacak. Tüm ilkeli teknik adamlar, böyle haksızlıklar karşısında futboldan koptuğunu açıklayacak, üstelik sonra geri adım da atmayacak.Yöneticiler, rakiplerinin rakiplerine teşvik primleri, bayiler araba göndermeyecek. Menacerler, hakem odalarında ya da kapılarının önünde pazarlık yapmayacak. Futbolcular, karşılaşacakları rakiplerinin ilk yarı ve ikinci yarı galibiyetleri için bahis oynamayacak. Bir milli futbolcu, rakip takımdaki milli futbolcuya edilen küfürleri sustururken gösterdiği Fair Play’lik tavrı, belki rakip kulübün başkanına küfür edilirken de uygulayacak.. Ve şimdilik mucize gibi görünse de, belki Saracoğlu dışındaki statlarda da küfürden eser kalmayacak.Disiplin uygulamalarında, sadece bir takımın cezalarında indirime gidilmeyecek, eşitlik ilkesi herkese uygulanacak. Bir takıma seyircisiz oynama cezası verilmeden önce suçu kanıtlanacak, bir statta bilmem kaçıncı kez biri bıçaklandığında örtbas edilmeyecek, olay saklanmayacak.Artık geriye gitmesi zor belki ancak, kimbilir belki Fenerbahçe de üç büyüğe katılacak.Belki bir haksızlık sonrası, Fenerbahçeli futbolcular da çarşının yaptırdığı pankartla hak için sahaya çıkacak!Bir sürü cek-cak işte...Sanki ilk kez oluyormuş gibi, bir hakem hatasından sonra koparılan bir sürü fırtına. Çok kişi “Kendi başarısızlıklarını gizlemek için böyle davranıyorlar” diyor ama, öyle değildir herhalde.Nasıl yani! Koskoca üç büyükler kendi başlarına Fenerbahçe’yle başa çıkamayacağını anladı da ‘ittifak’ kararı mı verdi!..

05 Ekim 2005, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ne olursan ol, gel!‘’

Başka türlü izah edilemez, dört maçtır kontrollü, disiplinli ve hatta takır takır top oynayan, koşan, savaşan bir takımın ilk yarıdaki umursamaz durgunluğu. Kimse boşuna iddia etmesin, “Bu PSV maçının yorgunluğu” diye. Yorgunluk başka bir şey, sarhoşluk başka. Tıpkı dün ilk yarıdaki Fenerbahçeliler gibi; hiç bir şey umrunda olmaz insanın, körkütük sarhoşsa...Selçuk, Aurelio, Appiah gibi ağır işçileri bile mücadele etmediğinden, kalbur gibiydi orta sahası Fenerbahçe’nin karşılaşmanın ilk yarısında. Sonra, soyunma odasında yüzlerini yıkadılar iyice ve kendilerine geldiler. En azından ellerinden geldiğince mücadele ettiler.Özgüç Türkalp’in, Anelka’nın Özden’e yaptığı bariz faulü es geçmesiyle zaten kontrolü ele aldıkları oyunda, 2 gol geriden de gelseler üç puan için iyice ümitlendiler. Ümitlerine yağ süren ise Konyasporlular’dı. Sanki ilk kez bir hakem hatasıyla gol olmuş gibi dünya üzerinde, Konyasporlular aşırı sinirlendi ve dağıldı. Sen 2-1 öndesin be profesyonel kardeşim, mücadelene devam etsene. Böylesine bezgin bulmuşken ve savunmasında iki kişi kalmışken rakibin, sinirlerine hakim olup skoru korusana ya da 3., 4. gole gitsene...Sen kendini dağıtırsan, zaten senden üstün olan Fenerbahçe de eliyle koluyla faulüyle ne olursa olur gelir üstüne ve tuzla buz eder seni. Bu maç geride kaldı ancak, Aykut Kocaman gibi sakin bir sportmenin takımı, bu disiplinsizliğe acil bir çözüm üretmeli...

02 Ekim 2005, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Genç lale Hesselink!‘’

Önce gerekli bir penaltı yap, sonra gerekli bir sarı kartlık faulle takımını bir kişi eksik bırak!.. Aslında şu dönemde, “ne de olsa Avrupalı” diye geçiştirip, bu zekaya fazla şaşırmamak gerek!..13 yabancı uyruklu oyuncu barındıran kadrosuna rağmen, orta alanı geçmeye çekinen PSV, belli ki İstanbul’a tek puana razı gelmişti. Daum’un Mehmet Yozgatlı ya da Kemal ile başlamayıp, Nobre ile sistemi yeniden değiştirmesi ne kadar yanlış gibi gelse de, Selçuk, Serkan, Önder, Appiah ve Anelka’nın yer aldığı Fenerbahçeliler için üç puan tek hedefti. Sabırlı, kontrollü oynamak doğru seçimdi, lalenin katkısına ise paha biçilmezdi...İlk yarıda golsüzlüğe belki de çoktan razı olan Fenerbahçe, ikincisine önde girince tam bir resital verdi. Alex’le başlayıp, Anelka’yla büyüyen sonra yine Alex’le rakip filelere giren ikinci gol mü, yoksa Alex’le başlayıp, Anelka’yla büyüyen sonra Appiah’la lalelerin kalesine giren üçüncü gol mü daha muhteşemdi tartışması maç sonunun tek muhabbetiydi.Sarı - Kanaryalar dün akşam, önce kalesinin çok uzaklarında başlayan garantili savunmaları, sonra orta alanda Selçuk liderliğinde derlenen kontrollü oyunları ve hücumda öncelikle Anelka farkı ile Avrupalı güçlü rakibini sahadan sildi. Bundan böyle Kanarya’ya rakip olacak, PSV ayarındaki Avrupalılar’a bu sonuç ders olmalı. Fenerbahçeliler ise, nereden gelip, nereye doğru yol aldıklarını unutmadan, itidali elden bırakmamalı...

29 Eylül 2005, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Doğal olarak...‘’

Bu tepkileri ilk bakışta haklı gibi görünüyor ancak, gözardı etikleri bir gerçek var: Haddini aşan ekmekli, sütlü pankart Fenerbahçe tribünlerinde açılmıştı. Anaları, kadınları hedef alanlar ise Beşiktaş kapalısında. Demek ki, Fenerbahçeliler’in yaptığını ağır bulanlar, Beşiktaşlılar’ın yaptığını doğal karşılamışlar!..Pazartesi akşamki bazı futbol programlarında, Aziz Yıldırım’ın İnönü’ye gitmeyip karşılaşmayı kendi stadındaki bir locada televizyondan izlemesini eleştirenler, hatta bunu provokatif bir tavır olarak niteleyenler bile vardı. Oysa, çok açıktı başkanın İnönü’ye gitmeme nedeni. Amaç, binlerce insanın küfürlerine muhatap olmamaktı. Buna rağmen orada olması konusunda ısrar edenler, küfüre doğuştan şerbetli olmalı!..Bir teknik adam ya da futbolcuyu eleştirmek, futbolun sadece kıyısından geçenlerin bile en doğal hakkıdır. Hele, bu işi profesyonelce yapan bir yorumcu iseniz, eleştiri zaten göreviniz. Bazen cılkını çıkarıp “Daum teknik direktör falan değil” bile diyebilirsiniz. Neyse canım, Fenerbahçeli değilseniz buna hiç üzülmemelisiniz. Kötüsüyle iki yıldır şampiyon oluyor Kanarya, bir de iyisi olsa kimbilir ne halt edecektiniz!..Fenerbahçeli bir grup taraftar paralarını ödeyerek derbiye girdi, ardından coplanarak dışarı çıkarıldı ya; “Bir kural varsa uymamanın da cezası olmalı” diyor Mehmet Demirkol Milliyet’teki “Fenerbahçe ceza almalı” başlıklı yazısında. Sonra “Karar deli saçması ama...” diye ekliyor kuralı eleştirmek amacıyla. Sonra “Kim verecek, nasıl verecek?” sorusunu soruyor ceza için ve nihayet “Çok güleceğiz kuşkusuz” cümlesiyle bitiriyor kıssasını...Evet! İster saçma, ister komik olsun kurallar ya da uygulamalar, moda bu artık. Nasıl olursa olsun, Fenerbahçe en küçük fırsatta hırpalanmalı. Birileri her türlü barikatı kurmalı Kanarya’nın yükselişine engel olmak için. İşin üzücü yanı, Mehmet Demirkol gibi akıllı, bilgili ve fikirli birinin de bu modaya uymuş olması...

21 Eylül 2005, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kalite farkı‘’

Oysa, rakipleriydi o maçlarda oynadıkları futbolla övgüyü hak eden. Ancak kalite farkı vardı arada. Ekonomik uçurumlar vardı ve hala var Fenerbahçe ile diğer Türk takımları arasında. Bu sezon da son iki maçta Samsunspor’a, Ankaraspor’a karşı bu kalite farkıyla gülmedi mi Sarı - Lacivertliler?Bu noktadan hareketle kabul etmek gerekir ki, Avrupa söz konusu olunca Milan gibi rakipler karşısında aynı konumda Fenerbahçeliler. Varlarını, yoklarını ortaya koyarak oynasalar, terlerini son damlasına kadar akıtsalar da, bir küçük hata, bir anlık gaflet ya da mantıksızlık sonucu, daha büyük takımların daha büyük oyuncularına teslim olmaları değişmez kader...Luciano, Aurelio, Appiah, Alex, Nobre gibi iyi yabancılar ancak Türkiye’de büyük işlerin altına imza atabilecek kalitedeler. Onları Nesta, Gattuso, Pirlo, Kaka, Shevchenko ile aynı tartıya koyup denge umarak üretilen hayaller boşa gider.Bu yüzden, kulübesindeki oyuncuları 54 milyon Euro eden Milan’a karşı alınan yenilgi bir başarısızlık olarak değerlendirilmemelidir. Bırakın Milan’ı bir kenara, kim “Fenerbahçe, PSV ve Schalke ayarında bir takım” diyebilir?Bu sezon Fenerbahçe’nin Avrupa hedefi, grup üçüncülüğü ile UEFA Kupası’na katılma hakkını yakalayabilmek olmalı ve bu kupada en azından çeyrek finale kadar gidilebilmelidir. Alex’li kadroyla yakalanabilecek üst üste üçüncü Süper Lig şampiyonluğunun ardından, 100. yılda umulan Avrupa başarısı için, en azından dört yabancı futbolcu, daha iyileriyle değiştirilmelidir.Peki, 100. yılda Avrupa’da beklenen başarı nedir? Şampiyonlar Ligi yarı finali ya da finali mi? Asla değil! Gelecek sezon gruptan çıkabilmek veya UEFA’ya geçip en azından yarı final oynayabilmek bile büyük başarı olarak kabul edilmelidir...

15 Eylül 2005, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Fenerbahçe'nin Kaka'sı yoktu!‘’

Ne var ki, Fenerbahçe - Ankaraspor nasıl oynuyorsa Saracoğlu’nda, Milan’la Fenerbahçe de öyle oynuyordu San Siro’da. Ankaraspor nasıl geliyorsa güçlü rakibinin üstüne üç gün önce, Fenerbahçe de öyle gidiyordu dalikanlıca. Yetenekleri, beyinleri, ciğerleri, altyapıları yettiğince üstün olmak istiyorlardı rakiplerinden.Göze hoş geliyor, büyük rakipleri karşısında beğeni topluyorlardı; kalelerini savunurken, top çevirirken, hücum ederken, gol ararken... Rakiplerini zorluyorlardı, ancak bir Kaka’sı yoktu Fenerbahçe’nin. Ya da, bir İtalyan büyüğüne karşı son dakikalardaki beraberliği koruyabilecek bir altyapısı, tecrübesi yoktu. Nasıl ki, Ankaraspor’un bir Alex’i, Anelka’sı yoksa Türkiye’de, Fenerbahçe’nin de Kaka’sı yoktu Avrupa’da. İki şut çekip, ikisini de rakip filelere gönderebilecek...Fenerbahçe’nin Alex’i, Appiah’ı, Anelka’sı vardı, ancak Kaka’sı yoktu. Yani, yine peklik çekiyordu Avrupa arenasında!..Teknik direktörü de Daum’du Fenerbahçe’nin. Takımının, Milan deplasmanında 1-1’lik skora rağmen 87. dakikada topyekün hücum etmesine seyirci kalan. Bu arada, rakibin en önemli silahı Kaka’ya üstelik son dakikalarda özel bir önlem almayan. Kemal’i 53’te oyuna alıp 90’da çıkaracak kadar psikolojiden anlayan...Teknik açıdan bakacak olursak; dün akşam sadece Kemal değişikliğinden de anlaşılabileceği üzere, Daum bir teknik adam değil, bir teknik direktör. Teknik adam değil, teknik direktör yani Daum sadece...

14 Eylül 2005, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI